Netahyahu politikasının en alçak noktası
İsrail’in ünlü muhalif yazarı Uri Avnery, Netanyahu’nun kullandığı “Doğu cephesi” sözü üzerine bir yazı kaleme aldı.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-08-03 15:59:00
Doğu Cephe sözünün ilk olarak nerede kullanıldığına açıklık getiren Avinery, bunu Netyahu’nun en alçak politikası olarak değerlendirdi. İşte Uri Avinery'nin yazısı:
Doğu Cephesinde Yeni Bir Şey Yok
Uri Avnery*
Hassas siyasi kulaklara sahip kimseler bu hafta Benyamin Netanyahu’nun ağzından istemeden kaçıvermiş görünen şu iki kelimeden dolayı irkildiler: “Doğu cephesi”.
Bir zamanlar bu kelimeler işgalin günlük dilinin parçasıydılar. Son zamanlarda bu kelimeler siyasi hurdalıktan kalkan tozlara karşılık geliyor.
"Doğu cephe" şeklindeki kelime çifti Altı Gün Savaşı'ndan sonra doğdu. Ürdün Nehri’nin İsrail'in "güvenlik sınırı" olduğu yönündeki stratejik doktrinin pekişmesine yaradı.
Teorisi şuydu: Üç Arap ordusunun - Irak, Suriye ve Ürdün orduları- Ürdün'ün doğusunda toplanması, nehri geçmesi ve İsrail'in varlığını tehlikeye sokması mümkündür. Onlar yurda girmeden önce onları durdurmamız gerekir. Bu nedenle, Ürdün Vadisi İsrail ordusu için kalıcı bir üs olarak hizmet görmeli, bizim askerler de orada kalmalıdır.
Öncelikle bu şüpheli bir teoriydi. Böyle bir saldırı katılmak için, Irak ordusunun toplanması, çölü geçmesi ve Ürdün’de konuşlanması gerekirdi ki bu, onların Ürdün sınırına gelmesinden çok önce İsrail’e Iraklıları vurmak için bolca zaman verecek uzun ve karmaşık bir lojistik operasyon olurdu. Suriyelilere gelince, onların Golan Tepeleri’nden İsrail'e saldırması, ordularını güneye taşıyıp ve doğudan saldırıya geçmelerinden daha kolay olurdu. Ve Ürdün her zaman İsrail’in gizli - ama sadık – ortağı olarak kalmıştır (Altı Gün Savaşı’nın kısa dönemi hariç.)
Son yıllarda, söz konusu teori açıkça gülünç hale gelmiştir. Amerikalılar Irak'ı işgal etti ve kağıttan bir kaplan olduğu ortaya çıkan Saddam Hüseyin'in şanlı ordusunu yenip dağıttı. Ürdün Krallığı İsrail ile resmi bir barış anlaşması imzaladı. İsrail'in sadece Golan Tepeleri'ni iade etsin diye Suriye barış özlemini göstermek için her fırsatı kullanıyor. Kısacası, İsrail’in Doğu komşulardan korkması için bir sebep yok.
Doğru, durumlar değişebilir. İttifaklar değişebilir, rejimler değişebilir. Ama İncil’deki hikâyede geçen İsrailoğulları gibi, üç korkunç ordunun Ürdün’den Kenan iline geçtiği bir durumu hayal etmek imkânsız.
Ayrıca, II. Dünya Savaşı’ndaki Nazi yıldırım savaşı gibi bir kara saldırısı fikri tarihte kaldı. Gelecekteki savaşlarda, uzun menzilli füzeler baskın bir rol oynayacak. Ürdün vadisinde şezlonglarının üzerine uzanmış, her iki yönde kafalarının üzerinde uçan füzeleri gözlemleyen İsrail askerlerini hayal edebiliriz.
Peki, bu saçma fikir nasıl hayat buldu?
Bu gulyabaninin nasıl doğduğunu anlamak için 43 yıl geriye gitmek faydalı olabilir.
Altı Gün Savaşı’ndan sadece altı hafta sonra "Allon plan" yürürlüğe sokuldu. Daha sonra Çalışma Bakanı olan Yigal Allon planı hükümete teslim etti. Plan resmen kabul edilmedi, ama İsrail’in liderliği üzerinde büyük bir etki yaptı.
Planın yetkililerce onaylanmış bir haritası hiç yayımlandı ama ana noktaları biliniyor. Allon İsrail'e Ürdün Vadisi’ni ve Ölü Deniz’in batı kıyısını ilhak etmeyi önerdi. Batı Şeria'dan kalanlar, İsrail toprakları ile çevrili yerleşim alanları olacaktı, Ürdün Krallığı ile Batı Şeria’yı birbirine bağlayan Jericho yakınında dar bir koridor hariç. Allon ayrıca Batı Şeria, Kuzey Sina ("Refah Kapısı") ve Gazze Şeridi’nin güneyindeki (“Katif Bloc”) belli yerleri de ilhak etmesini İsrail’e teklif etti.
Allon, Batı Şeria’nın Ürdün'e iade edilip edilmeyeceğini veya ayrı bir Filistin toprağı olup olmayacağını umursamıyordu. Bir keresinde Knesset kürsüsünden ona saldırıp, savunduğum Filistin devletinin kuruluşunu engellemekle onu suçladığımda ve sonra koltuğuma döndüğümde, bana bir not gönderdi: "Ben Batı Şeria'daki bir Filistin devletini savunuyorum. Senin kadar ben de bir barış güverciniyim."
Plan askeri bir zorunluluk olarak öne sürüldü, ama saikleri oldukça farklıydı.
O günlerde ben Allon ile oldukça düzenli olarak bir araya geliyordum, bu yüzden onun düşünce çizgisini takip etme imkânım vardı. O 1948 savaşın önemli komutanlarından biriydi ve askeri bir uzman olarak kabul ediliyordu, ama her şeyden önce o zamanlar ülkede etkisi çok büyük olan Kibbutz hareketinin önde gelen bir üyesiydi.
Kibbutz hareketinin mensupları Batı Şeria’yı ele geçirdikten hemen sonra topraklara yayıldılar ve yoğun modern tarım için uygun yerler aradılar. Doğal olarak Ürdün Vadisi'nin cazibesine kapıldılar. Kendi bakış açılarına göre burası, yeni kibbutzim için ideal bir yerdi. Bol su vardı, arazi düzdü ve modern tarım makineleri için gayet uygundu. Ve en önemlisi, nüfusu azdı. Bütün bu avantajları diğer Batı Şeria bölgelerinde yoktu: oraların nüfusu çoktu, coğrafyası dağlıktı ve su kıtlığı vardı.
Bence Allon planının tamamı tarımsal açgözlülüğün bir meyvesiydi ve askeri teori uygun güvenlik bahanesinden başka bir şey değildi. Ve gerçekten de, vadideki çok sayıda kibbutzim ve moshavim (kooperatif köyler) hemen semerelerini aldılar.
Allon Planının sınırları açığa çıkmadan önce yıllar geçti ve Batı Şeria’nın her yerinde yerleşim yerleri kuruldu.
Allon Planı "Doğu Cephesi" gulyabanisini doğurdu ve o zamandan beri barış arayan insanları terörize etti. Bir hayalet gibi, gelir ve gider, cisimleşir ve kaybolur, her defasında başka şekillerde.
Ariel Sharon "genişletilmiş vadinin” ilhak edilmesini talep etti." Büyük Suriye-Afrika Rift Vadisi’nin bir parçacı olan bu vadi, 120 km uzunluğunda (Celile Denizi’nden Ölü Deniz’e kadar) ama sadece 15 km genişliğinde. Sharon vadiyi önemli ölçüde genişletecek, Batı Şeria’nın merkezindeki sıra dağların doğu yamacını kast ederek, “dağın arkasının” vadiye katılmasını neredeyse takıntılı bir halde talep etti.
Sharon Tecrit Duvarı projesini kabul ettiğinde, projenin Batı Şeria’yı sadece İsrail’den değil, aynı zamanda Ürdün Vadisi'nden ayırma amacı taşıdığı sanılıyordu. Bu "Allon Planının artısı” denilen şeyin gerçekleşmesini sağlayacaktı. Duvar Jericho koridoru olmadan tüm Batı Şeria’yı çevreleyecekti. Bu plan, hem uluslararası muhalefet hem de fon yetersizliği nedeniyle günümüze değin tamamlanamamıştır.
Oslo anlaşmasından bu yana, hemen hemen tüm ardışık İsrail hükümetleri gelecekteki herhangi bir barış anlaşmasında Ürdün Vadisi’nin İsrail’in elinde kalmasında ısrar etti. Bu talep farklı şekillerde ortaya çıktı: peşpeşe gelen başbakanların yaratıcı yeteneklerine bağlı olarak bazen "güvenlik sınırı," bazen "uyarı istasyonları," bazen "askeri tesisler, " bazen de "uzun vadeli kiralama" gibi sözlerle. Ortak payda: vadi İsrail kontrolü altında kalmalıdır.
Şimdi Netanyahu geliyor ve "Doğu Cephesi” sözünü diriltiyor.
Doğu Cephesi nedir? Orada doğu komşularımızdan bize hangi tehditler geliyor? Saddam Hüseyin nerede? Hafız Esad nerede? Mahmud Ahmedinecad silahlı Devrim Muhafızları kollarını Ürdün sınırına mı gönderecek?
Düşünülen şudur: Amerikalılar Irak’ı bir gün terk edecek. Sonra yeni bir Saddam Hüseyin'in ortaya çıkacak, bu kez bir Şii ve Şii İran ve hain Türkler ile ittifak kuracak. Hem Netanyahu’dan nefret eden Ürdün Kralı’na nasıl güvenebilirsiniz? Ürdün kıyısını gözetlemeyi sürdürmezsek Korkunç şeyler yaşanabilir!
Bunun saçma olduğu apaçık ortada. Peki gerçek amaç nedir?
Tüm dünya şu anda İsrail ile Filistin otoriteleri arasında "doğrudan görüşmelerin" başlamasına yönelik Amerikan talebiyle meşgul. İnsan dünya barışının “yakın mesafe görüşmelerinin” "doğrudan müzakerelere" dönüşmesine bağlı olduğu düşüncesine kapılıyor. Böyle önemsiz bir konuda hiç bu kadar sahte ikiyüzlü sözler sarf edilmemişti.
"Yakın mesafe görüşmeler" birkaç aydır devam etmektedir. Onların sonuçlarının sıfıra yakın olduğunu söylemek yanlış olur. Sıfırdı. Mutlak sıfır. Yani iki taraf bir odada otursa ne olacak? İnsan bunu kesinlikle tahmin edebilir: Başka bir sıfır. Amerika’nın bir çözüm dayatma kararlılığı olmadığı sürece hiçbir çözüm olmacak.
Peki neden ABD Başkanı Barack Obama ısrar ediyor? Tek bir açıklaması var: Ortadoğu’da onun politikaları başarısız oldu. Etkileyici bir başarıya acilen ihtiyacı var. Irak'ı terk etmeye söz verdi ama durum bunu imkansız kıldı.
Afganistan'daki savaş kötüden betere gidiyor, bir general gidiyor, bir başkası geliyor ve zafer giderek daha da uzaklaşıyor. Kabil'deki Amerikan elçiliği çatısındaki son helikoptere tırmanan son Amerikalıyı şimdiden hayal edebilirsiniz.
İsrail-Filistin çatışması devam ediyor. Burada da, Obama bir başarısızlıkla karşı karşıya. Hiçbir şey yatırımı yapmadan çok şey elde etmeyi umdu ve İsrail lobisi tarafından kolayca mağlup edildi. Utancını gizlemek için, cahil halka büyük bir Amerikan zaferi olarak sunulabileceği bir şeye ihtiyacı var. "Doğrudan müzakerelerin" yenilenmesi böyle bir zafer anlamına gelmektedir.
Netanyahu kendi adına var olan durumdan oldukça memnun. İsrail doğrudan müzakerelere çağırıyor, Filistinliler reddediyor. İsrail barış için elini uzatıyor, Filistinliler geri çeviriyorlar. Mahmud Abbas, İsrail'in yerleşim birimlerini dondurmayı uzatmasını istiyor ve müzakerelerin 1967 sınırlarına dayalı olacağını peşin peşin ilan ediyor.
Ama Amerikalılar Abbas üzerinde büyük bir baskı uyguluyor ve Netanyahu, Abbas’ın pes etmesinden korkuyor. Bu nedenle yerleşim birimlerini donduramayacağını beyan ediyor, çünkü bu durumda -Allah korusun!- koalisyonu dağılır. Bu yeterli olmazsa işte Doğu Cephesi gelir. İsrail hükümeti Filistinlilere Ürdün Vadisi’nden vazgeçmeyeceğini haber vermektedir.
Netanyahu meseleyi vurgulamak için vadide kalan birkaç binlik Filistin nüfusunu oradan uzaklaştırmaya başladı. Bu hafta Farasiya ile başlamak üzere köylerin kökü kazandı. Farasiya’da tüm konutlar ve su tesisatları yıkıldı. Bu apaçık bir etnik temizliktir, tıpkı şimdi Necef’deki Bedevilere karşı yürütülen benzer bir operasyon gibi.
Netanyahu’nun onca lafla söylediği tek bir söz vardır: Abbas "doğrudan müzakerelerin" girmeden önce iki kere düşünmeli.
Ürdün Vadisi yeryüzünün en düşük noktasına inmekte: Ölü Deniz, ortalama deniz seviyesinin 400 metre altında.
Doğu Cephesi’nin yeniden canlanması, barış için kalan tüm şansı tek seferde yok etme niyetiyle Netanyahu'nun politikasının en alçak noktası gösterebilir.
*Uri Avnery İsrailli bir gazeteci, yazar ve barış eylemcisi.
Bu makale Orhan DÜZ tarafından TİMETURK.com için tercüme edilmiştir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara