Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Orta Doğu'da Türkiye: Rolü korumak

Türkiye, Orta Doğu'dan hiç ayrılmamıştı ki geri dönüşünden söz edelim. Türkiye, 2. Dünya Savaşı'ndan, hatta soğuk savaştan sonra da buradaki varlığını güçlü ve etkili bir biçimde sürdürdü.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-07-26 14:16:00

Orta Doğu'da Türkiye: Rolü korumak
Türkiye, Orta Doğu'dan hiç ayrılmamıştı ki geri dönüşünden söz edelim. Türkiye, 2. Dünya Savaşı'ndan, hatta soğuk savaştan sonra da buradaki varlığını güçlü ve etkili bir biçimde sürdürdü. Varlığını sürdürdü; ancak Arap meselelerine karşıt ve düşman bir tarafta sürdürdü. Arap-Türk ilişkilerinin geçen 60 yılda bazı parıltılara tanık olduğu doğru ancak Türk dış politikasının Orta Doğu'daki temel çizgisi, Batı ve İsrail sisteminin belirlediği çizgiyle uyumluydu.

Türkiye'nin yeni Orta Doğu rolünden söz etmek, Türkiye'nin, başlı başına bir hedef olmayan Arap ve İslam dünyasına açılımı gibi etkenlerden söz etmeden doğru olamaz. Türkiye, ne sadece Batı ile İsrail ekseninin rehini olarak kalabilirdi ne de başka bir eksenin parçası olabilirdi; aksine, Türkiye, Balkanlar'dan Kafkasya'ya, Karadeniz'den Afrika'ya, onu çevreleyen bütün dünyanın bir parçası olmalı.

Nasıl ki Türkiye'nin Suriye ve Suudi Arabistan ile mükemmel ilişkileri varsa; İran, Rusya, Sırbistan ve Yunanistan ile de iyi ilişkileri var. Türkiye bu konuda her şeyden önce kendi ulusal çıkarını gerçekleştiriyor.

Böylesi bir amaç, Türkiye'nin, örneğin 2007 yılında bir Filistin-İsrail zirvesine; birkaç hafta önce de Hırvatistan-Bosna-Sırbistan zirvesine ev sahipliği yapmasını gerektiriyordu.

Bu ilişki, Suriye, İran ve Rusya ile sınırların açılmasını gerektirdiği gibi İsrail ile de askerî ve ekonomik anlaşmalar imzalamasını gerektiriyordu.

Bununla beraber Araplar ve İsrailliler, Türkiye'nin eksenini Batı'dan Doğu'ya kaydırdığını söyleyen düşüncenin kapsamını genişletmeye başladılar. Rusya, 2008 yılında 40 milyar dolara varan ticaret hacmiyle Türkiye'nin birinci sıradaki ticari ortağı olduğunda, Türkiye'nin eksen değiştirdiği söylenmedi. Türkiye, Ermenistan'a açılıp onunla tarihî anlaşmaya imza attığında da Batı, Türkiye'nin eksen değiştirdiğini söylemedi; aksine, Hillary Clinton, ekim ayında imzalanan anlaşmayı destekleyen taraflardan biriydi. Türkiye, Yunanistan ile sadece bir günde, Cumhuriyet tarihinde imzalanan anlaşmaların toplamından daha fazla anlaşmaya imza attığında da Türkiye'nin eksen değiştirdiğini söylemediler; aksine ona alkış tuttular.

Türkiye, İsrail'i eleştirmeye, Gazze'de zulme uğrayan insanları savunmaya ve Hamas'ı tanıma çağrısı yapmaya başladığındaysa Batı'nın tutumu değişti.

Evet, Türkiye'nin Orta Doğu'daki rolü gelip İsrail unsurunda tıkanıyor. O İsrail ki, İspanya'nın eski Başbakanı Jose Aznar, sadece birkaç gün önce, "İsrail'in güvenliği Batı'nın güvenliği demek, yıkılması da Batı'nın yıkılması demek." demişti. Ondan önce de ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, siyonist olmak ve bununla gurur duymak için kişinin Yahudi olmasının gerekli olmadığını söylemişti.

Konu İsrail olunca tarafsız olmanın imkânı yok. Türkiye'nin de tarafsız olması kabul edilemezken, nasıl olur da Filistin halkının destekçisi olur?

Türkiye'nin şu anki Arap ve İslam dünyasına açılan ve İsrail politikalarına karşıt siyasi seçimleri nedeniyle, Türkiye'nin rolünü bozmaya ilişkin siyasi karar oluştu.

Türkiye, son yıllarda tek başına bir eksen ve yeni bir bölgesel ve uluslararası sistemin kurucu oyuncusu hâline geldi.

Abdullah Gül, iki yıl önceki Rus-Gürcü savaşında ABD'nin dünyayı tek başına yönetmesine itiraz etmiş ve çok kutuplu bir dünya sistemi çağrısı yapmıştı. Türkiye, İran ile büyük güçlerin gerçekleştiremediğini başardı. Uluslararası boyutu olan bir meselede Türkiye'nin başarılı olması yasaklandığından ve Türkiye, kendisi için çizilen sınırları aştığından, onu dizginleme kararı alındı.

Bana göre mesele, Türk gücünün bağımsız boyutuna dayanıyor.

Arap ve Müslüman dünyada pek çok örnek var. Batı, Batı'nın kontrolünden bağımsız bir şekilde ayaklanan her güce karşı pusuda oldu. Mehmet Ali Paşa, İngilizler'in politikasına aykırı bir adımla Büyük Suriye'yi (Greater Syria) birleştirmeye kalktığında, bizzat Osmanlı padişahının desteğiyle indirildi. Modern tarihteki örnek, Cemal Abdülnasır. Çağımızda ise İran. Bugünse bu örneklere Türkiye eklendi.

Türkiye'nin Müslüman oluşu, başkalarının onun gücünü kırmaya çalışmalarının bir diğer nedeni olduğunu da unutmamak gerek. Rusya ve Çin de İran ile imzalanan nükleer anlaşmayı geçersiz kılanlar arasındaydı. İran'a yönelik yaptırımlar, Türkiye'ye de yönelik sayılır çünkü Türkiye, İran'a uygulanan yaptırımlardan zarar gören ilk taraf.

Oyun kurucu olmak ve başlı başına bir eksen hâline gelmek için Türkiye'nin çabaları devam ediyor. Türkiye'nin çok çeşitli imkânları, potansiyeli ve jeopolitiği, tüm karmaşasına rağmen bu rolü oynaması için ona olanak sağlıyor. Ancak Türkiye'ye karşı, dokuz Türk'ün ölümüyle sonuçlanan Batı-İsrail saldırısı, Türkiye'nin önündeki en büyük meydan okumayı oluşturuyor.

Bu rol devam eder mi? Veya sınırları yeniden çizilir mi?

Bana göre:

1. Rol alınır, verilmez. Türkiye'nin yeni Orta Doğu'da ABD'nin planıyla hareket ettiğine dair söylentiler ağır bir şaka ve Türk kararının bağımsızlık umutlarına ihanet.

2. Karar, rolün devam ettirilmesi yönündeyse -ki ben buna bir alternatif düşünemiyorum- bunun himaye edilmeye ihtiyacı olacaktır ve bu himaye, hem iç hem de dış düzeyde olmalı.

Bir ülke, dışarıda büyük bir role sahip olmak istiyorsa, siyasi, ekonomik ve toplumsal bir istikrar sistemi tarafından korunmalı. Türkiye'nin içindeyse Kürtlerden Alevilere, Ermeni meselesinden askerî vesayetin bozulmasının sürdürülmesine kadar pek çok sorun var. AK Partinin içeride harcadığı bütün çabalara rağmen, açılım planları ve azınlıklara hak tanınmasıyla ilgili konular, beklenen ciddiyete ulaşamadı.

Dışarıda ise Türkiye'nin rolünün korunması kuşkusuz pek çok engelle karşı karşıya. Bu engellerden biri de Arap yokluğunun yarattığı boşluk. Ancak durum bundan daha da kötü. Arap unsurunun yokluğu, Türkiye'nin rolünün bozulmasından başka bir şey değil. Sorun, en başta Arapların siyasi seçimlerinde. Bunların bakış açısına ve Enver Sedat'a göre sorun, kozların ABD'nin elinde olmasından ve düşmanın artık İsrail olmamasından kaynaklanıyor. Arapların, Filistin davasında mütevazı bir denge sağlamak isteyen Türk rolünü bozmaları, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun çok iyi bildiği pek çok müzakere durağında ön plana çıkmıştı.

Sorun, Türkiye'de değil; fakat Türkiye'nin Orta Doğu'daki rolü, bazı Arapların itirazlarının gölgesinde ilerleme sağlayamaz. Türkiye'nin, Arap ve Müslüman çevresiyle gerçekleştirdikleri tarihî nitelikteydi, doğru yöndeydi, kimliğiyle uyumluydu ve ekonomik refahını, siyasi istikrarını garanti altına alan, aynı zamanda da uluslararası ve bölgesel özlemlerine uyan bir doğrultudaydı.

Rolü güçlendirmek, devamını sağlamanın yolu. Türkiye'nin rolünü himaye etmede Arapların temel bir sorumluluğu var. Tarihî fırsatlar tekrarlanmaz. Batı'nın ve İsrail'in, Türkiye'ye sert bir şekilde saldırmalarına rağmen, uluslararası ve bölgesel koşullar –Batı'nın Irak ve Afganistan'daki çıkmazının; Washington'un da dünyayı ve küresel malî krizi yönetmedeki başarısızlığının gölgesinde- gayet uygun. Vazgeçmekse, Türkiye'nin, üzerine esen ilk fırtınada eğildiği anlamına gelir ki bu, intiharın ta kendisi olur.

BTEGM
SON VİDEO HABER

Iğdır'da AK Parti İl Başkanlığı binasına molotoflu saldırı

Haber Ara