Dolar

34,9440

Euro

36,6106

Altın

3.015,82

Bist

9.992,76

İlk hedefiniz Referendum

Askeri önlemler yine revaçta. Bir kara harekâtı ihtimalini de güçlendiren çok alametler belirdi. Peki neden?

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-07-26 10:11:00

İlk hedefiniz Referendum
"Çukurcalı bir ailenin üç oğlu var. En büyüğü asker, ortanca dağda, en küçüğüyse evde. Ortanca olan sürekli operasyonlara katılan askerdeki ağabeyini arıyor. Asker ağabeyse dağdaki kardeşini merak ediyor. Bu askerin de, dağa gidenin de nüfus cüzdanında Türkiye Cumhuriyeti yazıyor. Böyle bir tabloya hangi yürek dayanır?" Kürt sorununun bugününü, AK Parti Hakkâri Milletvekili Abdulmuttalip Özbek bu soruyla özetliyor. Ancak Özbek'in hükümetteki partisi, yaklaşık 20 yıldan fazla süre yalnızca askeri yöntemlerle ortadan kaldırılmaya çalışılan teröre karşı birkaç yıldır gündeme taşıdıkları siyasi ve ekonomik çözümden, tekrar askeri formüllere dümen kırıyor.

Siyasi gündemin sert rüzgârı da yelkenleri aynı yöne doğru şişiriyor. Muhalefet liderleriyle terörle mücadele konusunda görüşmeler yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "özel ordu kurulacağını" söylediği yönünde haberler basında yer aldı. Bu ifade, akabinde "Profesyonel Hudut Birlikleri" olarak değiştirildi ama "özel" sıfatı bile Güneydoğu'da insanların tüylerini diken diken etmeye yetmiş gibi görünüyor. Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Galip Ensarioğlu "Bu, daha fazla insanın ölümü demektir" ifadesiyle tepkisini dile getiriyor. Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Siirt Milletvekili Osman Özçelik ise "Bu, Başbakan'ın kafasında daha on yıllarca devam edecek bir sorun olduğunu gösteriyor" diyor. Bugünlerde PKK'ya karşı Irak'ın kuzeyini kapsayacak büyük bir askeri operasyon ihtimali de hayli yüksek. Bölgede müthiş bir askeri hareketlilik söz konusu. Hakkâri Esnaf ve Sanatkârlar Odası Başkanı İrfan Sarı "Şemdinli, Çukurca ve Zap'ta yoğunluk var. Resmi rakamı bilmiyoruz ama bölgeye 250 bin askerin sevk edildiği konuşuluyor. Yeni bir operasyonun eli kulağında" diyor.

1 Haziran'dan beri PKK'nın artan saldırılarıyla birlikte, ülkedeki huzursuzluk da artıyor. Şehit haberleri geldikçe aynı 1990'lardaki gibi sert askeri çözüm önerileri geçer akçe oldu. Oysa 15 Ağustos 1984'te PKK'nın Eruh Şemdinli saldırısıyla başlayan sorun bugüne dek askeri yöntemlerle çözülemedi. İktidar da bunu tespit etmiş olacak ki, Türkiye'nin en kronik sorunlarından birini nihayetlendirmek için siyasi ve ekonomik niyetlerle yaklaşık bir yıl önce harekete geçti. İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın 1 Ağustos 2009'da Polis Akademisi'nde Kürt meselesiyle ilgili aydınlarla biraraya gelişi, "Kürt Açılımı" için fiilen bir başlangıçtı belki. Kandil ve Mahmur'dan teslim olmaya gelen PKK'lıların Habur'dan "sevinç gösterili" girişleriyse fiiliyatın sonu.

Türkiye kamuoyu, Habur'daki bu eşiği aşacak sabrı göstermedi. İçişleri Bakanı da açılım süreciyle ilgili kamuoyu ile iletişimde bir hata yapıldığını daha sonra kabul etti. Ancak zaman hataya çok müsait. Dört yıl içinde Türkiye dört kez sandığa gidecek: Bu yıl referandum, sonra 2011'den itibaren genel seçim, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve yerel seçimler... Siyasette popülizmin borusunun ötmesi ve klişe askeri çözüm seçeneklerine mahkûmiyet için bu yeter de artar bile. Nitekim bir yıl dolmadan 'açılım' ifadesi eskisi kadar sık anılmaz oldu. Son olarak Başbakan'ın dile getirdiği PKK ile mücadelede "profesyonel hudut birlikleri" projesiyle siyaset, sahneyi yine silahlara bırakacak gibi görünüyor. Ve yıllar sonra aynı konuları Türkiye yeniden konuşacak gibi.

Terörün bitirilmesi amacıyla bugüne kadar pek çok sınır harekâtı yapıldı. 1995'te "Çekiç", 1996'da "Yarasa", 1997'de "Şafak" sonra "Süpürme" ardından "Tokat"... 1980'lerin sonlarından itibaren "özel birlikler," "özel kuvvetler," "köy korucuları" bölgede kullanıldı. 1990'ların sonunda terör eylemlerinde bir azalma görülse de aynı süreçte ciddi faili meçhul, işkence ve kötü muamele vakaları yaşandı. Korucu sayısı 70 bine ulaştı; asayiş problemleri ve çatışma biterse oy deposu aşiretlerden gelen bu insanların ne olacağı meselesi, ayrıca baş ağrıtmaya başladı. Sonuçta sorun bugüne vardı ve derinleşerek ülkeyi klostrofobik bir siyasi atmosferin içinde tutuyor. "Geçmişte özel birlikler oldu. Bunlar dehşet saçtılar" diyor BDP'den Özçelik.

Başbakan Erdoğan "Beş yıl ya da daha uzun süre görev alacak uzmanlaşmış personel olacak. Kırsal bölge ile meskûn bölge ekiplerinin farklı donanıma sahip olmaları şart. Buna göre adımları atıp karar verme konusunda katkıda bulunacak herkesle konuşacağız" diyerek soru işaretlerini gidermeye çalışıyor. Ancak asıl ikna edilmesi gereken halihazırdaki veya potansiyel profesyonel askerler, yani uzman personel. Zira mesleki hakları konusunda müthiş hayal kırıklığına uğramış durumdalar, pek çoğu zaman içinde TSK'dan ayrılmayı seçti. Bunun hukuki altyapısının nasıl olacağı şimdilik belirsiz. Bahsedilen birlikler Jandarma'ya mı, Kara Kuvvetleri'ne mi, Emniyet'e mi bağlı olacaklar? Yoksa kendi başına müstakil bir oluşum mu düşünülüyor. Kurumlar arasında yeni bir tartışma çıkarmaya aday, yeni bir meselemiz var artık. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül de belirsizliği doğruluyor: "Halen elimizde uzman erbaş, uzman onbaşı statüsünü düzenleyen bir kanun var. Bunun içinde mi çözebiliriz; yoksa yeni bir kanun mu çıkarılması gerekir" diye soruyor o da.

Yeni bir birliğin kurulması sanıldığı gibi kolay değil. Bölgede 20 yıl görev yapan ve bunun 6 yılını da Özel Kuvvetler Komutanı olarak geçiren emekli Kıdemli Albay Mithat Işık (1996'da gerçekleştirilen sınır ötesi Yarasa Operasyonu'nda da görev aldı), zorlukları bulunmasına rağmen Türkiye'nin bu konuda bir avantaja sahip olduğunu belirtiyor. Bölgede bulunan 6 komando tugayındaki askerlerin çoğu uzman er ve erbaşlardan oluşuyor. Beşi Kara Kuvvetleri'ne biri de Jandarma Komutanlığı'na bağlı olan bu tugayların değerlendirilmesi mümkün. Ancak söz konusu tugaylar Ağustos'ta tamamlanacak bir projenin parçası ve bu 1986'da başlayan bir proje. Bu tür birliklerin Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na bağlı olması gerektiğini düşünen Işık "Özel birlikler öyle kelle hesabıyla olmaz. Bunların iyi seçilmesi ve ciddi psikolojik testlerden geçmeleri lazım" diyor. "Hepsinin çok eğitimli, düzgün, dürüst ve ahlâklı olmaları şarttır. Zira sadece para ön plana çıkartılırsa daha sonra bunlar geçmişte olduğu gibi farklı işlere de bulaşabilirler."

Bugün dile getirilen yeni birlikleri oluşturmak için Genelkurmay Başkanı'na göre Irak sınırında görev alacak 10 bin personele ihtiyaç var. O halde bu iş sanıldığından çok daha uzun sürebilir. Türkiye'de gündemi harlandıran medyanın en çok iki haftalık hafızası düşünülürse, "Özel Hudut Birliği" meselesine askeri değil siyasi bir manevra olarak bakmak da mümkün; bir tür referandum taktiği olarak. Şehit cenazelerinin yarattığı gergin ortamın açılımın geleceğine dair kritik siyasi kararlar alınmasında engel oluşturması, oy sandıklarının kurulacağı tarihlerin yaklaşması, hiçbir siyasi hazırlığı ya da önerisi göze çarpmayan muhalefetin de daha ziyade anladıkları ve tercih ettikleri "güvenlik önlemleri" dilinden AK Parti'nin şimdilerde aradığı uzlaşma korosuna katılması, bu tezi güçlendiriyor. Belki de iktidarın tuzağına düşüyorlar zira açılım perspektifinden geçici uzaklaşma, popülist siyaset karşısında yara alan hükümete pansuman gibi geliyor. Hem teröristlere hadleri bildirilecek hem de yeni askere gidecekler çatışmanın ortasına atılmamanın umuduyla mutlu olacaklar. Güneydoğu'daysa PKK ve BDP, olağan gündelik hayatı özleyen çoğunluğun sempatisini giderek kaybedebilir. İşte size, AK Parti'de sandığa kadar bir kazan kazan politikası olarak görülebilecek tablo. Ancak, profesyonelleşmenin sanılandan uzun sürecek olmasından başka sorunlar da var. Bu tür bir pragmatizm, açılım süreci daha sonra sürdürülmek istendiğinde konunun siyasilerin önüne biraz daha yıpranmış, nasırlaşmış olarak tekrar gelmesine neden olacak. Güvenlikçilerin sözü etkisinden hiçbir şey kaybetmeyecek. Ve sorun da geçen yıllara bakılırsa tam olarak çözülmüş olmayacak. Üstelik, kamuoyu aslında siyasi olarak daha cesur adımlara hazırsa (newsweekturkiye.com'da süren bir ankette "Üniter sistem dahilinde her türlü fikre açığım" diyenlerin oranı yarıya yakın) bir fırsat da kaçabilir. (Bir de unutmamak lazım, seçmen son tahlilde hep ekonomiye tav olur.) Tek başına askeri yöntemlerin çözüm getiremeyeceğini düşünen emekli asker Işık'a göreyse terörü bitirmek için şok kararlar şart: "10-15 kişilik lider kadronun dışında herkesi kapsayacak bir affın çıkartılması lazım. Eğer böyle bir şey olursa çözülme hızlı olabilir."

Öte yandan şu sıra hükümet, belki daha fazla işe yarayabilecek bir irtibat peşinde: PKK'ya karşı bölge ülkelerinin desteğini almak. Bu amaçla üçlü mekanizmanın yanı sıra İran ve Suriye ile diyalog geliştiriliyor. Önümüzdeki ay Tahran'da yapılacak "Ortak Güvenlik Komite Toplantısı" Türkiye ile İran arasında teröre karşı mücadelede yeni anlaşmalara gebe olabilir. Irak'ın kuzeyinden adının açıklanmasını istemeyen bir yetkili, Türkiye'nin sahada kendisinden çok daha yaygın bir haber alma ağına sahip İran ile istihbarat işbirliği yaptığını savunuyor. Amerikan uyduları ya da İsrail Heron'ları yerine, Batı için can sıkıcı ama belki daha çok işe yarayan arkadaşlar olabilir bölgedeki İran bağlantısı yayalar. İran'da yaşayan Türk gazeteci Muhammet Ali Akbulut, "İran basınında Ankara ile Tahran'ın teröre karşı bilgi alışverişinde bulunduklarına ilişkin haber ve yorumlar çıkıyor" diyor. Kürt Federe Hükümeti'yle (KFH) de ilişkiler farklı bir boyuta gelmiş durumda. Bölge Başkanı Mesut Barzani'nin Ankara ziyareti sonrası yetkililerin PKK'ya bakışında değişiklikler olduğu söyleniyor. Iraklı Kürt gazeteci Rebwar Kerim, KFH'nin artık düzenli bir yapı olduğunu Irak'ın bir parçası olmakla birlikte askeri bir gücü ve yönetimi bulunduğunu hatırlatarak, "PKK'nın bizim topraklarımızı kullanarak komşumuza saldırmasına izin verilemez. Bu kabul edilebilir değildir. Türkiye dost mu düşman mı? Dost olduğuna göre artık dostu vuranlara müsamaha gösterilemez" diyor. "Bu defa operasyon yapılırsa, bölgesel hükümet 'sivillerime zarar vermeyin de ne yaparsanız yapın' anlayışıyla hareket edebilir" diyor Iraklı gazeteci Kerim. Peşmerge Bakanlığı resmi sözcüsü Cebar Yaverd ise bu iddiayı reddediyor.

Konunun bir diğer muhatabı PKK da büyük bir operasyon beklentisi içinde. Hatta bunun için örgütün üst düzey kadrolarının İran sınırına, Hacıumran'a bağlı ve İran sınırının sıfır noktadaki Berderas bölgesine sığındıkları ileri sürülüyor. Artık kendisine daha istikrarlı bir yol çizen Irak Kürtleri de, silahlı bir Kürt örgütünden rahatsız. Zira PKK gerekçe gösterilerek, Türkiye, İran, ABD ve Suriye'den baskıya maruz kalıyorlar. Ancak bölgenin şüphesiz en güçlü aktörü hâlâ ABD. Ve Kandil KFH sınırları içerisinde olmasına rağmen, bölgeye geniş çaplı bir kara harekâtının anahtarı ABD'nin elinde. ABD bu kapıyı aralar mı? Bağdat'a atanan ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey geçen hafta "operasyonlar için hava sahasını boşaltıyoruz" dedi.

Peki Kandil temizlenirse, PKK'nın önü alınabilir mi? Kesin değil; insansız casus uçakların terörist grupları gözden kaçırması ya da yıllarca bölgede görev yapan korucu, özel harekâtçı, uzmanlardan oluşan profesyonel ekiplerin kökünü kazıyamaması gibi. PKK'nın yok edilmesiyle Kürt sorununun bitmeyeceği ise daha açık görülüyor.

Adem Demir
(Selçuk Tepeli'nin katkısıyla.)
Newsweek

Haber Ara