Komşularla sıfır sorun, sonsuz risk...
Türkiye'nin bölge ve Batı'yla ilişkileri arasındaki gerilimler su yüzüne çıkarken, soru bu ülkenin ekseninin kayıp kaymadığı değil, eski ve yeni ittifaklar arasında denge kurup kuramadığı olmalı. Daha ileri bölgesel ilişkiler kurma stratejisi mantıklı olsa da, aşırı kibir ve PKK işleri zora sokabilir.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-07-22 01:28:00
Bir haftada Toronto, Brüksel, Bişkek ve Londra; bir başka hafta Lizbon’dan Kabil’e uzanan ziyaretler. Dışişleri bakanı olduğundan bu yana 100’den fazla uluslararası ziyaret gerçekleştiren Ahmet Davutoğlu, Türkiye’yi yükselen bir bölgesel güç haline getirme vizyonunu hiperaktif biçimde yürütüyor. Memleketinin, dönen dervişlerin yurdu Konya olması boşuna değil. Davutoğlu’nun kulağa gayet doğru gelen bir mesajı var: ‘Komşularla sıfır sorun’ doktrinini bir profesör tavrının yanı sıra sayılara ve tarihlere akademik bağlılıkla izah ediyor; cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ün ‘yurtta barış dünyada barış’ sözünü akla getiren bir slogan bu.
Davutoğlu bu amaçla Balkanlar’dan Bağdat’a arabulucuk yapmaya çalışıyor ve ülkenin hızla artan ekonomik gücünü yeni dostluklar kurmak için kullanıyor. Buna Rusya ve Brezilya gibi yükselen güçlerin yanında, Suriye, Irak ve Yunanistan gibi eski hasım komşular da dahil.
Erdoğan Nasrallah’ı geçti
Fakat son aylarda Türkiye’nin bölgesel, hevesleriyle Batı’yla geleneksel ittifakları arasındaki gerilim göz önüne serildi. Ermenistan’la uzaklığı sonlandırma girişiminin başarısız olması, Türkiye’yi ABD ve başka ülkelerde Ermeni diasporasının Ermenilerin Osmanlı Türkiye’si tarafından katledilmesinin soykırım olarak tanınması yönünde canlanan çabalarıyla mücadele etmek durumunda bıraktı. Mayısta İsrail’in Gazze ablukasını delmeye çalışan Türk bayraklı yardım filosuna düzenlediği baskın geldi. Ankara ilişkileri tümüyle koparma tehdidinden geri adım attı, fakat Davutoğlu, uluslararası soruşturma yapılmaksızın ve İsrail özür dileyip tazminat ödemedikçe ittifakın eski haline dönmeyeceğinde ısrarlı.
ABD’ye göre, daha manidar değişim BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yeni yaptırımlar için yapılan oylamada görüldü. Tahran’la Brezilya eşliğinde yaptığı nükleer takas anlaşmasının Batı tarafından görmezden gelinmesini hakaret addeden ve İran’ı müzakere masasında tutmak isteyen Türkiye, çekimser kalmak yerine doğrudan hayır oyu verdi. Akabinde kopan fırtına Türkiye’nin Batılı ortakları için artan önemini ortaya koyuyor. Türkiye yıllardır önem verilen bir ülke; NATO üyesi, enerji koridoru, İslam’ın laik ve demokratik değerlerle bağdaşabileceğinin göstergesi. ABD için, Irak ve Afganistan’da istikrarın açısından esaslı bir ortağı küstürmek altından kalkması artık daha da zor bir durum.
Türkiye, Filistinlilerin savunucusu olarak ortaya çıkmakla şu an için İran’ın bölgede at koşturma yeteneğini elinden aldı. Başbakan Tayyip Erdoğan, duyguların değişken olduğu Arap sokaklarında, Tahran’ın en güçlü müttefiki Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah’ı gölgede bıraktı. Ankara’nın ABD’den bağımsız olma hevesi bölgede itibarını artırıyor. Hükümetin Moskova ve Bağdat’ta yeri daha sağlam,, zira Irak işgalinde ABD’nin topraklarını kullanmasına izin vermedi ve Rusya’nın Gürcistan’la çatışması sırasında Amerikan savaş gemilerinin Karadeniz’e girişini kısıtladı.
Washington’daki algı, Ankara’nın değişken ve güvenilmez bir ortak haline gelmekte olduğu yönünde. Kongre’de bazıları İsrail’le ilişkilerin bozulmasını, otoriter bir İslamcı hükümetin Doğu’ya kaymasının kanıtı olarak görüyor. Farklılıkları genelde kapalı kapılar ardında tutmaya özen gösteren Amerikalı yetkililer kuşkularını dile getiriyor. Ancak Türkiye’nin Ortadoğu’nun fırtınalı jeopolitiğinde öne çıkması sürpriz olarak görülmemeli. Soğuk Savaş’ın sona erdiği ve Balkanlar, Orta Asya ve Kafkaslar’ın yanı sıra genel anlamda Ortadoğu’nun Türkiye için doğal siyasi ve ticari nüfuz alanları olarak yeniden açıldığı bir ortamda, Ankara mutlaka NATO içindeki doğu bekçisi rolünden daha büyük bir role soyunacaktı. Davutoğlu, ülkesinin bir şekilde göz hapsinde tutulduğuna dair iddialardan alınıyor. “Türkiye bir mesele değil, bir aktördür. NATO içinde Batı’yı savunmak için sert güç kullandığımızda bir aktördük ve bugün, AB değerlerini doğu Akdeniz’de savunmak için yumuşak güç kullanırken de bir aktörüz” diyor.
Türkiye sadece NATO üyesi değil, İslam Konferansı Örgütü’nün de başkanı. Mevcut hükümeti, lider boşluğundan mustarip olan patlamaya hazır bölgede faal davranmaya mecbur olduğu inancına sevk eden ikili bir kimlik söz konusu. Türkiye’nin bakışı şu: İsrail’in İran’ın nükleer heveslerine dair inadı ve uzlaşmazlığı, vahim gelişmeleri tetikleyebilir. Ankara’nın geçmişte İsrail’le Suriye ve Filistinliler arasında arabuluculuk çabalarının, yanı sıra İran’la yaptığı nükleer takas anlaşmasının nedeni de bu.
Bu, AB’nin Türkiye’nin müzakerelerini ilerletmek konusunda sergilediği gönülsüzlüğe duyulan kırgınlığın tezahürü değil sadece. Doğu’ya stratejik bir dönüş veya yeni İslamcı AKP’nin Müslüman ülkelere yönelik ideolojik bir meyli de değil. Erdoğan özgüvenli ve dinamik bir Türkiye’nin seçenekleri bulunduğunu ve Avrupa’nın arka bahçesi Ortadoğu’da nasıl kullanacağını unutmuşa benzediği ‘yumuşak güç’ konusunda uzman olduğunu göstermek istiyor.
Erivan ve Atina süreçleri durdu
AKP diplomasisini eleştirenler de dahil, bazı yorumcular Türkiye’nin Arap dünyasındaki nüfuzunun, büyük oranda Batılı ilişkilerini ve kimliğini sürdürmesine dayanacağına işaret ediyor. Dolayısıyla soru Türkiye’nin Doğu’ya kayıp kaymadığı değil, çıkarlarını etkin biçimde gözetip gözetmediği, bölgesel ilişkilerde daha büyük rol üstlenirken, eski ve yeni ittifakları arasında denge kurup kuramadığı olmalı.
Bugüne kadar Davutoğlu’nun doktrini karışık sonuçlar verdi. Başarılar Suriye’yle yeni bir dostluk, Kuzey Irak’la mantıklı ilişkiler ve Ortadoğu gümrük birliğini öngören büyük vizyon yönünde atılan ilk adımlar olarak sayılabilir. Ankara’daki yabancı diplomatlar Türkiye’nin Balkanlar ve Irak’taki siyasi fraksiyonlar arasında oynadığı rolün faydalı olduğunu söylüyor. Fakat aşırı kibirden ve Ankara’nın boyunu aşıyor olabileceğinden de dem vuruyorlar.
Türkiye’nin uranyum takası anlaşması, Batılı ortakları Tahran’la müstakbel görüşmelere Türkiye’yi de katmak konusunda gönülsüz hale getirebilir. Ankara kendisini İsrail’le Suriye arasında yeni arabuluculuk girişimlerinden çekti. Erivan ve Atina’yla ilişkileri iyileştirme girişimlerinde (ki bu girişimler, kuşkucuları AKP’nin sadece İslam dünyasına kur yapmadığına ikna edebilirdi) ilerleme yok. AB üyeliğine gelince, AKP’nin dış ilişkilerden sorumlu başkan yardımcısı Suat Kınıklıoğlu, resmi çizgiden ayrılarak, her iki tarafın ‘bir karara mecbur bırakmayan düşük düzeyli temastan mutlu olduğunu’ öne sürüyor. Gıda güvenlik standartlarına dair müzakereler bu ay başladı, fakat süreç giderek daha cılız ilerliyor.
Davutoğlu da sertleşti
Bir sorun şu: Türkiye’nin daha ileri bölgesel ilişkiler kurma stratejisi mantıklı olsa da, stratejinin tutarlılığı, Erdoğan’ın dönemsel kükremelerinin insafına kalıyor.
Filo baskını sonrası İsrail’e yönelik öfke anlaşılırdı. Fakat Türk diplomatlar, Erdoğan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’ya çatmak için 10 emirden dem vurduğunda veya Kürt isyancıların saldırılarının İsrail destekli olduğunu ima ettiğinde yorum yapmamayı tercih ediyor. Washington’da dolaşan söylentilere göre, kibar biri olan Davutoğlu bile ABD’den Gazze yanlısı eylemcilerin bırakılmasının sağlanması için yardım talep etmeye gittiğinde, masaya vurup Amerikalı muadili Hillary Clinton’a bağırdı. Davutoğlu bu konuda yorum yapmıyor, “Hiçbir ülke kendisini hukukun üstünde görmemeli” demekle yetiniyor.
Bu afili tavırlar büyük oranda seçmenleri hedefliyor. 1990’lara dek dış politikaya önemli ölçüde güvenlik kaygıları yön verdi. Şimdiyse giderek bütün dış etkilere kuşkuyla bakan ve ziyadesiyle Amerikan karşıtı olan bir kamuoyunun bakış açısıyla örtüşüyor. Brookings Enstitüsü’nden Ömer Taşpınar’a kulak verelim: “Tanık olduğumuz şey, İslamcı bir dış politikanın doğuşu değil, Türkiye’nin ABD ve Avrupa’yla ilgili hüsranını istismar eden popülist bir hükümetin yükselişi.” Bazıları popülist dürtülerin AKP’nin küresel nüfuz kazanmak için önüne çıkan büyük fırsatı heba etmesine yol açtığını düşünüyor. Bilgi Üniversitesi’nden Soli Özel şöyle diyor: “Önlerine gümüş tepside dünya kondu ve onlar Gazze’yi tercih etti. Sorumlulukları kamuoyu hissiyatına göre davranmak değil, bu ülkenin dış politikasını yönetmek. Ve korkarım ki Arap sokaklarıyla Türk sokakları arasında sürecin kontrolünü yitirdiler.”
Odak Kuzey Irak’a kayabilir
Ankara’daki resmi çizgi şu: Türkiye’nin ortakları, bu yeni özgüvene alışmak zorunda. Fakat Davutoğlu, sadece Ortadoğu’yla ilgilendiğine dair izlenimi düzeltmekte zorlanıyor. Davutoğlu, kısa süre sonra, ülkeye daha yakın gelişmelere dikkat göstermek için dışarıdaki maceralarını sınırlamak zorunda kalabilir. PKK şiddeti arttıkça, hükümet üzerinde örgütü bastırmak için müttefiklerinden yardım sağlama baskısı da artıyor. Erdoğan ABD’den daha doğrudan askeri destek ve istihbarat paylaşımı, AB’nin para kaynaklarını kesmesini, Kürt Yönetimi’nin de PKK’yı dağ üslerinden çıkarmak için daha fazla çaba göstermesini istiyor.
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ bu ay, yoğunlaşan çatışmanın Irak ve ABD’yle gerginlik yaratmasını beklediğini söyledi. Diğer bir deyişle, bütün uluslararası heveslerine rağmen Erdoğan ve Davutoğlu, siyasetin yerelden ibaret olduğuna dair o eski amentüye toslayabilir.
Radikal
(21 Temmuz 2010)
SON VİDEO HABER
Haber Ara