Fischer:Türkiye kukla değil!
Joschka Fischer, "Türkiye'nin komşularıyla sorunlarını ve o ülkelerin iç ihtilaflarını çözmeye çalışan dış politikası Batı'nın çıkarlarıyla çatışmıyor" diyor son yazsında ve şöyle devam ediyor:
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-07-02 10:53:00
Türkiye’nin geçen ay BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yönelik yeni yaptırımlar için yapılan oylamada Brezilya’yla birlikte ‘hayır’ demesi, bu ülkenin Batı’dan soğumasını olanca boyutlarıyla dramatik biçimde ortaya koyuyor. Çok sayıda yorumcunun savunduğu gibi, iktidardaki AKP’nin, kamp değiştirmeyi ve ülkeyi Doğu’ya özgü İslami köklerine döndürmeyi hedeflediği iddia edilen şu meşhur ‘yeni Osmanlı’ dış politikasının sonuçlarıyla mı karşıyayız?
Ben bu korkuların abartıldığına, hatta yersiz olduğuna inanıyorum.
Ve işler bu noktaya varırsa da, bu durum Türkiye’nin politikalarından ziyade Batı’nın rolüne dair kendini gerçekleştiren bir kehanetten kaynaklanacaktır.
Gates bam teline bastı
Aslında Türkiye’nin komşu ülkelerle kendi sorunlarının yanı sıra o ülkelerin içindeki mevcut ihtilafları çözmeye çalışan ve buralara aktif bir ilgi gösteren dış politikasının, Batı’nın çıkarlarıyla çatışan hiçbir tarafı yok. Tam aksine. Fakat Batı (ve bilhassa Avrupa) eninde sonunda Türkiye’yi bir ortak olarak ciddiye almak ve Batı’nın kuklası olan bir devlet gibi görmekten vazgeçmek zorunda kalacak. Türkiye G-20’nin üyesi ve öyle de olmalı, çünkü genç ve hızla büyüyen nüfusuyla 21. asırda ekonomik bakımdan çok güçlü bir ülke haline gelecek.
Türkiye’nin ‘Avrupa’nın hasta adamı’ imajı daha bugünden geçerliliğini kaybetmiş durumda.
BM’deki oylamanın ardından ABD Savunma Bakanı Robert Gates Avrupalıları Türkiye’ye karşı davranışlarıyla bu uzaklaşmaya katkıda bulundukları için ağır şekilde eleştirdiğinde, diplomatik olmayan dürüstlüğü Paris ve Berlin’i tam anlamıyla karıştırdı. Fakat Gates bam teline basmıştı. Fransa’da Jacques Chirac’ın yerine Nicolas Sarkozy, Almanya’daysa Gerhard Schröder’in yerine Angela Merkel hükümetinin gelmesinden bu yana Türkiye AB tarafından kandırılıyor ve baştan savılıyor. Gerçekten de Kıbrıs meselesinde AB Türkiye’ye yönelik önceki taahhütlerini yerine getirmemekte ve ortak belirlenmiş kuralları tek taraflı olarak değiştirmekte beis görmedi. Ve Avrupalılar her ne kadar Türkiye’yle üyelik müzakerelerine başlama kararlarını hayata geçirmiş olsalar da, süreci ilerletmek konusunda pek az şey yaptı.
Ancak şimdi, Türkiye-Avrupa ilişkilerindeki felaket gözle görülür hale gelirken, AB aniden müzakerelerde yeni bir fasıl açmayı razı oluverdi (ki bu tesadüfen, kilitlenmenin siyasi saikleri olduğunu da açıkça gösteriyor).
Söyleye söyleye dilimizde tüy bitti: Türkiye, bilhassa Avrupa’nın güvenliği açısından son derece hassas bir jeopolitik konumda bulunuyor. Doğu Akdeniz, Ege, Batı Balkanlar, Hazar bölgesi ve güney Kafkaslar, Orta Asya ve Ortadoğu... Bunların hepsi Batı’nın Türkiye’nin desteği olmadan hiçbir şey başaramayacağı veya pek az şey elde edebileceği bölgeler. Ve bu sadece güvenlik politikası açısından değil, eğer Avrupa’nın Rus enerji kaynaklarına artan bağımlılığına alternatifler bulmak istiyorsanız, enerji politikası açısından da geçerli. Batı ve bilhassa Avrupa, çıkarları bakımından Türkiye’yi yabancılaştırmayı gerçekten göze alamaz, fakat nesnel olarak Avrupa’nın son yıllarda Türkiye’ye yönelik uyguladığı politika tam da bu tür bir yabancılaşmaya yol açıyor.
AB Türkiye’yi İran’a itiyor
Avrupa’nın 21. asırdaki güvenliği önemli ölçüde güneydoğudaki komşularıyla belirlenecek - tam da Türkiye’nin bulunduğu bu bölge, Avrupa’nın güvenlik çıkarları açısından bugün kritik önemde, gelecekte daha da önemli olacak. Fakat AB, Türkiye’yi Avrupa ve Batı’ya mümkün olduğu kadar sıkı bağlamak yerine, Rusya ve İran’ın kollarına iten bir politika izliyor. Bu tür bir politika hem ironik, hem saçma, hem de dar görüşlü. Asırlardır Rusya, İran ve Türkiye bölgesel rakipler konumundaydı, hiçbir zaman müttefik olmadılar. Fakat anlaşılan o ki Avrupa’nın siyasi körlüğü bu olguyu tersine çeviriyor.
Elbette Türkiye de Batı’yla entegrasyona gayet bağlı. Bunu kaybettiği takdirde, mükemmel jeopolitik konumuna karşın, bölgedeki potansiyel ortakları ve rakipleri karşısındaki konumunu ciddi biçimde zayıflatmış olacaktır. Türkiye’nin İran’a karşı yeni yaptırımlara ‘hayır’ demesinin, Başbakan Tayyip Erdoğan İran’ın nükleer politikasında gerçek bir değişim sağlayamadığı sürece, önemli bir hata olduğu büyük
ihtimalle görülecektir. Söz konusu değişimse çok zayıf bir ihtimal.
Dahası Türkiye’yle İsrail arasındaki sürtüşmenin Ortadoğu’daki radikal güçleri kuvvetlendirdiği bir dönemde, Avrupa diplomasisi (gerek Brüksel’de gerek Avrupa başkentlerinde) daha neyi bekliyor? Bizzat İsrail ve Türkiye’nin yanı sıra Batı’nın, eğer arzu ettikleri sonuç bölgenin sürekli istikrarsızlık üreten bir rotada ilerlemesi değilse, iki ülke arasındaki kalıcı bir kopuşu kaldıramayacağı muhakkak. Avrupa’nın harekete geçme vakti geldi de geçiyor bile.
AB dış politikası diye bir şey yok
Daha da kötüsü, Avrupa’nın umursamazlığı en fazla Türkiye ve Ortadoğu meselesinde görünür olmakla beraber, işlerin bu içler acısı durumu sadece bu bölgeyle sınırlı da değil. Aynısı, Avrupa’nın daha küçük tedarikçi ülkelerin onayıyla enerji çıkarlarını kuvvetli bir biçimde korumak ve hem Rusya’ya, hem de ciddi şekilde ilgilenmesi gereken Ukrayna’ya kolay pabuç bırakmamak zorunda olduğu Kafkaslar ve Orta Asya için de geçerli. Küresel ekonomik kriz ve jeopolitik sahneye giren yeni bir aktör, yani Çin nedeniyle bütün bu bölgede birçok yeni gelişme yaşanıyor.
Avrupa kendi yakın çevresinde bile çok geç kalmış olabilir, zira ne yazık ki bütün bu ülkelerde aktif Avrupa dış politikasının ve AB adına güçlü bir kararlılığın yerinde yeller esiyor. Ya da son büyük Rus devlet adamı Mihail Gorbaçov’un kelimeleriyle söyleyelim: “Hayat çok geç kalanların cezasını bir şekilde verir.” (1998-2005 arasında Almanya dışişleri bakanlığı ve başbakan yardımcılığını yürüttü. Yaklaşık 20 yıl boyu Alman Yeşiller Partisi’nin liderlerindendi, 1 Temmuz 2010)
Radikal
SON VİDEO HABER
Haber Ara