Dolar

34,8657

Euro

36,6002

Altın

3.046,47

Bist

10.058,47

Türkiye-İran yuvarlak masa toplantısı yapıldı

3. Türkiye-İran Yuvarlak Masa Toplantısı İstanbul'da Yapıldı. İran'ı IPIS Direktörü Büyükelçi Dr. Mostafa Dolatyar, Büyükelçi Jalal Kalantari ve Büyükelçi Jalaladdin Namini temsil etti.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-06-26 01:54:00

Türkiye-İran yuvarlak masa toplantısı yapıldı
İran Dışişleri Bakanlığı Politik ve Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü(IPIS) ve Türkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) işbirliği ile başlatılan Türkiye-İran yuvarlak masa toplantılarının üçüncüsü 24 Haziran 2010 tarihinde İstanbul Üniversitesinde gerçekleştirildi.

TASAM heyeti Başkan Süleyman Şensoy, Başkan Yardımcısı (E) Büyükelçi Murat Bilhan, (E) Büyükelçi Ümit Pamir, Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Vural Altın, Yard. Doç. Dr. Bezen Balamir Coşkun ’dan oluştu. İranlı diplomatik temsilcilerin gözlemci olarak katıldığı toplantı, İran tarafının IPIS Direktörü Büyükelçi Dr. Mostafa Dolatyar, Büyükelçi Jalal Kalantari ve Büyükelçi Jalaladdin Namini’nin katıldığı heyetin yoğun katılımı ile üç oturumda icra edildi.

Bölgede önemli etki ve güce sahip iki ülkenin düşünce kuruluşları arasında düzenlenen yuvarlak masa toplantısına basın büyük ilgi gösterdi ve konuşmacılara birçok konuda sorular yöneltildi. İki ülke arasındaki ilişkileri daha da geliştirmek ve ortak sorunların tartışılması için düzenlenen toplantıda değinilen konular kısaca şu şekilde özetlenebilir:

Toplantının açılış konuşmasını yapan TASAM Başkanı Süleyman Şensoy İran’ın sınır komşusu ve iki ülkenin yüzyıllara dayalı ortak tarihe sahip olması münasebetiyle Türkiye için çok önemli bir ülke olduğunu belirtmiştir. Türkiye-İran ilişkilerinin bu güne dek yüksek rekabet ve yüksek iş birliği zemininde seyrettiğini belirten Şensoy, zaman zaman rekabetin daha ağır bastığını vurgulamıştır. Şensoy’a göre uluslararası hukuk ve medeni yaklaşım çerçevesinde rekabet içinde olmak, belli alanlarda karşı karşıya bulunmak her iki ülkeyi de yücelten bir husus olmuştur. II. Dünya Savaşı’nın mağlup ülkeleri arasında yer alan Almanya ve Japonya savaş sonrası dönemde askeri alanda büyüyemedikleri için ekonomi alanına ağırlık vermişler ve rakiplerine karşı ekonomik anlamda bir büyüme stratejisine girmişler ve dünyanın teknoloji ve ekonomi devleri haline gelmişlerdir. Dolayısıyla rekabet her iki tarafı da yücelten bir durum olmuştur. Şensoy ne tümüyle rekabete ve çatışan ilişkilere vurgu yapmanın, ne de tamamen moral değerlerle sadece dostluğa ve kardeşliğe vurgu yapmanın tek başına birer doğru yol olmadığını belirtmiştir.

Türkiye ile İran’ın özellikle 11 Eylül 2001’den itibaren iki bölgesel güç olarak ortaya çıktıklarını belirten Süleyman Şensoy, İran’ın özellikle enerji alanında doğal kaynaklar bakımından önemli avantajlarının bulunduğunu, Türkiye’nin de yüzde yetmişi gelişmiş pazarlara dönük olmak üzere 100 milyar doların üzerinde ihracat kapasitesine sahip rekabetçi bir ekonomiye, batılı anlamda bir demokrasi deneyimine sahip olduğunu, Avrupa Birliği ile tam üyelik için müzakere sürecini yürüttüğünü vurgulamıştır.

Güncel duruma bakıldığında İran’ın nükleer faaliyetlerinin dünyayı ve bölgeyi derinden etkileyen bir kriz alanı olarak ortaya çıktığını, İran’ın programı barışçıl amaçlarla yürüttüğünü ve gerekli iyi niyeti gösterdiğini kurumsal olarak teyit ettiğini, ama ABD başta olmak üzere dünyanın belli bir bölümünün bunun nükleer silah üretimine dönük bir faaliyet olduğunu belirten Şensoy, Türkiye-İran ilişkilerinin tarihi seyri ve içerisinde bulunduğumuz hassas bölgenin güvenlik parametreleri açısından İran’ın nükleer silah programına sahip olmasının Türkiye için kabul edilemez olduğunun, sivil aktörler düşünce kuruluşları ve resmi aktörler tarafından dile getirildiğini vurgulamıştır. Şensoy’a göre, İranlı yetkililerin nükleer programlarının barışçıl olduğunu ısrarla teyit ettiklerini, ama İran’ın bu konuda tam bir güven vermediği gerekçesiyle bir takım yaptırım kararlar alınmış, oylamalarda Türkiye ve Brezilya ret oyu kullanmıştır. Brezilya’nın kriz bölgesine uzak olduğu göz önünde bulundurulduğunda Türkiye uluslararası alanda çok büyük bir risk yüklenmiş ve İran’a olan dostluğunu teyit etmiştir. Bundan sonra beklenen İran’ın programında barışçıl olarak ilerlemesi ve bunu dünyaya teyit edebilmesidir. Aksi halde, ortaya çıkacak tablo ile ilgili olarak konuşmak bile çok sağlıklı olmayacaktır. İran’ın barışçıl amaçlar dışında bir amacının teyit edilmesi halinde ilişkilerde büyük bir sarsıntı yaşanacaktır.

Türkiye-İran ilişkilerine sıcak krizler değil, zaman zaman yaşanan olaylar perspektifinde değil, hem tarihi referanslarını doğru okuyarak, hem geleceği doğru okuyarak çok iyi değerlendirmek gerekmektedir. Son zamanlarda şehirlere inmiş terör olaylarına bakıldığında Irak, İran, Türkiye ve Suriye’yi ilgilendiren ciddi bir güvenlik sorununun varlığı ortadadır. Güvenlik sorununu aşamamış hiçbir ülke uluslararası alanda istese de güven telkin edemeyecektir. Bu anlamda komşular arasında da çok yoğun iş birliğine ihtiyaç duyulmaktadır.

Türkiye’nin milli politikalarına bağlı olduğunu belirten Şensoy bir soru üzerine ’’İran’dan beklediğimiz şey uluslararası hukuka uygun davranması, Türkiye’nin almış olduğu büyük riske değdiğini, zamanın teyit etmesidir. Çünkü aksi durumda Türkiye için olağanüstü bir politika değişikliğine gidilmesine sebep olabilir’’ yanıtını vermiştir.

Konuşmacılardan Büyükelçi Jalaladdin Namini Soğuk Savaş’ın ardından dünyadaki güç dengelerini ve aktörlerin pozisyonlarını yeniden tanımlayan yeni bir düzenin henüz kurulamadığını belirtmiştir. Namini’ye göre bu geçiş dönemi yeni çatışma alanları ve yeni fırsatlar yaratmıştır. Küresel uluslararası ilişkiler henüz bir geçiş döneminde bulunmaktadır. Ortadoğu bölgesinde şu an itibariyle yaşanmakta olan çalkantıların asıl nedeni bu geçiş döneminin bir türlü istikrara kavuşamamasıdır.

Konuşmasında Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik adlı eserindeki ülke tasniflerine de değinen Namini, Türkiye ve İran’ın potansiyellerini güce dönüştüren ve zaman faktörünü sorunların çözümü ve fırsatlardan yararlanılması amacıyla kullanan bölgesel güçler olduklarına işaret etmiştir. Namini’ye göre, söz konusu geçiş dönemi Ortadoğu ülkelerinin bölgesel iş birliği için önemli fırsatlar sunmuştur. Türkiye ve İran’ın bu fırsatlardan yararlanma konusunda önemli mesafeler kat etmişlerdir ve önümüzdeki dönemde de yapılması gereken daha çok şey vardır.

Türkiye’nin tarihi, coğrafi ve kültürel derinlikleri İran’ı doğrudan kapsamakta ve ilgilendirmektedir. Eğer Türkiye gücünü Orta Asya, Kafkaslar, Ortadoğu ve Güney Asya’daki bu derinliklerden alacaksa iki ülke arasında bölgesel iş birliğinin derinleşerek sürmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Dolayısıyla her iki ülke dış politikalarında bir birlerini gözetmek durumundadırlar. İş birliği her iki ülkenin uluslararası alandaki saygınlıklarını artırmakta ve konumlarını yükseltmektedir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Ortadoğu politikaları Türkiye’nin uluslararası alandaki prestijini yükseltmiştir.

Türkiye – İran arasındaki bölgesel iş birliği girişimlerinin yeni bir husus olmadığını belirten Namini’ye göre, SSCB’ye karşı güvenlik amacıyla kurulan Bağdat Paktı, 1985 yılında kurulan ECO, 1990’lı yıllarda Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması amacıyla gerçekleştirilen toplantılar ve 1998 yılında kurulan D-8’in bölgesel iş birliğine olan ihtiyaç Soğuk Savaş ve izleyen dönemlerde de hissedilmiş ve günümüzde bu ihtiyaç daha da belirgin hale gelmiştir.

İki ülke arasındaki ilişkilerde rekabet unsurunun göz ardı edilmemesi gerektiğini, bazı dönemlerde bu rekabetin olumsuz veçheler kazanabildiğini ancak bunun doğal karşılanması gerektiğini belirten Namini, farklı bakış açılarındaki farklılıklara vakıf olarak aktif siyasetlerinin geliştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Namini’ye göre Irak’ta istikrarın sağlanması, ülke bütünlüğünün korunması, terörün engellenmesi, Filistin sorunu, İsrail ile ilişkilerin yeniden tanımlanması, Afganistan, Gazze’ye yardım gibi konular Türkiye ile İran arasında temel iş birliği alanlarını teşkil etmektedir. İran’ın nükleer faaliyetleri ise bölgesel olmaktan çıkmış ve küresel bir sorun haline gelmiştir. Yaptırımlara karşı olan ve sorunların diplomatik yollardan çözümlenmesi gerektiğini savunan Türkiye’nin BM’de kullandığı hayır oyu iki ülke arasındaki karşılıklı güveni yeni bir aşamaya taşımıştır. İki ülke ortak çıkarlar bakımından siyasi erginlik dönemine erişmiştir ve dış faktörler iki ülke arasındaki iş birliğine artık engel olamamaktadırlar. İki ülke politik sürtüşmelerden uzak kalmaya çalışmakta ve benzer tavırlar takınmaya çalışmaktadırlar. İkili ilişkilerin derinleşmesi iş birliğinde pozitif bir faktördür.

İki ülke arasındaki ilişkileri olumsuz etkileyebilecek faktörlere de dikkat çeken Namini, taraflardan birinin diğeri aleyhine olumsuz anlamda rekabete girmesi, bölge içinden ya da dışından üçüncü aktörlerin olumsuz müdahaleleri, iki taraftan birinin ya da her ikisinin iç siyasi tercihlerinin değişmesi gibi durumlar iki ülke arasındaki iş birliğini olumsuz etkileyebilir.

Namini’ye göre İran-Türkiye arasındaki işbirliği genelde Ortadoğu ile ilgili konularla sınırlıdır. Mevcut ilişkilerin derinleşmesi halinde Orta Asya gibi başka bölgelerde ve konularda da iş birliği imkânları doğabilecektir.

Namini’nin ardından söz alan TASAM Başkan Yardımcısı (E) Büyükelçi Murat Bilhan da Türkiye-İran dostluğunun tarihsel tecrübeyle ortada olduğunu, İran devletinin şerefli bir tarihinin bulunduğunu ve bu tarihin Türkler üzerinde de derin izler bıraktığını belirterek başladığı konuşmasında, mevcut durumda iki ülke ilişkilerini etkileyen en önemli konunun İran’ın nükleer sorunu olduğunu belirtmiştir.

Kaynak: Tasam
SON VİDEO HABER

Kassam, İsrail askerlerini araçlarıyla birlikte imha etti

Haber Ara