Türkçe öğrenmenin tam zamanı
Türkiye'nin, Ortadoğu'nun tek yükselen gücü olarak attığı adımlarla göze çarpması kaçınılmazdı.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-06-18 09:39:00
JAMES TRAUB
Oğlum, Avrupa dilleri dışında, gelecekte işine yarayacak bir lisan öğrenmek istiyor. Arapça veya Hintçe öğrenmeyi planlıyordu. Fakat geçtiğimiz birkaç haftanın ardından ben Türkçe daha iyi olur diye düşünüyorum. Birdenbire herkes Türkiye hakkında bir şeyler öğrenmek ister hale geldi ve neredeyse kimse bir şey bilmiyor. Bu şaşırtıcı değil: ABD genellikle diğer ülkeleri sorun haline gelene dek göz ardı eder. Ve daha düne kadar Türkiye eğlenceli bir turistik bölgeydi, bugünse bir sorun.
Türkiye, Amerikalıların dikkatini, İran’la nükleer bir anlaşma yapmak için Brezilya’yla çalışarak; İran’a dayatılan BM Güvenlik Konseyi yaptırımlarına (Brezilya’yla birlikte) ‘hayır’ oyu vererek; ve Gazze filosuna düzenlenen ölümcül saldırının ardından İsrail’i sertçe eleştirerek çekti. Obama yönetiminin üst düzey yetkilileri, Batı’nın Türkiye’yi ‘kaybettiğinden’ endişelenmeye başladı; Savunma
Bakanı Robert Gates Türkiye’nin ‘doğuya ilerlediğine’ dair kaygılarını dile getirdi ve Türkiye’nin üyelik arzusunu engellediği için AB’yi suçladı. Wall Street Journal Ankara’yı köktenciler ve İsrail’den nefret edenlerin tarafına geçmekle suçladı.
Kendisinden çok şey bekliyor
Türkiye yola sorun olmak üzere çıkmadı. Diplomatları son 10 yılda Çin’i örnek alıyor gibiydi (Çin’in ‘barışçıl yükseliş’ doktrini, sınırlarında uyumlu ilişkileri ve küresel diplomaside dikkat çekmekten kısmen sakınmayı gerektiriyor). Türkiye’nin ‘komşularla sıfır sorun’ politikası, İsrail ve İran dahil Ortadoğulu ortaklarla ihtilafları giderdi. Türkiye bir dizi ikili anlaşma aracılığıyla vizesiz bir bölge kurdu ve bir zamanlar Osmanlı’nın işgal ettiği toprakların büyük kısmında serbest ticaret bölgesi kurmayı umuyor.
Fakat başarı özgüven getirir ve dünün mütevazılığı yakışıksız bir çekingenlik gibi gösterir. Eskiden Bağlantısızlar Hareketi’nin eteklerine saklanan Pekin, bugün Washington’a karşı koyuyor. Ve artık sınırlarındaki sürtüşmeleri azaltmakla yetinmeyen Türkiye, Ortadoğu’ya yeni bir düzen getirmenin hayalini kuruyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Foreign Policy’de, “Dünya Türkiye’den büyük şeyler bekliyor’ diye yazmıştı.
Bu noktada hatalı olabilir ama Türkiye’nin kendisinden büyük şeyler beklediği açık. Türkiye, Başkan Barack Obama’yı iki müttefiki (kendisi ve İsrail) arasında seçim yapmaya zorlayarak elindeki kozlara fazla güvenmiş olabilir. Fakat Davutoğlu ve Başbakan Tayyip Erdoğan kozlarını yeterince kullanmamaktansa, onlara fazla güvenmeyi tercih etmiş görünüyor.
Belki de yükselişe geçen bütün güçler, ulusal gururun altından kalkılamayacak işlere girişilmesini neredeyse zorunlu kıldığı bir sapma noktasına geliyor. (Bkz: Brezilya.) Ancak Türkiye, devasa çatışmaların yaşandığı Ortadoğu’daki tek yükselen güç. Doğu Asya’da barışçıl yükseliş büyük bir başarı değil; bir de kimseyi kızdırmadan Irak ve İran’ın yanında yaşamayı deneyin. Türkler ABD’nin Irak’ı toprakları üzerinden işgal etmesine izin vermeyerek Bush yönetimini çileden çıkartmıştı. İzin verseydiler, komşuları kızdıracaklardı. Türkiye’nin İsrail’le sıcak ilişkileri de, İsrail’in Filistinlilere karşı uzlaşmaz görüldüğü bir dönemde uzun süre hayatta kalamazdı; filo son damlaydı. Türkiye’nin bölgesel liderlik arzuları fiilen
İsrail’le kopuşu gerektirdi. Bunun AB’nin Ankara’yı reddetmesiyle alakası yoktu.
Türkiye ayrıca, ABD’nin popüler olmadığı bir bölgede yer alan bir demokrasi. Mısır halkı Amerikan politikalarından nefret ediyor, ancak otokratik Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek halkın görüşlerini göz ardı ediyor. Aynısı ABD’nin bölgedeki diğer büyük müttefiki Riyad için de geçerli. Pew Araştırma Merkezi’nin son anketine göre, Türklerin sadece yüzde 14’ü ABD’ye olumlu bakıyor. (Mısır için bu oran yüzde 27.) Nasıl Amerikalı liderler İran’a yönelik halk öfkesini göz ardı edemiyorsa, Türk liderler de ABD veya İsrail’e yönelik artipatiyi göz ardı edemiyor. Bunun yerine, Erdoğan liderliğinde İsrail’e dozu artan saldırılarda bulunarak bu öfkeyi alevlendiriyorlar. Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’ndan Türkiye uzmanı Henri Barkey, “Türkiye hükümeti, İsrail’le çatışma politikasının hem içeride hem de bölgede işine yaradığına karar verdi” diyor.
Ve tarih de Türkiye’yi ileri taşıdı. Yeni devletlerin yükselişi Batı’nın küresel ekonomik, askeri ve siyasi güç üzerindeki kontrolünü zayıflattı. Dahası Ortadoğu da yeniden düzenlendi. Carnegie Ortadoğu Merkezi’nin direktörü Paul Salem, Osmanlı’nın çöküşünün ardından Arap liderlerin bölgeyi Arap dünyası olarak yeniden düzenlediğini, ancak devletlerin zayıflığı ve Irak rejiminin devrilmesiyle bu sistemin sona erdiğini söyledi. İsrail’i dışarıda tutarsak, bugün Ortadoğu’daki büyük güçler, eskiden dışlanan ve Arap olmayan İran ve Türkiye. Ve İran veya bir Arap devletinin aksine, Türkiye harika bir hikâyeye sahip: Osmanlı’nın yeniden oluşturulması değil, Ortadoğu’nun İslami dünyasında demokratik bir serbest piyasa ülkesinin yükselişi. Salem Türkiye’yi, ‘Ortadoğu’da gerçekten geleceğe işaret eden tek ülke’ diye tanımlıyor. Yumuşak güç diye bilinen şey de işte tam olarak budur.
Dolayısıyla evet gençler, Türkçe öğrenin. Türkiye dünyanın 17. en büyük ekonomisi ve 10. olmayı bekliyor. Bazı uzmanlar, Türkiye’nin ABD’ye yakınlaşmasındansa ABD’nin Türkiye’ye yakınlaştığını görmeyi istiyor. Stephen Kinzer yeni kitabında, Ortadoğu’nun Arap olmayan güçleri ABD, İran ve Türkiye’nin ‘cezbedici bir güç üçgeni’ oluşturduğunu savunuyor. Kinzer’e kalsa, bölgedeki kilit Amerikan müttefikleri İsrail ve Suudi Arabistan’ın yerine İran ve Türkiye’yi koyacak. Belki Türkler de aynı hayali kuruyor.
Böyle bir şey yaşanmayacak. Sağın korkularına ve Kinzer gibi realistlerin umutlarına rağmen, Beyaz Saray İsrail’i yüzüstü bırakmaz. Türkiye’yle ABD arasındaki asıl sorun İran: Barkey’e göre Erdoğan, İran’ın nükleer heveslerinin Obama için bölgesel güç sorunu değil, büyük bir mesele olduğunu anlamıyor. Bir yetkili, Türklerin ‘rollerini fazla önemsediğini’ ve gamsız bir biçimde Capitol Hill’de ters etki yarattıklarının farkında değilmiş gibi göründüklerini söyledi.
Ya saf, ya ikiyüzlü
Peki ne olacak? Türkiye’nin sorun olmak istemediğini söylemek Erdoğan’ın her şeyi istemesi anlamına gelir: Yani İsrail’i hedef alarak Türk ve bölge kamuoyuna kur yapmak, İran’la kendi barışını yaparak milliyetçi arzuları tatmin etmek ama ABD veya Avrupa’ya bedel ödememek. Türkler, riskli diplomatik atılımlarının Batı’da gördüğü sert karşılığa şaşırdıklarını iddia ediyor. Bu ya saflık ya da iki yüzlülük. Türkiye nasıl bir bedel ödeyecek? Belki Beyaz Saray Kongre’nin, Türkiye’yi soykırımla suçlayan kararı geçirmesini önlemeye kalkışmaz (ama bunu muhtemelen yapacak). Daha ciddi olanı şu: Erdoğan ve Davutoğlu, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olanlara koz veriyor. Fakat Ortadoğu sokaklarına oynayarak, özellikle de AB’nin onları kabul etmeyeceğine inanıyorlarsa, kaybedettiklerinden daha çoğunu kazanabilirler.
Beyaz Saray’ın gözünde sorun farklı. Bu yönetim yükselen güçlerden tavsiye almaya hazır. Konuştuğum yetkili, “Onlara hak ettikleri yeri vermeye çalışıyoruz” diyor. Fakat Washington’ın kabul etmediği bir Ortadoğu manzarasına razı olmadan, Türkiye’ye yerini nasıl verecekler? Yetkili şu yanıtı verdi: “Cevabı bulursan bana da haber ver.”
(16 Haziran 2010)
Radikal
Haber Ara