Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Johan Galtung: Türkiye artık zirvede

Norveç asıllı dünyaca tanınmış ünlü barış aktivisti ve düşünür Johan Galtung Democracy Now sitesinden Amy Goodman'a verdiği röportajda Türkiye hakkında çok çarpıcı açıklamalarda bulundu...

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-06-17 12:06:00

Johan Galtung: Türkiye artık zirvede
Orhan Düz / TİMETURK

Barış araştırmaları alanının en önemli isimlerinden Norveçli bilim adamı Johan Galtung, Türkiye hakkında çarpıcı açıklamalarda bulundu. Galtung, Democracy Now sitesinin sahibi ABD'li ünlü gazeteci Amy Goodman'a verdiği röportajda şunları şöyledi; "Türkiye bugün istisnai ölçüde nitelikli üç kişi, Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve tabii Cumhurbaşkanı Gül tarafından yönetilmekte. Bu ekibin dünyada olup bitenlere uyum sağlamada günümüzün ABD yöneticilerinden daha ileride olduğunu söyleyebilirim.”

Ünlü düşünür Johan Galtung, The Fall of the US Empire –And Then What? (Amerikan İmparatorluğunun Çöküşü –Ya Sonra?) adlı kitabında Amerikan imparatorluğunun on yıl sonra 2020’de çökeceğini tahmin ediyor. 1980’de Sovyet imparatorluğunun en zayıf noktasından, Berlin duvarından çatlayacağını tahmin etmişti.

1987'de Alternatif Nobel Barış Ödülü'nü alan Galtung, Amy Goodman'in ABD ve Afganistan'daki gelişmeler hakkında sorduğu soruya verdiği cevapta Türkiye'deki gelişmelere değindi. Türkçe'ye de birçok kitabı tercüme edilen ünlü bilim adamı Galtung'un konuyla ilgili cevabını timeturk.com ziyaretçileri için tercüme ettik;

JOHAN GALTUNG: "Şimdi meseleye Washington’un bakış açısından bakalım: asla gerçekleşmeyecek bir zaferin peşinden koşmak. Neden diye soracağım: Hiçe sayıldığında İslam’ı savunma fikrine kendini adamış 1, 56 milyar Müslüman varken. Onlardan bazıları Afganistan’a gidiyor. Bazıları da bunu başka yerlerde başka yollarla yapıyor. O yollar bildiğiniz gibi hiç de hoş olmayabiliyor.

İkinci husus, İslam’da kâfirlere teslim olmak diye bir şey yoktur. Hiç olmadı. Hıristiyanlara ve Yahudilere –bölgesel imparatorluk olarak mini İsrail imparatorluğunu göz önüne alabilirsiniz- karşı savaşmak, teslim olmakla son bulacak bir şiddetli çatışmaya davet değildir. Başka bir ifadeyle, Müslüman cemaatin zaman perspektifi sınırsızdır. Oysa Washington’un zaman perspektifinin sınırsız olduğunu sanmıyorum. Dolayısıyla daha uzun zaman perspektifine sahip olanın kazanacağını rahatlıkla söyleyebilirsiniz.

Yerel bir teslimiyet, bir yerlerde beyaz bir bayrak olabilir ama genellikle bilindik senaryo şudur: belki kamp masası da olan bir çadır, bir çift teslimiyet belgesini ve “lütfen çizgili satırı imzalayın” ifadesini özenle yazan bir kişi, sonra da unutun gitsin. Unutun gitsin. Oysa işler bugünlerde böyle yürümüyor…

Bizim ortaya çıkarmaya çalıştığımız şey tarafların amaçlarıdır. Onlar ne istiyorlar? Taliban’ın sekülerleşmeye karşı olduğunu belirtmiştim. Bunu meşru buluyorum. Ne var ki ABD’nin üs kurma amacını gayri meşru buluyorum. Keza ABD’nin savaşarak petrol boru hattı kurup onu kontrol etme amacını gayri meşru buluyorum. Fakat ABD’nin Afganistan’dan hiçbir saldırı yapılmaması talebini tamamen meşru buluyorum.

11 Eylül saldırısında olan biten bu değildi bence. Ne saldırının Afganistan’dan geldiğini ne de Üsame Bin Laden’in rolünün çok önemli olduğunu düşünüyorum. Asıl aktörün Suudi Arabistan olduğu kanaatindeyim. 11 Eylül saldırısı Mart 1945 petrol anlaşmasının bir intikamıydı, çünkü o anlaşma gerçekte Vahhabi perspektiflerine, yani iyi bir hayatın Peygamber zamanında yaşanan hayat olduğuna ve Peygamber’in 632’de son nefesini verirken dile getirdiği “Bu ülkede iki din olmayacak” sözüne tamamen aykırıydı. Elbette ben hiçbir surette bütün Arapların bu fikirde olduğunu söylemiyorum ama çoğu böyle, hatta kraliyet ailesi bile bu konuda ikiye ayrılmış durumda. Buna 1990’dan itibaren bölgede yürütülen ABD savaşlarını ekleyin: Kuveyt’i işgal eden Saddam Hüseyin’e karşı savaşı, Şubat 1991’de Saddam Hüseyin’e karşı savaşı, 2003’de Saddam Hüseyin’e karşı savaşı ve 20 Mart’ta Suudi Arabistan’dan, seçilmiş insanların kutsal topraklarından yürütülen Irak hesaplaşması. Şimdi ABD, Yahudilikten aldığım kutsal topraklar ve seçilmiş insanlar metaforu hakkında bilgi sahibi olmalı, çünkü 1620’de Mayflower gemisi zamanında Akdeniz’in doğu ucunda çok fazla Siyon (İsrail kavmi) yoktu.

Bunları söyledikten sonra ABD için beş alternatife geliyoruz: ilgilenmemek. Ne zafer ne yenilgi ne geri çekilme ne de çatışma kararı. İlgisiz kalmak. Ve tabii bu bizi şu soruya götürüyor: Peki, kim ilgilenecek?

Bölgedeki ülkelerden Türkiye. Türkiye bugün istisnai ölçüde nitelikli üç kişi, Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve tabii Cumhurbaşkanı Gül tarafından yönetilmekte. Bu ekibin dünyada olup bitenlere uyum sağlamada günümüzün ABD yöneticilerinden daha ileride olduğunu söyleyebilirim. Obama ve Hillary Clinton hakkında kötü konuşmuyorum; sadece zikrettiğim üçlünün bu düzeye pek düşmeyeceklerini söylüyorum. Şimdi onlar bölgesel bir güç olmuyorlar. Onlar artık dünya diplomasinin çok üst yerlerinde.

Washington Post’un dediği gibi onlar Batı’ya sırtlarını dönmüş değiller; onlar ABD ve İsrail’e, ABD imparatorluğuna ve kırk üç yıl önce 1697’deki işgalden, Haziran Savaşı’ndan sonra İsrail mini imparatorluğuna sırtlarını çeviriyorlar. Bildiğiniz gibi bölgenin her yerinde tahammül edebiliriz, birlikte yaşayabiliriz diyen insanlara rastlıyorsunuz. Yani, Hamas üyeleriyle konuşuyorum ve onlara “Kabul edebileceğiniz, tanıyabileceğiniz bir İsrail var mı?” diye soruyorum. Onlar da genellikle bazı düzeltmelerle birlikte 4 Haziran 1967’yi öne sürüyorlar. Türkiye o tarafta ve şimdi İran ve Afganistan ile anlaşmalar yapıyor, İran da Afganistan ve Türkiye ile anlaşmalar yapıyor. Dolayısıyla orada oldukça ilginç bir üçlü oluşmakta. Buna Hindistan’ı değil de Rusya ve Çin’i de ekleyin. Hindistan bu oyunun dışında; o şimdilik oldukça önemsiz bir ülke, genişliğine rağmen. Ayrıca şimdi ölümcül bir savaşa bulaşmış durumda ve Naxalite grubu için iyi çözümler bulamıyor. Nepal’den ders almalı, her ne kadar Nepal başka bir güçlük çekse de. Bu hadiselere bakıp şu sonuca varabilirsiniz: ABD ilgisizliğini artırmalı. Zaten imparatorluklar bu yüzden çöküyor. T.S. Eliot’un dediği gibi, imparatorluklar genellikle darbeyle değil sızlanmayla çöker."
SON VİDEO HABER

Şam'daki saray yakıldı, eşyalar alındı

Haber Ara