'Ankara Ortadoğu'nun değiştiğini biliyor'
"Türkiye kendi mücadelelerini sürdürüyor -ve çoğunlukla kazanıyor. Türkiye'deki demokrasi hiç bugünkü kadar sağlıklı ve anlamlı olmamıştı."
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-06-17 12:21:00
"Despotların, Gangsterlerin ve Korsanların Bile Belli Hassasiyetleri Vardır ve Belli Ahlak Kurallarına Uyarlar"
Söz konusu açıklama Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından, 31 Mayıs'ta Gazze'ye giden bir insani yardım filosuna düzenlenen ölümcül komando saldırısının ardından yapıldı. Erdoğan'a göre İsrail en adi suçluların bile uyduğu kurallara uymuyor.
Tek başına bu açıklama bile, şu anda Orta Doğu'da yaşanan önemli siyasi kaymaya işaret ediyor. Bu kayma tamamen yeni olmasa da kalıcı olabileceği ileri sürülebilir. Erdoğan'ın dediği gibi İsrail'in baskınının siyasi etkilerinin verdiği hasar "onarılamaz".
İsrail'in Türk gemisi Mavi Marmara'ya saldırısının ardından sayısız analiz yapıldı. Ancak çoğu uzmanın kaçırdığı nokta, sadece İsrail ve Türkiye ile değil tüm bölge ve ABD de dahil tüm oyuncularıyla ilgili daha kapsamlı siyasi ve tarihi bağlamdı. Ancak bu bağlam İsrail'in görünüşte sapkın görünen davranışının ardında yatan mantığı anlamamıza yardımcı olabilir.
1996'da İsrailli liderler kendilerine çok güveniyor görünüyorlardı. Bir grup neo-muhafazakar Amerikalı politikacı Orta Doğu'da tam bir tahakkümü temin etmek üzere İsrail için bir yol haritası ortaya koydu. Bu "A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm" (2000'lere Doğru İsrail için Yeni bir Strateji) adlı belgede, Türkiye'nin adı dört kez geçiyordu. Tüm atıflarda ülke, İsrail'e yönelik "en tehlikeli tehditlerin bazılarını dizginlemek, istikrarsızlaştırmak ve etkisiz hale getirmek için" bir araç olarak olarak tahayyül ediliyor. Aslında tam da bu "vizyon" Orta Doğu'daki pervasız askeri serüvenleri sırasında ABD tarafından kullanılan daha kapsamlı stratejinin belkemiği olma işlevi gördü.
Amerika'nın bölgeyi yeniden şekillendirememesine ve İsrail'in tehdit olarak algıladığı herşeyi sorgusuz sualsiz yok edememesine öfkelenen İsrail dizginleri kendi eline aldı. Ancak 2006'da ve 2008-2009 arasında büyük sürprizler yaşandı. Üstün ateş gücü askeri zaferin garantisi değil. Dahası, İsrail halklara ve altyapıya muazzam bir hasar verme kapasitesini bir kez daha gösterirken İsrail silahı artık stratejik olarak etkili değildi. Bir başka deyişle, İsrail'in askeri üstünlüğü artık siyasi kazanımlara dönüşemiyordu ve işte tam da bu noktada oyunun kuralları değişti.
İsrailli liderlerin son yıllarda cebelleşmesi gereken pek çok mevzu var. İsrail'in en sadık destekçisi ABD şu anda Irak ve Afganistan'da siyasi, askeri ve ekonomik tüm cephelerde mücadele ediyor ve kriz yönetimi modunda. Bu geri çekilme, umacı Amerika'dan artık gözü korkmayan İsrail'in düşmanlarını daha da cesaretlendirdi. İsrail'in büyük hedeflerine ulaşmak için çaresizce kendi ordusunu kullanma girişimleri de başarısız oldu.
Seçenekler giderek azalırken İsrail şimdi Gazze'nin elindeki son kart olduğunu anlıyor; kuşatmaya veya öldürmeye son vermek siyasi zayıflığın bir başka göstergesi olarak anlaşılabilir ve İsrail bu riski almaya hazır değil.
Öte yandan Türkiye kendi mücadelelerini sürdürüyor -ve çoğunlukla kazanıyor. Türkiye'deki demokrasi hiç bugünkü kadar sağlıklı ve anlamlı olmamıştı. Türkiye ayrıca, özellikle Türkiye'yi güvenmek için fazla büyük ve fazla Müslüman gören bazı AB üyelerinin kibirli tutumu karşısında, meşhur asılı duran havucu, AB üyeliğini, kovalamayı da yavaşlattı. Türkiye'nin yeni platformalara, yeni seçeneklere ve daha çok yönlü bir stratejiye ihtiyacı vardı.
Ama pek çok uzman bu noktada yanıldı. Türkiye'nin popüler hükümeti Orta Doğu siyasi arenasına kavga çıkarmak için girmedi. Tam tersine Türk hükümeti yıllardır çeşitli taraflar arasında bir uzlaştırıcı, bir arabulucu olarak dahil olmaya çalışıyor. Dolayısıyla evet, Türkiye'nin siyasi kayması büyük ölçüde stratejikti ama kötü niyetli değildi.
Ancak Türkiye'nin davetsiz müdahilliği İsrail için son derece rahatsız edici oldu. Türkiye'nin yeni rolüne yaklaşımı Suriye-İsrail arasındaki dolaylı görüşmelere ev sahipliği yapmanın ötesine geçtiğinde ise bu İsrail'i daha da öfkelendirdi. Türkiye giderek daha sağlam ve kararlı siyasi duruşlar sergiledi ve Davos hadisesi yaşandı.
Ablukayı delmek amacıyla Gazze Özgürlük Filosuna böylesine yüksek kapasiteyle katılarak Türkiye katılımını İsrail'in rahatlık bölgesinin ötesine taşıdı. Bu nedenle İsrail'in Türkiye'ye -ve cüret edebilecek diğerlerine- kabul edilebilir olanla olmayan arasındaki sınırı aşmak konusunda mesaj gönderecek net bir tepki göstermesi gerekiyordu. Strateji belgesinde İsrail'in, Türkiye'nin yardımıyla, komşularının siyasi ve coğrafi sınırlarını ihlal etmesi tahayyül edilirken, 14 yıl sonra 32 ülkenin temsilcileriyle İsrail'in kendi siyasi alanı olarak gördüğünü kırmak için barışçıl bir filoyla gelenin Türkiye olması ironik.
İsrail'in kanlı tepkisi ancak bu geniş bağlamda anlaşılabilir. Erdoğan'ın açıklamaları ve hükümetinin sahip olduğu halk desteği Türkiye'nin İsrail'in düello davetini kabul etmeye karar verdiğini gösteriyor. ABD yönetimi ise, lobi yüzünden, bölgede etkisiz ve başarısız İsrail gündemine tutsak göründü. İronik bir şekilde tam da gelecek vizyonuyla İsrail'in gönülden müttefiki olmasını umdukları ülkeye, Türkiye'ye yönelik suçlamalara öncülük edenler ise şimdi neo-muhafazakarlar.
BYEGM
SON VİDEO HABER
Haber Ara