Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Avrupa'ya yeniden düşünme fırsatı

Türkiye'nin uzunca bir dönemdir uyguladığı yakın coğrafya açılım politikası, İran için kullanılan "hayır" oyu ve İsrail ile yaşanan Mavi Marmara krizi ile bir eksen tartışmasına dönüştü.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-06-15 08:44:00

Avrupa'ya yeniden düşünme fırsatı
Prof. Dr. Beril Dedeoğlu

Özü bakımından yapay olan bu tartışmanın hem Türkiye'de hem de başka yerlerde müşterisi olduğu anlaşılıyor. Eksen piyasasını diri tutanların öne çıkan savları, Türkiye'nin "İslamlaşma" riskiyle karşı karşıya olduğu yolunda. Kastedilen, Türkiye'nin ABD ve AB nezdinde ifade bulan demokratik norm ve değerlerden kopup Ortadoğu devletlerine benzemeyi tercih ettiği.

Türkiye'nin bunu neden tercih edeceği sorusu sorulmasa da, meselenin daha çok "İslamlaşma" riski ile hükümet arasında inandırıcı bir bağ kurma çabası olduğu anlaşılıyor. Sonuçta hem içerideki muhalefet hem de Türkiye'nin bölgedeki yeni durumunu kendilerinden rol kapılması olarak görenler için bulunmaz bir fırsat varmış gibi oluyor. Bazen Türkiye'de "sokağın sesine" verilen önem çerçevesinde bu tezleri haklı kılabilecek çıkışlar olsa da, konu ne eksen kayması ne İran sorunsalı ne de İsrail ile ilgili olmadığından gerçekleri ifade eder bir hal taşımıyor.

AB'NİN ŞÜPHELİ KÜRESEL REKABET GÜCÜ

İran karşısında AB ülkeleri ile ABD arasında kurulmuş gibi gözüken bir ittifak bulunuyor, oysa bu iki oyuncu arasında İran konusunda anlaşmaya yol açacak bir çıkar uyuşması bulunmuyor. İran'a uygulanmakta olan yaptırımların bugüne kadar Rusya ve Çin tarafından delindiği dile getiriliyor, ancak Fransa ve Almanya gibi AB'nin taşıyıcı güçlerinin de yaptırımları delerek ve aslında tam da yaptırımlar sayesinde İran ile enikonu ticaret yaptığı dillendirilmiyordu. Ayrıca, AB ülkelerinin uzun zamandır Filistin-İsrail sorununda ağırlığını Filistin'den yana koyduğu, Gazze'ye yapılan yardımlarda en büyük payın yine AB'de olduğu ve bu İsrail ile epeydir gergin bir ilişki yaşandığı hatırlatılmalı.

Obama döneminde, AB ile ABD arasındaki görüş farkları ortadan kalkmasa da, ABD'nin küresel politika araçlarını değiştirmesi AB'de de bazı değişimleri zorladı. ABD, öncelikle AB-Rusya bağının ortasına kendisini yerleştirdi ve bu yolla kendisine rağmen kurulacak bir AB-Rusya enerji-ticaret hattını kırmış oldu. Bu, AB'nin öncelikle ABD ile ve onun şemsiyesi altında bir siyaset üretmesini istemek anlamına geldi. AB, uzunca bir süre bu yaklaşıma direndi ve anlaşmazlıklar en fazla NATO içinde su üstüne çıktı. Bu arada yaşanan ekonomik kriz ise taraflar arasındaki uzlaşmazlıklara tüy dikti.

Özetle ABD, AB'nin "arkadan iş çevirme" eğilimleri karşısında buna izin vermeyecek bir tutum aldı denebilir. Bu durum, AB'nin küresel düzeyde hem siyasal hem de ekonomik hareket alanını giderek daha fazla daraltan bir manzara ortaya koymuş gözüküyor. Giderek ekonomisi sadece Euro bölgesine hapsolan, siyaseti ise değil küresel düzeyde AB içinde bile parçalı bir yapıya sürüklenen AB, bugün yeniden geleceğini tartışma aşamasına gelmiş durumda. Bu seferki gelecek tartışmasının bir önceki gelecek tartışmasından farkları olduğu anlaşılıyor ve bu farklılık da yine Türkiye ile ilgili tartışmalarla açığa çıkıyor.

2004 sonrasında Türkiye'yi üye yapmak yerine ayrıcalıklı ortak yapmayı tercih eden Fransa ve Almanya'daki iktidarlar, Türkiye'yi bu projeye razı etmek için bugüne kadar epey çaba sarf ettiler. Prof. Dr. Seyfettin Gürsel ile birlikte gerçekleştirdiğimiz ve konusu ayrıcalıklı ortaklığın neden olamayacağı olan TÜBİTAK projesi, bu çabaların ne düzeye kadar tırmanacağını ortaya çıkardı. Ancak aynı çalışma, Türkiye'nin üyelik dışı bir süreci kabul etmesinin imkânsızlığını da ortaya koyuyordu ve bu gerçeklikler AB'nin gelecek tartışmalarının Türkiye'nin üye olma ihtimali üzerine yatırılmasına yol açıyordu.

Türkiye'nin üyeliğinin AB için yüksek maliyetli olacağı gerçeği değişmiş değil. Bununla birlikte, anlaşılan o ki Türkiye'nin üye olmama ya da AB sürecinden uzaklaşması AB ülkelerinin bazıları tarafından daha maliyetli görülüyor. Bu çerçevede Türkiye, genel olarak iki açıdan ele alınıyor. Bunlardan birincisi, AB çıpasını kaybetmiş Türkiye'nin savrulma ihtimaline dayandırılıyor. AB çıpasını kaybeden Türkiye'nin demokratikleşme sürecinden kopacağı, Kürt, Alevi, gayrimüslim azınlıklar gibi konularda yol alamayacağı, toplumsal sorunlara çare üretemeyen ve giderek otoriterleşen ve hatta bu arada İslamlaşan bir Türkiye ortaya çıkacağı varsayılıyor. Bu olasılık yüksek değilse de göz ardı edilemez. Savrulmuş Türkiye'nin AB komşusu olarak doğrudan AB'yi tehdit edecek bir istikrarsızlık oluşturacağı hesaplanıyor. Sınır aşan tehditler ve göç de, bu baskının ana unsurları olacak deniyor.

Türkiye'nin ele alınış biçimlerinden bir diğeri ise, daha çok stratejik kaygılara dayanıyor. AB çıpasını kaybeden Türkiye'nin ekonomik ve enerji önceliklerini Suriye, Lübnan, Ürdün, Irak, belki İran ve Rusya'ya vereceği hatta alternatif bir serbest ticaret bölgesi oluşturacağı öngörülüyor.

Aslında bu türden bir bölge oluşturmanın AB üyeliği ile çelişen tarafı yok, tam tersine üyeliği teşvik eden bir durum. Fransa eski sömürge, İngiltere Commonwealth', Portekiz koskoca Brezilya, İspanya, Latin Amerika ve Almanya da Doğu Avrupa piyasalarını AB'ye kazandırmamışlar mıydı? Türkiye'nin girişimleri de kendi hinterlandını AB'ye kazandırma girişimi olarak görülebilir. Ancak AB nezdindeki sorun, Türkiye'nin bu girişimleri AB ile paylaşmayacağı yolundaki şüphelere dayanıyor. Diğer bir ifadeyle AB, en azından bazı üyeler, Türkiye'nin yakın coğrafya politikalarını kendilerinin yolunu kesen bir çaba olarak değerlendiriyorlar. Gelişmeler, endişeli AB üyelerinin zamanında Fransa ve Almanya'nın yaptığı gibi, Türkiye'yi atlayarak bu bölgelere açılma imkânının giderek zorlaştığını ortaya koyuyor. Kısacası artık Türkiye'yi dışarıda bırakma ya da kapı önünde oyalama yoluyla "içeride sıkı bütünleşme", dışarıda "güçlü oyuncu" olma politikası fiilen uygulanamıyor. AB'nin bütünü olmasa da bazı üyeler dünya düzeyinde "güç" arayışında olduklarından ve koşullar da lehlerine çalışmadığından Türkiye yeniden gündeme geliyor.

KRİZLER AB SÜRECİ İÇİN BİR FIRSAT MI?

İran ile ilişkilerde diplomasiye açık kapı bırakılması, Gazze ablukasının kaldırılması, Filistin devletinin kurulması, Irak'ın toprak bütünlüğünün teşvik edilmesi ve serbest ticaret bölgeleri kurulması gibi önerilerle Türkiye hemen hemen ilk kez AB dış politika ilkeleriyle aynı çizgiye taşınmış durumda. Küresel bakıştaki bu çakışma, Türkiye-AB ilişkilerinin ortaklık alanlarından biri olabileceği gibi AB-ABD görüş ayrılıklarının en aza indirilmesinin de yolunu açacak gibi gözüküyor; zira bu süreci ABD şimdi daha fazla destekliyor. Bu ortaklık zemini, Türkiye'nin savrulma ya da kendi başına politika üretme riskiyle birleşince AB ülkeleri açısından üyelik sürecinin yeniden değerlendirilmesini, ama farklı biçimde ele alınmasını zorunlu kılıyor.

Farklı değerlendirmeye yol açan koşul, Türkiye'nin risk oluşturma ihtimalininin kendileri tarafından yaratılmış kısmına ilk kez bakılmasından kaynaklanıyor. Bu konunun ABD tarafından da dile getirildiğine dikkat çekmek gerekir. Türkiye'nin AB'yi kaybetmesinden çok, AB'nin Türkiye'yi kaybetmesi tartışılınca özeleştiri yapılabiliyor.

Almanya'daki Hıristiyan demokratların, Fransa'daki Sarkozy'cilerin giderek tavır değiştirmelerinin, ikide bir Türkiye'yi ziyaret etmelerinin, Türkiye'yi makbul gösteren açıklamalar yapmalarının boşuna olmadığı anlaşılıyor. Dolayısıyla Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkanlar bu politikadan geri adım atmış gözüküyorlar, emin olunamasa da bu yönde bir yola girmiş gibiler; bu da Türkiye-AB ilişkilerini buzdolabından çıkarmak için uygun bir zamanlama olduğunu gösteriyor.

Bununla birlikte, konjonktürün rüzgârı AB üyeliği için yetmez; dış politika da üyeliğin tek düzlemi olamaz. Üyelik, "iç"te yapılacaklara bağlı bir süreç ve AB desteği oldukça daha az sorunlu giden bir yol. Bu desteği kazanmanın Türkiye'yi İsrail ya da İran önünde güçlü kılacağı, dış açılımlarında başarılı kılacağı söylenmeli. Ancak bu desteğin, içerideki sorunlara demokratik çözümler bularak hakkını vermeyi gerektirdiği de akıllardan çıkmamalı.


ZAMAN
SON VİDEO HABER

Iğdır'da AK Parti İl Başkanlığı binasına molotoflu saldırı

Haber Ara