Gandi, Martin Luther King ve Bülent Yıldırım
IHH siyasi literatürde “sivil itaatsizlik” olarak bilinen barışçıl bir yöntem uyguladı. Düşündürücü olan ise Gandi ve M. Luther King’in bu yöntemi uygularken barış kahramanı, Bülent Yıldırım’ın da bir provokatör olarak ilan edilmesidir.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-06-14 12:40:00
Ömer Turan* / TİMETURK
İHH Bosna savaşından sonra ortaya çıkmış uluslararası bir yardım kuruluşudur. Bu tarihten itibaren mütevazi imkanları ile dünyanın dört bir tarafında fakru zaruret içinde olan mazlumlara maddi yardımlar yapmış, onların seslerini cılız da olsa dünya kamuoyuna duyurmaya çalışmıştır.
Takdire şayan bu gayretler sadece belirli bir kesim tarafından bilinip desteklenmekteydi. İHH kendini sınırlandıran bu çemberi AK partinin iktidara geldiği 2002 yılından sonra kırmayı başarır. Bülent Yıldırım ve ekibinin Türkiye ve Dünya konjonktürüne uygun olarak geliştirdiği stratejiler sayesinde İHH kısa surede, adı gibi gerçek manada uluslararası bir yardım kuruluşu haline gelir.
Bu ekip uluslararası yardım kuruluşlarının maddi yardımların ötesinde haksızlığa karşı kamuoyu oluşturma gibi daha büyük bir misyonu olduğunun bilincindedir. Bu çerçevede, faaliyette bulundukları bölgelerde maddi yardımla birlikte o bölgenin sorunlarını da dünya kamuoyuna yansıtmaya çalışmışlardır.
Filistin’le olan ilişkilerine gelince, Afrika’dan Afganistan’a kadar çok geniş bir coğrafyada faaliyet gösteren İHH’nın hemen yanı başında ki üstelik çok derin dini ve tarihi bağları bulunduğu Gazze’deki insanlık dramına kayıtsız kalması beklenemezdi. Nitekim İHH kurulduğu tarihten itibaren Filistinlilerle imkânları çerçevesinde yakından ilgilenmiştir.
Filistin ve özellikle Gazze’deki insani durum, İsrail’de aşırı sağın egemen olduğu 2000’li yıllardan sonra daha da kötüleşerek vahşet boyutlarına ulaşmıştır. İsrail’in sözde çekildiği 2005 yılından itibaren Gazze kelimenin tam anlamıyla bir açık hava hapishanesine dönüşmüştür. Karadan, havadan ve denizden ağır bir abluka altındaki 1.5 milyon insan, en temel ihtiyaçlarından yoksun dramatik bir yasam sürmektedir.
İsrail bu durumu bir nebze düzeltmeye çalışan insani girişimlere çok sert tepki verir. İlk önce bunların radikal örgütlerle bağlantısı olduğu yalanı çok profesyonel bir bicimde uygulayarak söz konusu kişi ve kurumların itibarlarını kaybetmesine çalışır. Ailesini, isini kaybeden kişi sesini çıkaramayacak hale getirilir. Bu bir hayır kurumu ise terörist listesine alınarak çalışamaz hale getirilir. Bunun geçerli olmadığı hallerde ise, İsrail insanin kanını donduracak yöntemlere başvurmaktan çekinmez. Amerikalı genç bir barış gönüllüsünü buldozerle vahşice ezilmesi gibi.
Anlaşılan o ki ne bu ne de İzzet Şahin’in bir gözdağı olarak tutuklanması bu konvoyu düzenleyen çılgın Türkleri (bu tabire Türk, Kürt, Arab, Yunanlı ve buna destek veren diğer milletler dâhil) yıldırmaya yetmemiş.
İHH, insanlık adına, adalet ve barış adına, herkesin tırstığı, isminin bile korku dağları oluşturduğu bu modern golyata meydan okumaya karar verir. Hem de daha sonra Mavi Marmara’nın güvertesinde göreceğimiz gibi Davud’un sapan taşları ile.
Kan ve şiddetten beslenen bir saldırgana karşı takip edilecek en iyi yöntem onun gerçek yüzünü açığa çıkaracak barışçıl bir yöntem değil midir? Bu çerçevede, İHH ablukayı yarmak için dünyanın dört bir tarafından farklı ırk ve dinlere mensup insanların katılımıyla bir barış konvoyu oluşturur.
İlk önce, kara yolu denenir ve uzun mücadele ve gayretler sonucunda Refah kapısından girilerek surda küçük bir gedik açılır.
Kısmen de olsa abluka delinmiştir. Ama IHH için bu yeterli değildir. İHH İsrail’i zora sokup bu anlamsız ambargoyu tamamen kaldırtacak daha medyatik bir o kadar da provokatif ve riskli girişimlerin yapılması gerektiğine inanmaktadır.
Başta Bülent Yıldırım olmak üzere tüm İHH çalışanları kendilerinin birinci hedef olmalarını bilmelerine rağmen hiç tereddüt göstermeden ellerini taşın altına sokarlar. İşte insanlık tarihine altın harflerle geçecek yükümüz İsrail rotamız Filistin, konvoyu böyle bir inanç ve kararlılığın ürünüdür.
Geliştirilen bu strateji kullanılan metodundan belirlenen hedeflerine kadar tüm boyutları ile uluslararası hukuka ve batının emperyalist politikalarına dayanak teşkil eden evrensel değerlerine de tam anlamıyla uygundur. Bunun aksini ispat ya cahillik ya da tevdi edilen bir misyonun gereğinden başka bir şey değildir.
Sonuç olarak, maksadın hâsıl olduğunu açıkça söyleyebiliriz. İHH istenilen hedefe beklenilenden daha etkin ve çabuk bir şekilde ulaşmıştır. Özelde Gazze’deki insanlık dramına tüm dünyanın dikkati çekilmiş, genelde ise Filistin davasının haklılığı hiç bir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde dünyaya gösterilmiştir. O kadar ki İsrail’in gönüllü ve maaşlı kalemşörleri dışında bu destansı mücadeleyi alkışlamayan hiç bir kesim yoktur. Bir zamanlar İsrail terör inini vurdu diye manşet atanlar taktik icabı bile olsa olayları vahşet olarak tanımlamak zorunda kalmışlardır.
İsrail’e gelince, hiç bir şeyleri olmayan bir avuç gönüllü İsrail’i ve silahlı aygıtı zahal’I tarihinde olmadığı bir bicimde zora sokmuştur. İsrail yüzlerce kadın ve çocukları vahşice katlettiği Gazap üzümleri, dökme kursun gibi operasyonlarda bile bu kadar kotu duruma düşmemişti.
Türkiye’nin başdöndüren diplomasi sayesinde İsrail uluslararası kamuoyunda tecrit edilmiş, hesap verir hala getirilmiştir. Koltuk krizinde olduğu gibi özür dilemesi an meselesidir. Tüm direnmelerine rağmen kısa süre içinde Gazze’ye uygulanan ambargoyu da kaldırmak zorunda kalacaktır.
Burada İHH ve hükümete yönelik küçük bir kesim tarafından dile getirilen eleştirilere de cevap vermek istiyorum. İHH sonuçlarını bilmesine ragmen bir provokasyon yapmakla suçlanıyor. Her şeyden önce sunu belirtmekte fayda var. Gerek İHH gerekse onu destekleyenler son konvoyun sadece yardım taşımak olmadığı asıl amacın dünya kamuoyunu Gazze’deki drama çekmek olduğunu ve bunu da en etkin ve medyatik bir şekilde yapmak istediklerini birçok kez dile getirdiler. Hatta amaç birazda tüm bunların müsebbibi olan İsrail’i tahrik ederek onun gerçek yüzünü dünya kamuoyuna göstermekti. Evet, bu manada yani bir suçlunun tahrik edilerek sucunu itiraf etmesi bakımından bu son konvoy dört dörtlük bir provokasyondur. Belki de IHH’yı eleştirenleri rahatsız edende budur.
Yukarda bahsettiğimiz argüman kadar kullanılan bir diğeri de İHH Türkiye’yi uluslararası kamuoyunda zora soktu iddiasıdır. İlk önce sunun bilinmesinde fayda var. Son dönemlerde dünyaya diplomasi dersi veren Başbakanın ve onun daha yaşamında bir efsane haline gelmiş Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu’nun dikkat çekilen tehlikenin farkına varmayarak Türkiye’yi bir maceraya sürüklediği fikri bana hiç bir açıdan inandırıcı gelmiyor. Herkes bu komplodan haberdar bir onlar değil. Üstelik bindiği dalı kesiyorlar. Ben devletin olayı başından itibaren bir mastır plan çerçevesinde takip ettiğine ve bunu sadece yakın değil özellikle orta ve uzun vadede kesin bir zafere dönüştüreceğine inananlardanım.
İki ülke arasında ki ilişkilerin bozulmasına gelince, bu hiç de şaşırtıcı bir şey değil, bekleniyordu. Bölgede bir barış havzası oluşturan Türkiye ile mevcudiyetini korku ve şiddete dayandıran İsrail’in çıkarlarının uyuşmayacağı, uzun suredir ertelenen çatışmanın bir şekilde meydana geleceği gündemi takip eden sıradan insanların bile malumu idi. Şimdi ben burada sunu sormak istiyorum, beklenen bu kırılmanın Türkiye’nin haklı olduğu böyle bir insani konuyla gündeme gelmesi mi, yoksa İran’ın nükleer programı gibi İsrail’in oluşturduğu suni korku tezlerine uygun bir konuda gündeme gelmesi mi Türkiye’nin çıkarlarına uygundur? Beyler, kaplumbağa bile yürümek için kafasını çıkarmak yani risk almak zorundadır. Hem bölgende etkin olmak isteyeceksin, Osmanlı’dan dem vuracaksın, hem de mahallenin yediğini burnundan getiren dünkü veled kabadayı bozması mafya bozuntusuna posta koymayacaksın. Başbakanın dediği gibi, yok öyle 25 kurusa simit. Hem 50 senedir, İsrail ve ABD ile ilişkilerimiz iyi oldu da ne oldu. Bir Kore, Japonya mı olduk. Huzurlu bir iç barış mı yaşadık. Kısacası korkmanın ecele faydası yok.
Sadece bunlar değil kullanılan metodda bazılarını rahatsız etmiş durumda. İHH siyasi literatürde sivil itaatsizlik olarak bilinen barışçıl bir yöntem uygulamıştır. Bu metodu ilk önce Gandi Hindistan’da İngiliz işgaline karşı, daha sonra da Martin Luther King ABD’de ki ırkçı ve ayrımcı politikalara karşı uyguladı. Bu metod haksız bulunan kanunlara ve onların öngördüğü yasaklara itaat etmemeye, onları yok saymaya dayanıyordu. Sivil itaatsizlik, Gandi örneğinde yasak olmasına rağmen denizden tuz almak, M. Luther King özelinde bir zencinin yasak olmasına rağmen otobüsün önüne bilerek oturması, İHH örneğinde ise sadece İsrail’in gayri hukuki yasağına rağmen zaruret içinde ki insanlara yardım götürmek seklinde tezahür ediyordu. Fark ise Gandi ve M. Luther King’in barış kahramanı, Bülent Yıldırım’ın ise bir provokatör olarak ilan edilmesidir.
İHH özellikle bu son girişimiyle başta Müslümanlar olmak üzere tüm insanlığın onurunu kurtarmıştır. Bize düşen ise böyle bir şanlı mücadelenin mimarlarına selam durmaktır.
Ne mutlu size ki yarın huzuru mahşerde ya rab herkesi korkudan sustuğu bir dönemde İsrail’in zulmüne meydan okuyan 700 kişiden biride bendim diyebileceksiniz.
Ne mutlu size ki ilerde torunlarınıza o gemide bende vardım diyebileceksiniz.
*Uluslararası İlişkiler Uzmanı, Yazar.
SON VİDEO HABER
Haber Ara