İçimdeki İsrail
Beni lüks, konfor, değilse de en azından rahatlık ve kolaylık peşine düşüren içimdeki İsrail...
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-06-09 11:50:00
Geçtiğimiz Gazze saldırısında acizâne “İçimizdeki Filistin” demiştim.
Umduğum yansımayı bulamadım.
Bir tek tepki almadım hissiyatıma.
Düşünüyorum da nedir bu duyarsızlık.
İçimizdeki Filistin’in feryadına engel olan bir İsrail mi var bir de içimizde yoksa?
Onu yazmaya çalışmıştım “İçimizdeki Filistin” derken de hâlbuki…
Bizim geleneğimizde vird edinme vardır. Evrad geleneği…
“Ettekraru Ahsen, velev kâne yüzseksen.” şeklinde nükteli bir deyişle formüle edilen;
“hatırlat; muhakkak ki hatırlatmak mü’mine fayda verir.” ayetinin bildirdiği…
Acizâne bendeniz de tekraren de olsa aynı şeyleri bu kez bu başlık altında zikretmeyi gerekli görüyorum.
Filistin’in ardından Gazze’yi yakan; şimdilerde denizleri tutuşturan bu yürekler yangını neden?
Kibriti çakanların nedenleri belli: Lanetlenmiş olmayı hazmedemiyorlar…
Öncesinde de kulluğu hazmedememiş; kendilerine kulluğu öğütleyen peygamberlerin kanını dökmüşlerdi.
Lanetlenmeleri de bu kerteye varan haddi aşma alışkanlıklarındandı.
Ben bu taarruzun sürebilme nedenini soruyorum.
Neden ve nasıl?
“1,5 milyarlık İslâm Âlemi”ne rağmen…
Neden ve nasıl?
Ve kendimce, kendi içimde verdiğim kalbî ve zihnî çırpınışların semeresi; şimdilik ulaştığımı sandığım bir menzili paylaşmak istiyorum.
1,5 milyarlık İslâm Âlemi ne âlemde ki üzerlerinde bunca şenaat işleniyor?
Rasulullah (s.a.v) buyuruyor: “Bir zaman gelecek ki milletler; yiyicilerin çanağa üşüştüğü gibi başınıza üşüşecek. ALLAH Teâlâ düşmanlarınızın kalbinden sizin heybetinizi kaldıracak. Sizin kalplerinize ise gevşeklik verecek.”
Sahabelerden birisi sordu: “Ya Rasulullah! O gün biz sayıca az mı olacağız?”
“Hayır, o zaman siz çokluk olacaksınız. Fakat selin önündeki zibil gibi, çer çöp gibi olacaksınız. Onlar bir keler deliğine de girse peşlerinden gideceksiniz.”
“Peki ey ALLAH’ın Resulü neden bize gevşeklik verilecek ki?”
“Dünyayı sevdiğinizden ve ölümden nefret ettiğinizden…”
Kur’an benî İsrâil için buyuruyor: “Onları insanların yaşamaya en hırslıları olarak bulursun.”
Peki; onlar yaşamaya insanların en hırslıları oldular da ne oldu? Lanetlenmeleri yanında dünyada ikbal onların mı oldu? Parlak bir geleceğe mi kavuştular? Bilâkis her dönem, her yerde aşağılık bir şekilde öldürülmediler mi? Bunun intikamını da masum, mazlum ve hatta kendilerini katliamlardan koruyan Müslümanlardan almaya kalkacak kadar aşağılık davranmıyorlar mı? Sonuçta hırs gösterdikleri hayata kavuştular mı? Ariel Şaron Sabra ve Şatilla’da ve daha nice katliamda hunharca işlediği cinayetlere kurban ettiklerinin yaşayamadığı hayatların kendi ömrüne ekleneceğini mi zannetti? Öyle bile olsa bundan mutlu mu şimdi? Temenni etse bile geberememekten memnun mu Şaron şimdi? Diğerleri, bugün saldıranlar mücahitlere yaklaşamadıkları için bebeklerin kanını dökerek masum sivilleri katlederek rahatlamaya çalışırken mücahitlerce öldürülme korkusuyla yaşamaya mahkûmlar. Ve sürekli içlerinden öldürülenler yüzünden buhran içinde yaşıyor olmaktan ne kadar memnunlar?
Peki; böylesi bir hırsla kavuşulan yaşam ve ölüme karşı duyduğum nefretle yöneldiğim dünya ve onun sevgisi bana ne verecek? Şaron ve diğerlerine en fazla hırs gösterdikleri şey verildi ve böylece imtihan oluyorlar. Sakın ben de siyonizmin ve onun gayr-i meşru çocuğu kapitalizmin ürettiği ürünler üzerinden onları ülkeme, evime, cebime en sonunda da gönlüme sokarak aynı hırsı gösteriyor olmayayım? Sakın ben de bu hırsla yöneldiğim yaşam, lüks, kolaylık, rahat, çokluk ile sınanıyor ve kaybediyor olmayayım? “Ne yapabiliriz ki?” sorusunu, “elimizden bir şey gelmiyor” bahanesini, “bir şeyler yapmalı” sızlanışını beraberinde getiren çaresizliğim bundan olmasın sakın? Yoksa ben de “Ne yapmalı?” demeden önce “Ne yapmamalı?”; demeyi; vazifeme doğru koşmaya başlamadan önce; kaçmak, kaçınmak gerekenleri unuttum da ondan mı bu haldeyim? Vazifeme koşamamam da bundan değil mi? Ayağımı bağlayan onlarınkine benzer bir hırsım var ve bu da konfora, lükse; -yok o kadar da değilse- kolaylık ve rahata, “daha iyi bir yaşam” hedefine yönelmem değil mi? Yüzlerce yıldır donandığım yetinme, paylaşma hatta bağışlama hasletlerimin zayıflaması bundan değil mi? Her şeyin en iyisine layık olduğumu düşünmüyor muyum? “Ben buna değerim” demiyor muyum aldığımda, yediğimde, içtiğimde, giydiğimde, tükettiğimde… En iyinin ne olduğunu ise bana “onlar” söylüyor. Onlara “hücum için değil” “kucak açarak” koşuyorum. Farkında bile değilim. Yalnızca sarhoş bir halde; “benim neyim eksik, benim neden olmasın, ben neden tüketmeyeyim?” bunun derdindeyim. Bir Gazze’ye bir içimdeki Filistin’e bakıyorum; öyle benziyorlar ki birbirlerine. İkisi de harabe… O’nun kardeşi olarak kendi kalbime, kendi halime bakıyorum. Harabeye döndürdüğüm ruh âlemime, dünyama bakıyorum. Görüyorum ki kendi imkânlarımla bombalar üretmiş ve kullanmışım. Tahrip etmişim Filistin’imi ve de zehirlemiş, hasta etmişim kendimi. Onlar verdi yedim, içtim; onlar verdi giydim. Benim desteğimle büyümüşler meğer; benim desteğimle palazlanmış ve üstüme yürüyorlar. Ben ise onların “en iyi” deyip layık olduğumu söyledikleri ürünleriyle zehirlenmiş bir hastayım. Ve bilmiyorum hastalığımı da. Şimdi bu yüzden sesim kesik, elim kolum kalkmıyor. Halen de zaferin bile onların ürettiklerini üretmekle, olabileceğini zannediyorum ve bu hasta ruhumla bu zandan kendimi alamıyorum. “benim de nükleer gücüm olsa..” diyorum. “Ben de güçlü olsam” diyerek esbap perestliğimi ulvi bir gayenin dilde kalan söylemi ile savunuyorum. Ama itiraf etmeliyim artık. İçimdeki Filistin’e kulağımı tıkayan, gözümü kapayan, yüreğimi körelten İsrail’di ve oradaki, çete olduğu halde kendini devlet olarak lanse eden İsrail değil bu. Beni lüks, konfor, değilse de en azından rahatlık ve kolaylık peşine düşüren içimdeki İsrail...
SON VİDEO HABER
Haber Ara