Dolar

34,9530

Euro

36,6303

Altın

3.015,58

Bist

10.017,36

İran, Türkiye, İsrail üçgeni ile Afrika

Hiç kuşku yok ki İsrail, İran ve Afrika'nın karşı karşıya bulundukları meydan okumalar, Türklerin Osmanlı rüyalarını gerçekleştirmelerini sağlayacak zemini hazırlayabilir.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-05-26 19:35:00

İran, Türkiye, İsrail üçgeni ile Afrika
Katar'dan yayın yapan el Cezire televizyonunun 23 Mayıs 2010 tarihli internet sayfasında, Hamdi Abdurrahman imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan analizin çevirisi şöyledir:

Belki de Soğuk Savaşın bitiminin ardından Afrika için yapılan uluslararası çekişmenin en önemli özelliği, Çin, Brezilya ve Hindistan gibi yükselen yeni güçlerin bulunmasıdır. Amerika'nın Afrika'ya yönelişinde, ekonomi ve güvenlikle ilgili itibarların egemen olduğu bir sırada -özellikle de 11 Eylül'den sonra- hem ABD hem de Batı ülkeleri, Afrika'ya yönelik hareketlerinde, aslında yükselen bu güçlerin nüfuzuna direnmeyi gizli bir hedef olarak belirlediler.

Öyle görünüyor ki Arap olmayan civar ülkeleri, tam olarak da İsrail, İran ve Türkiye, Arap bölgesinin içinde bulunduğu zayıf durumdan yararlanarak kendi bölgesel rollerini canlandıracak yeni araçların arayışı içine girdiler. Afrika'ya yönelmek, tarihi ve ideolojik itibarlar üzerine kurulu imparatorluk şanını geri kazanmayı düşleyen bu üç ülkeyi birleştiren ortak bir özellik olarak çıkıyor karşımıza.

Arap vatandaşı, Ahmedinejad'ın geçen yıl Komorlar'ı neden ziyaret ettiğini sorgulayabilir. Oysa burası, unutulmuş bir Arap ülkesi. Öyle ki ülkede, Libya dışında hiçbir Arap ülkesinin büyükelçiliği yok. Arap yetkililer yüzlerini daima Amerika'ya ve Avrupa başkentlerine çeviriyorlarsa, İran, Türkiye ve İsrail'in resmi heyetleri de Afrika şehirlerini ziyaret etmeyi bırakmıyorlar! Afrika'ya yönelik bu yeni hareketin nedeni ne? Peki bunun Arap bölgesine stratejik etkisi ne olacak?

İran ve Batı İzolasyonunun Kırılması

İran Devriminin ilk yıllarındaki Afrika yönelimi ile Ahmedinejad'ın şimdiki yönelimi arasında büyük farklar olduğu görülüyor. Devrim İran'ı, Afrika'yı, yardıma muhtaç zayıfların kıtası olarak görüyordu.

Sekiz yıla yayılan İran-Irak savaşı boyunca İran, Afrika'ya farklı bir ideolojik çerçeveden baktı. Afrika, BM sandalyelerinin üçte ikisini, tarafsızlar grubunun ise yarısını temsil ediyordu. Bu da Afrika'nın, İran için muhtemel bir müttefik olabileceği anlamına geliyordu. Afrika ayrıca, İran devrim düşüncesinin benimsenebileceği uygun bir alandı.

İran'ın Afrika yönelimi, Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani yönetiminde somutlaştı. Rafsancani 1996 yılında, beraberinde ekonomi bakanları ve merkez bankası başkanından oluşan üst düzey bir heyetle birlikte altı Afrika ülkesini ziyaret etti. Afrika'yla ekonomik ilişkileri desteklemeye yönelik bu hareketin, reformcu Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi döneminde de devam etmesi normaldi. Zaten Hatemi de 2005 yılında yedi Afrika ülkesini ziyaret etti.

Raporlar, Afrika'ya doğru gelişen diplomatik atağın, Ahmedinejad döneminde net bir şekilde tırmanışa geçtiğini gösteriyor. Sadece 2009 yılında İranlı üst düzey yetkililer, Afrika'ya yaklaşık 20 ziyaret düzenledi. İran diplomasisi, Afrika'da yeni nüfuz bölgeleri kazanarak Batı'nın ambargosunu kırmaya çalışıyor.

Örneğin Senegal'in başkentinde "Hadro" adında, İran otomobillerinin üretildiği bir fabrika var. İran hükûmeti Senegal'e petrol rafinerisi, kimyasallar ve zirai araçlar üretmek için fabrikalar kurma sözü de verdi.

İran'ın Sudan'la da güçlü ilişkileri var. Tahran, Sudan'ın en büyük silah ihracatçısı sayılıyor. Ayrıca 2008 yılında iki ülke arasında askeri iş birliği anlaşmasına imza atıldı. İran Cumhurbaşkanı, geçen yıl Kenya'ya düzenlediği ziyaret esnasında, ülkesinin Nairobi'ye yıllık dört milyon ton ham petrol ihraç etmesini onayladı.

İran'ın Afrika yönelimindeki nükleer boyut ise gizli bir konu değil. İran, Afrika ülkelerinden uranyum elde etmeye çalışıyor. Zaten Ahmedinejad'ın bu yıl Uganda ve Zimbabwe'ye yaptığı ziyaretlerin de amacı buydu. İşin açıklanan kısmı ise her zaman, İran'ın projesinin tanıtımına ve barışçı nükleer enerji kullanma hakkına odaklanıyor.

Türkiye ve Osmanlı Rüyası

Türkiye'nin dış politikasında Afrika'ya yeniden itibar kazandırma süreci, 90'ların sonunda başladı. Bu dönem, İran'ın Afrika politikasını yeniden değerlendirmeye aldığı döneme denk geliyor. Ancak bu ilgiyi hayata geçirme işi, Türkiye için biraz gecikmeli oldu.

2008 yılında Türkiye, 50 Afrika ülkesinin katılımıyla Türkiye-Afrika İş Birliği Zirvesine ev sahipliği yaptı. Bu, Türk diplomasisi için daha önce görülmemiş bir şeydi. Türkiye'nin Afrika'ya yönelik tavrında bu denli değişime neden olan neydi?

Osmanlı döneminde bazı Afrika ülkelerinin, kısmen veya tamamen Osmanlı egemenliğinin altına girdikleri biliniyor. Bunun yanı sıra Osmanlı yönetiminin nüfuzu Afrika'nın güneyine kadar uzanmıştı. Ancak 1923 yılında cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Türk politikasının Afrika boyutu ihmal edilmeye başladı.

Ancak öyle görünüyor ki Tür hükûmeti, 90'ların sonunda Osmanlı İmparatorluğunun şanını geri kazanmak istedi ve AB'ye katılım serabının uzağında kendisine etkin bir bölgesel rol arayışına girdi. Türkiye, 1998 yılında "Afrika politikası" adını verdiği bir yönelim başlattı. Bu politika, Türkiye ile Afrika ülkeleri arasında diplomatik, ekonomik ve kültürel bağları güçlendirmeyi amaçlıyordu.

Türkiye 2005'i "Afrika Yılı" yaptı. Başbakan Erdoğan, Mart 2005'te Etiyopya ve Güney Afrika'yı gezdi. Türkiye aynı yıl, Afrika Birliği içinde gözlemci olma hakkı elde etti. 2008 yılında Addis Ababa'da düzenlenen zirvede ise Türkiye, Afrika'nın stratejik ortağı ilan edildi.

Türkiye'nin Afrika yönelimi, 2008 yılında düzenlenen Türkiye-Afrika Zirvesiyle iyiden iyiye pekişti ve güçlendi. Bu yılın mart ayında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kamerun ve Kongo'yu ziyaret etti ki bu durum, bu yeni yönelimin ekonomik boyutunun önemini yansıttı.

Öyle görünüyor ki Türk diplomasisi, Afrika'yla iş birliğini pekiştirmek için zirveler mekanizmasını benimsemiş durumda. Zira Türkiye-Afrika İş Birliği Zirvesinin her beş yılda bir düzenlenmesi üzerinde anlaşmaya varıldı. 2013 yılında yapılması planlanan ikinci tur, bu kez bir Afrika ülkesinde düzenlenecek.

İsrail ve Yaşamsal Alanı

Afrika ta en başından beri İsrail'in dışarıya yönelik hareketinin önemli bir eksenini oluşturdu. 50'li ve 60'lı yılların, Afrika-İsrail ilişkilerinin altın çağını temsil ettiği söylenebilir. İbrani devlet, bir taraftan Afrika ile ilişkileri aracılığıyla varlığına bir meşruiyet kazandırmaya çalışırken diğer taraftan da Afrika kapısı üzerinden Arap milli güvenlik sistemini kuşatmaya çalışıyordu. Ancak Araplarla İsrail arasındaki Ekim Savaşı ve 80'lerin sonundaki ilk Kudüs intifadası, İsrail-Afrika ilişkilerinde bir tür kopmaya neden oldu.

Dolayısıyla İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman'ın eylül ayında Afrika'ya yaptığı ziyarete, İsrail'in bölgedeki geleneksel rolünü canlandırmaya çalışmak olarak bakabiliriz. Bu ziyaret, Afrika-İsrail ilişkilerine yeniden can verdi.

İsrail'in Afrika'da bulunmasının amacı ilk başlarda siyasi, ekonomik ve stratejik itibarlara dayansa da şu anda kıtada yükselen İran nüfuzuyla ve İslami cihat akımlarıyla baş etmeye çalışıyor.

Kenya İçişleri Bakanı şubat ayında İsrail'e yaptığı ziyarette, İsrailli üst düzey yetkililere hitabında şunları söyledi: "Cihatçılar Somali'yi kontrol ediyor. Kenya'yı ve diğer Afrika ülkelerini de kontrolleri altına almakla tehdit ediyorlar. Terörle mücadelede sizden daha deneyimlisi olduğunu düşünmüyorum."

Zaten İsrail de Kenya'nın Somali'yle olan kuzey batı sınırını gözetlemek için Kenyalılarla ortak bir güç oluşturmaya hazır görünüyor. Hiç kuşku yok ki İsrail ile Kenya arasındaki bu stratejik diyalog, İsrail'in Afrika'ya artan ilgisi başlığı altında değerlendirilebilir.

İbrani devlet, Kızıl Deniz girişlerini kontrol edebilmek için bu yaşamsal bölgede kendini sağlama almaya çalışıyor. İran ile askeri bir çatışma yaşanması durumunda bu su geçidinin, İsrail denizatlıları için esas dayanak noktası olacağı çok açık.

Öte yandan İsrail, Afrikalıların, özellikle de Nil havzasında bulunanların kalbini kazanmak için yumuşak gücünün bütün araçlarını kullanıyor. Bu, Mısır'a baskı yapacağı bir durumda su dosyasını kullanmasını sağlayabilir. Zaten bu durum, Yukarı Nil ülkelerinin, Mısır ve Sudan'ın tarihi stratejik çıkarlarına karşı takındıkları görülmemiş düşmanca tavırda açık ve net bir biçimde görüldü.

Meydan Okumalar ve Gelecek

İsrail-Afrika-İran üçgeninin, Türkiye'nin Afrika'daki stratejik varlığını desteklemesine yarayacak tehlikeli meydan okumalarla karşı karşıya bulunduğu görülüyor. İran ile İsrail arasında Afrika üzerinde gizli ve kızışmış bir rekabetle karşı karşıyayız. Çoğu Sünni olan Afrika ülkeleri, İran devriminin ihraç edilmesinden endişe duyuyorlar. Yani Şiilik, İran'ın Afrika'daki varlığını desteklemenin önündeki en büyük engel ve endişe olarak durmaya devam ediyor. Üstelik ABD ve Batı ile güçlü ilişkilerini sürdüren Afrika, bu ülkelerle olan çıkarlarını İran uğruna feda etmek istemiyor.

Buna karşılık Afrika'nın Filistin meselesine yakınlık duyması, İsrail'in Afrika'daki varlığı için bir meydan okuma teşkil ediyor. İsrail ile Moritanya'nın ilişkilerinin geçen yıl kesilmesinin hemen ardından İran, fırsatı değerlendirdi ve başkent Nouakchott'taki kanser hastanesini, İsraillilerin yerine yöneteceğini ilan etti.

Hiç kuşku yok ki İsrail, İran ve Afrika'nın karşı karşıya bulundukları meydan okumalar, Türklerin Osmanlı rüyalarını gerçekleştirmelerini sağlayacak zemini hazırlayabilir. Zira Türkiye'nin, Batı'nın demokrasi gelenekleriyle uyumlu olan ılımlı İslami modeli ve piyasa ekonomisi, Afrika Müslümanları için örnek alınabilecek bir model oluşturuyor. Bu nedenle de Türklerin, Afrika'nın pek çok ülkesinde idare ettikleri okul ve camiler Afrikalılarda, İranlıların idare ettiklerine karşı duydukları korkuya neden olmuyor.

O halde sözün özü şu: Arapların içinde bulundukları şu zayıf durumda, Arap olmayan çevre ülkelerinin Afrika için itişmeleri, Arap bölgesinin bulunduğu stratejik konumdan bir intikam niteliğinde. Üstelik orta ve uzun vadede, Afrika'daki Arap milli güvenlik sistemini tehdit eden bir faktör oluşturuyor.

BYEGM

Haber Ara