Dolar

34,9441

Euro

36,5861

Altın

3.016,50

Bist

9.991,50

TSK nerede hata yapıyor?

Terör örgütü PKK'nın karakollara yaptığı baskınlar sonucu şehit olan Mehmetçik sayısı, karakolların yerinin doğru seçilip seçilmediğini yada gerekli tedbirin alınıp alınmadığı sorusunu yeniden gündeme getirdi.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-05-04 12:33:00

TSK nerede hata yapıyor?
Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Hüseyin Yaman "Karakol baskınlarından neden ders alınmıyor?" başlığıyla yayınladığı bugünkü makalesinde dikkat çekici bir tabloya da yer veriyor. İşte o tablo ve Yaman'ın Zaman'da yayınlanan o yazısı...

DÜNDEN BUGÜNE KARAKOL BASKINLARI


25 Ekim 1985 Serin Karakolu, 9 şehit

4 Ağustos 1991 Samanlı Karakolu, 10 şehit

10 Eylül 1991 Çobanpınar Karakolu, 6 şehit

7 Ekim 1991 Taşlıtepe Karakolu, 11 şehit

15 Mayıs 1992 Taşdelen Karakolu, 27 şehit

26 Mayıs 1992 Üzümlü Karakolu, 15 şehit

22 Haziran 1992 Perihan Karakolu, 6 şehit

30 Haziran 1992 Betonpınar Karakolu, 8 şehit

20 Temmuz 1992 Sivritepe Karakolu, 10 şehit

10 Ağustos 1992 Dikboğaz Karakolu, 6 şehit

17 Ağustos 1992 Tuzla Karakolu, 7 şehit

24 Ağustos 1992 Milli Karakolu, 3 şehit

30 Ağustos 1992 Alan Karakolu, 20 şehit

13 Eylül 1992 Aktütün Karakolu, 22 şehit

29 Eylül 1992 Derecik Karakolu, 28 şehit

2 Temmuz 1993 Çelik Karakolu, 16 şehit

22 Temmuz 1993 Kısıklı Karakolu, 5 şehit

1 Ağustos 1993 Serbest Karakolu, 10 şehit

23 Ağustos 1993 Sultantopu Karakolu, 14 şehit

23 Ekim 1993 Kavaklı Karakolu, 8 şehit

19 Kasım 1993 Pirinçeken Karakolu, 10 şehit

12 Aralık 1993 Üzümlü Karakolu, 7 şehit

13 Ağustos 1994 Ördekli Karakolu, 5 şehit

15 Haziran 1995 Ortaklar Karakolu, 15 şehit

4 Haziran 2007 Kocatepe Karakolu, 7 şehit

21 Ekim 2007 Dağlıca Karakolu, 12 şehit

4 Ekim 2008 Aktütün Karakolu 15 şehit

30 Nisan 2010 Sivriyayla Karakolu, 4 şehit

Nazımiye Sarıyayla Karakolu'na yapılan saldırı gözlerin yeniden PKK'ya çevrilmesine sebep oldu. İstihbarat raporlarında ve uzmanların değerlendirmelerinde bahar mevsimi ile birlikte saldırıların artacağı dile getirilmesine rağmen maalesef son bir ayda on beş şehit verildi. Nazımiye saldırısının Türk Silahlı Kuvvetleri'ne, iç siyasete ve PKK'ya bakan üç farklı cephesi bulunuyor. Bir yandan demokratikleşme adımları atılırken diğer yandan süreci akamete uğratacak terör saldırılarının yapılması akıllara 'provokasyon' ve yeni bir 'alacakaranlık kuşağı' yaratılması iddialarını getiriyor.

Nazımiye saldırısının kendisi ve yapılış biçimi bir kez daha güvenlik zaafını ve karakolların yapısını gündeme getirdi. 1980'lerin ikinci yarısında başlayan karakol baskınları zaman zaman azalsa da maalesef hâlâ devam ediyor. Basılan karakol sayısı, verilen şehit sayısı bir yana, sadece Aktütün Karakolu'na yapılan baskınlar başka söze hacet bırakmıyor. Şemdinli ilçesinin sınır boyunda yer alan Aktütün Karakolu'na son 16 yılda yapılan dört saldırı dikkate alındığında olayın içeriği çok daha iyi görülüyor. TSK sadece Aktütün Karakolu'nda kırk beş şehit verdi. Üzümlü Karakolu'nun hikâyesini hiç anlatmayalım...

TSK nerede hata yapıyor?

Karakol saldırıları ilk zamanlarda İran-Irak sınırındaki karakollara yoğunlaşırken daha sonra Diyarbakır'dan Tunceli'ye, Van'dan Iğdır'a geniş bir coğrafyaya yayıldı. Başlangıçta sınırdan geçen militanların 'vur-kaç' taktiği ile yaptığı gece baskınları yerini gündüz gözüyle yapılan saldırılara bıraktı. Hatta örgüt daha da ileri gitti ve saldırıları filme kaydedip eğitim notu olarak okutmaya başladı. Her defasında PKK daha organize, daha bilinçli ve daha ağır silahlarla saldırı yaparken karakollar açık hedef olmaya devam etti. Alınan onca tedbire rağmen saldırıların önüne geçilemedi. Çünkü sorun tedbir almayla ilgili bir problem değil. Asıl sorun 'terörle değil, teröristle mücadele etme' anlayışında yaşanıyor. PKK'nın saldırı yöntemi sürekli değiştirirken hedefi hep aynı kalıyor.

Genelkurmay başkanlığı görevine başlamasının kırk beşinci gününde Aktütün saldırısıyla muhatap olan Orgeneral İlker Başbuğ'un, Nazımiye saldırısı sonrasında yapılan değerlendirmeleri sert bir dille eleştirmesi ve 'mütareke basını benzetmesi' yapmasını anlamak mümkün değil. Açıklamanın her karakol saldırısı sonrasında yapılan standart bir beyanat olduğunu ve bunun TSK'nın probleme bakıştaki zihniyeti göstermesi bakımından simgesel bir anlamı olduğunu belirtmeliyiz. Hadiseyi basit bir karakol saldırısı olarak ele almak ve eleştirileri 'mütareke basını' yaftasıyla yaftalamak problemi ortadan kaldırmıyor. Geldiğimiz noktada problemin tanımlanması da dâhil olmak üzere mücadele yöntemi ve çözüm konusunda önemli hatalar bulunuyor.

TSK, bırakın sivillerin eleştirilerini, kendi mensuplarının eleştirilerini dahi değerlendirip bir özeleştiri yapmıyor/yapamıyor. TSK saldırılarla ve karakolların fizikî yapısıyla ilgili eleştirileri cevaplandırmak ve 'ortak aklı' kullanmak yerine tartışmayı bambaşka bir noktaya çekiyor. Karakol baskınlarını değerlendiren Genelkurmay eski başkanlarından Orgeneral Necip Torumtay saldırılarla ilgili şunları söylüyordu. "...sınır hattı üzerindeki karakollarımız barış koşullarına göre ve daha ziyade kaçakçılığı önleyecek biçimde seyrek bir düzenle, gözetleme ve devriye sistemiyle sınırı kontrol ediyordu".(1) Başbuğ'un son açıklaması karşısında Torumtay'ın eleştirisini nereye koyacağız? Ülkenin diğer bölgelerinde düğünlerde çıkan kavgaları engellemek, adi olayları kontrol etmek üzere kurulan karakolların Doğu'da profesyonel teröristlerin karşısına açık hedef olarak konulmasını kabul etmek mümkün mü?

Hakkâri Dağ Komando Tugay Komutanlığı dâhil bölgede uzun süre görev yapan Osman Pamukoğlu Paşa'nın bu konudaki görüşleri ise şöyle: "...jandarma karakollarının hemen hemen hepsi hiçbir askerî düşünce dikkate alınmadan kaçakçılık yollarını kapatacak şekilde inşa edilmişti. Binalar çukurların, vadilerin, göçük alanlarının dibindeydi".(2) Bir mesele daha ne kadar açık anlatılabilir ki? Yine aynı bölgede uzun süre görev yapmış ve yaşadıklarını analitik bir dille kaleme almış olan Hakkâri Dağ Komando Tugay Komutanı Alaattin Parmaksız Paşa ise karakolların basılma nedenlerini şöyle sıralıyor: "...Karakolların konumu ve fizikî yapılarının elverişsiz olması; Karakollardaki fizikî kuvvet miktarının yetersizliği; Arazi yapısının elverişsiz olması; Karakolların yapısının sabit, düşmanın hareketli olması; Gece havadan takviye imkânının olmaması; PKK ile halkın işbirliği durumu". (3) İfadeler birbirinin kopyası gibi. Bölgede görev yapan komutanlar değişse de sorun ve sorunun tarifi değişmiyor. Çözüm noktasında bir arpa boyu ilerleme sağlanamıyor. Cumhuriyet'in ilk yıllarında kaçakçılığı ve sınır geçişlerini engellemek için kurulan karakollar 'düşük yoğunluklu çatışmanın' kolay hedefi haline gelmiş durumda.

PKK'nın amacı ne?

Nazımiye saldırısının PKK'ya bakan boyutunun iç siyasetle doğrudan ilgili olduğu görülüyor. PKK eylemleriyle siyaseti istikrarsızlaştırmak isterken, iktidarı kendi içinden çatlatma ve 'statükoyu' güçlendirme amacı taşıyor. Sarıyayla baskınına bu eylemin "amacı ne?" ve "kime hizmet ediyor?" soruları penceresinden bakıldığında olayların arka planı çok daha iyi görülecektir. PKK bir yandan bölgede psikolojik üstünlüğünü pekiştirmek ve 'yıkılmadım, ayaktayım' demek isterken diğer yandan 'açılım' sürecine dâhil olmak istiyor. Bu iki çelişen talebin bir sonucu olarak ise şehit cenazelerinde yükselen tansiyonla hükümetin elini zayıflatıp, 'demokratikleşme' adımlarını sabote etmeye çalışıyor.

Bu tür iddialar bazı kesimler tarafından 'komplo', 'yakıştırma' olarak nitelendirilse de PKK'yı yakından takip edenler için bu sürpriz değil. Geçmişteki Tuzla tren istasyonu hadisesi, Bingöl'de 33 erin şehit edilmesi, en son Reşadiye saldırısı insanda 'deja vu' hissi uyandırıyor. Yani ben bunu daha önce görmüştüm hali. Özellikle 1993 barış süreci, 22 Temmuz seçimleri ve cumhurbaşkanlığı seçimi gibi kritik dönemlerde ortaya çıkan eylemler soru işaretlerinin çoğalmasına yol açıyor. PKK içindeki derin yapılanmalar bir sır olmaktan çıkmış durumda. PKK bu eylemleriyle hem Kürt meselesinin çözümünü hem de Öcalan'ın pozisyonunu zora sokuyor. Fakat bu noktada 'yekpare ve bütün bir PKK'nın olmadığını ve zaman zaman başka suflörlerin devreye girdiğini belirtmek gerekiyor.

PKK bu tür eylemleriyle henüz bölgedeki kanaat önderlerini olmasa dahi Kürt meselesinde farklı düşünen Batı'daki liberalleri ve demokratları kaybediyor. Reşadiye saldırısı sonrası bölgede başlayan özeleştiri süreci KCK operasyonlarıyla son bulmuş ve yeniden en başa dönülmüştü. Yeri gelmişken, KCK operasyonlarının, iddia edildiği gibi terörün engellenmesinde bir çözüm olmadığı bu eylemle bir kez daha görüldü. Fakat bu defa başka bir kontra hadise olmazsa Nazımiye baskını PKK'ya yönelik eleştirileri yeniden tetikleyebilir. Anayasa'nın değiştirilmesi konusunda CHP ve MHP'nin yanında ret cephesinde yer alması konusu başta olmak üzere bir yandan 'operasyonlar dursun' deyip diğer yandan devleti 'operasyon yapmaya' kışkırtmak toplumun gözünden kaçmıyor. Silahlı mücadeleyle bir yere varılamayacağı açık biçimde görülürken bu yöntemde ısrar etmek ve karakola saldırı düzenlemenin ikna edici mantıklı bir açıklaması bulunmuyor.

Bütün bunların yanında Nazımiye saldırısı hepimize bir kez daha "boşaltılan köyler, alınan ileri teknoloji, TSK'nın mücadele stratejisinde yapılan değişiklikler, sağlanan savaş tecrübesi, edinilen istihbarat, yapılan sınır ötesi operasyonlar, oluşturulan korucu kadroları" gibi tedbirlerin yeniden ele alınmasını ve mevcut mücadele konseptinin değiştirilmesi gerektiğini gösterdi. Geldiğimiz noktada TSK'nın mücadele stratejisi topyekûn iflas etmiş durumda. TSK bu eleştiriler karşısında muhakkak ki daha kâmil bir tavır geliştirmeli ve en azından bu defa yapılan tenkitleri anlamaya çalışmalıdır.

Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis karakol saldırıları hakkında şunları söylemişti: "...bunların yüzde sekseni tam hudutta. Bunlar daha önce kaçakçılığı önlemek maksadıyla kurulmuş. Sizin tertipleriniz arttıkça hudutta baskın yapacaklar da ona göre kendilerini ayarlıyorlar. İnisiyatif onların elinde." Şimdi sormak gerekmiyor mu bu karakolların ne kadarının yeri değiştirildi? Ne kadarı yeniden yapılandırıldı? Ne kadarı boşaltıldı? Ne kadarı güçlendirildi? Ne kadarına profesyonel kadrolar yerleştirildi? Bu soruları sormak hakkımız değil mi?

(1) M. Ali Kışlalı, Güneydoğu, Düşük Yoğunluklu Çatışma, Ümit Yayıncılık, 1996, (2) Osman Pamukoğlu, Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok, İnkılâp Yayınevi, 2006, (3) Alaattin Parmaksız, Burası Hakkâri, Birharf Yayınları, İstanbul, 2007

ZAMAN

Haber Ara