"Erdoğan verdiği 'nükleer' sözü tutmadı!"
ABD'de İsrail'in nükleer silahlarına karşı tutum alma çağrısı yapmayı vaat eden Erdoğan, Türkiye'nin gücünün sınırlarına tosladı.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-04-16 10:40:00
Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan başlarda sanki Hamas için bir gösteriye önderlik ediyor gibi görünüyordu. Ateşli tutumlar sergiledi; katılımcıların duyguları kendisini neredeyse İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ın İsrail’in sonunun yaklaştığına dair söylemlerini tekrarlayacak kadar körükledi.
Erdoğan son iki yılda İsrail’i eleştirmek için hiçbir fırsatı kaçırmadı. Hatta İsrail’i Ortadoğu’daki bütün sorunların sebebi olarak gördü. Son dönemde Gazze’de belirli aralıklarla yaşanan basit çatışma haberleri konusunda bile yorum yapar oldu. Son Fransa ziyaretinde uluslararası toplumun İsrail’in nükleer programını gözardı ettiğini dile getirdi, bu konuyu Washington’da yapılan Nükleer Güvenlik Zirvesi’nde gündeme taşımakta kararlı olduğunu açıkladı ve ‘katılımcı ülkelere, İran’ın nükleer programı incelemeye tabi tutulurken Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’nı imzalamayan ve sınırsız bir özgürlük içinde dilediğini yapan İsrail’in nükleer silahlarına karşı tutum alma çağrısı yapacağını’ belirtti.
Somut çıkarlar söylemle çelişince...
Fakat zirve geçti ve Erdoğan konuyu gündeme getirmedi. Üstelik tehditlerinin İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun zirveye katılmaktan ve yardımcısı Dan Meridor’u göndermekten vazgeçmesine yol açtığının söylenmesine rağmen... Acaba bunun sebebi ne?
Öncelikle, zirve fikrini ortaya atan Barack Obama yönetimi, ilgili ülkeleri atışmalardan uzak durup somut adımlar atmaya sevk ederek zirvenin başarılı olmasına özen gösterdi ve açık bir hedef belirledi. O da nükleer materyalin teröristlerin eline geçmesinin nasıl önlenebileceğiyle ilgiliydi. Bu hedef, birçok ülkenin bu tehdidin belirli bir zaman diliminde uzaklaştırılmasını garanti edecek önlemler alma taahhüdüne yansıdı.
İkincisi zirvede süper devletler, somut çıkarlar ve gerçekçi seçenekler mevcuttu; tutumların farklı kriterlere göre formüle edilmesi gerekiyordu. Sözgelimi Çin en önemli çıkarlarını gözetmek, İran dosyasında esneklik göstererek uluslararası toplumla birlikte yürümek, Washington’ın İran’la ilişkisinde baz aldığı yaptırımlar ve müzakereler için ‘çifte süreç’ ilkesini benimsemek zorunda kaldı.
Üçüncüsü, Erdoğan ülkesinin uluslararası politikalarda yol açabileceği etkinin sınırlarının farkındaydı. Keza ülkesinin Batı’yla ilişkilerine dayatabileceği değişimin sınırlarının da. Zira Türkiye NATO üyesi, topraklarında Amerikan üsleri bulunuyor ve ticaretinin büyük kısmını AB, ABD, Rusya ve Japonya’yla yapıyor.
AKP’nin iktidara gelmesinden beri, Türkiye’nin uzun yıllar Arap ve Müslüman bölgesiyle ilişkilerine damgasını vuran tablodan farklı bir tablo sunmaya çalıştığı, İslamcı köklerle hareket ettiği, İslamcı seçim tabanına dayandığı, ülkesinin tarihi ve coğrafi uzantısını oluşturan Doğu’yla ortak çıkarların dokunmasında fayda gördüğü doğru. Ancak pratikte daha büyük çıkarlarla çelişen siyasi söylemlere dayanmak zorunda kalma ikilemine düştüğü de bir gerçek. Özellikle de Doğu bölünmüşken ve politikaları homojen değilken... Bu nedenle Türkiye’nin İsrail’e yönelik tutumları Arapların 60 yıllık söylemiyle aynı noktaya geldi. Bu söylemin somut çıkarlar sınırını aşmasına izin verilmiyor.
(Londra’da Arapça yayımlanan Hayat gazetesi, 15 Nisan 2010)
Kaynak: Radikal
SON VİDEO HABER
Haber Ara