Dolar

34,9489

Euro

36,7140

Altın

2.992,18

Bist

10.125,46

'Hükümet cesur adımlar atıyor'

Başbakan’ın açılımla ilgili görüştüğü sanatçıların içinde yer alan Rojin Sanattan açılıma, TRT Şeş macerasından aldığı tehditlere kadar birçok konuyu açıklık getirdi.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-03-16 00:30:00

'Hükümet cesur adımlar atıyor'
Başbakan Erdoğan’ın açılımla ilgili görüştüğü sanatçıların içinde yer alan Rojin Sanattan açılıma, TRT Şeş macerasından aldığı tehditlere kadar birçok konuyu açıklık getirdi.

- Başbakanla görüşmenizden başlayalım; oradan da çokça tartışılan ‘TRT Şeş’ serüveninizi değerlendiririz.. Geçtiğimiz günlerde bir grup sanatçı ile birlikte Başbakan’ın davetine katıldınız. Başbakan’la ne konuştunuz?

- Başbakan tarafından Türkiye’nin sorunlarını, en önemlisi de ‘açılım’ı konuşmak için davet edilmiştik. Ancak katılımcılardan kişisel taleplerini dillendirenler, açılım dışında konuşanlar da oldu. Davetin içeriğine uygun olarak konuşan arkadaşlarımız da vardı. Özellikle Yavuz Bingöl ve Feryal Öney olumlu şeyler söyledi.

- Diğerleri ne gibi sorunlar dile getirdiler?

- Genelde VIP’i kullanma, sanatçılara yeşil pasaport verilmesi gibi konuları dile getirdiler. Ben, ağırlıkla çocuk tutuklular konusuna zaman ayırdım. Çocuk tutukluların durumunun bir sorun olduğuna inanıyorum, sorunun çözümü için bir yerden başlamak gerekiyorsa, bu çocuk tutukluların sorunlarını çözmek olmalı.


- Çocuk tutuklularla ilgili neler konuştunuz? Başbakan’ın tepkisi nasıldı?


- Başbakan’a tutuklu çocuklarla ilgili hazırladığım bir dosyayı sundum. Filistinli çocuklar için isyan ediyoruz. Oysa Türkiye’de daha ergenlik çağında olan, yaşamlarının en problemli dönemindeki çocukların hapishanede tutulmalarına göz yumuyoruz. O yaşta çocuğu olan hangi anne baba buna tahammül edebilir? Sayıları ne olursa olsun, potansiyel öfke taşıyan insan, bu çocuklar. Korkunç bir durum... Belki biz de, onların ruh halinde çocuklar olsak sokağa çıkar aynı şeyi yaparız. Başbakan’a, çocukları anlamak gerektiğini söyledim. Cem Garipoğlu, bir insanı parçalamasına rağmen, çocuk mahkemesine çıkarılıyor, yaş tespiti için birçok kez Adli Tıp kurumuna gönderiliyor. Oysa bu çocuklar 14-15 yaşlarında ve yetişkinlerin yargılandıkları mahkemede ‘terör zanlısı’ olarak yargılanıyorlar...

- Sadece çocuk tutuklular sorununu mu dillendirdiniz? Basına daha çok bu yansıdı...


- Sunduğum rapor çocuk tutuklularla ilgiliydi. Diğer konuları da dile getirdim. Örneğin 1925 yılında yayınlanan Şark Islahat Planı çerçevesinde bütün Kürtçe eserlerin Türkçeye çevrilmesi konusunu söyledim. Biliyorsunuz, bu plan ile asimilasyon politikalarının tohumu atılmış ve Türkleştirme politikaları etkin bir şekilde başlamıştı. Türkçeye çevrilen bütün Kürtçe eserlerin, TRT’de arşivi var. Kürtçe eserler çevrilmiş ve her biri çevirenin eseri gibi ya da isimsiz bir şekilde, anonim eser olarak Türkçe arşivine alınmış. Köy isimlerinin teslimi konuşuluyor; köy isimleri gibi bu eserler de asıl sahibine teslim edilmeli. Sonra biliyorsunuz, bölgeye Türkçe müzik yapan bütün sanatçılar geldi. Poptan arabeske, halk müziğine kadar gelmeyen hiçbir sanatçı kalmadı. Kürtçe okuyanların da Türkiye’nin batı illerine gitmesi gerektiğini dile getirdim. Ben kendimi bu konuda şanslı sayıyorum. Karadeniz’e, Ege’ye gittim ama diğer Kürtçe okuyan arkadaşlarımın batı illerinde konserler vermesi için yerel yönetimlerin destek vermesi gerektiğini, Türkçe Kürtçe şarkılarla açılım sürecine daha çok destek olunacağını, müziğin, sanatın insanları birbirine yakınlaştıracağını, bunların gücünden faydalanmamız gerektiğini söyledim. Sayın Başbakanla Kürtçe kurslarla ilgili de konuştum. Mesela bir kursta yalnızca Kürtçe olduğu zaman o kursun yaşama imkânı yok. Mevcut yönetmelik Kürtçe dil kurslarına Kürtçe dışında başka bir kurs imkânı tanımıyor; bu nedenle kurslar yaşayamıyor. Yönetmeliğin değiştirilmesi gerektiğini, Kürtçe kurs varsa kursun kurucuları İngilizce, Fransızca, İtalyanca, hatta sürücü kursu da açabilsinler ki o kurs yaşasın. Kürtçe kursların kapanmalarının bir nedeni de buydu.

- TRT Şeş konuşuldu mu?

- Başbakan, elimizi taşın altına koymamızı istedi. Ben TRT Şeş’te elimi değil bedenimi taşın altına koyduğumu ve ne yazık ki ilk harcananın da ben olduğumu, söyledim. Aslında TRT Şeş’in yayın politikası çok farklı olabilirdi. Koruyan, kollayan bir yönetim olsaydı “Buyrun, derdiniz ne?” diye sorardı. Ama “Derdiniz ne?” diye soran hiç bir merci olmadı.

- Devlet kurumları daha sorumlu davranmalı, değil mi?

- Elbet daha sorumlu davranmalı. Örneğin, Kültür bakanlığı Türkçe bir çok eser yayınlıyor ve bedelsiz veya çok düşük ücretlerle her yerde dağıtıyor. Melayê Cizîrî’nin, Ehmedê Xanî’nin, Cegerxwîn’in yakılmış, yasaklanmış, ortadan kaldırılmış eserlerinin Kültür Bakanlığı tarafından yeniden basılması bu sürece ciddi bir ivme katar. Kültür Bakanlığı kitapları yeniden derleyebilirler, arşivleyebilir, halka ulaştırabilir. Bu Kürtler için de elzem bir ihtiyaç. Ayrıca özel kanalların Kürtçe yayına geçmesi için teşvik edici önlemler de alınmalı. Elbet hep olumsuzluklar yok. İyi şeyler de var. Örneğin TRT Şeş’le ilgili Sayın Başbakan’ı ve Hükümeti tebrik etmeden geçmemek gerekiyor. Bu önemli bir adımdı. Yıllarca yasaklanmış bir dil için yapılanları, atılan iyi niyetli adımları görmemek tamamen ön yargı olur...

- Birçok kesim, özellikle de hükümete şüpheyle bakanlar Başbakan’ın samimiyetini tartışıyor. Siz konuşurken sanıyorum Başbakan konuştuklarınıza bir tepki vermiştir. Kuşkusuz bir samimiyet ölçme cihazı yok ama Başbakan’ın tepkilerinden yola çıkarak değerlendirirseniz, neler söyleyebilirsiniz?

Bütün bu olan bitenlere bakınca bütünü değerlendirmek daha yerinde olur. Ergenekon davası kapsamında yayınlanan belgelerden de anlıyoruz ki bir kesim Kürtlere de, Türkiye’ye de büyük zararlar vermiş. Bu hükümet cesur adımlarla bu süreci deşifre ediyor. Bu yönüyle yaşananları görmezden gelmek bana haksızlık gibi geliyor. Bunları yan yana koyduğumda, kişi olarak Başbakan’ın samimi olduğuna inanıyorum. O gün durmadan notlar aldı ve “Rojin kardeşimin dediğine katılıyorum,” diyerek de konuşmalarıma olumlu tepkiler verdi. kalabalık olabilir, fırsat olmayabilir inancıyla arada çocuklarla ilgili hazırladığım dosyayı verip konuşayım istedim.birebir konuştum. Toplantıda üçüncü konuşmacıydım. Bu nedenle sunduğum dosyayla ilgili ayrıntılı bilgi verme şansını da elde ettim. İzlenimim o ki Başbakan’ın sorunları çözme gibi bir derdi var; sorunları çözmek için çabalıyor.

- Bir röportajınızda soruyorlar, “Adınız Kürtçe. Bir Kürt coğrafyasında büyümüşsünüz. Dolayısıyla politik görüşünüz de ortaya çıkıyor.” Sanki bu sıfatlar sizin politik bir yerde durmanızı gerektiriyormuş gibi bir durum var ortada.

- Bir kere söyledim o da yanlış anlaşıldı. Benim adımın önüne Kürt sanatçı koymayın, dedim. Sezen Aksu’ya Türk sanatçı diyor musunuz? Bunu da bazıları doğru anlamadı, Kürtlüğümü inkar ettiğim gibi yorumladı.. Orhan Pamuk’a nasıl “Türk Yazar” denmiyorsa, Mehmet Uzun’a da “Kürt Yazar” demek doğru gelmiyor bana.

- Burada Kürtlere pozitif ayrımcı davranmak gerekmiyor mu? Bu sıfatlar Kürtlere yasaktı. Kürtlerin böyle bir şeye ihtiyacı yok mu? Farklılık var…

- Ben bu açıdan bakmıyorum. Bu ülkede yaşıyorum. “Sanatçı Rojin” demeleri, daha doğru. “Kürt Sanatçı,” demeleri bana doğru gelmiyor. Gerek yok ki. “Kadın sanatçı” demek de doğru değil. Aslında bu ayrımcılığın ta kendisi. Bu sıfatlar bende, “Ne Mutlu Türküm Diyene,” gibi bir etki yaratıyor. Milliyet gururlanma kaynağı olamaz. Ancak yetenekler olabilir.

- Sanıyorum kamuoyu biraz da TRT Şeş serüveninizi merak ediyor. TRT Şeş’i sadece üç kelimeyle ifade ediyorsunuz; “Gittim, gördüm, geldim.” Bu kadar mıydı gerçekten? “Gittim, gördüm, geldim”in dışında, belki de o süreci ileriye taşıyabilecek noktalarda da yardımcı olmak gerekir, diye bunu soruyorum. Görünen o TRT Şeş’e bir kesim biraz da ticari olarak yaklaştı. Bazı adımlar, hiç ilgisi olmayan insanlarla, TRT Şeş’in Türkiye’ye ne katacağından öte birilerinin ne kazanacağı düşünülerek atıldı. Siz yeteneklerinizle oraya gitmiştiniz. Gidişiniz de ayrılışınızda çok tartışıldı. Bu konuyu biraz daha açmak mümkün değil mi?

- TRT Şeş’te atılan adımın boyutunu bilen, Kürtleri tanıyan insanların olması gerekiyordu. Kurumun başında, Kürtleri, Kürt tarihini, televizyonculuğu iyi bilen, entelektüel, aklı başında biri olmalı, TRT Şeş ile çalışan yapım şirketleri de Kürtlerle haşır neşir, televizyondan uzak olmayan şirketler, kurumlar olmalıydı. Televizyonculukla, Kürtlerle, Kürt tarihiyle, Kürt diliyle alakası olmayan, sadece maddi kazanç amaçlı kurumlarla iş yapmak hüsrana yol açabilir. TRT Şeş’te yetmiş program yaptım. Ne yazık ki programın içini boşaltıp anlamsız bir şey olması için keyfimizi kaçıracak çok şey yapıldı. Hal böyle iken orada durmamın bir anlamı yoktu. Oraya para için gitmediğim çok açık. Bu insan bugüne kadar ne yapmış ve bundan sonra ne yapacak? Onu değerlendirmek lazım. Maalesef toplumumuzda skolastik, dogmatik bir bakış açısı var. “Oraya gittiyse amacı para, popüler olmak falan...” derler. Böyle basit çerçeveden insanları küçülterek bakma, toplumumuzda gelenekselleşmiş. Bunların hiçbirini önemsemedim. Ama orada durulamayacağını anladığım noktada, öncelikle kendime saygım için ayrıldım. Ayrılmam gerekiyordu. Dilekçemi verdim, eğer benim taleplerim yerine gelmezse ben bu programa gelmiyorum, dedim.

-Kürtler arasında da Rojin çokça tartışıldı, konuşuldu. Kürtlerin önemli bir kesimi Rojin’in TRT Şeş’e gitmesini kabullenemedi. İşin asıl saiklerine cevap vermek yerine, Rojin’i hedef tahtasına koyanlar da oldu.

- Ünlü bir sözdür: Taşlanmayı göze almayan taçlanmayı göze alamaz. Elbet ben taç taksınlar diye değil, ama sorumluluğumu yerine getirmek için orada olmalıyım, diye düşündüm. Dilimi biliyorum, Kürtçeye hakimim. Ne yaptığımın farkındayım. Birilerinin güdümünde yaşayan, birilerinin kolları altında onlara yaslanarak yürüyen insanlardan olmadım, olmayacağım da. Doğrusu, öyle büyük laflar da konuşmak istemiyorum. Ama kendimce doğru olanı yaptım. Ölümü, tehdidi, hakareti, her türlü olumsuzluğu göze alarak oraya gittim. Bugün de geriye dönüp baktığımda doğru yaptığımı düşünüyorum.

- TRT Şeş’ten ayrıldıktan sonra özellikle eleştirel bakanlardan size dönük nasıl tepkiler geldi?

- Doğrusu eleştirel bakanlardan övgü beklentisi içinde değilim, sövmesinler yeter. Boş bir alkıştansa, aklı başında insanların sessizce onamasını beklerim. Tribünlere oynamaya gerek yok. Tribüne oynamak o anda hoş gelebilir ama zaman içinde tribüne oynayanların nasıl döküldüğünü gördük. Mesela TRT Şeş’te program yapan bir arkadaşımıza, Mihemedo şarkısını sormuşlar, demiş ki; “Mihemedo şarkısı teröristlerin öldürdüğü bir Mehmetçik üzerine yazılmış.” Böyle bir cehalet olabilir mi? Yani Mihemedo şarkısı bu mudur? Biz öyle insanlar mı istiyoruz? Popülerliğin kötü olduğunu söylüyoruz. Popüler olan insanın aklı başında, doğru şeyler yapmasını konuşmasını mı istiyoruz? Popüler insanın yanlış bilgiler verip kötü bir Kürtçe konuşmasını mı istiyoruz? Şuna artık karar vermemiz lazım: Dilimizi seviyor muyuz sevmiyor muyuz? Dilimizin yaşamasını istiyor muyuz istemiyor muyuz? Çünkü yaptığımız her işte önemsememiz gereken dilimizdir, kültürümüzdür.’

- TRT Şeş’te çalıştığınız süre boyunca rahatsız edici bir tepki, tehdit geldi mi?

- Geldi tabi. Telefonla tehditler, kapıma kanlı bezler... Anahtarımı kapıya soktum kıpkırmızı kan gibi boya, anahtarı çektim bir baktım, kan kırmızı boya.. Bomba imha ekibi geldi, sabaha kadar uyumadım. Ben inadına, evimden çıkmayacağım, dedim. Öldürmek isteyen varsa gelsin öldürsün. Bir canım var ne olacak...

- Haldun Dormen’in Diyarbakır’da sergilediği Kürtçe oyunun prömiyerinde TRT Şeş’te ordaydı. TRT Şeş muhabiri, hem Ahmet Türk hem de Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanından röportaj aldı...

- Tabi ki... Dediğim gibi bu tarihsel bir süreç... Bu toprakların kaderinde çok demode bir laf: “Hain.”


- Ayşe Şan da haindi bir dönem, biliyor musunuz?

- Biliyorum tabi. Televizyonda yayın yaparken Ayşe Şan, Meryem Xan’la ilgili anma günleri yapıyordum. Orda da dedim ki; Saddam’ın radyosunda çalışan bu değerli sanatçılar bir dönem hain ilan edildiler. Ama onlar o radyoda çalışmasaydı şu anda bu eserler bize ulaşmayabilirdi.

- Rojin tiyatro eğitimi aldı ama müzikle sürdürdü. Tiyatro da çok önemli. Onun sürekli dünyasında var olan bir olgu. Kürtçe tiyatroya da giderek ilgi başladı. Rojin ne düşünüyor, gelecekte Kürtçe tiyatro ile ilgili bir projesi var mı ya da bir projede yer alır mı?

- İkisi de görsel sanatlar. İnsanlara hitap eden, insanları etkileyen... Meslek diyemiyorum bu ikisine de... Tiyatro yapmak istiyorum, çok da özlüyorum ama şu anda yapımcı, yönetmen gibi bir role soyunmayı düşünmüyorum. Belki yıllar sonra... Çünkü tiyatro gözümde çok büyük bir yerde. Oyuncu olarak tabi ki istiyorum. İyi bir proje olursa, özellikle Kürtçe bir müzikal olursa, iyi bir sinema filmi olursa çok anlamlı olur ve oynamayı düşünürüm. Tabi Türkiye’nin Kürtçeye bakışı da önemli... Tiyatro, Diyarbakır’da olabilir. Ama batıda henüz kafalarda bir açılım sağlanmış değil. Kafalarda açılım sağlanmış olsaydı, çok şey değişirdi. Yılbaşı geçti. Türkiye’de bir çok kanal var. Bir tane Kürtçe okuyan arkadaşım, bir tane Ermenice okuyan arkadaşım bir kanalda bile ekrana çıkarılmadı. arkadaşlarımız ekrana çıksaydılar hoş olurdu. En azından devletin dışında başka birileri de bu dili hoşgörüyle sahiplenmiş, diye hissederdik. Henüz kafalar açılmamış yani. Bir kere o afyonun patlaması lazım. Buna da biraz zaman lazım tabi.

- Açılımı, başbakandan aldığınız enerjiyi de dikkate alırsanız ne kadar bir süreye yayıyorsunuz? Yani kaç yıllık bir süre içerisinde olabilir veya olması lazım? 2011’in yaz aylarında bir seçim var.


- Bilmiyorum ne kadar sürer. Ama kısa sürmeyeceği bir gerçek. Kolay bir süreç değil. Sancılı olacak. Çünkü çok zor bir şey yaşadığımız. İki birey arasında, iki aşiret arasında yaşanan kavga bu kadar zor çözülürken, bu kaç yıllık mesele... Onun için çok kolay olacağını, çok çabuk çözüleceğini düşünmüyorum.

- Sanırım sürecin hızlı ilerlemesi için iki tarafında anlayışlı olması lazım.

- Eğer birbirimizi anlamaya çalışmazsak, çözüm için karşılıklı anlayış göstermezsek iş yokuşa gidecek ve hepimize zarar verecek. Başbakan o gün çok ciddi rakamlar verdi. Üç yüz milyar dolar... Çok ciddi bir rakam. Üç yüz milyar dolar hepimizin hayatından alınan, hepimizin cebinden çıkan bir şey. En önemlisi canlar, bir de. Parayla ölçülemeyecek, en önemli kıymetimiz olan genç insanlarımız gitti. Asker olsun, dağdaki insanlar olsun hepsi sonuçta ana baba evladı, can...

- Tam bu noktada bir temenni ile bitirelim. Canların yitmediği, herkesin özgür olduğu, insanların, halkların eşit olduğu demokratik bir Türkiye’de yaşayabilmek dileğiyle...

Kaynak: ilkehaber

Haber Ara