Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Gazze işgalinde gerçek ve sonuçlar

Yahudilerin hayatta kalması, özgür ekonomilerin başarılı olması için hayatî bir öneme sahiptir. Şayet İsrail bastırılır veya yıkılırsa, her yerde, kapitalizmi ve özgürlüğü hedef alan güçlere karşı direnemeyeceğiz.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-03-09 10:07:00

Gazze işgalinde gerçek ve sonuçlar
Haber Merkezi / TİMETURK

Bu makale, Norman Finkelstein’ın, Gazze savaşı hakkında önemli ve yeni kitabı “This Time We Went Too Far- Bu Kez Çok Daha Uzaklara Gittik)’ten iktibas edilmiştir.

Norman Finkelstein*

İsrail’e olan bu kamuoyu öfkesi, damdan düşer gibi aniden oluşmadı, daha çok İsrail’e olan desteğin kademeli olarak en aşağı seviyelere inmesiyle kendini belli etti. ABD ve Avrupa’da gerçekleştirilen ve Yahudilerle, Yahudi asıllı Dönmelerin veya iki kimlikli Yahudilerin de dâhil olduğu bir kamuoyu araştırmasında, geçtiğimiz on yılda İsrail’in siyasetine karşı bir eleştirinin gittikçe arttığı neticesi ortaya çıktı. Ölümün dehşet verici resimleri, savaş esnasında ve sonrasında meydana gelen yıkımın bütün dünyada canlı olarak seyredilebilmesi İsrail hakkındaki eleştirileri hızlandırdı ve çapını büyüttü. İngiliz gazetesi British Financel Times bir yıl sonra, hem de İsrail yasaların üstünde değil hatırlatmasında bulunarak, “Patlamaya hazır bu bölgede, savaşın artıran ve ölümcül sıklığı milletlerarası düşüncede yön değişikliğine sebep oldu”ğunu yazdı. İsrail artık şartları dikte edemez!”. İşte böyle yorumlarda bulundu İngiliz bu gazetesi.

ABD’de gerçekleştirilen bir kamuoyu yoklaması, ABD’nin İsrail’i desteklemesi gerektiğine inananların sayısı yüzde 69’dan yüzde 44’e düşmüşken, Gazze saldırısıyla beraber, Haziran 2009’da yapılan son kamuoyu yoklamasında, kendilerini İsrail’in destekçileri olarak tanıtan seçmenlerin oranında yüzde 69 düşüş olduğunu göstermektedir ki, bu oran Gazze’ye saldırıdan önce yüzde 49’du. Çılgına dönmüş nefret, kendi erdemiyle ateşlenmek ve bağlılık kamuoyunu kontrol edebilir veya sindirebilir. İsrail, doğan güneş ışıkları altında işlediği kitle katliamdan kaçabilecekmiş gibi, Gazze’deki cinayetlerine devam etti. Batı’nın resmî desteği İsrail’in arkasındayken, beklenmedik bir şekilde bütün dünyada yükselen halkların öfkesi patladı. Çünkü bu öfke, Lübnan’da yapılmış, İsraili mahveden alçaklıklar veya Gazze halkına karşı girişilmiş acımasız zulümden dolayı veya sırf korkaklık saldırganlığından dolayı meydana çıktı ve Gazze işgali kamuoyunda, 1965 yılında, Sharpeville’deki Güney Afrika ırk ayrımcılığı katliamına gösterilen tepkiyi andıran bir şekilde, uluslararası reaksiyonun bir dönüm noktasında olduğunu gösterdi.

Yahudi diasporasındaki resmî toplum örgütleri İsrail’le eskiden beri olan bağları sebebiyle, körü körüne İsrail’e öngörülen desteği verdi. Fakat aynı zamanda, taze ve ilerici Yahudi örgütleri, za veya ço kendilerini İsrail’i desteklemekten uzak tuttu. Geçmişte ana mecradaki Yahudilerin İsrail savaşlarını desteklemelerinin aksine, Gazze işgali esnasında birbirine zıt hisler içinde olduğu kaydedilen çoğunluğun, İsrail’in savunulmasında neşeli görünen eski azınlıktan ayrı olarak, yaygın genç azınlık sert bir şekilde, İsrail’i desteklemediklerini ilan etti. Genç Yahudi nesille, İsrail dövüşkenliği arasındaki soğukluğun büyümesi ve Yahudilerin genel olarak vicdan azabı hissetmeleri misalleriyle Gazze katliamı, Yahudilerin İsrail’in savaşlarına şimdiye kadar olan desteğinde bir kırılma başladığını göstermektedir. Buna ilaveten, birçok Avrupa ülkesindeki gösterilere katılanlar daha çok heterojen (içlerinde önemli miktarda Yahudi de var), İsrail taraftarı göstericiler ise hemen hemen belli Yahudilerden müteşekkildir.

Kolej kampüslerinde söylediği, İsrail’i destekleyen Yahudi etnik esasa dayalı bir franksiyonu gözden düşürmesinin aksine, ana mecradaki Arab-Müslüman özünden daha ötelere ulaşan İsrail siyasetine aktif muhalefet, bu tür muhalefet anlayışının başı çektiği yerde, çarpıcı bir işarettir. “Güzel” İsrail çağı geçmiştir, görülmektedir ki, değişmez ve çirkinleşmiş İsrail son yıllarda, kamuoyu şuurunda büyümekte olan bir utançla, yer değiştirmektedir. İsrail’in tavrı öncekinden daha kötü olduğu belli değil, kayıtaltına alınan bu tavır, nihayetinde, önceki tavrına yaklaşmıştır.

Hakikat artık ne inkâr edilebilir ve ne de reddedilebilir. Saygın tarihî temellerle sınırları belirlenmiş Arab-İsrail savaşının dökümantasyonu, Aslan Uri’nin Çıkışı(Leon Uris’s Exodus) gibi yaygınlaştırılmış versiyonlarla çatışmaktadır. İtibarlı ana mecradaki örgütler tarafından derlenip, toplanan İsrail’in insan hakları ihlâlleri, övülmüş “masum silahlar” itiraflarıyla uzlaştırılamayacaktır. Saygın yargı ve siayasî organların müzakere heyetleri, bakışlarını ikna olmamış bir sertlikle, İsrail’in Övgüyle bahsedilen çatışma barışçıl bir çözümdür itirafına çevirir. Uzunca bir süredir, İsrail “destekçileri”, “Holokost” ve “yeni anti-Semitizm” ikiz kılıçlarını kullanmak suretiyle, kayıtlı bu toplanmış belgesel kayıtların etkisini başka yöne çevirmektedir.

Yahudilerin, 2. Dünya Savaşı esnasında katlandıkları büyük acılardan sonra, ahlâkî ve meşrû konvansiyonlardan vazgeçemeyecekleri düşünüldü ve İsrail’in tenkidi, şimdi yeniden dirilen Yahudilerin öfkesi sayesinde yol almaya başladı. Bununla birlikte bu kaçınılmaz ahmaklığın aşırı kullanımından ayrı olarak, Yahudilerin çektiği acılaranı hatırlatılması gibi şeyler, İsrail’in, kamuoyunun anamecrasında eleştirilmesinde daha az bir tesire yol açtı. Bu tenkidin yönünü değiştirebilmek için, özürcüler şimdi, İsrail’in milletler camiası dışına itilmesi muhasebesinde bulunarak, saçma sapan teroilerle, hokkabazlık yapmakta. Reagancı ekonomist gurusu George Gilder, serbest pazar sisteminin ferdleri özgür bıraktığını ve böyle bir sistem içinde yaşayan Yahudilerin, Allah tarafından seçilmiş oldukları için, bu ekonomik sistemin üst sınıflarında, orantısız olarak sayıca büyük miktarda temsil edilmeleri gerektiğini.”öne sürmektedir.

Tersine, şayet Yahudiler, hâkim olmazlarsa, egemen ekonomik sistemin daha az ideal olması demektir. Anti-Semitizm, “Yahudilerin üstün ve mükemmel” ile “Yahudilerin diğer etnik gruplardan üstün ve onlara egemen olduğu manifestosu”na olan kızgınlıkla patlama yapmaktadır. İsrail’in öfkesi de bu gerçeğin; (Benjamin Netanyahu’nun mirasından ilham almış şekilde),Yahudi seçkinleri bir araya toplayan ve “onları dünyanın öndegelen kapitalist güçleri yapan” ve de dünyanın haased edip, kıskandığı: “İsrail’den, sahip olduğu erdemler sebebiyle nefret edilmektedir!” düşüncesini besleyen serbest pazar sistemine yavaş yavaş evrilmesiyle, patlama yapmakta.

Şayet, bütün entelektüel sahalarda hızlı bir şekilde üstün hâle gelerek, anti-Semitizm arenasının bütün hayatî sahalarında olağanüstü bir performans gösteren.” Yahudiler, İsrail’in tenkid edilmesinde öne çıkarak önemli bir rol oynarlarsa, Batı, İsrail’i, “sıfır müsamahalı cihadcı intikam ve ölüm fantezi ve vehimler dünyasından” ve “barbar kitlelerden” koruyup, muhafaza edebilir. Çünkü zamanda, Yahudilerdeki Allah vergisi yeteneklerde, insanlığı iyiye ve refaha doğru götürme kapasitesi var: Yahudiler, “insanlık ırkı için çok önemlidir.”
Gerçekten, İsrail çökertilirse, kapitalist Avrupa muhtemelen, üretimin zirvesine çıkmış ve Yahudiler tarafından ateşlenmiş yaratıcı kapitalizmin tehlike içinde bulunduğu Amerika gibi ölecek; İsrail, kapitalizme ve Yahudilik bireyselciliği ve dehasına karşı, yeni nesil teknolojinin en önünde gitmekte ve yeni ırk savaşlarının ön cephelerinde bulunmaktadır., tam da insanoğlunun gezegenimizde hayatta kalabilmesini sağlayacak özgür ekonomiye ihtiyaç varken, Yahudilerin hayatta kalması, özgür ekonomilerin başarılı olması için hayatî bir öneme sahiptir. Şayet İsrail bastırılır veya yıkılırsa, her yerde, kapitalizmi ve özgürlüğü hedef alan güçlere karşı direnemeyeceğiz.

Atlantik’in öte yakasında ve Londra Merkezli Henry Jackson Society’nin milletlerarası ilişkiler direktörü Robin Shepherd, İsrail’in, Batı’da, insan hakları dosyasından dolayı değil, ABD’nin yanında, ön cephede, demokratik ve kapitalist bir devlet olarak, “medeniyeti” tehdit eden radikal İslâm’a karşı savaştığı için, şiddetli bir eleştiri altında olduğunu iddia ediyor: “İsrail, hiçbir şey yapmasa da düşmanları olacaktı”, “çünkü o duvarın yanlış tarafındaydı.” Bunun için, “Batı’daki en önemli ateşleyici unsur, Yahudi devletine karşı, hile ve çarpıtmalarla dolu, kabaran histeri dalgasıdır.” “Bu dalga, Batı’daki proletaryadan ve liberal-kapitalist dünya düzenini tehdid eden “militan İslam”ın kaynağı olan Üçüncü Dünya bağımsızlık savaşlarından umudunu kesmiş, totatliterci Marksist ve onları takip eden sol liberallerden mürekkeptir. İsrail’e olan eleştiriler, haddi zatında, Yahudileri aşağılayan geleneksel “özne” durumundaki anti-Semitik eleştiriler olmamasına rağmen, Yahudiler anti-Semitizm “nesnesi”nin kurbanıdırlar, çünkü İsrail, çağdaş dünyada Yahudi kimliğinin o kadar merkezindedir ki.

Fakat onlara göre, İsrail’e olan muhalefet güya, Yahudiler birdenbire zengin olmanda önce yıktıkları, eski, hiyerarşik dünya düzenini yeniden getirmek isteyen eski rejim taraftarı mavikanlıların (Avrupa’da elit sınıflar ve kraliyet hanedanlarının ayrıcalığını ifade eden bir tabir, bluebloods-mavikanlılar) içinden birden bire zuhur etmiştir. Çok uzaklara yayılmış olan bu “anti-Semitik” komplo, savaş suçları itirafların dolayı veyahutta uluslararası hukuku ihlâlinden dolayı İsrail’i suçlayanların “çoğu”nu sarıp, sarmalamaktadır. Böylece, Uluslararası Af Örgütü, Uluslarrası Adalet Mahkemesi, Nobel Barı ödülü sahiib Jimmy Carter ve Maired Corrian Maguire, The Financial Times ve BBC’nin İsrail’i suçlamasının ardında, aristokratik temelle bağ kuran, radikal sol ve fanatik İslâm’ın şeytanî eli kendini gizlediği anlaşılmaktadır. Bu konuda daha fazlasını öğrenmek isteyenlere, Shepherd “hararetle”, Alan M. Dreshowitz’in The Case of Israel (İsrail Hadisesi)’ni tavsiye etmektedir.


İsrail’in izole edilmesinin, onun güvenlikten mahrum bırakacağına dair bu tür izahata rağmen, İsrail’in elinde tuttuğu hızla tükenmiştir. İsrail, 1967’deki açık zaferinden sonra, Batı’da birçok taraftar kazanmış olmasının aksine son yıllarda, özellikle Avrupa’nın bir parya devlet olarak, statütüsünün çoğunu kaybetmiştir. 2003 yılında Avrupa’da yapılan bir kamuoyu araştırmasında, İsrail, dünya barışına en büyük tehdit sonucu çıkmıştır. 2008 yılında gerçekleştirilen bir küresel çaplı bir kamuoyu yoklamasında, İsrail, İsrail-Filistin çatışmasında barışın önündeki en büyük engel olarak görülmektedir. BBC World Service (Dünya Servisi)’nin Gazze işgali üzerine, dünya çapında düzenlediği bir kamuoyu yoklamasında, katılan 21 ülkeden 19’untamamnında ezici bir çoğunluk, İsrail’i menfî bir unsur olarak görmüştür. 2007’de, The Economist dergisi “Vaad Edilmiş Topraklar Hakkındaki Talî Düşünceler” başlığı altında, çoğu Yahudi diasporasının hâlâ İsrail’i desteklemeye devam ettiğini… Ama bu diasporanın karmaşık duygularının da gittikçe büyüdüğünü” yazdı. Aykırı Yahudilik sesi, İngiltere’de, Almanya’da ve başka yerlerde, papağan gibi İsrail’in propagandasını destekleyen resmî Yahudi örgütlerine meydan okuyarak, yekvücut oldu. ABD’deki umumi manzara ve eğilim kesin değil belki, ama göz ardı edilecek kadar da değil. Kamuoyu araştırmalarının bir kıyaslaması yapıldığında, kabaca, Amerikalıların, İsrail taraftarı olmaya ısrarla devam ettikleri ve Filistinlilerden çok, İsraillilere sempati duyduğu söylenebilir. Fakat Amerikalıların çoğu, ABD siyasetinin, İsrail-Filistin çatışmasına tarafsız bir şekilde yaklaşmasını desteklemekte, son zamanlarda çoğu “her iki tarafa da eşit sempati” duyduklarını söylemektedir, her ne kadar zengin bir azınlık, ABD siyasetinin İsrail taraftarı bir eğilimde “hatta fazlasıyla eğilimli” olmasını istese de; Aklı başındaki Amerikalıların çoğu “İsrail’in, bu çatışmayı çözmek için üzerine düşen çabayı göstermediğini düşünmektedir”; hattâ, Amerikalılar, zaman zaman, İsrail’in dizginlerini çekmek için, ona ambargo uygulanmasını desteklemektedir.

Dikkate değer bir şey daha, Amerikalıların çoğunluğunun, İsrail’in, 1967 Haziran’ında işgal ettiği topraklardan geri çekilmesinin ve 1967 öncesi sınırlarda, iki devletli bir çözümü desteklemiş olmalarıdır. M.J. Rosenberg, İsrail Politik Forum için siyasî analiz müdürü, 2007 yılındaki son eğilimlere uygun olarak, “evet, kamuoyu araştırmaları, İsrail’e olan güçlü desteği göstermektedir” gözleminde bulundu; Bununla birlikte, “İsrail’e olan bu desteğin varlığı, genişlemesinedir, derinliğine değil!” Bu olgu/fenomen, gazete ve dergilerin “Editörlere Mektuplar” köşesinde her gün görülebilir. İsrail hakkındaki her editoryal makalede, özelliklede, eğer İsrail’i eleştiriyorsa, çoğu İsrail’i destekleyen editörlere gönderilen yığınla mektup olduğu anlaşılmaktadır. Ve, istisnasız, birçoğu Yahudiler tarafından yazılmıştır. Yahudi Amerikalı olmayan bu ezici çoğunluk, güya lafa karışmayan ve İsrail’in erdemlerini o derece destekleyenler olarak hesaba katılacak. 2007 yılında, ABD kamuoyunu İsrail’i desteklemek için çalışan ADL(Anti Defemation League-(Yahudilere)İftira Karşıtı Birlik)’nin düzenlediği bir kamuoyu araştırmasına göre, kabaca, Hindistan ve Meksika’ya eşit yakınlık duyanlar varken, Büyük Britanya ve Japonya’ya olan yakınlık önemli derecede azalmıştır. Cevap verenlerin neredeyse yarısı “İsrail gibi bir bedele rağmen” ABD’nin bölgedeki “mutedil-ılımlı” Arab devletleriyle çalışması gerektiğine inanmaktadır.

Amerikalıların yarısı, Temmuz 2006’daki Lübnan Savaşında, İsrail ve Hizbullah’ı, savaşın müsebbibi olarak eşit derecede suçlamış ve ABD’nin “daha çok” nötr, tarafsız kalmasını desteklemişlerdir. Buna ilaveten, Presbyterian Kilisesi, Dünya Kiliseler Konseyi, İsa’nın Birleşik Kilisesi, Birleşik metodist Kilisesi gibi, birçok tesirli dinî müessese, zor kullanarak, İsrail işgaline son vermeyi gaye edinen, kurumsal mahrumiyet de dâhil, bütün inisiyatifleri desteklemiştir. 2005 yılındaki bir Yahudi kamuoyu araştırma anket sonuçlarını inceleyen Steven M. Cohen, Amerikan Yahudilerin İsrail’e olan bağın, son iki yıldır… Devam eden bir uzun dönemli eğilimle, ölçülebilir derecede zayıflamakta olduğunu” gördü. Araştırmaya cevap verenler, önceki adayların, söyledikleri, İsrail’in halini düşünmek, başkalarıyla İsrail hakkında konuşmak ve İsrail propagandasının yapıldığı aktiviteler düneli olarak katılmak konusunda karşılaştırıldıklarında, muhtemelen daha az ilgiliydiler.

Dikkati çeken bir şey ise, dinî kurallara uyma ve cemaat ilişkisi dâhil, Yahudilik kimliğinin diğer kıstaslarındaki düşüşle, İsrail’e olan ilgideki düşüş arasında bir paralellik olmamasıydı. Adayların yüzde 25’i İsrail’e “çok” duygusal bağlarla bağlıyken, 2002 yılı ile karşılaştırdığımızda, aynı adayların, İsrail’e olan “çok” duygusal bağlığı yüzde 31 idi. Yine, Adayların, üçte ikisi yani yüzde 65’i, İsrail’le alakalı haberleri takip ettiklerini ifade ederken, 2002’de bu oran yüzde 74’tü. 2002’de, Yahudi arkadaşlarıyla, İsrail hakkında konuşanların oranı yüzde 53 iken, şimdi ise bu oran yüzde 39’a düşmüştü.


İsrail ayrıca, ferdî Yahudilik kimliğiyle ilişki bir unsur olarak bir düşüşe geçti. Adaylara, “İsrail hakkında tasalanmak” sorusu yanında, din, cemaat ve sosyal adaletin de dâhil olduğu seçilmiş faktörlerle beraber, “Şahsen size göre, bunlardan her biri ne kadar Yahudiliğe dahil?” sorusu sorulduğunda, “en çok” İsrail tasası diyenlerin oranı, 202’de yüzde 58 iken, 2007’deki bu kamuoyu araştırmasında yüzde 49’a düşmüştü. 1989 yılında, “Yahudi varlığım için İsrail hakkında tasalanmam çok önemli” diyenlerin oranı yüzde 73 iken, bu oran bugün yüzde 58’e düşmüştür. 2007 tarihli bir Amerikan Yahudi Komitesi kamuoyu araştırması, Yahudilerin yüzde 30’unun kendilerini, İsrail’den “oldukça uzak” veya “çok uzak” hissettiğini gösterdi. Cohen, “uzun dönemde” Amerikan Yahudiliği arasında bir kutuplaşma yaşanacağını ikaz etmekte ve; küçük bir grup dindar ve İsrail’e bağlı olarak kalırken, geniş bir kesim Yahudi başka arayışlara yönelecek.” demektedir.

2006 yılında, 40 yaş altı Amerikan Yahudileriyle ilgili olarak yapılan bir kamuoyu araştırmasında, adayların tam olarak üçte biri, kendilerinin İsrail’e “oldukça uzak” veya “çok uzak” olduklarını söylemiştir ki, 2007 yılında gerçekleştirilen ve 35 yaş altı Yahudilerle ilgili başka bir kamuoyu araştırmasında ise, adayların tam olarak yüzde 40’ı, kendilerinin İsrail’e “düşük hislerle bağlı” olduğunu söylemiştir. (“En yüksek hisle bağlılık olarak” yüzde 20 oranı kaydedilmiştir.) İnsanı hayrette bırakan şey ise, adayların yarıya yakının, “İsrail’in tahribatı insanî bir trajedi olacak” cevabını vermeleriydi. Yahudi Ajansı’nın eski başkanı, “genç Yahudilerin yüzde 24’ünden daha azı, Kuzey Amerika’daki Yahudi Örgütlerine bağlı. 35 yaşaltı Kuzey Amerika Yahudilerinin yüzde 50’den daha azı, Yahudi halkına güçlü bir bağlılık hissediyor. 35 yaşaltı Kuzey Amerika Yahudilerinin yüzde 25’ten daha azı, kendilerini Siyonist olarak tanımlıyor.” diyerek, alarm zilleri çalmakta.

Milletin kampüslerindeki İsrail için destek programları, sadece Yahudi öğrencilere değil, ayrıca, çoğunlukla, Hillels’daki Siyonist inanç topluluğuna da hasredilmektedir. “Yahudi taraftarı örgütlerin bir komisyon çalışması “Yahudi kolej, lise öğrencileri, İsrail’e bir önceki nesilden daha az bağlılık hissetmektedir.” Raporunu veriyor. “İsrail, kendisini destekleyen bu insanların zihinlerinde ve kalplerinde savaşı kaybediyor.” Gerçektende, yüksek eğitme devam eden yarım milyona yakın Yahudi öğrenciden “sadece yüzde beşi herhangi bir Yahudi topluluğuyla temasta.”

İsrail’e karşı hislerdeki soğuma ve duygularda oluşan zıtlıklar, Amerikan toplum sektörlerinin tesirli sektörlerinde, Birleşik Devletler entelektüel hayatının kalbinde ve okuyan kamuoyunda ayrıca gözlenebilir. Son bir kamuoyu araştırması ABD kanaat önderlerinden çoğu, İsrail’in desteklenmesinin, dünya çapında “ABD’de duyulan temel bir hoşnutsuzluk” olarak görmektedir. 2003 tarihli New York Books’un 31. sayısındaki denemesinde, Yahudi tarihçi Tony Judt “İsrail bugün çok kötü bir hâlde” dedi ve “bir Yahudi devleti olarak arzulanabilirliği ve hayatta kalabilme kabiliyeti konularının her ikisinde de açıkça şüphe etmekteyim.” İfadesini kullandı. Chicago Üniversite’sinden John J. Mearsheimer ve Harvard Kennedy School’dan Stephen M. Walt, 2006 yılında beraberce yazdıkları etkili bir makalede, idealize edilen İsrail’in tarihi imajının yanlışlığını ortaya koyup, İsrail’in, ABD için “ stratejik bir bela” olduğunu öne sürdü. Eski ABD Başkanı Jimmy Carter tarafından yazılmış, “Filistin Barışı Irk Ayrımcılığı Değildir- Paletsine Peace Not Aparthedi) kışkırtıcı bir kitap, İşgal altındaki Filistin Topraklarındaki acıyı anlatmakta ve barış sürecindeki çözümsüzlük ve yobaz tutumu için İsrail’i suçlamaktadır.

İsrail lobisinin öfkeli karşı ataklarla bu işe karışmasına rağmen, bu lobilerin anti-Semitizim ve Holokost inkârcısı suçlamalar artık yapışmadı. 2006 tarihinde lobinin baskısı Tony Judt’un konuşma randevusunun iptaline sebep oldu, Judt, Amerikan entelektüel çevrelerinde hazır kabul gören bir vaka oldu. Onun, ADL’den Abraham H. Foxman gibilerine yönelik eleştirileri “anti-Semitizm’in ücretli dehşet veren taşatanı” ve “anakronizm” olarak alaya alındı. Bu arada Carter için, Arab şeyhlerinden para alan bir palavracı, bir anti-Semit, terörizmden özür dileyen, bir Nazi sempatizanı ve Holokost inkârcısı sözleri sarfedildi.

Carter’ın kitabı New York Times’da en çok satanlar listesine yerleşti, orada aylarca kaldı ve 300.000 adet sattı. Carter, Brandesi Üniversitesi başkanı tarafından hakir görülmesine rağmen, tarihî Yahudi enstitüsüne konuşmaya geldiğinde, ayatkta bekleyerek, öğrenciden gelen alkışları hâlâ almaya devam etti.( Harvard Hukuk Profesörü Alan M. Dresowitz Carter’a cevap vermek için kürsüye geldiğinde, öğrencileirn yarısı salonu terk etti. Mearsheimer and Walt, orada, Farrar, Straus ve Giroux yaınevinden çıkan bir kitapla, bir zamanlar bestseller, ençok satan kendi kitapları, The Israel Lobby and US Foreign Policy- İsrail Lobisi ve ABD Dış Politikası- bahsederek, müzakereye giriştiler.

İsrail’in hukukî fırsatları kaybedişini görmek için o kadar uzaklara gitmeye gerek yok, Başbakan Ehud Olmert’in resmî görevi esnasında, Foxman ve yıllanmış İsrail destekçisi Elie Wiesl bile, herkesin önünde, İsrail’i, barış sürecini devam ettirmediği için azarladı. Son yıllarda, İsrail politikasına duyulan hoşnutsuzluk, Gazze’nin haksız yere işgaline karşı gösterilen tepkiyle birlkte kaynama noktasına ulaştı. İsrail’in, dikkatli, örgütlü ve eş zamanlı propagandasına rağmen; Anamecradaki medyanın, özellikle Saldırının ilk günlerinde bir çekirge sürüsü gibi, hızlı İsrail yanlısı yayınlarına rağmen; ve Batı’nın, saldırıda, İsrail’e resmî destek vermesine rağmen- evet bütün bunlara rağmen, Batı Avrupa’daki, (İspanya, İtalya, Almanya; Fransa ve Büyük Britanya) çok geniş katılımlı protesto gösterileri, İsrail’i destekleyen gösterileri, çok büyük çapta cüceleştirdi.

Oxford, Cambridge, Manchester, Birmingham, London School of Economics, School of oriental and Asian Studies, Warwick, King’s, Sussex ve Cardiff’deki kolejler ve üniversiteler dâhil, bir öğrenci işgalleri dalgası, Büyük Britanya’yı baştanbaşa sildi süpürdü. Geleneksel “İsrail için destek” kıtalarının hazır olduğu Kanada gibi, aşırı sağ siyaset ve medya düzeninin hızlı İsrail’ci eğilimleri, beklenmedik bir keskin değişikliğe uğradı. Kamuoyunun büyük bir kısmı, saldırıyı haklı bulmazken, Kanada Nakliyat İşverenleri Sendikası, İsrail’e boykot edilmesi çağrısında bile bulundu.

Ateşkesin ilanından sonra “Gazze’de yaşananlar, esas olarak bizi şoka uğrattı.” Antonio Cassese Eski Yugoslavya için kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin ilk Hâkim reisi ve BM. Darfur Olaylarını Soruşturma Heyeti Başkanı) ve Richard Golstone’nun da (Eski Yugoslavya ve Ruanda için Kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı ve Kosova’daki Olayları Araştıran Heyetin Başkanı) dâhil olduğu, Dünyanın en tecrübeli 16 güçlü savcı ve yargıçtan mürekkep bir grup, Gazze çatışmasında, bütün taraflarca, baştan aşağı çiğnenen savaş hukukunun soruşturulması için, milletlerarası bir çağrıda bulundu.

Beklenmedik bir şey oldu ve İsrail’in özürleri, Gazze işgaliyle beraber anti-Semitizme olan nefretin gittikçe yayılmasına yoruldu. Bu hâl genel bir kural olarak şöyle yorumlanabilir: İsrail’in savaş suçlarının daha alçak derinliği, anti- Semitizm feryatlarının dah yüksek olan debisini bastırıyor. Abraham H. Foxman, Yahudilerin “bir epidemic, bir pandemic ( birden bire bütün dünyaya yayılan) Anti- Semitizm dalgasıyla yüzyüze olduğunu” ilân etti. Bu hâl, çoğumuzun hafızalarında bu zamanlara kadar görülen, en kötü, en keskin ve en küresel bir hâldir.” Bu korku satıcılığı Foxman’dan duyduğumuz yeni, bir şey değil tabii ki, geriye dönüp, baktığımızda, 2003 yılında Foxman, anti-Semitizmin geldiği pozisyonun,1930’larda bir benzerini yaşadığımız gibi, Yahudi halkının güvenlik ve emniyetine yönelmiş büyük bir tehdit hâline geldiğin” iddia etmişti.

Tamda geçmişteki gibi, kamuoyu araştırma sonuçları, “Avrupa kamuoyunun geniş bir kısmı, Yahudiler hâlâ, Holokost’ta neler yaşandığından çok fazla bahsediyor, inancını taşımaya devam ettiklerini” bulmak gibi; bu sonuçları mübalağalı bir şekilde birbirine bağlayarak , “anti-Semitizm nosyonunun en zararlı işaretlerini” ispatlamak için kullanıldı. Paris medyasına göre, “filiozof” Bernard-Henry Lévy, bir şekilde şüphe duyarak, Nazi holokostu “insanlık tarihinde, iki suyu ayıran ahlâkî bir sınırdır” sözünden dolayı, bir anti-Semitik sayılabilmelidir. Avrupa anti-Semitizmi verilen onca gaza rağmen, Müslüman karşıtı eğilimlerin yanında, sönük kalırken, Avrupa’da, e-postalar, ve grafitti(duvar yazıları) gibi anti-Semitik olduğu iddia edilen birkaç hadise, beklenmedik hoş olmayan işaretlerin ötesine geçti. (Müslümanlara ve Yahudilere yönelik- son yıllarda iki eğilim birbirine bağlı olarak hızlandı- kötü niyette bir artış görünmektedir ki, bu meyil özellikle, etno-merkezci yaşlı, az eğitimli ve siyasî olarak muhafazakâr Avrupalılar yüzündendir)

Şu da var ki, Yahudi devletinin kendiliğinden ilan ettiği ve ardı ardına füze fırlatan Lübnan ve Gazze’deki ölümcül füze rampalarının imhası muhtemelen gerçektir ve bu rampaların getirdiği tehlike neticesi, bazı semtlerde, acı içinde yaşayan Yahudilerin sayesinde, - şayet, bütünüyle önceden öngörülebilirse- dünya çapındaki resmî Yahudi örgütlerince verilen çıkarılan yaygara bir üzüntüye sebeb olmaktadır. Şayet, Anti-Semitik hadiselerin kaydını tutan, Israeli Coordination Forum for Countering Anti-Semitism iddiası doğruysa, yani, Gazze katliamı esnasında, “Anti-Semitik hadiselerin sayıca keksin bir şekilde arttıysa”; ve şayet “ateşkesten sonra, anti-Semitik olayların sayı ve yoğunluk olarak düştüğü tesbit edildiyse”; ve şayet “bölgede Gazze operasyonuna benzer başka bir hadise, Yahudi cemaatlerine dünya çapında, anti-Semitk faaliyetlerin, muhtemelen sert bir şekilde yükselmesine yol açacaksa”; anti-Semitizm’le etkin bir mücadele yolu da, İsrail’in işlediği kitle cinayetlerinin durdurulması değil midir?

Ayrıca, anti-Semitik komplo teorilerini beslemesi muhtemel ve İsrail savaşını pazarlayan resmî destekle, ondan tiksinen halk arasında büyüyen bir çatlak bulunduğu gerçeğidir. Meselâ, Alman siyaset müessesesi ve ana mecradaki medya, “özel ilgisi sebebiyle” geçmişte yaşanmış kötü bir hadiseyi unutmak ve “Almanya’nın tarihî mesuliyet sahibi olmasından” dolayı, İsrail’in eleştirilmesine izin vermez. Başbakan (Şansölye) Angela Merkel, Gazze işgali esnasında, İsrail’i kucaklamakta, diğer Avrupalı liderleri geride bırakmıştır. Daha, son kamuoyu yoklamalarında, Almanların yüzde 60’ı (gençlerde yüzde 70) Almanların, İsrail’e borçlu olduğunu reddettiğini gösterirken, araştırmada Almanların yüzde 50’si, İsrail’in saldırgan bir ülke olduğuna inanmakta ve yüzde 60’ı da, İsrail’in insafsızca kendi çıkarları peşinde koştuğunu düşünüyor.

Daha umumisi, Gideon Levy “Avrupa Birliğinin başları İsrail’e geldiğinde, cinayetlerin ve tahribatın yanıbaşında, İsrail’e verdikleri tek taraflı desteğin gölgesinde, başbakanla akşam yemeği yediklerinde, Gazze’de zirvesine ulaşmış ölümcül saldırıyı, sürreal manzara” olarak yeniden isimlendirdi. Ve, ateşkesi bozan ve işgalî başlatan İsrail olmasına rağmen, Avrupalı liderler ve ABD (ve Kanada) ile birlikte, suçlunun değil de, kurbanların yeniden silahlanmasını nasıl önleyeceklerini müzakere etti. Avrupalıların hayrete düşmesine başlamadan önce- zaten şaşıracakları yoktu- Avrupa dış politikasını belirlemede kimin amir pozisyonunda bulunduğu sadeec bir zamanlama meselesiydi. Meşhur Gentlile (iki kimlikli Yahudiler)in Gazze katliamı üzerine, anti-Semitizme öfke duyduğu ithamı, Yahudilerin çok geniş yelpazedeki birbirinden farklı görüşleri sebebiyle, saçma sapan bir ithamdır. Kurumlaşmış umumi Yahudi örgütleri İsrail’i destekleyen bildiriler yayınlarken, Gazze’deki acıdan duyulan üzüntüye mahsus kurulmuş Yahudi organizasyonları ve özür dilekçeleri yerden biten mantarlar gibi çoğaldı.

En önemlisi, Önde gelen Yahudi cemaat hayatının önde gelen Yahudileri, kısık sesle de olsa İsrail’i eleştirdi. İsrail, hava saldırısından bir hafta sonra kara saldırısına geçtiğinde, İngiltere’nin en seçkin Yahudilerinden bir grup ki, kendilerini “yoğun ve tutkulu İsrail destekçileri” olarak tanımladılar, “her iki taraftaki ölü sayısında meydana gelecek artışın dehşetini” anlattı ve İsrail’i, Gazze’deki operasyonları derhal durdurmaya çağırdı. Sert bir uyarı daha, İngiliz askerî Polisi ve eski gölge Dışişleri bakanı Gerald Kaufman, House of Commons’da Gazze üzerine girişilen müzakere esnasında, “büyükannem, Naziler onun kasabası Staszow’a girdiğinde yatağında hasta, yatıyordu. Bir Alman askeri onu yatağında vurarak, öldürdü. Büyükannem, İsrail askerlerinin, Filistinlilerin büyükannelerini öldürmelerini sağlamak için ölmedi.”dedi. Kaufman İsrail’i, Filistinli katliamlarını haklı çıkarmak için, Yahudilerin kurbanlığı üzerinden bir kısım Gentileleri, insansızca ve aşağılayarak sömürmeye devam ettiğini, ifade etti.

Bu arada meşhur Fransız Yahudi yazar Jean-Moise Braitberg, İsrail başbakanını, babasının adını, Nazi holokost kurbanlarına vakfedilmiş Yad Vasdem anıtından kaldırmasını istedi. Braitreg, “böylece, o, Filistin’deki dehşeti haklı çıkarmak için artık daha fazla kullanılamaz” dedi. Tam bir Barış için Avrupa Yahudileri’nin Alman kesimi, büyük bir spotla “Alman Yahudileri İsrail Ordusunun Katliamlarına HAYIR” diyor derken, Almanya’da, Almanya’daki Yahudilerin Konseyi Merkezi eski bir başkanının kızı olan Hecht-Galinski, “seçilmiş Hamas hükümeti değil, ölümcül işgalci… Hague’deki sanık sandalyesine aittir.” Şeklinde yazdı.

Kanada’da sekiz Yahudi kadın, İsrail konsolosluğunu işgal ederek “bütün Yahudiler bu cinayete karşı seslerini yükseltmelidir” çağrısında bulundu ve “ İsrail’in, Gazze’de işlediği savaş suçları inanılmaz… bir Yahudi olarak beni utandırdı” diyen, Kanadalı piyanist Anton Kuerti’yi tebrik etti. Avustralya’da, iki ödüllü romancı yazarı ve eski bir federal kabine üyesi Yahudiler tarafından ve İsrail’in “tahammül edilemez orantısız saldırısını” lanetleyen” ifadelerin bulunduğu bir bildiriyi imzaladı.

Bush yönetimi ve ABD Kongresi, işgal esnasında İsrail’i itibarsızca destekledi. Bir çözüm olarak, ölümler ve yıkımda bütün suçları Hamas’a yükleyen tasarı, Beyaz Saray’da, 5’e karşı 390 oyla geçti. ABD’nin ana mecradaki medyası, keza utanmazca İsrail tarafına yattı.

Tercüme. Gazeteci-Yazar Fazıl Duygun


*Norman Finkelstein, 40 yabancı dile çevrilerek basılan, Chutzpah Ötesi ve Holokost Sanayi, İsrail-Filistin Çatışmasının İmaj Ve Realitesi - Image and Reality of the Israel-Palestine Conflict, Beyond Chutzpah and The Holocaust Industry- kitabının d aralarında bulunduğu 5 kitabın yazarıdır. Finkelstein, holokost’a hayatta kalabilenlerin oğludur. Onun websitesi, www.NormanFinkelstein.com. Dur. Bu makale yeni kitabı “This Time We Went Too Far – Truth and Consequences of the Gaza Invasion.”ın bir bölümüdür.

Bu makale Fazıl Duygun tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.
SON VİDEO HABER

Suriye'deki dehşeti anlattı: İşkenceden derimiz yüzülüyordu

Haber Ara