Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Katsayı, sinirleri artırıyor

Timetürk, katsayı uygulamasının hukuki ve sosyal boyutunu hukukçulara ve ülkemizin aydın kesimine sordu. İşte uzmanlarından katsayı mağdurları için önemli uyarılar...

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-02-26 23:30:00

Katsayı, sinirleri artırıyor
Ayşe Şahinboy Doğan / TIMETURK

Kamuoyunda askeri darbe ürünü ve çağdışı olduğu gerekçesiyle sık sık tartışılan YÖK Kanunu, üniversitelerle ilgili hemen her düzenlemenin tek merkezden yapılmasını öngörüyordu. YÖK’ün eğitim hayatımızdaki tarihi sürecine baktığımızda ilk elde üniversitelerin yönetim kadrolarını hantallaştırdığını söyleyebiliriz.

1990’lı yıllara gelinceye kadar merkeziyetçi yapısı üzerinde oynama yapılamayan YÖK, 92’de üniversite rektörlerinin Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesini öngören kanunla biraz olsun otoritesini kaybetti. Üniversitede ‘türban’ kavramını yerleştiren ve başörtüsü sorununu ortaya çıkaran dönemin YÖK Başkanı İhsan Doğramacı, rektör seçiminin bu kararla YÖK’ün elinden alınmasına karşı çıktı ve istifa etti. Doğramacı’dan sonraki YÖK Başkanı Prof. Dr. Mehmet Sağlam’dı. Sağlam döneminde, YÖK iyi niyetle yönetildiğinde olumlu sonuçlar da alınabileceğini gösteren çalışmalar yapıldı. 1995’te Sağlam’ın siyasete girme kararıyla iyiye doğru gidiş, Prof. Dr. Kemal Gürüz’ün YÖK Başkanı olarak atanmasıyla sona erdi. Gürüz, 1980’li yılları aratmayacak uygulamalarla çoğu gencin hayatını da olumsuz yönde etkileyecek kararlara imza attı. Keyfi uygulamalarla pek çok öğretim üyesi ihraç edilirken, öğrenciler de baskıyla sindirildi. Yıllar sonra TBMM YÖK Komisyonu tarafından yapılan incelemeler sonucu ortaya konan şu tespit cümlesi YÖK gerçeğini açıklamaya yetiyor: “Tepeden inmeci anlayış üniversitelerde kişilik erozyonuna sebep olmaktadır.”

Gençlerin hayatını ters düz ettiler!

Gürüz yönetimindeki YÖK, sadece akademisyenlerin ve üniversite öğrencilerinin hayatını etkilemekle kalmadı ‘katsayı’ konusunda aldığı kararlarla da üniversite sınavlarına hazırlanan gençlerin de üzerine adeta bir kabus gibi çöktü. 28 Şubat sürecinde İmam Hatip Liseleri mezunlarının üniversitelerde kendi alanları dışında akademik eğitim almalarının ve farklı meslek dallarına yönelmelerinin önüne geçmek için dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir’in talimatıyla meslek lisesi mezunlarına katsayı farkı getirildi.

1998 yılından itibaren üniversiteye giriş sınavında meslek lisesi öğrencileri ile farklı alanlardan sınava girmek isteyen adaylar katsayı farkıyla karşı karşıya kaldı. Yeni uygulamaya göre, meslek lisesi mezunlarıyla lisede okuduğu alandan farklı bir alanda sınava girmek isteyen öğrencilerin Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanı (AOBP) 0.3, meslek lisesi dışındaki okul türleriyle, kendi alanından sınava girenlerin AOBP ise 0.8 katsayı ile çarpılıyordu. Çıkan rakam, sınavda alınan puana ekleniyordu. Dolayısıyla lisans programı tercih eden meslek liseliler, diğer okul türlerinde okuyan öğrencilerle ÖSS’de aynı başarıyı gösterseler dahi aralarında 50-60 puan gibi ciddi bir fark oluşuyordu. Lisede sözel bölümde okuyup sayısal bir alan seçmek isteyen öğrenciler gibi alan değişikliğine giden adaylar da aynı puan kaybına uğruyorlardı.

Peki, YÖK marifetiyle katsayı kararını aldıran ve uygulamayı başlatanlar bu rakamsal farklılıkların öğrencilerin hayatını nasıl da tersyüz ettiklerinden çok da haberdar değillerdi. Yazboz tahtasına dönen eğitim sistemi ilk kez gençlerin geleceğiyle oynamıyordu elbet. Ancak katsayı sorunu o güne dek yapılan sistem değişikliklerinden çok farklı bir anlam taşıyordu. Zira tamamen ideolojik kaygılarla alınmış bir karardı ve hedef aldığı İHL mezunları dışında tüm meslek lisesi mezunlarını da tek bir alanda eğitim almaya mecbur ve mahkûm ediyordu.

Bu bir insanlık kıyımıdır!

Gençler kendi hayatları üzerinden oynanan bu siyasi oyunlardan habersiz, neler yaşadılar, neler hissettiler? “Benimle aynı puanı alan herhangi bir öğrenci istediği üniversiteye girebiliyorken, ben ağlayarak evime dönmek zorunda kaldım. En doğal hakkım elimden alındı.” diyordu Kadıköy İmam Hatip mezunu Zeynep Tufan. “Sınavda aldığım puanla çok rahat mühendislik okuyabilecekken, 2 yıllık bir bölüm okumak durumunda kaldım. Böyle saçma zorluklarla uğraşmak yerine bilimle uğraşmak beni daha mutlu, daha verimli bir insan yapardı.” diyerek anlatıyordu yapılan kıyımı Sema Türk. Umutları ellerinden alınan öğrenciler arasında yer alan Zeynep Bayramoğlu o dönem yaşadıklarını şöyle özetliyor: “İnsanın hakkettiği eğitim şansının elinden alınması çok kötü bir durum. Tuhaf bir kırgınlık yaratıyor insanda. Devlete, sisteme hatta en yakınınızda sizi teselli etmeye çalışan insanlara karşı bile bir öfke duyuyorsunuz. Saatlerce gözlerimi tavana dikip, acaba bu uygulama olmasaydı nasıl bir üniversite hayatım olurdu hayali kurduğumu hatırlarım.” Önder Basın Danışmanı İsmihan Şimşek ise yaşadıklarını şöyle dile getiriyor: “Katsayı sorunu ben son sınıftayken ortaya çıktı. İletişim Fakültesinde okumayı isterken "ilahiyat bari okuyalım" diyerek sırf fakülte bitirme odaklı bir düşünceye kapıldım. Başörtülü olarak sınava da giremeyince üniversite hayatım hiç başlamadan bitti.” İstenilen tam olarak da buydu. 2547 sayılı kanunun YÖK'e tanıdığı 'ayarlama yapma' yetkisini kullanılması isteniyordu. Kışladan soğuk şubat ayında insanın kanını donduran kararlar çıkıyordu. Komutanlar İHL’lerdeki eğitime büyük bir tehlike ve tehdit gözüyle bakıyordu. İHL mezunlarının özellikle kamu yönetimi ve siyasal bilimler gibi fakültelerde eğitim alarak ülke yönetiminde söz sahibi olacak konumlara gelmelerinden endişe edenlere göre bu gidişat mevcut Hükümet’in, irticayı hortlatma planlarından biriydi. Kimi bürokratlar, yargı mensupları, sendikalar, iş dünyasından bazı isimler ve gazeteler bu noktaya doğru yönlendiriliyordu. Tehlikenin farkına varmaya çağrılıyordu herkes. Köşe yazarları köşelerinden uyarıcı ve uyandırıcı (!) yayılıyordu. Fadime Şahinler, Müslüm Gündüzler türemişti. Ortalıkta halkı galeyana getirecek görüntüler dönüp duruyordu. ‘Peki, neden şimdi?’ diye kimse sormaya cesaret edemiyordu. Ancak bu sorunun cevabı çok kısa zamanda bulundu. Yıllar sonrasında bile birçok kişinin hayatına mal olacak postmodern darbe gerçekleşmişti. Demokrasiye balans ayarı yapılmıştı. 18 maddelik 28 Şubat manifestosu Türkiye’ye bomba gibi düştü. Aradan geçen 13 yıl boyunca kışlanın düşüncesi değişmedi. Ama katsayı konusunda hesap edemedikleri bir gerçekle yüz yüze kaldılar. Sosyolog-yazar Nazife Şişman bu gerçeği şöyle ifade ediyor: “Dini eğitim almış kimselerin belli mesleklerde uzmanlaşıp yükselmelerini, özellikle siyaset ve bürokraside belli mevkilere gelmelerini engellemek üzere yapılmış bir düzenlemeydi bu. Ama ilginçtir ki, böyle bir karardan sonra imam hatip liseli bir Başbakanımız oldu. Bu da 28 Şubat’ın bir sürprizi/çelişkisi olsa gerek.”

Türkiye’nin geleceğine keyfi uygulama

Katsayı uygulaması geçen yıla kadar kesintisiz bir biçimde uygulandı. Bu hatalı uygulamadan geri adım atılması için ne zaman bir adım atılacak olsa İHL tehlikesi masalı üst perdeden okunarak bütün hamleler başarıyla savuşturuldu. 2009 yılına gelindiğinde AK Parti Hükümeti katsayı konusundaki eşitsizliği ortadan kaldırmak için YÖK’e yetki verdi. AK Parti Hükümeti’nin atadığı YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan da katsayı engelinin kaldırılması gerektiğini düşünenlerdi. Dolayısıyla laik cephe en güçlü dayanaklarından birini kaybetmiş oldu. Bu kez katsayı konusunda inatlaşma sırası Danıştay’a gelmişti. Daha önceden YÖK’ün tavizsiz bir şekilde sürdürdüğü katsayı direnişini kaldığı yerden devam ettiren Danıştay, katsayı kararının iptaline ilişkin düzenlemeyi her seferinde iptal etti. Gelinen noktada YÖK üçüncü bir yol ararken Yükseköğretim Kurulu Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) Başkanı Ünal Yarımağan,"Bu 1,5 milyon insanı hiç etkilemez demek doğru olmaz. Adayları uyarıyorum. Bunlardan etkilenmeyin. 11 Nisan'da öğrenci sınava girecek. Öğrenciye sınavda kat sayı sormayacağız. Türkçe, tarih, matematik, fen bilimleri soracağız. Bu konulara odaklansın. Sınava odaklansın. Okuluna gitsin... Katsayının 0.15 ve ya 0. 18 olması öğrenciyi etkilememeli.” açıklamasıyla öğrencileri rahatlatmaya çalışıyor. Buna karşılık Danıştay ise çözüm üretmek yerine sınava aylar kala sınava girecek tüm öğrencilere ciddi bir gerilim yaşatmayı tercih ediyor.

Timetürk olarak katsayı uygulamasının hukuki ve sosyal boyutunu hukukçulara ve ülkemizin aydın kesimine sorduk…

Katsayı meselesine hukukçular cephesinden baktığımızda durumun mağduru olan öğrencilerin haklarını aramalarından vazgeçmemeleri ve Danıştay’a sürekli olarak dilekçeyle şikayetlerini dile getirmeleri gerektiği sonucu ortaya çıkıyor.

Adalet ve Hukuk Derneği Başkanı Av.Ayhan Gültekin: “Sorun, hak arama konusundaki ahesterevliğimiz”

Danıştay 8. Dairesinin, YÖK'ün farklı katsayı uygulaması öngören kararının yürütmesinin durdurulmasına ilişkin gerekçesinde, alan içi tercihlerde 0.8, alan dışı tercihlerde 0.3 katsayısının esas alınacağına ilişkin düzenlemenin değiştirilerek alan içi 0.15, alan dışı 0.13 katsayı farkına dönüştürülmesine ilişkin dava konusu kararın hukuken geçerli bir sebebe dayanmadığı sonucuna ulaşıldığı belirtildi. Gerekçede, şöyle denildi: 'Katsayı farkının belirlenmesinde davalı Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının iddia ettiği gibi bireylerin devlete karşı korunması değil, devletin bireylere tanıdığı ve yararlandırdığı hakların tam ve gereğince kullanılmasının sağlanması amaçlanmalıdır. Yani bireylerin haklarının birbirlerine karşı korunması, sahip olunan hakların özüne ve ruhuna uygun kullanımının sağlanmasıdır. Maddi olayda ölçülülük ilkesinin hareket noktası da öğrencilerin mesleki eğitim, genel lise eğitimi ve genel liseler içinde alan, bölüm seçerek oluşturdukları birikimin adil bir değerlendirmeye tabi tutulmasını sağlamaktır. Bu ayrımların kaldırılması sonucunu doğuran bir düzenlemenin eğitim sisteminin örgütleniş biçimindeki bütünlüğü bozacağı ve yargı kararlarına aykırı olacağı açıktır.' şeklinde görüş beyan ederek kararını herhangi bir kanun maddesine dayandırmamakta ve tamamen yorum ile keyfi bir karar vermektedir.

Meslek liseliler ve alan değiştirme teşebbüsünde bulunmuş düz liseliler düşünüldüğünde yüz binlerce öğrenci, belirsizliğin kucağına itildi. Demokratik hukuk devleti iddiasını anayasanın değişmez maddelerine yazan bir ülkede yol belli: Demokratik tepki ve hukuk. Demokratik tepkinin kanallarının başında siyasî partiler geliyor. Yerel teşkilatlar ve genel merkezler nezdinde kamuoyu baskısı oluşturulabilir. Normal demokrasilerde sokak eylemleri demokratik tepki şekli olmakla birlikte, bizde araya karışabilecek provokatörler düşünüldüğünde ters sonuçlar doğurabilir. Demokrat gazeteci ve yazarların desteğini alabilecek adımlar atılmalı; bilgi verilerek ilgilenmeleri sağlanabilir. Yüzlerce mesajla posta kutularını doldurup insanları canından bezdirmek doğru değil. Kaş yapayım derken göz çıkarabilir ve insanları kızdırabilirsiniz.

Gelelim hukukî yollara... Karar vesilesiyle mağdur olduğuna inanan kişiler veya bunların velayetini haiz olanlar müdahillik talebinde bulunabilir. Endüstri meslek lisesi öğrencisi Ömer Faruk Benli'nin talebi mahkemece haklı bulunarak müdahilliği kabul edildi. Davacı İstanbul Barosu'nun talebini yerinde gören Mahkeme'nin, mağdurları reddetmesi, tarafsızlığına 'telafisi imkânsız' zararlar verecektir. Yükseköğretim Kurulu'nun kararından doğrudan veya dolaylı olarak menfaat ihlali bulunmadığı ve bu sebeple dava ehliyeti olmadığı halde baronun müracaatı kabul edildi. Sadece eski katsayı uygulamasından değil, oluşan belirsizlikten dolayı maddî ve manevî mağduriyet oluştuğu inkâr edilemez. Danıştay'ın verdiği yürütmeyi durdurma kararı söz konusu kayıpları telafisi imkânsız şekilde büyüteceğinden hareketle hem itiraz hem de müdahillik talep edilebilir. Mahkeme, hukukî menfaatin varlığına karar verirse, davalının yanında davaya iştirak edilebilir. Davaya katılanların (müdahillerin) yetkileri sınırlı olup, katıldığı kişiye yardımcı konumdadır. Uygulamada, taraflardan biri yanında davaya katılmak isteyenler, yürütmenin durdurulması taleplerinde bulunuyorlar. Bu başvurunun tabii bir sonucu olarak, yürütmenin durdurulması kararına da itiraz edebilir. Sadece son karara itiraz, temyiz, reddihâkim vs. gibi usul muamelelerinde bulunamaz. Bir de davaya katılanlar lehine veya aleyhine yargılama giderine de hükmedilemez.

Dilekçeyi gerçekten ikna edici şekilde yazmak faydalı olur. Menfaatine halel geldiğine dair somut ifadeler kullanmak neticeye etki edebilir. Fakat asıl sorun, hak arama konusundaki ahesterevliğimiz. Ya yol bilmediğimizden ya da devlet kapısında sürünmek istemediğimizden, hakkımızın peşinden yeterince gitmiyoruz. Çeşitli meslek liseleri ve düz liselerden on binlerce mağdur bu yolla sesini yükseltirse duyarsız kalınamaz. Danıştay'a ulaşacak itiraz ve müdahillik dilekçelerinin en selametli usul olduğu kanaatindeyiz. Cılız tepkiler ise davacının haklılığına olmasa bile güçlülüğüne delalet ediyor. Ağlamayana mama verilmemesi de bir realite olarak önümüzde duruyor.

Tepkisizliğin en somut yansımalarından biri, 'Meslek lisesi memleket meselesi' diyen iş dünyasının sesini yükseltmemesi… Diğer bazı sosyal sorumluluk projelerinde olduğu üzere 'mış gibi' mi yapıyorlar acaba?

Hukukçular Derneği ve Uluslararası Hukukçular Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Av. Fatma Benli: “Hak talebini sürekli gündemde tutmak gerek”

Gerçekte Danıştay herhangi bir yasaya dayanarak YÖK’ün katsayı uygulamasını engelleme girişimlerine engel olmuyor. Zira her iki yürütme durdurma kararında da dayanak gösterilen yasa maddeleri, 1999 yılı öncesi öğrenci giriş sınavlarında düz lise ve meslek lisesi öğrencilerine eşit puan verildiği dönemde de var olan yasa hükümleridir. YÖK yeni katsayı sistemi getirdiğinde de, katsayı kaldırdığında da herhangi bir yasa değişikliği olmamıştı. Zaten bir hukuk devletinde öğrencilere sırf mezun oldukları okullara göre farklı puan verilmesini gerektiren bir yasa maddesi mevcut olamaz. Bizim Milli Eğitim Temel Kanunumuzda Yüksek Öğretim Kanunumuzda öğrenciler mezun olduğu okullara göre ayırma yetkisi vermez. Gerçekte yasanın öngördüğü tek konu, meslek lisesi öğrencilerinin ders itibarıyla daha dezavantajlı oldukları için meslek lisesi öğrencisinin kendi alanını seçtiğinde ek puan verilmesidir. Daha önce Türkiye Barolar Birliğinin avukatlara ilgi bir genelgenin iptali için açtığı davada bile menfaat şartının olmadığını ifade eden Danıştay'ın İstanbul barosunun katsayı konusunda dava açtığı davayı kabul etmesi ve çok açık ve net bir eşitsizliği devam etmesi gerektiğini, gerçekte yine adaletsiz olan ve farklı puan sistemi getiren YÖK’ün ikinci kararını bile “bu eşitsizliğin kendi istediği oranlarda çok fazla olması gerektiğini” ifade etmesini, sadece “keyfiyet” olarak nitelendirmek çok hafif bir ifadedir. İnsan haklarının temelinde eşitlik yatar siz eğer “meslek lisesi öğrencilerinin düz lisesi öğrencileri ile eşit olmadığını ve eşitsizliğin devam etmesi gerektiğini ifade ediyorsanız, bunu ideolojik görüşlerinin adalet duygunuzdan önce geldiğinden başka açıklaması olamaz. Üstelik Danıştay bunu bizzat anayasaya aykırı olarak yargının idare ve yasamanın yerine geçemeyeceğine ilişkin en temel ilkeyi hiçe sayarak gerçekleştiriyor. Danıştay kararında bizzat kendi kararlarına dayanıp, YÖK uygulamayı değiştiremez, benim daha önce verdiğim kararları dikkate almak zorundadır diyebiliyor. Konuya ideolojik bakmasınız anayasayı bu kadar açık ve net olarak ihlal etme cüretini göstermez, ben yasada olmayan anlamları çıkartır istediğim gibi yorumlar yapar yürütmenin ve idarenin yerine geçerim diyemezsiniz. Danıştay'da devam eden iki dava var ve her iki dava neticesi meslek lisesi öğrencilerin hayatlarını temelden etkilenecek. Alınacak kararlar meslek lisesi öğrencilerinin yükseköğretim hakkını layıkı ile kullanıp kullanamayacağını ortaya koyacak. Bu nedenle tüm meslek lisesi öğrencilerininin davaya katılma hakkı var. Bizim hukukçular olarak tavsiyemiz meslek lisesi öğrencilerinin Danıştay'a dilekçe vererek davalarına sahip çıktıklarını göstermeleri.

Ayrıca hem YÖK e hem ayırt etmeksizin tüm siyasi partilere ve sivil toplum kuruluşlarına yazılı olarak müracaat ederek bu konudaki adaletsizliğin ortadan kaldırılmasının istemeye devam etmeleri. Bu durum sadece kendi aramızda adaletsiz davrananları ve oluşan yargısal sistemi eleştirmekle sonuçlanacak bir durum değil. Hak talebini sürekli gündemde tutmak gerek. Siz kendi hakkınız için çaba göstermeniz kimsenin çabası yeterli olmayacaktır sonuçta.

Yıllardır süregelen bu eşitsizliğe artık bir son verilmesi gerektiğini düşünen aydınlar ise uygulamanın Türkiye’ye çok şey kaybettirdiği görüşünde birleşiyor.

Aktivist - Yazar Yıldız Ramazanoğlu: “Demokrasi dışı kurumların ağır baskılarıyla yönetiliyoruz

Katsayı uygulaması kararı ülkede dini hayatı geriletmek için alınmıştı. Cumhuriyetin ilanından itibaren uygulamaya konmak istenen toplumsal proje, milletin yüz yılların içinden süzülüp gelen medeniyet ve inanç birikiminin görmezden gelinmesi üzerine kuruluydu. Yeniden bir millet yaratmaktan sözedilmişti baştan beri. Tartışılamaz Batı değerleri üzerine kurulmuştu yeni millet. Gerçekten de tartışılamadı uzun yıllar boyunca. Ağır bedeller ödendi. Fakat inançları doğrultusunda bir yaşam kurma talebi bir türlü sonlanmadı. Her fırsatta bu taleplere kulak veren siyasiler seçildi. Tabii işin sınıfsal boyutu da var. İmam Hatiplerin doğrudan sözü kesilmiş, inisiyatif alması engellenmiş halkı temsil etmesi bir paylaşma ve eşitlenme korkusu yaratıyor. Elitler ve imtiyazlı sınıflar diğerleriyle eşit yurttaşlar olmayı sindiremiyor. Mücadele bu. İHL’ye giden çocukların temel hedefi imam olmak değil dini hakkında temel bilgileri edinmek. Bu ülkede bunu sağlayan başka hiçbir kurum ya da kuruluş olmaması yüzünden rağbet ediliyor. Avrupa’da ve Amerika’da kiliselerin açtığı vakıf okulları en prestijli ve kaliteli okullardır. Öyle bir saygınlıkları var. Kimse papaz olmaya gitmiyor ki, temel bilimlerin yanı sıra dinini de öğrenmeye gidiyor. Bizde devletin dini var, ateizmle agnostizm arasında bir din olduğundan İslam mümkün olduğunca etkisiz işlevsiz ve manasız bir yere çekilsin, mümkünse hayatımızdan çıkıp gitsin isteniyor. Bu mümkün değil ama. Bu güne kadar başörtüsü yüzünden hakları elinden alınan kızları konuştuk. Oysa binlerce genç adamın da hayatı karartıldı. Birçok başarılı gencin üstü katsayı sorunu icadıyla çizilmek istendi. Sonuçta Türkiye kaybediyor. Hiçbir ülke gençlerinin hayatını karartmak ve kendi geleceğini imha etmek üzerine sistem kurmaz ama bizde oldu bu. Çünkü aslında demokrasi dışı jakoben kurumların ağır baskılarıyla yönetiliyoruz. Seçilmeyen ama son sözü söyleme yetkisi olan kurumlar halkın taleplerine kıymet verme ihtiyacı içinde değil. Çözüm olarak yapılması gereken gençlerin önünü sonuna kadar açmak. Yıldızlarının önüne duvar örmekten vazgeçmek. Herkesin biricik hayatını içine sineceği şekilde yaşamasının en doğal hakkı olduğuna inanmak... Eşitliği, adaleti, hakkı hukuku sindirmek... Bir de dini eğitim almanın yolunun açılması. İmam hatipler hakiki din adamı okullarına, daha marjinal bir meslek eğitimine dönüşebilir. Fakat dini eğitim almanın yoları açılarak, liselere bu konuda güçlü bir ekleme yapılarak. Gerekirse İngilizce eğitim yapan kolejler gibi Arapça eğitim yapan ya da bu yönde organize olmuş kolejler de açılabilmeli.

Sosyolog-yazar Nazife Şişman: “Problem sadece İHL değil, eğitim sistemi sorunlu”

Katsayı tartışması da İHL’lerin ihtiyaç duyulan imam sayısından fazla mezun vermesi gibi karşı çıkışlar da hep bu okulların din adamı yetiştirdiği ön kabulüne dayanıyor. Evet formel olarak böyle, ama aslında talebin yoğunluğu bir başka gerçeğe işaret ediyor: Türkiye’de din eğitimi ciddi bir ihtiyaç. Çoğu aile çocuğunun doğru dürüst bir din eğimi almasının başka yolu olmadığı için gönderiyor bu okullara. Normal şartlarda ilköğretim ve lise müfredatındaki bilgiler, dindar bir ailenin çocuğu için yeterli görebileceği düzeyde değil. Bu bilgilerle asgari ibadetleri yerine getirmek bile mümkün değil. Ama tartışma hep “zorunlu din dersi eğitimi” üzerinden yapıldığı, yani çocuklarına dini eğitim vermek istemeyenler üzerinden yapıldığı için dini eğitim vermek isteyenlerin hangi yolu takip edeceği konusu gündeme bile gelmiyor. Ve şöyle bir durum çıkıyor ortaya: ya mesleki olarak dini eğimi seçecek kişi ve imam olacak, ya da asgari ilmihal bilgilerini bile öğrenmeden orta öğretimi bitirmiş olacak. Oysa din bir meslek değildir ve imam olmayanların da sahip olması gereken asgari bir ilim düzeyi söz konusudur. Ama bugün sorun şu: İHL’ler üzerinden yapılan siyasal hesaplaşma, hem İHL’lerin müfredat ve eğitim kalitesinin hem de genel olarak din eğitimi meselesinin doğru bir zeminde tartışılmasına engel oluyor. Danıştay’ın bu gençler üzerine aldığı karar keyfiden ziyade ideolojik bir karar. Eğitimde eşitlik gibi bir gerekçe öne sürmeleri, meseleyi çok gelişi güzel temellendirdiklerini gösteriyor. Ama bu gerekçe hiç inandırıcı değil. Bir gencin on altı yaşında yaptığı, ya da ailesinin yaptığı bir tercihin bütün hayatının önünde bir set oluşturması nasıl bir eşitlik anlayışı? Zaten lise müfredatı geçerli sınavlarda. Buna rağmen bu sınavda başarılı olan bir meslek liseli öğrencinin cezalandırılması, eğitimde fırsat eşitliğine aykırı. Böyle olunca kimse meslek lisesine gitmek istemiyor. İstihdamın ihtiyacı olan kalifiye eleman yetişmiyor. Bol miktarda lise mezunu vasıfsız işsiz çıkıyor bu sistemden. Eğitimin gündelik siyasal hesaplaşmaların malzemesi olması, sadece bugünümüzü değil geleceğimizi de ipotek altına alıyor. Avrupa’nın en genç nüfusa sahip olan ülkesi olmakla övünüyoruz. Ama kör dövüşünde onları kaybediyoruz. Sanki her şey, nitelikli, düşünen, şahsiyetli gençler yetiştirmemek için yapılıyor gibi. Almanya’da mesela bizdeki meslek liselerine benzer okullar var. Burada okuyanlar zaten üniversiteye devam etmiyor. Doğru dürüst bir mesleğe sahip oluyor. Ama sistem tutarlı... Sonradan çok azmederse bir kapı aralanıyor. Bizdeki sistem herkesi üniversiteye zorluyor. Çünkü üniversiteye gidenler bile işsiz olduğu için, meslek lisesini tercih etmiyor kimse. Halbuki herkesin üniversite okuması gerekmiyor, zaten nitelikli bir üniversite eğitimi için bu şart. Eh üniversiteler ne kadar üniversite gibi o da tartışılır. Yani problem sadece İHL ve katsayı değil, daha büyük ve derin bir eğitim sistemi problemimiz var.

Taraf Gazetesi Köşe Yazarı Hilal Kaplan: “Bu bir sömürgeleştirme projesidir”

Cumhuriyet elitlerinin projesini aslında bir nevi kolonizasyon (sömürgeleştirilme) projesi olarak okuyorum. Ülke yönetiminde söz sahibi olmayı, ekonomik ve kültürel olarak üst sınıflarda yer almayı sadece kendi hakkı sayan ve cumhuriyet elitleri dediğimiz bir kısım insanlar var. Bir de adına “halk” dediğimiz ve güya her şeyi “halk adına” yaptıklarını söyleyerek her daim kendi keyfi tasarruflarına maruz bıraktıkları toplumun büyük kesimi var. Bu büyük kesimin çoğunluğunu da Müslümanlar oluşturduğundan, Müslüman hayat tarzına sahip çıkan insanları da cumhuriyet elitleri kendi tekelci iktidar anlayışlarına en büyük tehdit olarak gördüler. Darbeler tarihimiz de mevzubahis statükocu yönetim tarzını muhafaza etmek için yapılan keyfi ve gayri-hukuki uygulamalarla dolu. Katsayı uygulaması da bu kolonyalist anlayışın tezahürlerinden biri olarak önümüzde duruyor. Özellikle İHL mezunlarının bürokratik ve kültürel alanda söz sahibi olmalarının, ekonomik anlamda üst sınıfa oynamalarının önünde engel teşkil etmesi için uygulamaya konulan keyfi uygulamalardan biri. Danıştay’ın son kararının keyfiliği daha önce YÖK’ün idari anlamda alacağı kararlarda özerk olduğuna dair verdiği içtihatla şu anda çelişmesinden dolayı aşikar. YÖK madem 10 yıl kadar önce idari kararlarda özerkliği tasdik edilmiş bir kurum, bu süre zarfında ne değişti de birden Danıştay’a tabi olmak zorunda olan bir kurum oluverdi? Ben söyleyeyim: Kolonize edilenler idarede söz sahibi olmak istedi ve bu bizim kolonyalist cumhuriyet elitlerimiz için kabul edilemez bir durum arz ediyor. İstanbul Baro Başkanı’nın geçen yıl yaptığı açıklamada açıkça beyan ettiği gibi “eşitlik ancak eşitler arasında olur” anlayışı hukuka galip geldi. Kendilerini halkın geri kalanıyla eşit görmedikleri için, kerameti kendinden menkul üstünlükleri sona ereceğinden dolayı oldukça endişeliler ve bu noktada da keyfi veya gayri hukuki olması bir yana bariz adaletsiz olan kararlar almakta bir beis görmüyorlar. Katsayı uygulaması pek çok gencimiz mevcut potansiyellerini gerçekleştirmelerinin önünde bir engel teşkil ediyor. Bu da gençleri hem psikolojik hem de hayat standardı bağlamında pek çok noktada zarara uğratıyor. Bireysel sıkıntıların yanı sıra potansiyelleri yok yere harcanmış pek çok gençten müteşekkil bir nüfus var ve bu ülke geleceği adına da büyük bir kayıp.

Gazeteci- Yazar Semanur Yaman: “Dünya, Türkiye’den ibaret değil”

Çocuğunun imam olmasını isteyerek bu okulları tercih eden aile sayısı yüzde biri geçmez. Birkaç gün önce konuştuğum ve Türkiye derecesine sahip katsayı mağduru genç şöyle dedi, “Benim annem doktor, babam eczacı. Beni imam olmam için göndermediler bu okula, dinimi öğrenmem için gönderdiler”… Durumu bu cümle özetliyor sanırım. İmam Hatip’ler bugün dini eğitim anlamında alternatifi olmayan okullardır. Bu okulları tercih edilir kılan da, ailelerin dini eğitim kaygısı… Katsayı; gençlerin hayatlarını çalıyor, bizim geleceğimizi çalıyor, ümitlerimizi, heyecanlarımızı çalıyor, ülkenin geleceğini çalıyor gözlerimizin önünde… Parlak zekâları, üstün yetenekleri, daha kendilerini ispatlayacakları aşamaya gelmeden engelliyoruz. “Dur, geçemezsin bu sınırdan” diyoruz, kurduğumuz kast sistemiyle… Bir yandan da adaletsizliğin “doğru” olduğunu öğretiyoruz gençlere. Kendisinden çok daha fazla puan alan arkadaşının yerine hukuk fakültesine yerleştirilen gencin, ileride adil bir hâkim olmasını bekliyoruz mesela… Ya da arkadaşının hakkını gasp etmek zorunda bırakılarak öğretmen olan gençlerin, öğrencilerine insani erdemleri anlatabileceğini düşünüyoruz. Yarışa 100 metre ileriden başlatılanların, gerçek bir başarıya imza attıkları yanılgısına yol açıyor bu haksız uygulama. Genel bakışla durum böyle ama engellenen gençler açısından tersi bir durum da söz konusu. Özellikle çok başarılı, çok zeki meslek liseliler, kendi ülkelerinde engellenseler bile başka ülkelerde hak ettikleri yere kolaylıkla gelebiliyor. En kaliteli üniversiteler onlara “sen meslek liselisin” demeden kollarını açıyor, birçoğuna burs veriyor. Viyana’da İmam Hatip mezunu kızlar gördüm, iki dil bilerek dönüyorlar ülkelerine. Ufukları genişlemiş, ellerinde tüm dünyanın tanıdığı diplomalar var. İngiltere’de, İsviçre’de, hatta Malezya’da çoğu İmam Hatipli yüzlerle meslek liseli eğitimine devam ediyor. Dünya, Türkiye’den ibaret değil, birileri bunun farkında olmasa da…
SON VİDEO HABER

Iğdır'da AK Parti İl Başkanlığı binasına molotoflu saldırı

Haber Ara