Rüya içinde rüya: Saraybosna
Saraybosna nehirleriyle, köprüleriyle, tünelleriyle, yemyeşil dağlarıyla rüya gibi bir şehirdir. Saraybosna’yı gezerken rüya içinde rüya gördüğünüzü, tarihin içinde yolculuk yaptığınızı hissedersiniz.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-02-23 15:47:00
Bosna benim İmam Hatip yıllarımın ülkesi, Saraybosna da yıllardır içimde büyüttüğüm, hep özlediğim, büyük bir tutkuyla sevdiğim şehirdir. Bosna Savaşı yeni başlamıştı. Ben de o dönemler Çarşamba İmam Hatip Lisesi’nde okuyordum. “Çarşamba” dediysem sakın Fatih Çarşamba ile karıştırmayın; bizim Çarşambamız “Çarşamba’yı sel aldı, bir yar sevdim el aldı.” türküsündeki Samsun’un Çarşamba ilçesidir. İmam Hatip’teki arkadaşlarımla birlikte o dönemler Milli Gençlik Vakfı’na giderdik ve sohbetlerimizde genelde gündemimizin ilk maddesi Bosna Savaşı olurdu. Bosna’da meşhur Pazar Yeri Katliamı olduğunda bir taraftan TGRT’ deki görüntüleri izlediğimizi, diğer taraftan da öldürülen Müslümanlar için hüngür hüngür ağladığımızı hatırlıyorum. İstanbul’da üniversitede okuyan birkaç MGV ’li ağabeyimiz vardı. Okulları tatil olduğunda Çarşamba’ya dönerler ve bize Bosnalı mücahitlerin kahramanlıklarını anlatırlardı. Biz de heyecan ve pür dikkatle bu ağabeylerimizi dinlerdik. Bosna için bir şeyler yapmak istiyorduk. “Ne yapabiliriz?” diye aramızda tartışırken sonunda hemşerilerimizi Bosna Savaşı konusunda daha bilinçli hale getirmek ve gösterimlerden elde edeceğimiz paraları Bosnalılara göndermek için bir tiyatro ekibi kurmaya karar verdik. Tamamı amatörlerden oluşan bir ekiple kurulan tiyatro grubumuza Başak Tiyatrosu ismini vermiştik. Bosna’ya yardım etmek isteyen fakir bir gençle zengin ve cimri bir fabrikatörü konu alan oyunumuz bayağı ilgi görmüş; hatta gelen istek üzerine Çarşamba dışındaki birkaç ilçede de tiyatro oyunumuzu sergilemiştik. O dönemler Aliya İzzetbegoviç, Bosnalı mücahidler ve Şehid Selami Yurdan bizim en güzel kahramanlarımızdı.
Uçuça eklenmiş tarih
Uçağımız İgman Dağı semalarından Sarayova Havaalanı’na doğru alçalırken o günleri düşünüyordum ve birazdan Saraybosna Sokaklarında dolaşacağım için heyecandan içim içime sığmıyordu. Havaalanındaki işlemlerim bitince bir otobüse atladım ve şehir merkezine doğru yol almaya başladım. Savaş zamanından kalma, üzerleri bomba ve mermi izleriyle dolu binalar hemen dikkatimi çekti. Merminin değmediği, bombaların vurmadığı tek bir bina bile kalmamış. Saraybosna’nın hemen girişinde olan bu binalar Bosna’da ne kadar korkunç bir savaş yaşandığını anlamam için yetiyor. Şehir merkezine doğru yaklaştıkça tarihin içinde yolculuk yaptığımı fark ediyorum. Yol boyunca önce Yugoslavya’yı Tito’nun yönettiği Komünist dönemden kalma mimariyi seyretmeye başlıyorum. Komünist mimari tek düze olduğu için bana sıkıcı geliyor. Daha sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminden kalma binaları seyre dalıyorum. Tam bir Batı mimarisi. Son derece soğuk, ruhsuz ve iç karartıcı. Tarihin içinde yaptığım bu yolculuk Osmanlılar tarafından yaptırılan Başçarşı’ya ulaşınca sona eriyor. Buram buram Osmanlı kokan Başçarşı içimi ferahlatıyor, kalbime nefis bir huzur veriyor.
Saraybosna’nın kalbi Başçarşı
Saraybosna’nın kalbi sayılan ve Osmanlı’nın Balkanlardaki en güzel eserlerinden biri olan Başçarşı’nın meydan bölümü gündüzleri hep cıvıl cıvıl… Başçarşı o kadar bizden bir yer ki insan burada
gezinirken kendini sanki evindeymiş gibi hissediyor. Çarşının içi Arnavut kaldırımlarıyla döşenmiş ve çarşının meydanı tıpkı İstanbul’daki Beyazıt Meydanı’nda olduğu gibi güvercinlerle dolu. Meydan bölümünün arka tarafındaki ahşap kalay dükkânlarını gezerken kendinizi görsel bir ziyafetin içinde buluyorsunuz ve Osmanlı’nın nefes alışverişlerini duymaya başlıyorsunuz. Ahşap dükkânlarından gelen “tın, tın” sesleri sizi alıp başka âlemlere götürüyor. Başçarşı’nın sembolü ise Bosnalıların “Sebil” olarak isimlendirdikleri meşhur çeşme. 1753 yılında Mehmet Paşa tarafından yaptırılan ve görsel olarak son derece güzel olan bu çeşme 1891 yılında Çekoslovakyalı Mimar Alexander Vitek tarafından şu anki yerine taşınmış. İnsan Başçarşı’da saatlerce kendi başına oturup sadece etrafı seyretse inanın canı sıkılmaz, aksine büyük bir keyif alır. Ben de öyle yaptım ve bir köşeye çekilip saatlerce Başçarşı’nın güzelliklerini seyre daldım.
Aliya’nın mezarının başında
Başçarşı’da bu kadar vakit geçirdiğimiz yeter; çünkü daha Aliya’mız biz bekliyor. Başçarşı’nın bitişiğindeki yokuşu adımlayarak Kovaçi Şehitliği’ne doğru ilerliyorum. Başçarşı ile Aliya İzzet Begoviç’in mezarının bulunduğu Kovaçi Şehitliği’nin arası mesafe olarak çok yakın. Arada sadece tırmanılması gereken bir yokuş var ve bu yokuşu tırmanmanız sadece 7-8 dakikanızı alıyor. Kovaçi Şehitliği’ne girdiğinizde kendinizi bembeyaz bir melek ordusunun içine girmiş gibi hissediyorsunuz. Her yer beyaz mezar taşlarıyla dolu ve Aliya’mız işte orada, vasiyet ettiği gibi askerlerinin arasında yatıyor. Aliya’nın mezarının başında; “Büyük Allah’a yemin ederim ki asla köle olmayacağız.” şeklinde bir yazı var. Aliya’nın mezarında büyük komutanı ne kadar çok sevdiğimi ve ne kadar çok özlediğimi hissediyorum. O karizmatik bakışları, askerlerini denetlerkenki asaleti, dua ederkenki samimiyeti bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor ve duygulanıyorum. Mezarının başından ayrılmamak, Aliya ile Ümmet-i Muhammed üzerine sohbet etmek, içimden geçenleri ona anlatmak istiyorum. Sonunda kararımı veriyorum ve o geceyi sabah namazına kadar Kur-an okuyarak ve tefekkür ederek Aliya’nın mezarının başında geçiriyorum. Aliya’nın mezarının başında geçirdiğim o güzel ve özel geceyi sanırım hayatımın sonuna kadar unutamayacağım. Sabah namazını kılmak için Başçarşı’dan geçerek Bosnalı Müslümanların sembollerinden olan 500 yıllık Gazi Hüsrev Paşa Camii’ne gidiyorum. Caminin hemen yanı başındaki kule de Saraybosna’da mutlaka görülmesi gereken yerlerden birisi.
Milyatska Irmağı ve Latin Köprüsü
Saraybosna o kadar güzel bir şehir ki bu şehirde
gezerken bir yeşillik deryasının içinde buluyorsunuz kendinizi ve sık sık köprülerle, nehir sularıyla, tünellerle karşılaşıyorsunuz. Saraybosna’nın en güzel yerlerinden biri de şehrin doğu kısmında bulunan Milyatska Irmağı’nın etrafı. Milyatska Irmağı öyle güzel akıyor ki suların ritmini tutturabilirseniz kulaklarınızı güzel bir müzik resitalinin kapladığını hissediyorsunuz. Saraybosna aynı zamanda bir köprüler şehri. Milyatska Irmağı’nın kenarında gezerken bu güzelim tarihi köprülerle karşılaşma imkânı bulabilir, hatta bu köprüleri adımlayabilirsiniz. Saraybosna’nın en ünlü köprüsü ise Latin Köprüsü. Latin Köprüsü’nü bu kadar ünlü yapan köprünün üzerinde gerçekleşen bir suikast. Avusturya-Macaristan Veliahtı Latin Köprüsü’nün üzerinde Bulgar bir genç tarafından öldürülmüş ve bu suikastın ardından 1. Dünya Savaşı başlamış. Saraybosna ayrıca barındırdığı dini eser çeşitliliği nedeniyle Avrupa’nın Kudüs’ü olarak da anılıyor. Şehirde her dine ait tarihi eserler bulunuyor. Müslümanlar için Gazi Hüsrev Paşa Camii ne kadar önemliyse, Hıristiyanlar için de Ferhadiye Caddesi üzerindeki İsa’nın Kalbi Katedrali o denli önemlidir.
“Seni seviyorum Fatih”
Boşnaklar güler yüzlü, kibar, zarif ve oldukça cana yakın insanlar. Ayrıca temizlik ve düzene de büyük önem veriyorlar. Avlular, evlerin balkonları, cam kenarları rengârenk çiçeklerle dolu. Bosnalıları tanıdıkça görgünün, kültürün, şehirli olmanın Müslüman’a nasıl da yakıştığını gözlemledim. Özellikle de yaşlılarla sohbet ederken kendimi Osmanlı beyefendileri veya hanımefendileriyle konuşuyormuş gibi hissettim. Pirimiz Evliya Çelebi ise Seyahatnamesi’nde Saraybosna ve Boşnaklarla ilgili şunları söylüyor: “ Saraybosna’nın suyu ve havası güzel olduğundan halkının yüz renkleri kırmızıdır. Saraybosnalılar ezan sesini işitir işitmez namaza koşarlar ve hüneri, işi olmayan kimseleri sevmezler.” Soy olarak Slav olan Boşnaklar İslam’a önce Anadolu’dan gelen dervişler sayesinde ısınmışlar. Fatih’in bölgeyi fethetmesinden sonra da toplu olarak İslam’a girmişler. Bundan dolayı Boşnaklar Fatih’e büyük bir saygı gösteriyorlar ve Türkleri çok seviyorlar. Saraybosna sokaklarında gezerken gençlerin tişörtlerinin üzerinde “Seni Seviyorum Fatih” yazısını görürseniz hiç şaşırmayın.
Moriç Han ve Genç Müslümanlar
Saraybosna’ya gelmişken “Ne yiyip ne içmeliyiz?” diye soranlara Boşnakların meşhur kıymalı böreklerini ve Tuhafiye adı verilen tatlılarını tavsiye edebilirim. Ayrıca bakır cezvelerde, bembeyaz kulpsuz fincanlarla sunulan Boşnak kahvelerinin tadına da bakmalısınız.
Bosna’ye gelenler özellikle Başçarşıda’ki Moriç Han’a ve Moriç Han’ın içindeki Genç Müslümanlar Derneği’ne mutlaka uğramalılar. Dernekte Mesnevi derslerinden tutun da, Osmanlı Tarihi’ne kadar birçok alanda dersler yapılıyor, seminerler veriliyor. Ben de Saraybosna’da kaldığım süre boyunca Aliya’nın mezarının başında geçirdiğim o geceyi saymazsak gecelerimi genelde Moriç Han’daki Genç Müslümanlar Derneği’nin lokalinde geçiridim. Lokalde takıldığım
gecelerin birinde Aziyade Kasumakis adında 78 yaşındaki bir hanımefendi ve eşiyle tanışma imkânı buldum. Aziyade Hanım, Aliya İzzet Begoviç’in bir zamanlar liderlik yaptığı Genç Müslümanlar Hareketi’nin üyelerindenmiş ve bu nedenle Komünist Yönetim zamanında 2 sene 3 ay cezaevinde yatmış. Aliya’nın en yakın arkadaşlarından olan eşi de aynı suçlamayla 5 sene Aliya ile birlikte cezaevinde kalmış. Aziyade Hanım sohbetimiz esnasında “Bosna’yı sevin; ama benim Türkiye’mi çok iyi koruyun.” demişti. Aziyade Hanım ve eşi o gece dernekte olanların ricasını kırmayarak bize Genç Müslümanlar Hareketi’nin meşhur marşını seslendirdiler. Marşı dinlerken Aliya’nın dava arkadaşlarının yıllar geçmesine rağmen aynı heyecan ve coşkuyu duyduklarını hissettim. Yazıma da bu marşın son kıtasıyla son veriyorum:
Bütün dünya duysun biz Genç Müslümanlarız
Bütün dünya bir gün İslam’ın sesini duyacak
Biz ölümden korkmuyoruz
İslam geçmişte olduğu gibi yine güçlenecek
Allahuekber, Allahu ekber…
Kaynak: Gercek Hayat
SON VİDEO HABER
Haber Ara