Dolar

34,9473

Euro

36,7212

Altın

2.977,61

Bist

10.125,46

Hizipleşmenin ümmete maliyeti

2. Abdulhamid'in tahttan indirilmesini tertipleyen Jön Türkler iktidarı ele geçirmek için birbirlerine düşmüş ve bir kaç kola ayrılmış. Ama bunun ümmete maliyeti bakın ne kadar büyük olmuş...

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-02-16 20:08:00

Hizipleşmenin ümmete maliyeti
Sebahattin Arslan* / TIMETURK

Geçen yazımızda ümmetin dağılmasını önlemek için çırpınan Sultan Abdulhamid’in gayretlerini anlatırken tahttan indirildikten sonrasını Şerif Hüseyin’in oğlu Şerif Abdullah hatıratında çok anlamlı bir değerlendirme yapıyor. Değerlendirmeyi yapanın Arap İsyanı’nın başındaki kişi olması, ayaklanmadan çok sonraları Ortadoğu’da olan biteni gördükten sonra 1945’te yapması bu değerlendirmeye ayrı bir önem katıyor. Bu değerlendirmeyi yeniden ele almakta fayda var. Kral Abdullah şöyle demişti: “ Bence Sultan Abdulhamid, İslam dünyasının son büyük sultanıydı. Onun tahttan indirilmesinden sonra meydana gelen olaylar, Kufe ve Mısırlılar’ın Hz. Osman’a yaptıklarından sonra meydana gelenlere benzer. Hz. Osman nasıl fitne ile Müslümanlar arasındaki sınır idiyse, Abdulhamid de bu çağda insanlarla fitne arasındaki perdeydi. Bu perde yırtılınca fitneler ortaya çıktı. Bütün işleri çekip çeviren ve baki kalan yalnız yüce Allah’tır.”

Hizipleşmenin ümmete maliyeti

Sultanın tahttan indirilmesini uzun süre tertipleyenler Jön Türkler ve bunda menfaat uman dış güçlerdi. Jön Türkler kendi içinde birkaç kola ayrılıyordu. Bunların en güçlü kolu İttihat ve Terakki Fırkasıdır. Fırkalar arası anlaşmazlıklar ve görüş ayrılıkları orduya da sirayet ederek ordu içi anlaşmazlıklara sebebiyet vermiş, I. Balkan Harbi’ni kaybetmemize önemli bir neden olmuştur. Ordu içindeki tefrika daha çok iktidar kavgasından kaynaklandığını görmekteyiz. Hangi eğilimin baskın çıkacağı, ordu içindeki nüfuzun etkisine bağlanır hale gelmişti. Ordu politize olmuştu. Ordunun içindeki bu politik ayrışmalar savaş cephelerine kadar yansıdı. Siyasi kavgalar cephelerde düşman karşısında savaşan farklı görüşteki ordu komutanları ve subaylar arasına kadar yayıldı. İttihat ve Terakki Fırkası ile bu fırkadan sonradan ayrılan Hürriyet ve İtilaf Fırkası arasındaki çekişme, bir iktidar kavgasına kadar uzamış, bu kavga cephede de devam ederek, İstanbul Balkan Harbi’nde düşmanın eline geçme tehlikesi geçirmesine rağmen, subayların cephelerde birbirlerine yardım etmeyecek kadar ileri bir düşmanlığa kadar götürmüştür. Askerlerin siyasi işleri ellerine almaları, sivil kadroları tasfiye etmeleri, ümmetin çok kısa bir zaman içinde isabetsiz savaşlara sürüklenmesi, İmparatorluğun parçalanmasına neden olduğu muhakkaktır. İmparatorluğun savaşta olduğu Birinci Dünya Savaşı’nda üçüncü adam konumunda olan Cemal Paşa’nın savaş dönemiyle ilgili hatıraları, ümmetin ne kadar düşüncesizce kumar oynar gibi harcandığını gösteren önemli bir belgedir. I. Dünya Savaşı’na bir oldu bittiyle girilmesi, bunun neticesinde Doğu Cephesi’nde tecrübeli Ordu Komutanları’nın şiddetli muhalefetine rağmen Irak ordusu ile desteklenerek kışın girişilen meşhur Sarıkamış Savaşı ve hezimeti, bu hezimet esnasında ve sonrasında yaşlı ve tecrübeli komutanların ordudan tasfiye edilmesi, Irak ordusunun büyük bir kısmının erimesi nedeniyle Irak’a dönemediğinden dolayı Irak cephesinin zayıf bırakılması ve Bağdat’ın düşmesine neden olması. Ordunun Çanakkale’de ve Doğu Cephesi’nde erimesi kaçınılmazdı. Buna ilave olarak Filistin Cephesi’ni zayıflatan Çanakkale Savaşları, Kanal Harekatı ile ardından Bağdat’ı kurtarma planları nedeniyle bu cephenin güçlendirilmemesi, Filistin ve ardından Suriye-Lübnan bölgelerinin tamamının düşman eline geçmesine neden olacaktı. Üstelik bu cephenin savunma işini bir Hıristiyan olan Alman General Falkenhayn’a verilmişti. Savaş bittiğinde Osmanlı Devleti’nin kolları bacakları kesilmiş kan kaybediyordu.

Ortak Dostlar Düşman, Ortak Düşmanlar Dost Olmuş

Osmanlı’nın son döneminin iyi anlaşılması için tarihi şahsiyetlerin iyi tanınması gerekir. Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa, Son dönem Sadrazamları ile Şeyhülislamları, bazı Arap ileri gelenleri, Şerif Hüseyin ve oğulları bunların en önemlileridir. Türk Arap İlişkileri açısından iki tarihi şahsiyet oldukça önemlidir. Türkiye’de Arapları hatırlatma aracı olarak kullanılan Şerif Hüseyin ismi, Arap dünyasında Osmanlı’yı ve dolayısıyla Türkleri hatırlatmak için kullanılan Cemal Paşa. Arapların bir kısmı için Şerif Hüseyin kahraman iken diğeri ( Cemal Paşa ), çoğu için kan dökücü ( Seffah ) olarak hafızalara kazınmış. Bu iki tarihi şahsiyet o kadar ön planda tutulur olmuş ki, ortak düşmanlar tamamen unutulur hale gelmiş. Bir bakıyorsunuz dünün ortak düşmanları olan İngilizler ve diğer batılılar bugünün ortak dostları, dünün ortak dostları ve kardeşleri olan Araplar, Türkler ve diğer Müslüman unsurlar ise ortak düşman haline getirilmiş.

Cemal Paşa’nın hatıratında yukarıda değindiğim Osmanlı’nın son döneminde Türkçülük akımının yıkıcı neticelerini özetler bilgilere yer vermesi bir ibret vesikası olması hasebiyle buraya olduğu gibi alıyorum. Cemal Paşa, savaş esnasında 1916’da Araplar’ın gayreti diniyyelerini arttırmak için birçok Arap şehrinde hamaset şiiri yarışmaları düzenlemiş, geniş katılımlı toplantılar tertiplemiştir. Bunlardan bizzat kendisinin de katıldığı bir toplantıda şu konuşmayı yapıyor:

“ Efendiler! Fırkamızın Araplar hakkındaki uygulamak istediği program o kadar geniştir ki, bunu siz tasavvur bile edemezsiniz. Mesela ben Arap ve Türk bu iki kavmin aynı halifeye bağlı bağımsız bir millet halinde birleşmesini sakıncalı görenlerden değilim. Bu amaca ulaşmak için çok çalışmak, aramızdaki din ve vatan hainlerini tard ve def etmek, düşman parasıyla hareket eden hainlerin içimizde bulunmaması gerekir. Size şunu söylemek isterim ki, İstanbul’da ve Türklerle meskun İslam memleketlerinde bugün gördüğümüz Türklük akımı Arap cereyanına kesinlikle karşı değildir. Pekala bilirsiniz ki, şimdiye kadar Osmanlı memleketlerinde Bulgarlık, Rumluk, Ermenilik, akımları vardı. Şimdi de buna Araplık cereyanı eklendi. Türk kendini unutmuş, hatta milliyetini konuşmaktan utanır olmuştu. Milli fikrin düşmesi nihayet kesin yıkılma ile sonuçlanabilirdi. Bundan korkan Türk gençliği takdire şayan bir şekilde ayaklandı. Türk’e Türklüğünü ve ona sınırsız faziletlerini anlatmak için milli cihat ilan etti. Şairleri, hatipleri, edipleri seslerini yükselttiler. İki üç yıldan beri bu alanda çaba sarf etmeye başladılar. İşte bu akım Osmanlı Hilafeti’nin kuvvetlerini toplamasına yardım etti. Şimdi gördüğünüz ordumuz kuruldu. Adeta rastlantının bize verdiği müttefiklerle beraber asırlar boyunca dinimize düşman olanlar aleyhine cihat ilanından çekinmedik.

Şimdi sizi temin ederim ki, Türklük akımı Araplık akımının kesinlikle düşmanı değildir. Aksine onun kardeşi, hatta ayrılmaz arkadaşıdır. Türk genci, Arap’ın kalkınmasını, bütün milli haklarına sahip olmasını can-ı gönülden ister. Türk gencinin bugünkü çalışması, ( … ) Türk’ü 20. asırda yaşayan milletler arasında hayat hakkına sahip itibarlı bir unsur haline alemin gözü önüne arz etmek gibi mühim noktalara matuftur. Türk genci bu esasları tatbik etti.

İşte onlardan biri olmak üzere, onların dilinden söylüyorum ki, siz ey Arap gençliğinin seçkin temsilcileri, siz de aynı gayelerin temini için çalışınız. Arap illerinin istilası hırsı ile her çeşit fesat ve hileyi mubah gören, yabancılara satılmış olan mahlukların ikiyüzlülüğüne inanmayın.Gerek Türk ve gerekse Arap gençliği söylediğim tarzda onar yıl çalışınız. Ondan sonra etrafınıza bakınız. Birbirinizin kucağına o zaman atılınız. Bir daha ayrılmamak yemini ve ölçüsü ile “ Lahmın lahmı, demin demi” sırrını onaylayın.

Ben Türk ve Arap gençliğine şunu söylüyorum ki, bu iki millet birbirlerinden ayrıldıkları anda, her ikisi de yok olmaya mahkumdurlar. İslam’ın bu iki seçkin temel direkleri arasında ihtilaf çıkması, İslam kudretinin yok olmasını doğurur. Sonuçta genel bir İslam esareti, kaçınılmaz bir hal alır.

Yazıktır, Efendiler! Turani, Kahtani, Numani gibi her biri şeytana yakışır bir şeytanlıkla dinimizin ve mübarek yurdumuzun hain düşmanları tarafından icat edilmiş birtakım akımlar sizler arasında ihtilaf meydana getirmesin! Türk ve Arap birbirinizi seviniz. Birbirinize karşı saygı gösteriniz ki aynı amaca yönelik hizmetleriniz semereli olsun. İlla her ikiniz için de inkıraz ( yıkılma ) felaketi ve esaret muhakkaktır ( Cemal Paşa, Anılarım, İskenderiye Yay., s.231-232 ).”

Bu hitapta üzerinde durulacak birkaç önemli konu var. Her şeyden önce Türkçülük akımının İmparatorluğa ve ümmete getirdiği ayrıştırıcı, ötekileştirici kısmına hiç değinilmemiş. Bu anlayışın getireceğinin götüreceğinden fazla olacağı ortadadır. Arapçılık da zaten bu dönemde güç kazanmıştı. Bu konuşmadan kısa süre sonra Arap İsyanı’nın başladığı unutulmamalıdır. Paşa tarafından her ne kadar iyi niyete matuf bir hareket olduğu söylense de ( öyle olsa bile ), bunun böyle görülemeyeceği açıktı. Diğer tesbitleri yerinde söylenmiş tesbitlerdir. Diğer yazımızda bunun üzerinde duracağız.



Bahr-ı Ahmer ( Kızıl Deniz ) sahilinde düşmanla muharebe ibrazı şücaat idenlere nişan taliki merasimi ( Kızıl Deniz sahillerinde düşman karşısında kahramanlık gösteren Arap askerlerine I. Dünya Savaşı esnasında madalya takılması merasimi. ).



Ceziretü’l Arap sahilinde Serme mevkiinde Huveytat Kabilesi şücaanıyla mahalli kumandanı ( I. Dünya Savaşı esnasında İngilizlere karşı savaşırlarken. ).

*Araştırmacı-yazar

Haber Ara