Kudüs... Vakit pişmanlık vakti değil
İsrail, Doğu Kudüs'ü kanunsuz bir şekilde istila etmeye, buralarda yeni yerleşim alanları kurmaya ve Filistinlilerin evlerini yıkmaya devam ediyor. Aynı şekilde duvar yapımını da sürdürüyor.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-02-01 09:06:00
“Müstakbel Filistin devletinin başkenti” Kudüs’e yolculuk için hazırlandım... Üç semâvi dinin indiği ve dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Kudüs’e. Filistinlilerden önce şehrin ilk sakinleri Ken’an Arapları, sonra da Yebûsilerdi. Yolculuğun amacı, parçalanmış ve büyük bir bölümü işgal edilmiş bir vatan halkının durumunu yakından bilmek ve onlarla ilişki kurmak. Bu vatan altmış yıl önce Filistin olarak isimlendiriliyordu, tarihi Filistin... Ancak daha yolculuğun başında ziyaret, özellikle de Hareket’in içindeki Arapları ziyaret ve asli sakinleri için bir zindana dönüşmüş bir ülkenin halini yakından görüp bilme hakkı çiğneniyor. Bu halk teslim olmaları ve isteklerinden vazgeçmeleri için kendilerine her türlü baskıyı yapan ve haklarını çiğneyen dünya tarafından unutulmuş bir halk. “Topraksız bir halk için, halksız bir toprak” olarak lanse edilen topraklar için dünyanın her tarafından gelenlere ellerindeki anahtarları teslim etmeleri amacıyla baskı uygulanan bir halk...
Dikkatle gözetleme kulelerini izleyen asık ve kederli yüzler... Gece yaklaştığında eve dönmek için hızlı hareketler... Kudüs’ün batı ve doğu yakası arasındaki korkunç çelişki... Batı yakası ilgi ve zenginlikten önemli ölçüde nasiplenmiş. Diğer yakası ise sanki büyük şehirlerin varoşlarındaki fakir ve izole edilmiş mahalleler gibi dışlanmış ve ihmal edilmiş. Kudüs’ün Arap sakinleri nüfusun %34’ünü oluşturuyor ve onların da yaklaşık üçte ikisi fakirlik sınırının altında yaşıyor. Belediye, onların yaşadıkları mahallelere bütçesinin ancak %5 ile 10 arasındaki bir miktarı harcıyor. Oysa onların zaruri altyapı ve diğer hizmetlere ihtiyacı bulunuyor.
Şehirlerinin çiçeğinin işgal edilmesinin ilk gününden itibaren, işgal devleti yıkım yoluyla düzenli bir yahudileştirme operasyonuna girişti. İlk olarak evleri yıkmakla işe başlayan işgal devleti, askeri bir yönetim kurup etnik temizlik, tutuklamalar, sürgünler ve vatandaşların insan haklarını iptal ederek yoluna devam etti. 1967’deki duraklamanın üzerinden neredeyse bir ay geçmemişti ki 5000 evi ve yapıyı ortadan kaldırdı. Bunların içinde Selahaddin Eyyubi zamanında inşa edilen Berak alanındaki yapılar da vardı. Aynı şekilde bazı camiler de yahudi tapınaklarına, turistik ve ticari mekanlara ve hayvan barınaklarına çevrildi. Müslüman mezarlıkları yerle bir edildi ve bazı sahabe kabirleri bilinmeyen yerlere nakledildi. Mahkeme kararları çıkarılarak, vakıf olma niteliği devam etmesine rağmen Yüksek İslâm Meclisi binaları yıkıldı. Sonra kalpazanlık ve Mescid-i Aksa’nın altında gizli tünel kazma işine koyuldu ve bu işe halen devam ediyor. Sahte evraklarla ve hukuk dışı yollarla 120 gayrimenkulu kendi yerleşimcileri adına tescil etti. Mescid-i Aksa’yı çevreleyen yüzü aşkın gayrimenkul ve ev ile 60 bin dönümlük araziye el koydu. Sonra da buraları yahudi yerleşimcilere tahsis etti. Şu ana kadar buralara 50’den fazla sinagog yapıldı. Onlarca yenisinin açılması tamamlanma aşamasında olduğu gibi dünyanın en büyük havrasını yapma projesi de bulunuyor. Böylece Kudüs topraklarının %90’ı İsrail’in tasarrufu altına girmiş bulunuyor. (%34 istila, %40 doğal korunmuş alanlar, %10 dondurulmuş alanlar ve %6 altyapı ve caddeler).
Müştemilatı ve önemli eserleriyle 144 dönümlük bir mesafeye ulaşan Mescid-i Aksa, sadece istilaya ve işgalciler tarafından ağlama duvarı olarak isimlendirilen Berak duvarının ele geçirilmesine maruz kalmamış, 2007’nin başlarında Batı Kapısı tepesinin yıkılmasına ve yerine onunla hiçbir ilgisi olmayan köprü, kale ve binaların yapılmasına da maruz kalmıştır. Mescid-i Aksa’nın güney duvarlarının altından kuzeye ve doğusundan batısına ulaşmak için yapılan tünel kazma çalışmaları yoğunlaşmıştır. Aynı şekilde Mescid-i Aksa’nın altında olduğunu iddia ettikleri Süleyman Heykelini bulma bahanesiyle kamyon ve kepçe girecek kadar tünellerin genişletilmesi ve İslâmi eserlerin yok edilmesi çalışmaları yoğunluk kazanmıştır. Bütün bunlar, Mescid’in temelini, duvarlarını ve etrafındaki gayrimenkulleri ve evleri tehdit eder hale gelmiştir. Mescid’in batı ve güney duvarlarındaki yarıkların ileri boyutlara ulaşmış olmasına rağmen, işgal yönetimi İslâmi vakıfların buraları ve Berak Camiinin, eski Mescid-i Aksa’nın, Mervani Camiinin ve ona tabi olan medreselerin restorasyonuna izin vermiyor.
Gazze’deki ve Batı Yakası’ndaki Filistinlilerin Mescid-i Aksa’ya gitmelerine ve orada namaz kılmalarına izin verilmezken, Kudüs’teki ve Yeşil Hat’taki Filistinlilerin imar haklarına da sınırlama getiriliyor ve bulundukları yerdeki idarî yetkililerden izin almış olma şartı aranıyor. Bunlara ek olarak, Filistinlilere destek olan, işgale karşı koyan ve yahudileştirme operasyonlarını açığa çıkaran her şeye ve herkese acımasız bir savaş açıyorlar. Bu çerçevede “İslâmi Mukaddesatların İmarı İçin Aksa Kurumu” geçtiğimiz yılın 14 Ağustosunda kapatıldı. Filistin İslâmi Hareket Müessesi ise 1996 yılında kapatılmış, yöneticileri tutuklanmış, evraklarına ve mal varlığına el konmuştu. Sürekli uygulanan baskı altında siyasetlerini değiştirmeye mecbur bırakmak için tutuklamalar ve müessese kapatmalar artırılıyor. İşgal devleti Mescid-i Aksa’yı ve İslâmi mukaddesatları yıkıma uğratırken kendini savunma bahanesini de dilinden düşürmüyor. Bunu yapmaktaki bir amacı da Filistinli marijinal grupları açığa çıkarmak ve Filistinlilerle ancak olağanüstü hal kurallarına göre muamele edilir mesajını vermektir.
Gazze saldırısıyla birlikte son dönemlerde yahudileştirme operasyonları hızlandı. 2200’den fazla ev ve gayrimenkul ile binlerce dönüm arazi müsadere tehdidi altında bulunuyor. Kudüs genel kültürünün en eski ve önemli müesseselerinden biri olan Mektebetü’l-Ensar ise boşaltılma ve yıkılma tehdidi altında. İşgal yönetimi binlerce dönüm araziyi, yüzlerce gayrimenkulü, değişik bahaneler ve çıkardığı kanunlarla kendine katmak ve müsadere etmek için acele ediyor. Bu amaçla çıkardığı yirmiyi aşkın kanunun en önemlilerinden bazıları şunlardır: Gaiplerin mülklerini müsadere kanunu, tabii koruma alanları kanunu, yeşil alanlar kanunu, kamu menfaatleri kanunu. Tabi bütün bunların hedefi Kudüslüleri tehcir etmek ve on yıl sonra şu anki nüfuslarının %12’sinden yani 250 bin kişinin dışında Kudüs’te kimsenin kalmamasını sağlamak. Buna karşılık gelecek on yıl içinde yahudi nüfusun bir milyona ulaşması hedefleniyor.
Uluslararası toplumun isteklerine ve yol haritasının gereklerine aykırı bir şekilde İsrail Doğu Kudüs’ü kanunsuz bir şekilde istila etmeye, buralarda yeni yerleşim alanları kurmaya ve Filistinlilerin evlerini yıkmaya devam ediyor. Aynı şekilde Doğu Kudüs’ü tecrit eden duvar yapımını da sürdürüyor. Kudüs belediyesi de Filistinlilere bina ruhsatı vermede çok sıkı davranıyor ve onları evlerini tamir etmekten ve genişletmekten men ediyor. Şayet istisnai bir şekilde ruhsat verecek olsa, bir daire için bunun külfeti 25 bin doları aşıyor. Buna karşılık sembolik vergi ve harçlarla yahudilere her türlü kolaylık sağlanıyor. Bundan dolayı bazı Filistinliler ruhsat almadan evlerini inşa etmeye mecbur kaldılar ve bu da İsrail’e o evleri yıkmak için gerekçe sağladı. 2004’ten itibaren 400’den fazla ev yıkılırken, bin civarında ev de yıkım emrini bekliyor. Tabi İsrailliler sahiplerini çıkarıp buraları kendilerine mekan edinmezlerse.
Evden çıkarma işi, herhangi bir sebeple kimliklerin alınması suretiyle gerçekleştiriliyor. Şimdiye kadar kırk binden az olmayan bir sayıda kimlikler sahiplerinden alındı. Diğer taraftan Kudüs’te iskanı ispatlayacak yeşil kimlik kartı, su-elektrik faturası ve vergi kartları gibi evraklara sahip olmaları reddediliyor. Buna çok sayıda bahane bulunuyor. Kudüs’te bulunmadığı seneler esasına dayalı giriş ve ikamet kanunlarının değiştirilmesi ve yabancı ülke vatandaşlığına sahip olma gibi. İşgal yönetimi, aksini ispatlayan belgeler ibraz edilmesine rağmen, bir süredir ikamet edilmediği gerekçesi ile Filistinli Kudüslülerin evlerini kapatmaya da başladı. Aynı şekilde yabancı bir ülke pasaportuna sahip olan bir Filistinlinin Kudüs’te ikamet etmesi de engelleniyor. Bu yüzden böyle bir durumdaki Filistinli sanki turistmiş gibi her üç ayda bir vize süresini uzatmak zorunda kalıyor. Aynı şekilde eşlerden birinin Kudüs dışından olması durumunda da iskan hakları bulunmuyor. Buna muhalefet eden, para cezasıyla birlikte hapis cezasına çarptırılıyor.
İsrail’in hedefleri sadece siyasi ve demografik alana yönelmekle kalmıyor; aksine kültür ve din sahalarına da uzanıyor. Bu hedeflerden biri de Kudüs’ün Arap ve İslâm kimliğini yok edip, onu tarihi ve dini açıdan yahudi kimliğiyle değiştirmektir. Hızla yürütülen yıkım ve tehcir planları, 2020 sularında Kudüs’ün Arap nüfustan arındırılmış bir yahudi şehrine dönüştürülmesi amacına yöneliktir. Şu andaki istatistikler Doğu Kudüs’te 182 bin yahudi nüfusa karşılık yaklaşık 260 bin Arap nüfusun yaşadığını gösterdiği için, 100 bin Arap nüfusu dışarıda bırakmak için duvar inşasına başlandı. Ki böylece şehirde demografik açıdan işgalci yahudi hakimiyeti sağlansın.
Diğer taraftan ekonomik ve turizm yatırımları aracılığıyla zorla oluşturulan mevcut durum ise Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması için dayatma olarak kullanılıyor. Devlet İstatistik Merkezinin hesaplarına göre 2008’in ilk yarısında yerleşimcilerin yaptığı binalar bir önceki senenin aynı dönemine kıyasla 1.8 oranında artış kaydetti. İşgal yönetimi “Yeşil Hat” olarak isimlendirilen yeri ortadan kaldırmak için yahudi yerleşimini yoğunlaştırıyor. 192 binden az olmayan bir yerleşimci nüfus yasal olmayan bir şekilde Doğu Kudüs’teki 12 yerleşim alanında yaşıyor. Buralar ziraî, sınaî ve askerî yerleşim alanlarını da kapsıyor. İşgal yönetimi bunları durdurmak yerine, geniş finansman ve vergi projeleriyle destekleyip teşvik ediyor. Nihaî mevcut durumu ortaya çıkaran şey, daha sonra gelen görüşmelerde kesin belirleyici bir etken haline dönüşüyor.
İsrail 1967’de işgal ettiği Doğu Kudüs’ü -buranın işgal edilmiş olduğunu kabul eden 19 uluslararası kararı reddederek- 1980 yılında kendi topraklarına kattığını ilan etti. 2007’nin sonlarında ise İsrail meclisi Knisset’ten çıkan kararda, Doğu Kudüs konusunda hükümetin ulaştığı çözümden –üye sayısının üçte iki çoğunluk sağlanması durumu dışında- taviz verilmeyeceği belirtiliyor. Bugün eskiye göre çok daha aşırı sağcı bir hükümetin iktidarda oluşu, bu konuda taviz vermeyi daha imkansız hale getiriyor.
2007’nin sonlarında ise İsrail meclisi Knisset’ten –üye sayısının üçte iki çoğunluk sağlanması durumu dışında- Doğu Kudüs konusunda hükümetin ulaştığı çözümden taviz verilmeyeceği şeklinde bir karar çıktı. Bugün eskiye göre çok daha aşırı sağcı bir hükümetin iktidarda oluşu, bu konuda taviz vermeyi daha imkansız hale getiriyor.
Gerçekte Birleşmiş Milletler’in 9 Aralık 1949 yılında aldığı 303 sayılı karar ile Kudüs’e uluslararası özel bir konum verilmiştir. Kararda Kudüs’teki mukaddes mekanların korunması ve orada iskan eden herkesin dinî, kültürel ve toplumsal özelliklerine saygı gösterilmesi vurgulanmıştır. Ancak işgal devleti bu kararı rafa kaldırdı ve onda zikredilenlere bir gün bile saygı göstermedi. Kararın uygulanmasını kontrol edecek olan Güvenlik Konseyi’nin beş üyesinin rolü, 1994’ten ve Oslo anlaşmasının hızının kesilmesinden sonra atıl bir hale geldi. İsrail, Filistin yönetiminin herhangi bir faaliyette bulunmasını engellediği gibi Birleşmiş Milletler’in Kudüs’te herhangi bir idarî yetki kullanmasına da izin vermiyor. Bu durum sadece Araplar nezdinde değil, aksine bütün halklar nezdinde Birleşmiş Milletler’in inandırıcılığını ortadan kaldırıyor. Çünkü İsrail, Güvenlik Konseyi’nden çıkmış181 ve 242 sayılı kararlarından içinde bulunduğu çok sayıda Birleşmiş Milletler kararını hiçe sayarak askerî güç ve işgal suretiyle Kudüs’ü ilhak etmiştir.
Diğer taraftan işgal altındaki Filistin topraklarında görev yapan insan hakları özel raportörü, İsrail’in yaptıklarının, kendini savunma olarak kabul etmenin mümkün olmadığını; aksine uluslararası yükümlülüklerini çiğnediğinin resmi ve ciddi bir tekidi olduğunu söylüyor. Her halükârda İsrail, Birleşmiş Milletler’e üye ülkeler arasında ilan edilmiş sınırları veya anayasası olmayan tek devlettir. Öyle ki Birleşmiş Milletler İsrail’i kabul etmek için Filistinli sığınmacıların geri dönüşünü ve bir Arap devletinin kurulmasını şart koşmuştu. Ancak İsrail her iki şartın üzerine de bir duvar çekmiştir. Yine İsrail bir halkı yurtlarından çıkarıp, onların yerine ben yahudilik dinine mensubum diyenleri getirmek için dini ve ideolojiyi gerekçe kılan tek devlettir. Yurtlarından ayrılmak zorunda kalan altı milyon Filistinlinin durumuna gelince, onların geri dönüşünü karara bağlayan herhangi bir yazılı anlaşma bulunmuyor.
Bütün görüşmelere, küçük düşürücü tavizlere ve anlaşmalara rağmen bağımsız bir Filistin devleti doğmadı. Aksine Batı Yakası’ndaki yahudi yerleşimcilerin sayısı 1993’teki Oslo antlaşmasından bu yana 190 binden yarım milyona fırladı. Aynı şekilde İsrail (yeşil hat boyunca Doğu Kudüs ve Batı Kudüs arasında) inşa ettiği duvar ve Batı Yakası’ndaki yahudi yerleşim alanlarını genişletmek suretiyle Filistin topraklarının %25’ni daha işgal etti. Tarihi Filistin topraklarından geriye kalan %22’lik kısım ise artık üzerine bir devletin kurulamayacağı bir hale geldi. Çünkü birbirinden kopuk parçalar halindeki bu bölgeler arasındaki bağlantı kesildiği gibi buralarda yaşayan halkın birbirleriyle olan ilişkileri de engellenmiş durumda.
Bir şehrin doğal demografik, coğrafi, toplumsal ve ekonomik yapısı değiştirilip böyle bir duruma sokulduğunda, bu durumda Kudüs’ü korumak için kuşatıcı bir stratejinin ve -Filistin veya Araplar ya da Müslümanlar veya Hıristiyanlar tarafından sergilenen- çalışmaların yokluğunda maalesef geriye bireysel gayretlerden ve şahsi mücadelelerden başka bir şey kalmıyor. Yerleşim ve yahudileştirme planları karşısında net bir siyaset bulunmuyor; aksine kafalar daha da karıştırılıp bulandırılıyor. Filistin yönetimi, sanki Kudüs halkıyla hiçbir ilgisi yokmuş veya Kudüs meselesinde ne yapacağını bilmiyormuş gibi bir görüntü sergiliyor.
Bir gün Barak’ın Yaser Arafat’a şöyle dediği söyleniyor: “Kudüs’te toprağın üzerindekiler sizin, altındakiler ise bizimdir.” Bu söz reddedilmiştir. Ancak İsrail, sınır tanımayan, Oslo ve diğer anlaşmalara riayet etmeyen hırsı ve çalışmaları neticesinde toprağın üstendekilere de, altındakilere de sahip hale geldi. Bu sürede Filistin yönetimi ise sonuç çıkmayan görüşmelerin ve buluşmaların peşinden koşturdu. Bu durum, toprakların çalınmasına, içinde enerji, gaz ve su kaynaklarının da bulunduğu servetlerin ve yerleşimcilerin binalarını yükselteceği taşların yağmalanmasına yardım etti.
*Fransa'da yaşayan Lübnan asıllı ünlü yazar ve aktivist.
Bu makale Halil Kendir tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara