Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

İslami Hareket ve Gazze Savaşı

Gazze'nin mis kokulu kanının ümmet içindeki birçok ölü insanı ve insani vicdanları dirilttiği doğrudur. Türk devi bu sayede ümmet içindeki konumuna geri döndü.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-01-16 15:16:00

İslami Hareket ve Gazze Savaşı
Raşid Gannuşi*

Israr, kahramanlık ve gurur kalesi Gazze Hamas hareketi liderliğinde dünyanın en güçlü ordularından ve en vahşi elitlerinden birine karşı mücadelede sebat, güç, mukavemet ve idari kapasite göstermiştir. 2009’daki büyük savaşın temeli olan 2007 Haziran ayındaki savaştan bu yana kuşatma altında olan Gazze dosttan önce düşmanı şaşırtmış, sürekli olarak İsrail’in bombardımanları ile akınlarına hedef olmuş, Arap ve Filistin iç cephesinde ise şüphe, itham, komplo kampanyası ve ambargoya maruz kalmıştır.

Ben, Dökme Kurşun Operasyonu’nun sürdüğü çetin haftalar boyunca; şaşkın ve gerilemiş bir Sünni ortamla katmerli Arap acizliği muhitinde Sünni İslami bir hareket olan Hamas’ın idari-siyasi kapasitesi ve yüksek cihat ruhundan bahsettim ve halen bahsetmekteyim.


Venezuellalı karikatürist Carlos Latuff'un İsrail ve Mısır'ın Gazze'ye ambargosunu anlatan çarpıcı bir karikatürü...

Hamas’ın durumu buysa Müslüman kardeşler, diğer Sünni Arap hareketleri ve bu İslami ve ulusal sınav karşısında bölgedeki değişim güçlerinin durumu nedir? Bu güçler, Gazze’nin kuşatma altındaki küçük bir yer ve onların da ümmet içinde geniş kapasiteleri ve liderlik rolleri olması itibarıyla; planlarıyla herkese tuzak kurmayı hedeflediği belli olan dünyanın en tehlikeli düşmanına karşı en şerefli savaşında sancağı taşıyarak dini, ulusal ve milli yardım görevini yerine getirmek için bütün imkânları kullandı mı?

1-Yardım görevi ve Gazze’deki direniş hareketine destekle kastedilen nedir?

Burada kastedilen savaşa katılmak değildir. Bu, duvarları bulutlara kadar çıkıp çelik gibi yerin en derin kısımlarına kadar giren vahim parçalanmışlık rejiminin gölgesinde çok zor bir iştir. Bu durum böylesi bir yardımı güçleştirmektedir. Gazze, Mısır ve İsrail kıskacına düşmüştür. Mısır, –yegâne Arap çıkış kapısı- Hamas için Yahudi tarafı kadar düşmandır, belki de Gazze’yi Hamas’a karşı ayaklansın diye sıkmak için ambargonun şiddetlendirilmesinde düşmandan daha hamasetlidir. Şüphesiz ki Mısır’ın çelik duvarı İsrail’in Horasan duvarından daha sağlamdır.

Burada yardımla anlatılmak istenen sadece öfkeyi dile getirmek, yardımlaşmak, ya da Gazze halkı aç değil tok ölsün diye gıda ve tıbbi malzeme toplamak değildir. Bu da önemli olmakla birlikte istenen bu değildir. İstenen şey, bunun ümmetin en tehlikeli düşmanına karşı verdiği savaş olması itibarıyla, liderlere savaşa etkin bir şekilde katılmalarını sağlayacak derecede baskı uygulamaktır. Hangi yasal ve gerçekçi neden; ümmetin düşmanıyla çatışma yükünü onun kuşatma altındaki küçük bir parçasına yükler, ümmet görevini eda etmeyi bırakır hatta işbirlikçi liderlerinin ambargoya katılarak düşmanla yardımlaşmasına olanak sağlar? İstenen katılım –doğrudan savaşa katılmak imkânsızdır- rejimlere, ümmetin imkânlarını Gazze’yi diplomatik ve ekonomik alanda destekleme ve saldırılarını durdurması için düşmana baskı uygulama alanında harekete geçirme –en düşük seviyede bile olsa- yükünü yüklemektir. Bunun başında, Mısır rejimini kapalı Refah sınır kapısını açmaya, onu ve onun gibi düşmanla alakası olanları bu ilişkiyi kesmeye teşvik etmek gelmektedir. Moritanya halkının yaptığı gibi ümmet için açık bir tehdit, zillet ve aşağılanma oluşturan Arap ve İslam ülkelerindeki utanç verici temsilcilikler ile konsolosluklar kapatılmalıdır. Bu teşvik, Arap ve Müslüman liderleri zalim düşmana yardım eden ülkelere bu yardımı durdurması için baskı uygulamaya ve Allah’ın ümmetimize bahşettiği ekonomik ve diplomatik potansiyeli kullanarak tehditte bulunmada ciddi politikalar uygulamaya sevk edecek bir yardım olmalıdır. Bu, liderlerin düşmanla işbirliği yapması ve halktan yana maruz kaldıkları baskının sınırlı olması sebebiyle savaşta etkin hale getirilmemiştir.

Böyle bir yardımın ulusal cephelerin, Arap ve İslami rejimlere baskı uygulayıp onları İsrail’in saldırılarını durdurma yönünde harekete geçirmek için gösteri ve protestolar aracılığıyla yönettiği ülke içi hareketlilik olmadan gerçekleşmeyeceği aşikârdı. Arap yükümlülüğü için değilse bile en azından sokakların öfkesi ve hareketi bunların başında da İslami güçlerin hareketinden korkulduğu için bu yapılmalıydı.

2-Arap ülkeleri içindeki İslami hareketlerle parti ve sendika gibi halk etkinliklerinin, halkın öfke düzeyini ifade edecek kadar yardım görevini en iyi şekilde yerine getirdiğini görmedik. Arap ve İslam ülkelerinde bulunan İsrail yuvalarının kapatıldığını, kapalı utanç sınırının açıldığını, İsrail’e gaz ve petrol yardımının kesildiğini ve onun müttefiklerine saldırıları durdurma görevinin yüklenmesi için baskı yapıldığını görmedik. Bunlardan hiçbiri olmadı. İslami hareketler ve onun dışındakilerin azami gücünü kullanıp olması gerektiği gibi bütün ağırlığıyla galeyana gelmiş sokaklara döküldüğünü ve meydanları doldurduğunu görmedik. Aksine çoğu zaman temkinliliğin hâkim olduğu, Gazze savaşına katılma ve mecburi fedakârlıklarda bulunmak için mecburi hazırlıktan yoksun bir tavır içindeydiler. Halk hareketleri liderliği çeşitli oluşumlardan bir oluşum ve –geniş kitlesiyle- taraflardan bir taraftı. Savaşın doğrudan direnen tarafı İslami hareketlerin temel parçası ve İhvan’ın himayesinde olduğundan bu halde yardım daha özel ve daha mutlaktır.

Belki de İslami hareketler gösteri yapmaya ve ifade etmeye engel olan daimi olağanüstü haller, engelleme ve baskı sebebiyle aciz kalmıştır. Biz onun bu nedenle aciz kaldığını düşünmüyoruz. Gazze’de yaralı ve ölü binlerce vatandaşımızın kanı dökülür, evlerinin dörtte biri yıkılır ve geçim kapıları yok edilirken bizler ambargo uygulayarak çilelerini ikiye katladık. Arap ve İslami ülkelerdeki İslami hareketler –bunlara Batı Şeria, Ürdün ve Mısır da dâhil- Gazze’nin hatta bütün dünyanın düşmanı İsrail’le savaşta birkaç tutuklu ya da gerektiğinde birkaç şehidini sunmaktan sakınmalı mıydı? Üstelik bu hareketler ister örgüt haklarını savunmak isterse hileli seçimlere ya da başka siyasi meselelere katılmak gibi daha basit konularda evlatlarının kanlarını ve özgürlüklerini heder etmişken Gazze savaşında bundan neden kaçındılar?

İran muhalefeti (konumunun doğruluğu ya da yanlışlığını bakılmaksızın) neden gösteri hakkını kazanmada ısrar ediyor ve ardı ardına şehit veriyor da Arap muhalefeti ve İslami hareketler bundan çekiniyor. Barışçı direniş kültürü, sokaklara çıkmak ve orada nöbet tutmak kültürü sığ derinlik cihadı olduğu için mi? Sanki hakları geri alma yöntemi yerine değişim yolu olarak zalimin hediyesi ve iznine muhtacız. İyiliği emredip kötülükten alıkoymak ne zaman birinin özellikle de iyilik ve kötülüğe konu olan kişinin iznine ihtiyaç duydu?

3- Halkın rejimler üzerindeki baskısı Gazze savaşı döneminden bugüne kadar var olmakla birlikte sınırlı olmuştur. Çelikten utanç duvarı Gazze’deki kardeşlerimiz üzerine bir kabir olarak ve bütün ümmetin teslim olması için dikiliyor. Gazze halkı ateşiyle yanacağı bir volkanın çukurunda duruyor ve onun bütün ümmetin üzerine sıçramasına engel oluyor. Rejimler davaya yardımda ciddi bir çaba sarf etmeksizin bu baskıları emmeyi bildi. Bu nedenle İsrailli liderler çatışma tarihinde ilk defa Arap liderlerle aynı hedefleri paylaşmaktan duydukları mutluluğu dile getirecek kadar rahatladılar. Haaretz gazetesinin 2.3.2009 tarihli sayısında şu ifade yer aldı: “Gazze operasyonu radikal İslam’ın, başında da İran’ın yayılmasını endişeyle izleyen ılımlı bölge liderlerini rahatlattı. Ürdün operasyon karşısında sessiz kaldı Mısır ise gözyaşı dökmek şöyle dursun bütün çabasını çözüm sürecine devam etmeye harcadı.

Siyonist liderler ambargoyu dayatan bu etkin Arap işbirliğinden hoşnutlar. Gazze halkı bir senedir evlerinin yıkıntıları üzerinde uyuyor. İmar vaatleri de yele karıştı. Onlar bütün dünyada uluslar arası suçlular gibi tutuklanırken İslam ve Arap ülkelerinde ağırlanan düşmanın sembollerine karşı yapılan açılıma karşılık istenilen bedel ödenmedikçe yani teslim olmadıkça daha fazla baskı ve ambargo gelecek.

4-Hamas liderliğindeki Gazze’nin cesur mücahitlerinin efsanevi direnişi bölgedeki bütün değişim hareketlerine, rejimlere halklarına tutunma, ilahlığa ve kibre son verme yükünü yükleyen sokakların etkin hareketi kanalıyla güç dengelerini kendi çıkarına değiştirmesi için altın bir fırsat verdi. Bu değişim, diğer dünya ülkeleri hariç bölgemizde askıya alınmış demokrasi sürecini harekete geçirecekti. Ama değişime davet eden hareketler rejimler Gazze savaşı süresince en şiddetli korku ve gerginlik düzeylerini yaşamalarına rağmen bu ipe tutunmadı. Rejimler o derece korktu ki sanki yer ayaklarının altında şiddetle sallanıyor ve bir sarsıntı onları fırlatıyordu. Bu rejimler halen bu mübarek davayla Filistin davasıyla alakalı olarak iki ucu keskin bıçakla karşı karşıyalar: Halk –çok güçlü olmamakla birlikte- mukaddes davanın ve gün gibi aşikâr hakkın yanında yer almasını istiyor. Öte yandan uluslar arası bağlantıları –ki bu bağlantılar onun meşruiyetinin temel kaynağıdır- bu dava ve bu gerçeğe hiçbir surette yardım yapmamasını gerektiriyor. Batının yardımının devam etmesinin, halkının temel haklarını ciddi ihlaline ve onların iradesine açıkça hile karıştırmasına sessiz kalmasının bedeli olarak halkına en şiddetli baskı şekillerini uyguluyor olsa bile bunu yapması gerekiyordu. Satın alınan bu yardım bölgedeki demokratik dönüşüm çabalarını sürekli engelleme siyasetini açıklamaktadır.

Burada demokrasi –denenmiştir- Hamas tarzı bir rejimden başka bir ürün çıkarmaz. Bu rejim uluslar arası tabularla konuşur: Filistin’in özgürleştirilmesi, bölgenin birliği, servet yağmalamasının durdurulması ve yağmalananların geri alınması. Filistin davası Arap rejimini tehdit eden en şiddetli ikilemdir. Sanki Allah bu ümmet üzerindeki rahmetiyle onu enerjisini harekete geçirmek, saflarını birleştirmek, rejimleriyle güçleri arasında eleme yapmak ve kaynaklarını bu mihenk taşı –Filistin’in kurtuluşu- için meydan okumayla sınamıştır ki meydan da sadece en saf ve en tavizsiz olan kalsın. Özellikle Siyonist kibrinin ivme kazandığı ve Amerikan idaresinin -Arap rejiminin yüzsuyunu koruyacak- onu dizginlemek için herhangi bir çaba göstermediği bir ortamda bu gereklidir. Oslo Yönetiminin ¬yeniden herkesin serap olduğunu ve görevinin vakit doldurmak olduğunu bildiği- müzakere eğlencesine girmesi vahşi hayvana avından geriye kalanları da yutuvermesi için vakit veriyor. Ama bu liderleri zayıflatıyor ve hürriyetin bedelini ödemeye hazır değişim hareketlerine fırsat veriyor.

5-Şu an bölgedeki değişim ve demokratik dönüşüm çabaları çıkmaz yola girmiştir. 150 yıl önce başlamış olan (Tunus’taki ilk anayasa 1857 senesindeki “güvenlik paktı” idi) farklı bütün çabalar sultanı mutlağı kaldırıp onun yerine lideri getiren ve onun da halkın razı olduğu kanun hükmünce davrandığı bir anayasa oluşturmakta başarısız olmuştur. Halen Arap liderin; ister kral, emir isterse başkan olsun iradesi kanunun ve halkın üstündedir. Onun günahkâr eli insanların malları, canları ve namuslarında mutlak tasarruf sahibidir. Periyodik seçimlerin yapıldığı ülkelerde bile herkes bunun saçmalığının farkındadır, aynı ürün tekrar tekrar pişirilerek insanların önüne koyulmaktadır.

Öte yandan bu despot devlet baskıcı bir polis ordusuna dönüştükten sonra şiddetli değişim çalışmalarına baskı uygulamak için uluslar arası rejimden yardım istemiş, elini insanların boğazına, yönetimin ana arterlerine, servete, medya ve kültüre geçirmiş ve bu alanlara hâkim olmuştur. Ancak bu yönetime ortak olmak bir kısım ganimete ortak olmak ve uyuşturulmaktan öteye geçmez. Ama rejimlerin Filistin’e yardım etmekten vazgeçmesi ve onun rızkını çalmaları halkı galeyana getirmekte ve patlamaya sevk etmektedir.

6-Rejimlerin terk edişi ve halk hareketlerinin görevini bir kenara bırakması; İsrail’i kendini sonu gelmez isteklerine vermeye teşvik etmiştir, sermayesi çabucak tükenen ve etrafında öfke seli oluşan Arap liderini umursamaz. Bazı akıllı Siyonistlerin örneğin Abbas’ın haline (Ebu Mazin’e nazik davranalım 9.10.2009 al-Maarif gazetesi) ve Mübarek’e acıdıklarını görürsün. Onun Gazze savaşı süresinde sessiz kalışını takdir eder, Amerikan baskı gruplarına ona yardım etmeyi tavsiye ederler (Tel Aviv Radyosu 11.12.2009). Ama İsrailliler ve onların batılı müttefikleri, halkları karşısında Arap liderlerin yüzsularını koruyacak bir şey yapmaz aksine kendi yiyeceklerini kurtarmak için ilerler ve öldürücü darbeyi vurmak için hazırlanırlar. Bunu varlıklarının temel efsanelerini; Mescid-i Aksa’yı yıkmak, tamamını ya da bir kısmını ele geçirip sözde efsanevi heykellerinin merkezini ete kemiğe büründürmek isterler.

Arap ve Müslümanlar Yahudi gruplar tarafından o denli hor ve hakir görülmeye başlandı ki önümüzdeki Mart ayını, sözde heykellerini; ilk kıblemiz ve peygamberimizin miraca çıktığı yer olan mübarek Aksa’nın enkazı üzerinde inşa etme projelerine tahsis ettiler.

O vakit sorulacak soru rejimlerin ne yapacağı değildir? Bu rejimlerin kahraman ve yaralı Gazze için festival gibi görüşmeler yapma, hüzünlü açıklamalarda bulunma ve ağlama duvarları olan güvenlik konseyine yönelmekten başka bir şey yapacağını mı düşünüyorsunuz?

Sorulacak soru halkın ne yapacağıdır? Etkin değişim güçleri ne düşünüyor? Gazze savaşında yaptığı gibi hesaplı hareket edecek ve kınama yarışına mı girecek? Yoksa felaketin sorumluluğunu rejimlerin ihmaline yükleyecek ve ona bedel mi ödettirecek? Değişim anı neredeyse başka davalar etrafında toplanacak ümmetin bu dava etrafında toplanmasıyla olur: Filistin’e ve ümmete özgürlük. Ateşten gömleğe dönüşen musibet olur da değişim davetçileri bu sıkı ipi; Aksa’nın kurtarılması davası, Filistin’in özgürlüğü, bütün duvarların yıkılması, durgun suların harekete geçirilmesi ve dünyanın bu bölgesinde durmuş olan tarihin yeniden harekete geçmesi ve en şiddetli kavgasına girmesi için dağılmış güçlerin toplanması ipine tutunurlar. Kararlılık bir felaketin olmasını beklemeyi mi gerektirmektedir –ki bu gelmesi kaçınılmaz bir şeydir- yoksa ondan sakınma ve bütün bölgelerdeki temel güçler arasında birleşmeye geniş alan açma ve aramızdaki diyalogu derinleştirmeyi mi? Diyalog derinleştirilerek, halkın iradesini ifade edebilecek, onun çıkarını ve büyük davalarını bunların başında da mübarek Filistin’i özgürleştirme davasını savunabilecek ulusal gruba ait kapsamlı bir anlaşmaya varılmış olur. Bu ulusal grup, öğrenci, sendika ve siyasi kitle hareketlerini adaleti sağlamaya, servetlerin yağmalanmasını durdurmaya, istibdat dönemine son vererek özgürlükleri getirmeye, din, dil, ahlak, vatandaşlık değerlerinin yerleştirilmesi ve vahdete götüren projelerin ihya edilmesi yönünde canla başla çalışmaya sevk edecek cephelerde gerekli direnişi sergileyebilir.

7-Gazze’nin mis kokulu kanının ümmet içindeki birçok ölü insanı ve insani vicdanları dirilttiği doğrudur. Türk devi bu sayede ümmet içindeki konumuna geri döndü. Sokaklar Gazze kahramanları ve çocuklarıyla yardımlaşmak için harekete geçti. Bu, uluslar arası insani hukuku harekete geçirdi ve insanlık karşıtı savaş suçu işledikleri gerekçesiyle Siyonist Nazilerin peşine düşüldü. Arap sokakları da harekete geçti. Ancak bu mütereddit bir hareketti ve Novakşot hariç –onları selamlıyoruz- hiçbir ülkede büyükelçiliği kapatmadı, gaz ya da petrolü kesmedi, Siyonistlere destek olan büyükelçileri gösteriye çağırmadı ve hiçbir rejimi değiştirmedi. Bu yeterli fedakârlığı göstermeye ve işbirlikçi rejimleri sona götürmeye -işbirlikçi rejimler ya ümmetin siyasi, ekonomik ve diplomatik gücünü ümmetin verdiği savaşın yararına kullanırlar ya da kenara çekilirler- kararlı olmayan bir hareketti. Allah temsilcilerinden birinin yüzüne karşı mesajı kararlılıkla tutmasını söylüyor: {Ey Yahya kitaba sımsıkı sarıl}Meryem/11

Raşid Gannuşi'nin resmi web sayfasında yayınlanan bu analiz, Gülşen Topçu tarafından İsra Haber için tercüme edildi.


SON VİDEO HABER

Iğdır'da AK Parti İl Başkanlığı binasına molotoflu saldırı

Haber Ara