Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Umumi Durum

Kalıcı olanla geçici olanı tefrik etme, dinin vazgeçilmezi ile dönemsel ve coğrafik olanın birbirinden ayırma, basiret ve fıkhetmeyi gösterebilirsek belki önümüz açılır.

16 Yıl Önce Güncellendi

2009-12-28 11:55:00

Umumi Durum
Kazım Sağlam*

Dünyanın ve Türkiye’nin siyasi fotoğrafını çekmek istersek ne yapabiliriz? Evvela dünya siyasetine bakarız, sonra Türkiye’nin iç siyasetine bakarız, daha sonra da iç siyasetle dünya siyasetinin nerelerde örtüştüğüne, nerelerde ayrıştığına bakarız ve bir fikir ediniriz. Edindiğimiz bu fikir doğrultusunda icra edilen siyasetin doğruluğunu veya yanlışlığını değerlendirebiliriz.
Durduğumuz yeri tayin ve tespit etmek için ilk önce yenidünya ahvalini ve duruşunu iyi tespit etmeliyiz.

1950’li yıllarda ihdas edilen soğuk savaş döneminde dünyada iki ayrı kamp vardı Rusya- ABD.
ABD, hür dünyayı temsil ediyordu, Rusya, sosyalist dünyayı.
Rusya’nın ve Rus yanlısı politika güdenlerin gözünde ABD emperyalist SSCB özgürlükçüydü. Rus yanlısı olmak dine ve dini değerlere hoş bakmamak, dini gerici ve toplumların afyonu olarak anlamak gerekecekti. Onun için ilerlemek ve emperyalizme karşı çıkmak için dine ait bağlardan kopmak gerekirdi. Sanat, felsefe, bilimsel çalışmalar hep bu minval üzere gitti.

ABD’nin ve ABD yanlılarına göre ise; kötülüğün kaynağı, şeytanı Rusya ve o düşünceyi taşıyanlardı. Bu şeytani şerre karşı mutlaka ABD’nin himayesi ve politikası gerekirdi.
Rusya’nın toprak talebi ve boğazlarda hak iddia etmesi Türkiye’nin NATO’ya girmesine vesile oldu, mecbur edildi.

Türkiye’nin içeride ve dışarıda politikası bu eksen etrafında dolaştı. Rusya dünyayı istila edecek; ABD buna engel olacak, Türkiye’de ABD’ye destek olacaktı. Ve oldu da.
Rusya dinsizliği yayacak, ABD buna engel olacak, Türkiye yardımcı olacaktı, nitekim öyle de oldu. Amerikancı İslam tabiri ve yeşil kuşak projesi bu anlayışın ürünüdür.
1950’ye kadar dünyada despotlar vardı Stalin, Lenin, Hitler vs.. Türkiye’de de Milli ve Ebedi şeflerimiz vardı. 1950’de serbestiyeye geçildi biz de geçtik.

Dolayısıyla Türkiye cumhuriyeti her zaman dünyanın durum alışına uygun politika izlemiştir. 1980 de iletişim devrimi olmuş Özal Türkiye’ye taşımıştır. Bugün de aynı durum söz konusudur. Tayyip Erdoğan’ın AKP’si aynı şeyi icra ediyor. Dünyada gelişen küreselleşmeyi, globalizmi ülkeye taşıyor.
Bu faslı biraz daha açmamız gerekecek, çünkü yenidünya nasıl bir dünyadır bilemezsek durduğumuz yeri tesbitte zorlanırız.

Yenidünyanın patronu gene ABD’dir, ABD artık 1990’ların ABD’si değildir. Karşısında Rusya diye bir devlet yoktur, dinsizliğin ve kötülüğün anası ortadan kayboldu. Rusya kayboldu ama diğer ülkeler de eskisi gibi ABD’nin liderliğini rahat kabul edemiyor, nasıl olsa ana tehlike orta yerde yok. ABD, onun için yeni yeni tehlikeler ve korkular oluşturmaya çalışıyor. Çin, Hindistan, AB, İran, Suriye el-Kaide vs. tehlikeleri o kadar çoğaltıyor ve çeşitlendiriyor ki her ülke ayrı ayrı ABD ile iş tutmak zorunda kalsın.

Obama’nın yeni siyaseti, imajı zedelenen ABD’nin imajını tekrar düzeltmek ve dünya hâkimiyetini kısmen paylaşmaktır. Bu paylaşım sadece askerî alanda değil, iktisadi, yapısal, kültürel alanlarda da olmasını istiyor. Türkiye ile iş tutması bunların hepsini kapsasın istiyor. Onun için eğitim politikalarından yatırım politikalarına kadar daha derin ve içeriden ilişkilere giriyor. Kaba bir kamplaşmayı aşan bir ortaklık veya işbirliği, daha kalıcı ve hayatın tüm alanlarını kapsayan ortaklık…

Türkiye, ABD’nin ve AB’nin vazgeçemeyecekleri bir ülke haline geldi, doğu- batı arasındaki köprü vazifesi, aynı zamanda doğulu ve batılı değerlere sahip olmakla mümkündür. Yani hem İslam dünyasıyla uyumlu ve irtibatlı, hem batı dünyasıyla uyumlu ve irtibatlı olacak. Doğuda batının elçisi, batıda doğunun elçisi konumundadır. Her iki taraftan hem takdir topluyor hem azar işitiyor. Bazı batılılara göre, İslam’ın temsilcisi ve Osmanlının devamı dolayısıyla ne yapacağı belli olmaz. Kontrolde tutulması ve daima kuşku ile bakılması lazım, halk İslam’ı veya uzlaşmacı İslam anlayışları geçicidir. Daimi dostluk ve işbirliği olamaz.

Bazı doğululara göre de, İslam’dan uzaklaşmış batı normlarına göre işleyen bir devlettir dolayısıyla İslam’ı temsil edemez, hatta Müslüman bile sayılmaz, ancak yararlanabilir.
Türkiye’nin içinde de böylesi anlayışlar mevcuttur, eksen kayması tartışmaları bu anlayışın bir ürünüdür.
Aslı nedir?

Şu anki siyaset coğrafyanın izahıdır. Türkiye’nin toprak çoğunluğu Asya’da yani doğuda, fakat ağırlık merkezi Avrupa’da, yönü ve kıblesi de Kâbe’dir. Yönünü kıbleye dönerse sağ tarafı batı, sol tarafı doğudur.

İstanbul Türkiye için ne ise batı da odur. Ticaret, sanayi, basın ve kültür Batıdadır, yazlık ve bayramlaşmaya Anadolu’ya gidilir.

Şunu unutmayalım ki; bu toplum iki büyük değişim yaşamıştır. Birincisi şamanlıktan ve ateşperestlikten İslam’a geçiş değişimi. İkincisi yıllar yılı düşman bildiği ve öteki kabul ettiği İslam medeniyet dairesinden batı medeniyet dairesine geçiştir.

Her iki halde de bazı hallerini muhafaza etmiştir. Tarikatların bazı ritüelleri şamanlığı çağrıştırması bundandır. Hele Alevilik ve Bektaşilikte bu daha barizdir.

Kürt ve Türk toplumların Müslümanlaşma serüvenleri ve İslamlaşma saikları farklı farklı olsa da bu toplum Müslümanlaşırken eski bazı hasletlerini beraberinde taşımıştır, olumlu ve olumsuz etkileri tarih boyunca müşahede edilmiştir.

Tüm İslam halkları tarih sahnesine İslamî kimlikle çıkmıştır. Batıyla bu medeniyet adına savaşmış, bu medeniyet adına antlaşmış vs. icra-i siyaset İslam adına yapılmıştır. Cumhuriyet idaresine geçmekle kavgalı olduğu medeniyete intisap etmiştir.

Birinci değişimde olduğu gibi, alfabe değiştirilmiş, hukuk değiştirilmiş, anlayış değiştirilmiştir. Unutulan şey; İslam’ın fıtriliği, halkların kimliği oluşuydu.

Bugün Türkiye’de resmi ve geçerli olan batı anlayış ve yaşayışıdır, İslam anlayış ve yaşayışı ise batı normları müsaade ettiği kadar olabilmiştir. Olup bitenlerin ardındaki sıkıntı, batı normlarıyla hesaplaşmak istemek veya istememekle alakalıdır.

Türkiye bu yeni açılımlarla iki dünya görüşünü birleştirme ve aralarındaki tarihi düşmanlığı azaltma derdindedir. Batıyla er-geç hesaplaşacağımızı biliyor ve fakat bu hesaplaşmayı kaldıramayacağının da farkında.

Batı da bunun farkında İslam dünyası bir araya gelirse, problem çıkaracağını ve kendisiyle hesaplaşacağını gayet iyi biliyor. İpler batının elinde, ama yükselmekte olan İslami değerler var, gelişmekte olan İslam(!) devletleri var bunlarla yeni stratejiler oluşturuyor.

Müslümanlar da bu hususta batı ile doğu/İslam arasında sıkışmış durumdadırlar. Okumuşlarımız batılı gibi olmaya gayret ediyor, dini batı medeniyetiyle uzlaştırma anlamıyla batılıdırlar. Yeni bir durumla karşı karşıyayız, dünyanın yeni ahvali eski anlayışları ve düşünüş biçimlerini zir u zeber etti.
Yeni anlayışlar yeni tehlikeleri beraberinde getiriyor.

Yenidünya anlayışının; unutulan veya unutturulan bir veçhesine ayrıca dikkat çekmek istiyoruz. 1980’li hatta 2000-2001’li yılların dünyası ve Türkiye’si ile bugünün dünyası ve Türkiye’si aynı değildir.

Dünün kalıplarıyla bugünü değerlendirenler kıyasıya yanılıyorlar. Dün iki kutuplu, iki dünya görüşlü, kamplı, paktlı, ideolojik farklı bir dünya vardı. Rus- ABD, dinli- dinsiz, sağcı- solcu.. ayrışması vardı ve insanlar bunlardan birine dayanarak, yaslanarak, aidiyet ittihaz ederek hayat sürüyorlardı, kimlik sahibi oluyorlardı.

Yeni anlayışta; iki kutup yok, tek kutup hatta kutupsuzluk var. İdeolojik ayrışma yok, ekonomik kast sistemi var. Yaşadığınız site, çay içtiğiniz kahve, yemek yediğiniz lokanta, alış-veriş ettiğiniz market, mağaza.... gelir seviyenize göredir.

Aidiyet çizgileri filulaştı, kırmızıçizgiler grileşti, helal ve haram dairesi arasındaki kalın çizgiler yok oldu. Ferdiyetçilik merkeze konuldu, hiçbir çevre artık grup kararı alamaz durumda.

Yeni nesil ve yeni anlayış eski düşünceyi ve eski tarz mücadele anlayışını anlayamıyor.
Öyle ise bu ahvalde biz ne yapabiliriz.

Türkiye’nin durduğu yeri tesbitte kullandığımız yöntemi Müslümanlar için de kullanabiliriz. Şu anda dünya Müslümanların içinde bulundukları durum, dünya hâkim gücüyle ve ikincil derecedeki güçlerle ilişkileri nedir ve nasıldır. Müslüman halkın durumu nedir, kendi ülkelerindeki erke ne kadar sahiptirler veya aralarında ne tür bir çatışma ve sürtüşme vardır?
Tarih içerisinde İslam ülkelerinden hangi ülke nerelerden geçerek bugünkü duruma gelmiştir.

İslam dünyasındaki “İslamî” mücadele, yukarıda belirtilen durumlarda neye tekabül eder, dünyanın şu anki vaziyetine göre nerelerde durur, hangi kampın veya anlayışın yanında veya karşısındadır.

Bugün icra-i erk eden hükümetlerin ve devletlerin hangisi dünya gücüne karşı durabiliyor veya durma hakkına sahiptir. İslamî mücadele yürütenler bunları nasıl değerlendiriyor ve bu değerlendirme sunucu ne yapabiliriz?

Gençliğin bugünkü eğilimi ve duruşunu yeniden ele almalıyız?
Dönüşen ve değişen Türkiye’de nasıl bir dil ve üslup kullanalım ki bilhassa gençlerle irtibat kurabilelim?

İdeolojisi ve derdi olmayan insanları nasıl bir dürtü ile harekete geçirebiliriz? Ahlaksızlığa karşı nasıl dertli kılabiliriz, ne tür tedbirler alabiliriz?

Kalıcı olanla geçici olanı tefrik etme, dinin vazgeçilmezi ile dönemsel ve coğrafik olanın birbirinden ayırma, basiret ve fıkhetmeyi gösterebilirsek belki önümüz açılır.


*Yayıncı-yazar.

Haber Ara