Yeni Osmanlıcılık: Vizyon mu macera mı?
“Yeni Osmancılık” politikasına göre Türkiye, sırtını döndüğü Osmanlı ve İslam coğrafyası ile barışıyor ve merkez ülke oluyor. Yeni politikanın yol haritası bu kitapta...
16 Yıl Önce Güncellendi
2009-11-18 18:30:00
Başbakan Erdoğan’ın Davos’ta “one minute” söylemi ve arkasından İslam dünyasında yapılan gösteriler; Irak, Suriye ve İran başta olmak üzere Ortadoğu’da sürdürülen aktif politika, Ermenistan ile imzalan protokol ve içeride demokratik açılım… Bütün bu politika Türkiye’nin içeride ve dışarıda değişen politikasının göstergesi. Başbakan Erdoğan “yeni politika konsepti” derken, Devlet Bakanı Babacan Yemen’de “Osmanlı valisi” protokolüyle karşılanırken, Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika, “Osmanlı Milletler Topluluğu” kuralım derken bütün yollar Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun politikasını şekillendirdiği “Yeni Osmancılık”ı gösterdi. Cumhuriyet 86 yıl sonra borçlarını ödeyip mirasını reddettiği Osmanlı’nın mirasına tekrar sahip mi çıkıyordu? Osmanlı’nın torunları Osmanlı coğrafyasında “merkez ülke” olma yolunda ilerlerken Batı basını Türkiye’nin “Doğu” ile yaklaşmasını tehlikeli bulurken, cevap Türkiye’den geliyordu: “Türkiye`nin kendi ekseni etrafında küresel ve bölgesel bir barış kurmayı üstlendi.”
İnsani Yardım Vakfı (İHH) vasıtasıyla 2008 yılının Haziran ayında gittiğimiz Sudan’ın başkenti Hartum’da ünlü İslam teorisyeni ve eski Sudan Meclis Başkanı Hasan El Turabi’nin evindeyiz. Gece yarısı gittiğimiz evde Türkiye’deki gelişmeleri oldukça yakından takip eden Turabi ile Türkiye’yi ve İslam dünyasındaki gelişmeleri konuşuyoruz. Turabi bu konuşmada AK Parti’nin yürüttüğü dış politikanın “Osmanlı’yı tekrar diriltmek” olduğunu söyledi. Turabi’nin de söylediği ve Türk dış politikasının yeni yol haritası Batı basınında “Neo Osmanlı-Yeni Osmancılık” olarak karşımıza çıkıyordu. Bu yeni politikaya göre Türkiye sırtını döndüğü Osmanlı ve İslam coğrafyası ile barışıyor ve merkez ülke oluyordu. Politikanın mimarlarından Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 2003 yılında yayınladığı “Stratejik Derinlik - Türkiye`nin Uluslararası Konumu” kitabı yeni dönem Türk dış politikasının yol haritası şeklinde.
Osmanlı’nın mirasını tekrar sahiplenme
Trablusgarp (1911), Balkan (1912-1913) ve 1. Dünya (1914-1918) Savaşları sonrasında Osmanlı imparatorluğu dağıldı. Osmanlı’nın hüküm sürdüğü topraklarda çok sayıda devlet kuruldu. Osmanlı Devleti`nin esas mirasçısı kabul edilen Türkiye Cumhuriyeti`nin kuruluş sürecinde saltanat ve halifelik kaldırıldı; Osmanlı`nın diliyle, tarihiyle, kültürüyle köprüler atıldı. Borçları üstlenilen Osmanlı’nın mirası üstlenilmediği gibi hızlı adımlarla bu mirası hatırlatan her şeye sırt çevrildi. Genç Türkiye aidiyet merkezi olarak Batı`yı gördü. Kuruluş sancısı içindeki Cumhuriyet, kendi sınırlarının ötesi, özellikle de Osmanlı hâkimiyetinden sonra bir türlü dikiş tutmayan Ortadoğu toprakları için özel bir perspektif benimsemedi.
Ancak Soğuk Savaş`ın bitmesi ve Sovyetler Birliği`nin Kafkasya-Balkanlar-Ortadoğu üçgenindeki etkisinin ortadan kalkmasıyla, Türkiye içinde bulunduğu coğrafyayla, yani zamanında Osmanlı imparatorluğu olan topraklarla daha yakından ilgilenmeye başladı. Özellikle Özal ile başlayan süreçte Türk dış politikasındaki değişikliği ifade etmek için “Yeni Osmanlıcılık” tabiri kullanıldı. Bu tanım, Özal’ın deyimiyle “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” kadar olan bölgede bir hegemonya oluşturma hedefini içeriyordu. Bu politikaların o dönemin koşullarında pek başarılı olamadığı görüldü.
AK Parti’nin 2002’de hükümet olmasıyla bu kavram yine tedavüle sokuldu. Özellikle Ahmet Davutoğlu bu vizyona “merkez ülke”, “çok boyutlu-çok kulvarlı politika”, “kriz odaklı değil vizyon odaklı politika”, “oynak merkezli politika” gibi söylemlerle çok büyük katkı yaptı ve bunu hayata geçirmeye başladı. Tarihsel ve coğrafi derinliği diplomasiyi kullanmak yoluyla harekete geçirilen “çok boyutlu dış politika” anlayışı, Türkiye’nin bölgesinde hızlı bir stratejik sıçrayış yaparak gücünü ve nüfuzunu artırmasına ve merkez ülke olma yolunda önemli adımlar atmasına yol açtı. Erdoğan’ın Davos’taki tavrı, bu dış politika tarzının uygulanabileceği alanları genişleterek Türkiye’nin manevra kabiliyetini artırdı.
Batı’da daha önce makaleler yazıldı
1996 yılında Journal of Political and Military Sociology dergisinde yayınlanan, Stephanos Constantinides imzalı, Türk dış politikası konulu bir makale “Yeni Osmanlıcılığın Doğuşu” başlığını kullanıyor. Makalenin “Turkey: The emergence of a new foreign policy the neo-ottoman imperial” yani, “Türkiye: Yeni Osmanlıcı dış politikanın doğuşu”. Makalede kısaca “Kuşkusuz Türkiye bir ulus devlet olarak artık bir dönüm noktasına ulaşmış durumdadır. 1923 yılında Mustafa Kemal tarafından, Osmanlı imparatorluğunun mirası üzerinde kuruluşundan bugüne dek, üniter devleti hedef alan ciddi isyanlarla, Kürt isyan hareketi ile ve diğer merkezkaç hareketler tarafından tehdit edildi. Ayrıca, radikal İslamcı hareketlerin varlığı ile takviye edilen bir laik yönelim de süreç içerisinde varlığını gösterdi. Dolayısıyla Türk dış politikası da bu hususların ciddi etkisi altında kaldı. Türkiye`nin Balkan politikası, eski Sovyet cumhuriyetleri-Orta Asya ve Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya bölgelerinde oynadığı lider rolü sebebiyle bu ülke ile bağlantılıdır. Biz, Osmanlı geçmişini bir kenara bırakan Atatürk dış politikası mirasının aksine, Türkiye`nin bugün Yeni Osmanlıcılık misyonunu üstlendiğini müşahede ediyoruz. Türkiye dış politikası artık bu geleneğe yaslanıyor. Bu nedenle Balkan, Ortadoğu ve Kafkas meselesiyle ilgili sorunlar ve istekler bu teorik düzlemde ele alınmalıdır” denilmektedir.
2000 yılında ele alınan makalelerde Türk dış politikasının Neo-Osmancılık anlayışı çerçevesinden değişeceği ima ediliyordu. Yine 2000 yılında “Turkey - Liberalisation In The Middle East - Türkiye: Ortadoğu`da Liberalleşme” gibi makalelerle yeni politikayı Ortadoğu’nun liberalleştirilmesi olarak okuyanlar da çıktı. Ama bütün bu dışarıdaki gelişmeler kadar içeride de şu an Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturan Ahmet Davutoğlu’nun “Startejik Derinlik” isimli kitabının (2003) bundan sonra piyasaya çıkmış olmasıdır.
Türkiye’nin, “Yeni Osmancılık” üzerinden bölgesel güç olduğunu söyleyenler içerisinde Graham Fuller dikkati çekiyor. CIA’nın üst düzey görevlerinde bulunmuş, şu anda akademik çalışmalarıyla dikkat çeken Graham Fuller, ABD`de bir düşünce kuruluşunda yaptığı konuşmada ‘Türkiye 100 yıl sonra bölgesel güç oluyor’ dedi. ABD ile Türkiye’nin artık müttefik olmadığı tespitini yapan Fuller, Türkiye’nin özellikle dış politikasında daha bağımsız bir görünüm ortaya koyduğunu ifade ediyor. Newsweek International dergisi editörü Fareed Zakaria’nın bir röportajında vurguladığı gibi ABD eski önemini kaybediyor. Zakaria röportajının Türkiye ile ilgili kısmında ‘Erdoğan hükümetine haksızlık etmeyin, Türkiye bölgesel güç oluyor’ diyor. Kısaca Batı Türkiye’nin yeni dış politikasını “Yeni Osmanlıcılık” olarak görmeye başladı.
Yeni Osmanlıların Osmanlı dönemindeki Yeni Osmanlılarla bir benzerliği var mı?
Sosyolog Şerif Mardin, İletişim Yayınları’ndan çıkan “Yeni Osmanlı Düşüncesi’nin Doğuşu” adlı kitabında İslami arka planın Yeni Osmanlı düşüncesini derinden etkilediğini belirtmektedir. “Gerçekten de Âli ve Fuat Paşalar önderliğinde yapılan Tanzimat reformları Batılı hayat tarzına yönelik olmaktan öteye gidemiyordu. Yeni Osmanlıların en önemli dayanak noktası reformların Osmanlı iç dinamikleri ile birlikte gerçekleştirilmesi gerektiği yönündeydi. Bunun için bir parlamento kurulmalı ve halkın temsilcileri reform hareketini sürdürmeliydi. Yeni Osmanlılar özellikle ekonomi ve dış politikada yabancılara bağımlılığa şiddetle karşı çıkıyorlardı. Her şeyden önce onurlu politikalar izlenmesi gerektiğini dış dünyayı yakından tanıdıkları için kavramışlardı. Dış dünyayı tanımaları, yapılan reformların yetersiz ve gösterişten ibaret olduğunu anlamalarını da kolaylaştırıyordu. Yeni Osmanlılar lidersiz ve birbirinden hem idari hem de fikirsel olarak kopuk bir topluluk olarak fikir üretmekten öte bir işe kalkışamazdı. Ancak fikirler bazen pek çok organizasyondan daha güçlü olabilmektedir. Zira 1876 Anayasası’nın ilanında Yeni Osmanlıların fikirsel payı ortadadır. Yeni Osmanlıların fikirsel açılımları bir sonraki kuşak olan Jön Türkleri derinden etkilemiştir. Kısacası Yeni Osmanlılar yalnızca kendi dönemlerini değil gelecek kuşakları da etkileyecek pek çok işe imza atmayı başarmışlardır.” demektedir.
Tarihçi Kemal Karpat geleceğin yapısının bir nevi Osmanlılık olduğunu savunuyor. Karpat, “Ulus devlet, siyasi maskesi ve hırsları geniş çapta törpülenerek devam edecek. Yani ulus devlet bir kültür devleti olacak. Bu kültür devleti, kendi diline ve geleneğine sarılacak ama kendisinden olmayanların haklarını da tanıyacak. Geçmişte dünyaya bunun örneğini Osmanlı imparatorluğu verdi. Geleceğin kültür devleti, Osmanlı örneğindeki gibi davranacak, kültürlere hâkim olmayacak. Ben Osmanlı’nın dirilmesini savunan biri değilim, ama küreselleşmenin en iyi modeli o. Herkesi rahat bırakmış ama hepsinin tepesinde bir şemsiye gibi durarak onları korumuş. İnsanları, kendi geçimini sağlayacak kadar sömürmüş. Osmanlı’da bir aristokrat sınıf yetişmemiş...” Evet, bugün adı ne olursa olsun bir çatı devletine ihtiyaç vardır. Çelişkilerden ancak öyle kurtulabiliriz. Etnik olarak çoğulculuk (ideolojik değil, Karpat’ın deyimiyle kültürel bağlamda) ama İttihad-ı İslam ideolojisi çerçevesinde ise birlik esastır. Yani geleceğin Kuveyt’i veya BAE’si bir nevi Lüksemburg veya Monako olacak. Bence Osmanlı karşısında komplekse kapılmanın hiç gereği yok” demektedir.
Başbakan Erdoğan “Türkiye’nin Yeni Dış Politika Konsepti”ni 2005’de açıkladı
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 25 Şubat 2005’te televizyonda “ulusa sesleniş” konuşmasında “Türkiye’nin yeni dış politika konsepti” ni kamuoyuna açıklıyordu. Konsept üç temel kavrama dayanıyordu: stratejik derinlik (tarihsel ve coğrafi), çok boyutlu dış politika ve merkez ülke olma vizyonu. Konsepte göre Afroavrasya’nın merkezinde yer alan Türkiye, bölgeyle olan tarihsel bağlarını etkin bir diplomasi ve çok boyutlu ilişkiler ağıyla birleştirebildiği takdirde küresel bir güç olabilme imkânına sahiptir.
Bu konsepte göre Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin yeni dış politika vizyonunu, iki temel tespite dayanıyordu: “Türkiye; AB, Ortadoğu ya da Orta Asya’nın çevre ülkesi değildir, bu coğrafyanın periferisinde yer alamaz, üç kıtaya yayılan geniş bir coğrafyayı etkileme gücüne sahip bir merkez ülkedir. Türkiye bu birikimine, bu tarihi misyona sahip çıkmak, bu zengin arka plana uygun bir rol üstlenmek borcundadır. Dış politika vizyonumuzu oluştururken temel aldığımız bir başka gerçek, Türkiye’nin artık sadece bölgesel güç olarak tanımlanamayacağıdır. Türkiye, bu tarihi dönemeçte, küresel bir güç olma yolunda ilerlemelidir... Türkiye geleneksel dış politikasında rota değişikliği ihtiyacında değil. Ama mevcut rotamızı, küresel bir vizyonla yeni dünya gerçeklerini göz önüne alarak bilinçli biçimde geliştirmek zorundayız.” diyordu.
AK Parti Hükümeti, dış politikada “Osmanlı coğrafyası” olarak dile getirilen bu etki sahasına sürekli vurgu yapmış ve bu bölgeyle tarihsel, kültürel ve dinsel ortaklıkların kullanılması suretiyle siyasi ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesini öngörmüştür. Hatta Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, 2005 yılında dünya ekonomisini ve ülkelerin ihracat stratejilerini değerlendirirken, Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’ne atıfta bulunarak, “Benim de Büyük Osmanlı Projem var” diyordu. Tüzmen, “Bizim eski Osmanlı coğrafyasından yaklaşık 33 ülke çıkmıştır. Bu 33 ülkenin GSMH toplamı yaklaşık 900 milyar dolardır. Bu 33 ülkenin ihracatlarının toplamı 600 milyar dolar, ithalatlarının toplamı da 720 milyar dolardır. Bu bizim ortak dil, din, kültür, coğrafya ya da tarih bağımızın olduğu ülkeler grubudur” diyerek sözlerine devam ediyordu.
Devlet Bakanı Ali Babacan da Yemen’e yaptığı ziyarette Osmanlı valilerine uygulanan protokolle karşılanıyordu. Müslümanlığın koruyuculuğunu üstlenmiş bir imparatorluğun doğal mirasçısı olan Türkiye’nin ve AK Parti Hükümeti’nin bölgeye yönelik dış politika stratejileri, Osmanlı coğrafyası yoluyla tarihi ve kültürel ortaklıkları canlandırmayı ve aktif olarak kullanmayı amaçlamaktadır. Bu yaklaşım, Ortadoğu’da halk düzeyinde olduğu gibi, bazen de Arap yöneticiler düzeyinde de duygusal etkilere yol açabilmektedir. Şimdiki cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanlığı döneminde ziyaret ettiği Cezayir’de Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika, Gül`e, “Osmanlı Milletler Topluluğu” kurulmasını önermiştir. Hatta demiştir ki, "Osmanlı’nın Ortadoğu`ya hükmettiği zamanlardaki (1920 öncesi yıllarda) barış ve huzuru hasretle arıyoruz. Osmanlı Devleti`nin bıraktığı boşluk doldurulamamıştır. Güçlü ve hoşgörülü Osmanlı düzenine her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır. Osmanlı Düzeni yeniden kurulmalıdır.”
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın bazı röportajlarında Suriye-Türkiye sınırının anlamsız bir sınır olmasını vurgulaması, Gazze katliamı ile ilgili Şam’da yapılan gösterilerde “Türkiye-Suriye Belde Vahide” sloganının atılması ve ardından Suriye ile olan vize uygulamasının kaldırılması bu politikanın ne derece tutabileceğinin göstergesiydi.
Politikanın yol haritası “Stratejik Derinlik”
“Türkiye’de yaşanan en temel çelişki bir medeniyet çevresine siyasi merkez olmuş bir toplumun tarihi ve jeokültürel özelliklerinin oluşturduğu siyasi kültür birikimi ile siyasi elit tarafından başka bir medeniyet çevresine iltihak etme iradesi esas alınarak şekillenmiş siyasi sistem arasındaki uyum problemidir ve bu durum hemen hemen sadece Türkiye’ye has bir olgudur.” diyen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu aslında bu politikanın en önemli beyinlerindendir. Politikanın “Türkiye’nin kendi tarihi ve coğrafi kimliğine geri dönmesi” olduğunu ifade den Davutoğlu, “Stratejik Derinlik” isimli kitabında üç jeopolitik etki alanından söz eder. Bunlardan ilki Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslardan müteşekkil yakın kara havzası; ikincisi Karadeniz-Adriyatik, Doğu Akdeniz, Kızıldeniz, Körfez ve Hazar Denizi’nden müteşekkil yakın deniz havzası; üçüncüsü ise Avrupa, Kuzey Afrika, Güney Asya, Orta Asya ve Doğu Asya’dan müteşekkil yakın kıta havzasıdır. Davutoğlu bu havzaları iç içe geçmiş daireler olarak tasvir eder ve Türkiye’nin etki alanının bu havzalar üzerine geliştirilen politikalarla tedrici bir şekilde artırılması gerektiğini söyler.
Buna göre “Türkiye’nin Balkanlardaki siyasi etki temeli Osmanlı bakiyesi Müslüman topluluklardır.” Türkiye Balkanlar’da “tabii müttefikleri” olan Müslüman iki devletle yani Bosna ve Arnavutluk’la müttefiklik ilişkilerini genişletmeli ve “Müslüman azınlıklar ile ilgili meselelerde müdahale etme hakkını kazanacak bir garanti elde etme hedefini sürekli gözetmelidir.” (s. 122-123) Davutoğlu’na göre “Kafkaslar, Doğu Anadolu ve Körfez-Doğu Akdeniz hattını kapsayan Kuzey Ortadoğu jeopolitik olarak; Azeri petrolü, Doğu Anadolu’nun su kaynakları ve Kuzey Irak petrolleri de jeoekonomik olarak bir bütünlük arz etmektedirler.” (s.128) Türkiye’nin bu hat üzerinde bir politika geliştirmesi bir zorunluluktur, aksi takdirde bir güç haline gelmek mümkün olmayacaktır.
Ortadoğu ise Davutoğlu açısından kaçınılmaz bir hinterland niteliğindedir. Türkiye’nin AB üyeliğinin gittikçe imkânsızlaştığını söyleyen Davutoğlu’na göre aynı anda Avrupa’dan ve Ortadoğu’dan kopan bir Türkiye’nin güçlü bir ülke olması söz konusu olmayacaktır: “Bu asrın ilk çeyreğinde Ortadoğu bölgesinin en stratejik kuşaklarını kaybeden, ikinci ve üçüncü çeyrekte bölge ile genelde bir yabancılaşma süreci yaşayan, dördüncü çeyrekte ise tekrar yöneldiği bölgede inişli çıkışlı ilişkiler zinciri geliştiren Türkiye, bölge ile olan ilişkileri yeniden ve köklü bir şekilde değerlendirmek zorundadır. Özellikle AB ile yaşanan ve üyelik sürecini gittikçe imkânsızlaştıran gerilimli ilişkiler ağı Ortadoğu’ya yönelik kapsamlı bir bölgesel stratejinin geliştirilmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Aynı anda hem Avrupa’dan hem Ortadoğu’dan kopan bir Türkiye’nin bölge ve kıta ölçekli politikalarda başarılı olması söz konusu değildir.”
Türkiye’nin jeopolitik konumunun NATO’nun yeni küresel stratejik misyon tanımlaması için vazgeçilmez bir öneme sahip olduğunu söyleyen Davutoğlu’na göre; Türkiye ile ABD’nin Balkanlardaki çıkarları ortaklaşmaktadır ve “Türkiye NATO üyeliğinden kaynaklanan ve Rusya’nın boşalttığı jeopolitik boşluk alanlarına yönelme imkanı taşıyan konjonktürü dengeli ve rasyonel bir tarzda değerlendirmek zorundadır.” (s. 240) Türkiye ile AB arasındaki ilişkilere farklı iki medeniyetin ilişkisi olarak bakan Davutoğlu, Türkiye’nin kendi medeniyet mirasını ve jeokültürel birikimini reddederek AB üyesi olamayacağını ifade eder.”
“Güçlü Türkiye” için yapılacak olan ise bellidir: Türkiye, ait olduğu medeniyete geri dönecek ve buna uygun bir dış politika izleyecektir.
Yeni politikadaki tereddüt: “Türkiye Doğu’ya mı kayıyor?”
Gerek Batı basının bir kısmı gerekse de Türkiye’deki bazı kesimler Türk dış politikasının Doğu’ya kaydığını ve bunun da sağlıklı olmadığını belirtmektedirler. Ancak gerek Cumhurbaşkanı Gül, gerek Başbakan Erdoğan ve gerekse de Dışişleri Bakanı Davutoğlu bunun böyle olmadığını, Türkiye’nin her yere açıldığını ifade ediyorlar.
Dünyanın önde gelen yayın organlarından The Economist dergisi de ekim ayının son haftasında “Türkiye ve Ortadoğu” başlığında Türkiye’nin yeni politikasını analiz eden bir makale yayımladı. Dergi, “Kısmen Avrupa Birliği`nin taleplerini karşılamak için yapılan reformlar, iktidarı tehdit saplantılı generallerden sivil kurumlara ve Türkiye`nin Batı`ya bakan ticari ve entelektüel başkenti İstanbul yerine Anadolu`da yerleşik Müslüman seçkinlere bıraktı” değerlendirmesinde bulundu. Derdi, Türk yetkililerin Türkiye`yi kullanışlı bir köprü, bölgesel bir barış gücü ve İslam`la birlikte yaşayabilecek bir demokrasi modeli olarak sunduğunu belirten dergi, Batılı ülkelerin de genel olarak bu görüşe katıldığını ve Türkiye`nin Doğu`ya kayışına karşı çıkmadıklarını söylüyor.
Yeni Osmancılık modeline belki de en çok karşı çıkanlar Türkiye’nin yönünün Doğu’ya döndüğünü ve Batı’dan git gide koptuğunu ifade ediyorlar. Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’nin geleceğinin Batılı ülkelerin kuyruğuna takılmaktansa Müslüman dünyasına liderlik etmek olduğu kumarını oynadığını belirten Batılı gözlemciler, “Bir tarafa daha çok yanaşan Türkiye, bölgesel güç ve arabulucu olma hedeflerine de taş koymuş oluyor.” diyorlar. Türkiye’de muhalefet ise genel olarak dış politikanın tamamına itiraz etmezken Ermenistan açılımı ve Kıbrıs konusunda itirazlarını dillendirirken dış politika için bir model ortaya koymaktan uzak. Deniz Baykal’ın ve bazı Batılı yayın organlarının birleştikleri tek tereddüt ise “Türk dış politikası İslamlaşıyor mu?” sorusu. Son söz olarak Cumhurbaşkanı Gül’ün de dediği gibi “Türkiye’nin ne yaptığı bellidir... Türkiye, tabii ki hem doğuya hem batıya hem kuzeye hem güneye, her tarafa gitmektedir.” Unutmadan, acaba Türkiye, İsrail ile çok iyi ilişkilerini devam ettirseydi “Türkiye’nin dış politikası nasıl değerlendirildi?”
SON VİDEO HABER
Haber Ara