Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Yahudilerin gizli 'İslam' korkusu büyüyor!

Arap basını bugün Yahudi basınında son zamanlarda yoğun şekilde yapılan Yahudileştirme çağrılarının ardında yatan İslamlaşma korkusu ele alıyor. Peki İsrail neden korkuyor?

16 Yıl Önce Güncellendi

2009-11-02 15:59:00

Yahudilerin gizli 'İslam' korkusu büyüyor!
Leyla Ebumellal / TIMETÜRK

Yahudilerin gizli İslam fobisi

Arap basınında bugün İsrail'in gizli İslamlaşma korkusu, Lübnan'da İran-Suriye nüfuz sorunu ve Filistin'den istenen şartsız müzakere masasına oturması konuları gündeme oturuyor.

Arap basını bugün Yahudi basınında son zamanlarda yoğun şekilde yapılan Yahudileştirme çağrılarının ardında yatan İslamlaşma korkusu ele alıyor. Bu çağrıların aşırı derece artmasının aslında bu korkudan kaynaklandığına dikkat çekiliyor. Öte yandan LÜbnan'da Suriye-İran nüfuzu sorunu, iki ülkenin de bu ülkedeki stratejik faydaların farkında olduğu, Suriye'nin İran'dan güçsüz olmasına karşın bu arenadan çekilmeyeceği dile getiriliyor. ABD dışişleri bakanı Hillary Clinton'un şartsız müzakerelere oturma çağrısı karşısında bir ikileme düştüğü ifade edilen Filistin başkanı Mahmud Abbas'ın ise bu ikilemden çıkmasının en şerefli yolunun istifa etmek olduğuna işaret ediliyor.

Daru'l Haliç gazetesi yazarlarından Hayri Mansur bugünkü "İslamlaşma korkusundan Yahudileştirme" başlıklı makalesinde şu ifaelere yer veriyor; "Kudüs'te biten değil aksine Kudüs'ten başlayan Siyonist Yahudileştirme kampanyasının zirvesinde Siyonist gazeteler ve medya İslam'a girmeleri korkusuyla ve Selaheddin Sendromu ya da Yahudilerde Selahaddin Eyyübi düğümü diye isimlendirilen çekintilerinden ötürü gençlere yönelik uyarılar ve vaazlar yayımlıyor. Bugünse bu korkuların Uri Diwas düğümü olarak isimlendirilmesi mümkündür. Yahudi bir profesör olan Uri Diwas İslam'a girmiş ve tüm Avrupa'yı dolaşarak Siyonizm, yerleşim ve soykırım programlarının bütün kötülüklerini ortaya çıkarmıştır. Bugünlerde Facebook'ta ya da Yedioth Ahronoth gazetesinde yayımlananlar aslında Yahudi hafızasında büyümeye başlayan fobiden başka birşey değildir. Bu olgunun yüzeysel gazeteci analizinden daha derin bir psikolojik yaklaşıma ihtiyaç vardır. Öyle ki dünya Siyonist çevrelerin neden aşırı Yahudilik ve İbranilik iddialarında bulunduğunu anlasın.

Aşırı Yahudileştirmenin ardındaki ironi aslında Müslümanlaşma'dan duyulan direk korkudur. Bugünkü Yahudi nesil Siyonist pusulaya güvenmemektedir. Orada duyduğu endişeye, hedefini kaybettiğine ve aralarında intihar oranlarının artması, zorunlu askeri hizmetten kaçanlarının sayısının artması da olmak üzere ahlaki krize işaret eden deliller bulunuyor. Buna ek olarak Doğulu Yahudiler (Sephardim), Batılı Yahudilerin (Aşkenaz) zulüm ve ırkçılık yaptıklarını savunmaktadır.

Askerlerin günlüklerini ya da hikayelerinden örnekler okuduğumuz zaman bir zamanlar bir Arap kitabının "İbrani devletinde noktasal hüzünler" ismini verdiği hüzünlerin genel acılara dönüşmeye başladığını görürüz. İslamlaşma korkusu sadece ideolojik ya da önleyici değildir. Bunun bir sebebi de Yahudilerin yaşadığı psikolojik boşluktur. Özellikle son 20 yılda Filistin'e göçedenlere vaadedilen Firdevs cehenneme dönüşmüş gibi göründü. Onlara göre gerçek ve kaybedilmiş Firdevs ise gökleri altında doğup büyüdükleri mekandır. Bunlara en güzel örnek ise kendilerine "Perestroyka'dan sonra" ismi veren Rus Yahudileridir.

"Lübnan için hangisi daha iyi: Suriye mi İran mı?"

Lübnan'dan yayımlanan En-Nehar gazetesi yazarlarından Serkes Naum bugünkü "Lübnan için hangisi daha iyi: Suriye mi İran mı?" başlıklı makalesinde şu ifadelere yer veriyor; "Lübnan'da Suriye ve Lübnan arasında bir ritim oluşturma çabası başarılı olabilecek mi ? Cevap tabi ki açık ve önceden bilinmektedir: Asla olmayacak! Dünyanın büyükleri ve devleri, bölgenin büyükleri bunu başarmaktan aciz kalmıştır. (yani Suriye'nin İran'dan ayrılması, İran'ın Suriye'den ayrılması). Sahip oldukları caydırıcı imkanlara karşın; ağırlıkları ve boyutları ne kadar olursa olsun Lübnanlılar bunu başaramamıştır. Şu da bilinmelidir ki hepsinin yaptıklarının ağırlığı tüy kadardır. Bunun gerçekleşmesini kendi başlarına sağlamakta ısrar etmelerinin ardında kendilerini "zayıf" olarak vasıflandırmamızı istememeleri gerekçesi bulunmaktadır.

Ancak bu da ayrılık için birşeyler sunmalarını gerektirir. Acaba hepsi Lübnan'da İran ve cemaatlerinin olmaması yönünde Suriye'ye istediğini sunmaya hazır mı? Bu ise teorik olarak bağımsız bir devlet anlayışı çerçevesinde Lübnan'ın ondan bir parça olduğu teslimiyet anlamını içerir. Tüm dünya İran'ın sınırlar dahiline girmesinden önce bu devleti ve özgürlüğünü hedef alan herkesle bir kavga halinde olduklarını bilir. Hepsinin bu bedeli ödemeye hazır olmaması normaldir. Ancak onların görmezden geldiği iki nokta bulunuyor. Belki de sorunları, Suriye'nin ve İran'ın uygulamalarına istinaden Lübnan sorunudur. Suriye ile sorun yukarıda açıklandığı gibidir. Diğeri; yani İranla da sorun da başka bir bölgede bulunması itibariyle coğrafi olarak Lübnan'a bitişik Suriye'nin açgözlülüğünden kendisine sığınmaktır. Yani orada bir şey var ki o da Lübnan'ın devleti temel müttefiklerine teslim etmesi ve onlardan şefkatli olmasını istemesidir. İki makbul olmayan sorun!

Özetle Suriye ve İran'ın birinin diğerinden ayrılması imkansız birşeydir. En azından çok zor ve şu an koşulları olgunlaşmamış bir haldir. Bu iki ülkenin liderleri de ittifaklarla elde ettikleri stratejik kazanımların ciddiyetinin ve ittifaklar sona erdiği halde ödenecek bedelin farkındadır. İran belki daha büyük, daha güçlü ve daha zengin olduğu, bölgesel dev bir güce dönüşme yolunda olduğu için ayrılığın sorumluluğunu Suriye'den daha çok kaldırabilir. Suriye'nin gücü İran'dan çok daha az olabilir. Liderliği de gerçekçiliği ile bunun farkındadır. Ancak bu onların Lübnan'da karşı karşıya gelmekten aciz oldukları anlamına gelmez.

"İstifa en şerefli cevap"

Londra'dan yayımlanan El-Kudsu'l Arabi gazetesi yazarlarından Abdulbari Atwan bugünkü "İstifa en şerefli cevap" başlıklı makalesinde şu ifadelere yer veriyor; "ABD dışişleri bakanı Hillary Clinton Filistin başkanı Mahmud Abbas'a 'en kısa zamanda ve yerleşimin durdurulması şartı koymaksızın müzakere masasına dönmeniz gerekir' mesajını yönelttiğinde saygısızlık derecesinde açıktı. Clinton bundan daha da ileri gitmekten çekinmemiş ve Netenyahu'nun yerleşimlerin genişletilmesi önerisini överek bu önerileri 'daha önce benzeri görülmemiş' olarak tanımlamıştır.

ABD dışişleri bakanının bu sözleri ne anlama geliyor? Cevap basit. Bu Clinton hanımın müzakere masasına geri dönülmesi için Batı Yaka'da ve Kudüs'te yerleşimin istisnasız tamamen durdurulmasının zorunluluğu hususunda daha önce yaptığı tüm açıklamalardan utanç verici bir şekilde geri dönmesi anlamına gelmektedir. Bu, Filistin Sultası'nın teşebbüs ettiği ve siyasetinin merkez noktası kıldığı konumdur.

Şu an tüm hatlarıyla açık olarak başkan Abbas'ın karşı karşıya kaldığı ikilem Netenyahu'nun Amerika destekeli şartlarına uygun olarak müzakereler masasına gitmesidir. Yani yerleşim durdurulmadan. Bu ise iktidarının sonu, zaten az olan; Filistin kamuoyunda aşınmış desteğin yokolması anlamına gelecektir. Kendisi bu kamuoyunun nüfuzuna ve etkisine Goldstone raporunu çekmeye kalktığında dokunmuştur. Ancak Amerika'nın davetini reddetmesi ve müzakere masasına dönmemesini onun adına konuşanlar 'Ramallah'taki bölge merkezinde soğuk tecrit, Amerika'nın ve İsrail'in büyüyen baskılarına karşı koyma' olarak vasfetmiştir. Bu baskıların en bilinenleri ise mali yardımların kesilmesidir. Yani Sulta'da görevli memurların maaşlarının ödenememesi, para silahı etkisinin sona ermesi ki bu silah çevresindeki grubun ve diğerlerinin kendisini destekleyip onaylamayı sürdürmelerindeki en önemli silahlardan biri sayılmaktadır.

Abbas birçok hatalar hatta günahlar işledi. Bunlara Amerika'nın, bazı Beyaz Saray elçilerinin ve özel Filistinli destekçilerinin vaatlerini onaylamakla başladı. Daha hayattayken kendisini Yaser Arafat'ın alternatifi olarak sundu. Amerikan yönetimlerine yakınlığı, konumlarındaki ılımlılığı ve müzakerelere oynaması ile bağımsız Filistin devletine ulaşabileceğine inandı. Bunun için müzakerelere Oslo'da gizli başladı. Anapolis'ten sonra da aleni şekilde devam etti.

Haber Ara