Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Başörtüsü mücadelesinde bu hafta

Ramazan vesilesiyle daha da gürleşen başörtüsüne özgürlük nidaları bu hafta da devam etti. İşte yoğun katılım görülen bu haftanın ayrıntıları...

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-09-07 00:37:00

Başörtüsü mücadelesinde bu hafta

Haber Merkezi/TIMETURK

İstanbul:

Özgür-Der, Ramazan boyunca her Cumartesi sürdürdüğü eylemlerine bu hafta da devam etti. Genelkurmay ile Ergenekon dostluğuna dikkat çekilen eylemde TSK’nın 30 Ağustos afişleri ve askeri vesayet ile üniversite kayıtlardaki başörtüsü zulmü protesto edildi.

Başörtüsüne özgürlük için Ramazan ayı boyunca her Cumartesi Fatih Saraçhane Parkı'nda toplanan Özgür-Der mensupları; Genelkurmay ile Ergenekon arasındaki dostluğu gündeme getirdiler. "Genelkurmay Ergenekon'a Dost, Başörtüsüne Düşman!" ve "Herkes İçin Adalet Başörtüsüne Özgürlük!" yazılı pankartların açıldığı eylem yine Fatih Saraçhane Parkı'nda gerçekleştirildi.

"Çetelere Resepsiyon; Çocuklarımıza Pimi Çekilmiş Bomba!", "Güçlü Ordu; Bezdirilmiş Türkiye!", "Güçlü Ordu; Militarist Türkiye!", "Üniversite Kayıtlarında Başörtüsü Zulmüne Son!" yazılı dövizler taşıyan Özgür-Der mensupları; Genelkurmay'ın Ergenekon sanıklarını resepsiyona davet etmesine, kışladaki cinayetlere, askeri vesayete ve devam eden başörtüsü zulmüne dikkat çektiler.



Eylemin sunumunu yapan Murat Ayar, İslami kimliğimize yönelik saldırıların devam ettiğini belirterek bu sene de üniversitelerde kayıtlar sırasında başörtüsünün çıkarılması dayatmasının sürdüğünü söyledi. İslami kimliğe yönelik baskıların Kuzey Kıbrıs'ta Kur'an eğitiminin verildiği okulların basılmasına kadar tırmandığını ifade eden Ayar, "Ancak biz tüm yasaklara ve baskılara rağmen kimliğimizi/inancımızı koruma kararlığındayız!" dedi.

Eyleme katılan gazeteci Adem Özköse, yeni döndüğü Patani'yle birlikte diğer İslam ülkelerindeki gözlemlerini aktardı. Patani'de yaşayan Müslümanların Tayland Ordusu tarafından ağır eziyete maruz bırakıldıklarını aktaran Özköse, son olarak 2 gün önce 10 Müslümanın cami çıkışında katledildiği bilgisini verdi. Filistin'den Çeçenya'ya, Malezya'dan, Patani'ye Afganistan'a Türkiye'deki başörtüsü yasağına kimsenin anlam veremediğini söyleyen Özköse, başörtüsü yasağı gibi bir uygulamaya kimsenin inanamadığını ifade etti. İşgal altındaki Müslümanların yaşadığı zulüm ile Türkiye'deki başörtüsü yasağının özünde aynı olduğunu vurgulayan Özköse, zalimlerin her yerde İslami kimliği temsil eden değerlere düşman kesildiklerini belirtti. Önemli olanın da İslami kimliğimizle her tür zulme karşı var olabilme azmi göstermek olduğunun altını çizen Özköse, başörtüsü mücadelesinin emperyalizme karşı verilen mücadeleden ayrıştırılamayacağına dikkat çekti.

Konuşmaların ardından Grup Yürüyüş yeni çıkan "Adanış Günü" adlı albümünden "ERGENEKON" adlı eseri seslendirdi. Türkiye'deki darbeci, çeteci geleneğin karanlıklarına karşı halkın özlemlerini yansıtan eser, dinleyiciler tarafından ilgiyle dinlendi.



"İnancına Örtüne Kimliğine Sahip Çık!", "Başörtüsü Onurumuz Kimliğimizdir!", "Darbeciler Yenilecek Direnenler Kazanacak!", "Ergenekon Çetesi Dağıtılsın!", "Yaşasın Başörtüsü Mücadelemiz!", "Cuntaya Hayır Başörtüye Özgürlük!" şeklinde sloganlarının atıldığı eylem, Özgür-Der adına Zuhal Özyurt tarafından okunan basın bildirisiyle sona erdi. İslami değerlere savaş açan Genelkurmay kadar, bu düşmanlığa kayıtsız kalan ve davetlerine de icabet eden zihniyetin de eleştirildiği basın bildirisinin tam metni aşağıdadır.

EYLEMDE OKUNAN ÖZGÜR-DER BASIN METNİ:

ERGENEKON'A DOST OLANLARIN

BAŞÖRTÜSÜNE DÜŞMANLIK YAPMALARI NORMALDİR!


Başörtüsü ve başörtüsünün temsil ettiği değerler bu ülkede statükocu güçler eliyle mütemadiyen hakarete uğramakta. Yasak duvarlarıyla insanlarımızı adeta hayatından bezdiren zalimlik her gün yeni biçimleriyle karşımıza çıkmakta. İşte açılım, özgürleşme, hak, hukuk tartışmalarının tam ortasında üniversite kapılarında yaşanan ilkellik, vahşilik bir kez daha ekranlara düşüyor, fotoğraf karelerine yansıyor. Eziyetseverlik, sadistlik ruhlarından taşmış mahlûklar akıl almaz bir dayatmayla genç kızları aşağılamaya tabi tutuyorlar. Kayıt için kampüse gelen başörtülü öğrenciler içeri girebilmeleri için başörtülerini çıkartmaya zorlanıyorlar.

Tüm bu zorbalığa, hukuksuzluğa tavır alması beklenen, bu saçmalığı gidermesi gereken konumdakiler ise yanlışlıkları, zalimlikleri adeta kanıksamış, içselleştirmiş haldeler. Kendi kişisel haklarını, hukuklarını korumaktan dahi aciz bir haldeler. Eşsiz davetiye adı verilen aşağılamaya maruz kalıyor ama bu edepsizliğe itiraz etmiyorlar.

Gerçekten de eşsiz davetiye uygulaması tam bir görgüsüzlük ve çirkinliktir. Başörtüsüne ve başörtüsünün temsil ettiği İslami kimlik ve değerlere karşı duyulan köklü nefretin bir tezahürüdür. Bu uygulamayı yapanlar halkı hiçe sayan, kendilerini adeta bu toplumun ilahı konumunda gören zalimlerdir. Peki, bu istiskale, bu çirkin muameleye maruz kaldıkları halde bu davetlere icabet edenlere ne demeli? Bu nasıl bir zillettir ki, bu boyutlarda bir çirkinliğe maruz kalındığı halde adeta hiçbir şey olmamış gibi tıpış tıpış bu davetlere gidilmekte ve üstelik bir de tüm bu çirkinliği gerçekleştiren kuruma övgüler, methiyeler düzülmektedir.

İşte geçtiğimiz hafta 30 Ağustos törenleri vesilesiyle bu garip ve de zavallı tutuma bir kere daha şahit olduk. TSK'nın ev sahipliği yaptığı ve darbeci Ergenekon çetesine mensup oldukları için haklarında ağır cezalar talep edilen sanıkların dahi adeta başköşede ağırlandıkları törenlere ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ancak başörtülü eşleri hariç tutulmak kaydıyla davet edildiler. Ve ne enteresandır ki, onlar da hiç itiraz etmeden bu törenlere icabet ettiler. Adeta emrindeki bürokrattan talimat alan, kendisine bağlı görev yapan memurların hizaya soktuğu devlet yöneticilerinin bulunduğu bir ülke burası. Ve ne yazık ki, kendi hukukunu koruyamayan, inancını, kimliğini, sahip olduğu değerleri korumak bir yana, hanımına yapılan bu derece açık bir saygısızlığa dahi tavır alamayan liderlerin halkın taleplerini, tercihlerini karşılaması bekleniyor. Oysa dayatmaya boyun eğenlerin, üniformalı tahakküme itiraz edemeyenlerin halka verebilecekleri bir şey olmadığı görülmeli.

Şüphesiz söz konusu törenlerle ilgili tek sorun ülkenin seçilmiş yöneticilerinin eşlerinin davet edilip edilmemesi değildir. Bizler zaten had safhada militarizm ve İslami değerlere aykırılık içeren bu törenleri, kutlamaları reddediyoruz. Bununla birlikte ülkeye egemen bürokratik oligarşik yapılanmanın en çirkin tezahürlerinden biri olan bu uygulamaların tutarsızlığının, çirkinliğinin, usulsüzlüğünün görmezden gelinmemesi gerektiğini de hatırlatıyoruz.

Bizler bu çirkin durumu teşhir etmeyi sürdürüyoruz. Başörtüsü karşısında çıldırmışçasına tepkiler veren, insanlıktan çıkmış bu güruhun yol açtığı skandallara, dayatmalara göz yummuyoruz. Başörtüsü özelinde saldırıya maruz kalanın basit bir giysi, bir kumaş olmayıp doğrudan Rabbimizin bizlere lütfettiği İslami kimliğimiz olduğunu biliyoruz. Ve bu bilinçle, kararlılıkla ve azimle İslami kimliğimize yöneltilen saldırılara, baskılara, hakaretlere karşı direnmeyi sürdüreceğimizi haykırıyoruz.

Bursa:

29 Ağustos-5 Eylül tarihleri arasında başörtüsünün şartsız ayrımsız her alanda özgür kalması ve bu süreçte yapılan haksızlıkların giderilmesi amacıyla imza kampanyası düzenleyen Özgür-Der Bursa Şubesi, 5 Eylül'de yaptığı basın açıklamasıyla imza kampanyasını sona erdirdi.



Saat 18.00'de Orhangazi parkında bir araya gelen Bursalı Müslümanlar başörtüsü yasağının hukuksuzluğunu dile getirerek, yasağın bir an evvel kalkması ve başörtüsünün her alanda serbest kalması gerektiğini bir kez daha ifade etti. Özgür-Der adına basın açıklamasını okuyan Sara IŞIKLAR özetle şunları kaydetti:

"Yasakçılar üniversitelerde, kamu kurum ve kuruluşlarında, medyada ve hatta özel kuruluşlarda kol geziyor. Şimdilerde üniversiteye başlayacak öğrenciler için kayıt haftası içindeyiz. Yine aynı yasakla karşılaşan mağdurlar; bırakın kayıt yapmayı, ÖSS'ye giremediği için üniversitesinin kapısına bile gidemiyorlar.

Mevcut siyasi iktidarın söylemleri bu konuda nihayi bir sonuca ulaştıramadığı gibi, bizim mücadelemizi de engellemiyor. Laik, Kemalist düzenin zulümleri bin yıl sürecekse de kazanacak olan İslami mücadelemizdir.
AKP tutarlı olmak istiyorsa bu sorunu çözmek durumundadır. Resmi ideolojinin köhnemişliğinin eseri YÖK'ün bilimsellik maskesini paramparça eden başörtüsü AKP'nin de tutarsızlığını göstermeye tek başına yeterlidir. Yıllardır sürdürülen inkârcı ve ırkçı devlet ideolojisinin yarattığı bu sorunun hak ve adalet temelinde çözümü ertelenemez. Hiçbir iktidar kavgasına kurban edilemez. Biz hiç kimseden merhamet dilenmedik. Gasp edilen haklarımızın iadesini kimseden beklemedik. Bu hakkımızdır ve onu mutlaka alacağız. İnancımızı pazarlık konusu edecek değiliz. Başörtümüz Allah'ın emridir ve asla vazgeçmeyeceğiz."

'Yaşasın İslami mücadelemiz', 'zulme karşı direneceğiz', 'inancına örtüne kimliğine sahip çık', 'yasakçılar Silivri'de yasakları yürürlükte', 'yasakçılar yenilecek direnenler kazanacak', 'tevhid adalet özgürlük' gibi sloganların atıldığı basın açıklaması yaklaşık bir saat sonra sona erdi.

Antalya:

Özgür-Der Antalya Temsilciliği üye ve dostları Cumartesi günü Antalya kapalı yolda başörtüsüne özgürlük eylemi gerçekleştirdi. Basın açıklamasını platform adına Rüştü Hacıoğlu okudu.



Basın Açıklamasının tam metni:

ERGENEKON'A DOST OLANLARIN BAŞÖRTÜSÜNE DÜŞMANLIK YAPMALARI NORMALDİR!

Başörtüsü ve başörtüsünün temsil ettiği değerler bu ülkede statükocu güçler eliyle mütemadiyen hakarete uğramakta. Yasak duvarlarıyla insanlarımızı adeta hayatından bezdiren zalimlik her gün yeni biçimleriyle karşımıza çıkmakta. İşte açılım, özgürleşme, hak, hukuk tartışmalarının tam ortasında üniversite kapılarında yaşanan ilkellik, vahşilik bir kez daha ekranlara düşüyor, fotoğraf karelerine yansıyor. Eziyetseverlik, sadistlik ruhlarından taşmış mahluklar akıl almaz bir dayatmayla genç kızları aşağılamaya tabi tutuyorlar. Kayıt için kampüse gelen başörtülü öğrenciler içeri girebilmeleri için başörtülerini çıkartmaya zorlanıyorlar.

Tüm bu zorbalığa, hukuksuzluğa tavır alması beklenen, bu saçmalığı gidermesi gereken konumdakiler ise yanlışlıkları, zalimlikleri adeta kanıksamış, içselleştirmiş haldeler. Kendi kişisel haklarını, hukuklarını korumaktan dahi aciz bir haldeler. Eşsiz davetiye adı verilen aşağılamaya maruz kalıyor ama bu edepsizliğe itiraz etmiyorlar.

Gerçekten de eşsiz davetiye uygulaması tam bir görgüsüzlük ve çirkinliktir. Başörtüsüne ve başörtüsünün temsil ettiği İslami kimlik ve değerlere karşı duyulan köklü nefretin bir tezahürüdür. Bu uygulamayı yapanlar halkı hiçe sayan, kendilerini adeta bu toplumun ilahı konumunda gören zalimlerdir. Peki, bu istiskale, bu çirkin muameleye maruz kaldıkları halde bu davetlere icabet edenlere ne demeli? Bu nasıl bir zillettir ki, bu boyutlarda bir çirkinliğe maruz kalındığı halde adeta hiçbir şey olmamış gibi tıpış tıpış bu davetlere gidilmekte ve üstelik bir de tüm bu çirkinliği gerçekleştiren kuruma övgüler, methiyeler düzülmektedir.
İşte geçtiğimiz hafta 30 Ağustos törenleri vesilesiyle bu garip ve de zavallı tutuma bir kere daha şahit olduk.

TSK'nın ev sahipliği yaptığı ve darbeci Ergenekon çetesine mensup oldukları için haklarında ağır cezalar talep edilen sanıkların dahi adeta başköşede ağırlandıkları törenlere ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ancak başörtülü eşleri hariç tutulmak kaydıyla davet edildiler. Ve ne enteresandır ki, onlar da hiç itiraz etmeden bu törenlere icabet ettiler. Adeta emrindeki bürokrattan talimat alan, kendisine bağlı görev yapan memurların hizaya soktuğu devlet yöneticilerinin bulunduğu bir ülke burası. Ve ne yazık ki, kendi hukukunu koruyamayan, inancını, kimliğini, sahip olduğu değerleri korumak bir yana, hanımına yapılan bu derece açık bir saygısızlığa dahi tavır alamayan liderlerin halkın taleplerini, tercihlerini karşılaması bekleniyor. Oysa dayatmaya boyun eğenlerin, üniformalı tahakküme itiraz edemeyenlerin halka verebilecekleri bir şey olmadığı görülmeli.

Şüphesiz söz konusu törenlerle ilgili tek sorun ülkenin seçilmiş yöneticilerinin eşlerinin davet edilip edilmemesi değildir. Bizler zaten had safhada militarizm ve İslami değerlere aykırılık içeren bu törenleri, kutlamaları reddediyoruz. Bununla birlikte ülkeye egemen bürokratik oligarşik yapılanmanın en çirkin tezahürlerinden biri olan bu uygulamaların tutarsızlığının, çirkinliğinin, usulsüzlüğünün görmezden gelinmemesi gerektiğini de hatırlatıyoruz.

Bizler bu çirkin durumu teşhir etmeyi sürdürüyoruz. Başörtüsü karşısında çıldırmışçasına tepkiler veren, insanlıktan çıkmış bu güruhun yol açtığı skandallara, dayatmalara göz yummuyoruz. Başörtüsü özelinde saldırıya maruz kalanın basit bir giysi, bir kumaş olmayıp doğrudan Rabbimizin bizlere lutfettiği İslami kimliğimiz olduğunu biliyoruz. Ve bu bilinçle, kararlılıkla ve azimle İslami kimliğimize yöneltilen saldırılara, baskılara, hakaretlere karşı direnmeyi sürdüreceğimizi haykırıyoruz.

Van:

Van Hak ve Özgürlükler Platformu üyeleri 143. kez yine Sanat Sokağında bir araya gelerek yasaklara tepkilerini dile getirdiler. Platform adına açıklama yapan Gökkuşağı Derneği Kurul Üyesi Murat Erginyürek, Dünya Barış Günü münasebetiyle dünyanın huzur ve barışa kavuşması temennisinde bulunarak, ‘Kürt Açılımı’ ismiyle başlatılan projeye vurgu yaparak, yasak ve sıkıntıların, zor ve baskı siyasetinin artık son bulması gerektiğine işaretle, gündemdeki konulara şu şekilde değindi:



Basın açıklamasının tam metni:

Bu ay ki basın açıklamamıza, mübarek Ramazan ayının bütün Dünya ya barış, adalet ve özgürlük getirmesini temenni ederek başlamak istiyoruz.

Zulüm haksızlığın revaçta olduğu ülkemizde, haksızlığa karşı haykırmak için yine buradayız. Bilindiği üzere yeni bir eğitim ve öğretim yılının arifesinde iken Üniversitelerdeki öğrenci kayıtlarında başörtüsü problemi yine baş göstermiştir. Geçtiğimiz günlerde. Çukurova ve Sinop üniversitelerinde de başörtüsü yasağına dair böyle bir keyfi uygulama başlatılmış ve başörtülü öğrencilere üniversite yönetimi tarafından “Ya kayıt Ya da başörtüsü” denilerek başörtüsü zulmüne bir yenisi daha eklenmiştir. Bizler Van Hak ve Özgürlükler Platformu olarak bu zalimane uygulamayı şiddetle kınıyoruz.

Yaklaşık olarak yüzyıldan beri özelde ülkemizin ve genelde Ortadoğu’nun en önemli problemi olan Kürt sorununun çözümü için düğmeye basılmış olması toplumumuzu umutlandırmıştır. Her ne kadar sorunu ele alma biçimi istenilen şekilde olmasa da sorunu biz çıkardık biz çözeriz mantığı ile hareket edilse bile; dökülen kanların durması, gözü yaşlı annelerin feryadının dinmesi ve giderek derinleşen halklar arasındaki uçurumun artmaması adına çözüm yolunda atılan adımları önemsiyoruz.

Bizler platform olarak bu güne kadar halkımızın sorunlarına duyarlı olduğumuz gibi bu sorunun çözümü konusunda da söz söyleme hakkımızın olduğunu vurgulamak istiyoruz. Bu güne kadar defalarca bölgenin bu konudaki sıkıntılarını dile getirdik. Bölgemizde halkımızın üzerinde oynanan oyunları deşifre ederek halkımızı bilinçlendirmeye gayret ettik. Defalarca toplumsal ve bireysel özgürlüğümüzü kısıtlayan sorunları dile getirdik. Bu gün de yine ve tekrar olarak Kürt sorununun sebep ve çözümleri konusundaki düşüncelerimizi siz değerli basın mensupları ve halkımızla paylaşmak istiyoruz. Yıllarca bölge halkına uygulanan zulümler aşağıdaki başlıklar altında toplanabilir.

-Bölge halkı değişik bahanelerle zorla yerlerinden göç ettirilmiş ve duyarlı insanların yardım etmesi engellenmiştir.

-Dilleri yasaklanmış, uymayanlar son derece ağır cezalarla cezalandırılmışlardır. Mahkemelerde, hastanelerde ve diğer resmi kurumlarda Türkçe bilmeyenler kendilerini ifade edememişler haklarını savunamamışlardır.

-Bölge ekonomik olarak geri bırakılmış bölge halkının ticaretleri engellenmiş, ağır vergiler uygulanarak halk canından bezdirilmiştir.

-Eğitim-öğretim Türkçe olarak uygulandığından Türkçe bilmeyenler hem haksız rekabete maruz kalmış hem de anadillerinde eğitim hakkı elerinden alınarak asimilasyon uygulanmıştır.

-Bölgeye yapılan her türlü uygulamanın temelinde asimilasyon ve inkâr politikası amaçlanmıştır.

-Bölgede yerleşim yerlerinin adları değiştirilmiştir.

-Herkesin Türk olması gerektiği Kürt ya da başka ırktan olmanın utanılacak bir durum olduğu yıllarca psikolojik olarak pompalanmıştır. Türk olamayanlar kimliksiz ve kişiliksiz hale getirilmiştir.

-Bölge halkı yıllarca bir yandan laik - Kemalist sistemin diğer yandan yine laik ve seküler baskıcı örgütlerin arasında tercih yapmaya zorlanmıştır.

-Bölgede Kürt sorunu ya da alevi sorunu gibi sorunlarla ilgilenen ve cesur çıkışlar yaparak bir şeyler yapmaya çalışan gazeteci, yazar siyasetçi, devlet adamı, kanaat önderleri, STK temsilcileri bir şekilde ya susturulmuş ya da faili meçhule kurban edilmiştir.

-Seçim zamanlarında halkın iradesinin sandığa yansıması engellenmiş ve halk açıkça tehdit edilmiştir.

-Halkın haksızlık ve zulümlere itirazları çok şiddetli şekilde bastırılmış, toplu göçler, gözaltılar, işkencelerle halk mağdur edilmiş yardımcı olmak isteyen tarafsız ve insaf sahibi Türkler dahi bundan nasibini almıştır.

Uygulanan bu yanlış politikaların sonucunda şiddet ve baskı meyvelerini vermiş, bölgede şiddete karşı şiddetle karşılık verme refleksi ortaya çık(arıl)mıştır.

Son zamanlarda da açıkça ortaya çıktığı gibi derin devlet, Ergenekon gibi terör örgütleri oluşturulmuş ve bunlara karşılık yine bölgedeki taşeron örgütler bilerek desteklenmiş bölge halkının acımasız bir çatışma ortamına sürüklenerek malı, canı,geleceği ve ümidi yok edilmiştir.
Özellikle Sayın Cumhurbaşkanının sorunu çözmedeki gayreti toplumda umutları yeşertmiştir. Ancak hükümetin çekimser tavrının devam etmesi ve sorunu resmi söylemlerin dışına çık(a)madan dile getirmesi kabul görmemektedir.

Unutulmamalıdır ki sorun ancak sebeplerin ortadan kaldırılması ile çözülür ve bu konuda çözüm mercii yine halkımızın bizzat kendisi, temsilcisi olarak TBMM, sivil toplum kuruluşları, siyasi partiler ve aydınlardır.
Mesele soruna muhatap bulmak ya da muhatabı belirlemek değil biran önce polemikleri bırakarak akan kanı durdurmak ve yıllarca halkımızın canını, malını ve ümitlerini bertaraf eden bu sorunu çözmektir.

Bizler kangren haline gelmiş olan Kürt sorununun bir defada hemen birkaç kelime ya da birkaç hakkın verilmesiyle değil öncelikle çözüme doğru giden bu sürecin devam ettirilmesi ve tekrar aynı hataların devlet ve diğer sorumlular tarafından yapılmaması ile çözülebileceğine inanıyoruz. Geçmişte bu sorunun büyümesinde katkısı olanları unutmayan halkımız bu günde katkısı olabileceği halde çözüme katkısını esirgeyen ve ırkçı, şovenist yaklaşımlarla çözüm sürecine muhalif olan sözde aydın, demokrat ve halkçı geçinenleri asla unutmayacaktır.

Muhalefet partilerinin sorunun çözümüne değil sürecin tıkanmasına yapmış oldukları katkı ibretle gözlemlenmektedir.

Sorunun ve çözüm yollarının yüzeysel olarak yuvarlak ifadelerle çok konuşulduğu fakat derinlemesine, net, açık ifadelerle ne istendiğinin dile getirilmediği bu günlerde bizler çözüm konusunda şu hususların süreci olumlu etkileyeceği ve toplumsal barışa katkı sunacağı inancındayız.

-Öncelikle toplumun her kesiminin (Buna Müslümanlar da dahil) bir zihniyet sorgulamasına giderek özeleştiri yapması gerekmektedir.

-Halen uygulanmakta olan darbe anayasası derhal değiştirilmeli, toplumun bütün kesimlerini kucaklayan adalet ve hak üzere yönetim ve paylaşımı esas alan kucaklayıcı, devlete karşı bireyi ve özgürlüğü önceleyen toplumun refahı ve huzurunu temin edecek yeni bir anayasa toplumsal bir mutabakatla yapılmalıdır.

-Değişik kurumlar tarafından sürdürülen, Kürtleri, Alevileri, Ermenileri… v.s diğer unsurları; ötekileştirici, küçültücü, aşağılayıcı ifadeler ve yanlış bilgiler temizlenmeli ve ortak tarihimiz objektif olarak yeniden topluma doğru olarak yansıtılmalıdır.

-Eğitim dili olarak da Kürtçenin ve diğer dillerinde toplumsal talebe bağlı olarak yapılabilmesinin önü açılmalıdır. Bunun için üniversitelerde açılması düşünülen kürdoloji enstitüleri gibi çalışmalara hız verilmelidir.

-Bölgenin özelliklerini ve kültürünü bilen, dertlerini ve problemlerini anlamaya çalışan işinin ehli kişilerin bölgelerde görevlendirilmesi sağlanmalıdır.

-Bölgede birçok olayın faili olarak görülen ve toplumda adeta suç örgütü haline gelmiş koruculuk sistemi derhal kaldırılmalıdır.

-Devlet toplumsal barışı önceleyen politikalarını sürdürmeli bu güne kadar ihmal ettiği tüm kesimlerin gönlünü almaya çalışmalıdır.

-Toplumsal barışın, kardeşlik ve birlikteliğin tesisi için STK temsilcileri, kanaat önderleri, aydınlar ve siyaset adamlarının katkı sunması engellenmemelidir. Bunun için düşünce özgürlüğünün alanı genişletilmelidir.

-Toplumda bozulmaya yüz tutan ahlaki yapının düzeltilmesi ve kardeşliğin yeniden tesisi için
Eskiden olduğu gibi başat rol oynayabilecek din eğitiminin önü açılmalıdır. İslami ana kaynaklar ve diğer kitaplar Kürtçeye tercüme edilmelidir. Devlet dinden elini çekmelidir.

- Toplumun her kesiminin kültürünün, dilinin, gelenek ve folklorunun yaşatılması için gereken çalışmalar yapılmalıdır. Bu konuda önemli rol üstlenebilecek üniversitelere katkı sağlanmalıdır.

-Kürt sorunun çözümüne katkı sağlayacak genel bir af ilan edilmeli bununla birlikte toplumsal barışı ve bütünlüğü bozabilecek her türlü teşebbüsün engellenmesi için gereken tedbirler alınmalıdır.

-Bölge ekonomik açıdan tahlil edilmeli ve yapılabilecek yatırımlara ivedilikle başlanmalıdır. Bölgenin ticari olarak bir cazibe merkezi olabilmesi için yeni projelerin uygulanmasına olanak sağlanmalıdır.

-Bölgede adları değiştirilen yerlerin eski adları iade edilmelidir.

-Bölgesel yayın yapan basın, yayın, radyo ve Televizyonların sayısı artırılmalı ve devlet tarafından teşvik edilmelidir.

-Seçim dönemlerinde halkın özgür iradesinin sandığa yansıyabilmesi için gereken hassasiyet gösterilmeli ve bu güne kadar uygulanan baskılara son verilmelidir.

-Bilinçli, duyarlı, dinamik ve özgür bir toplumun oluşturulması için eğitim, sağlık ve adalet mekanizmalarının kusursuz işletilmesi sağlanarak güven ortamı oluşturulmalıdır.

-Bu sorunun çözümünde İslam kardeşliği temeli öncelenmelidir.

Öte taraftan dünyanın bir çok yerinde Müslümanlar üzerindeki emperyalist saldırılar devam etmektedir. daha dün afganistanda yüzü aşkın Müslüman katledilmiştir.
Gazze`de devam eden İsrail ablukası, Filistinliler`in yaşamını her geçen gün daha da zorlaştırııyor. Uluslararası yardım örgütlerinin insani kriz uyarısında bulunduğu Gazze`de, binlerce insan ölümle burun buruna. İsrail, Mısır’ında desteğini alarak yapmış olduğu bu vahşi uygulamaya bir an önce son vermeli. Bütün Dünyayı ve özelde de İslam ümmetini bu sorunlara karşı duyarlı olmaya çağırıyoruz.

İstiyoruz ki gerek başörtüsü gerek Kürt sorunu ve diğer hak ve özgürlükler konusunda Adaletin hakim olduğu bir Türkiye ve dünya olsun…

Konya:

Konya İnanç Özgürlüğü Platformu sevdalıları toplandıkları Kayalı park meydanında 104. hafta basın açıklamasını yaptılar. Platform adına açıklamayı platform üyesi Ahmet Yılmaz yaptı. Ahmet Yılmaz açıklamasında Genelkurmay’ın 30 Ağustos resepsiyonunda sergilediği ayırımcı tutumu merkeze aldığı açıklamasında şunları söyledi.



Basın açıklamasının tam metni:

Muhammed Allah’ın elçisidir. Ve beraberinde bulunanlar, kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükuya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları, yüzlerindeki secde izidir. Bu onların Tevrat’taki vasıflarıdır.

İncil’deki vasıfları da şöyledir: onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerinde hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi şeyler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vaat etmiştir. (Fetih Suresi 29. Ayet)

Gün geçmiyor ki ülke, siyasal kriz veya siyasal kamplaşmaların önünü açan bir olaya sahne olmasın. Genelde bürokrasinin oligarşik damarlarının kabarması sonucu oluşsan bu durumun son örneği: Genel Kurmay’ın ev sahipliği yaptığı 30 Ağustos resepsiyonunda yaşandı. Seçici bir özenle hazırlanan davetiye listesinde, başbakanın, cumhurbaşkanının, bazı bakan ve milletvekillerinin eşlerinin, sırf başörtülü oldukları için bulunmamalarına karşın; haklarında darbecilik suçlamasıyla tahkikat yürütülen zevatın, 30 Ağustos resepsiyonunda Genel Kurmay davetlisi olarak arz-ı endam etmesi manidardır. Hayır! Aslında tam müzelik bir görüntüdür. Gelecek nesillerin ibretle seyretmesi için…

Genelkurmay’ın bir başka ayıbı da mecliste temsil salahiyeti bulunan bir partiyi yok saymasıdır. Demokratik açılım, doğuyla batının barıştırılması gibi tartışmaların ve çalışmaların yaşandığı bir dönemde bu şekilde ayırıcı bir tutum sergilenmesi, askeri erkânın doğu ve Kürt sorununa karşı, nasıl bir faşizan duruş içerisinde olduklarının açık ifadesidir.

Her şeyden evvel, askeri erkânın bilmesi gereken, bize özgür bir ülke bırakanların, kimler olduğudur? Onlar doğulusuyla, batılısıyla, Türk’üyle, Kürt’üyle, dine ve dini değerlere bağlı, Müslüman bir ümmettirler. Ve İslam kelimesi çevresinde birbirleriyle kardeştirler. Nene Hatun, Sütçü İmam ve kurtuluş savaşı fotoğraflarına yansıyan, başları örtülü, cepheye bomba taşıyan anaların görüntüleri, sözümüzün doğruluğunu tasdik etmektedir.

Belçika da, yeni eğitim- öğretim yılının başlamasıyla birlikte, yasakçılar kervanına katıldı. Allah’ın kadına vermiş olduğu doğal bir süs olan ve onun incitilmemesi için en güzel elbise olan, geçmiş kitaplarda da hükmü açık ve zahir olan tesettür, akılsızlar ve beyinsizler tarafından boğulmaya çalışılmaktadır. Belçika hükümetini, bu saygısız ve despot tavrından dolayı lanetliyor, bu zulme karşı direniş gösteren, onurlu kardeşlerimizi, saygıyla ve sevgiyle selamlıyoruz.

Yaşanan başörtüsü zulmüne son bir örnek de Sinop üniversitesinde sergilenmiştir. Ülkede, adaletin uygulanması, hakların tevdi edilmesine inatla set oluşturmaya çalışan yasakçı zihniyetin müntesipleri, dekan, rektör gibi sıfatlarla bürokrasi içerisinde, varlıklarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar. Kendi deliliklerini örtbas etmek için, milleti deli suyundan içmeye zorlayan bu zihniyet kelaynak kuşlarıyla aynı durumdadır. Soyları tükenmek üzeredir. Vatana millete hayırlı olsun…
Başörtüsü meselesiyle ilgili olarak, şunun altını kesinlikle çizmek istiyoruz: Bizim Müslüman kimliğimiz, meşruiyet için ne resepsiyon davetine ne de üniversite kaydına ihtiyaç duymamaktadır. Bizim İslami kökenlerimiz, laik, despot ve ayrımcı zevattan daha eskidir. Onlar yokken, biz vardık. Kabul etmeseler de biz gelecekte de var olmaya devam edeceğiz. Mirasyedi olan onlardır. Biz bu ülkenin gerçek varisleriyiz.

Hak ve özgürlüklerin ihlal edilmediği, adaletin tesis edildiği, zulmün olmadığı ve fitnenin yok olduğu bir dünyada yaşama umudu ile Hepinizi 105. Haftada aynı yer ve saatte buluşmak üzere Allah’a emanet ederiz.

Sakarya:

Sakarya’daki 208. eylemde üniversite kayıtlarındaki uygulamalar kınanırken; uyuşturucudan kaynaklanan ölümlere de dikkat çekildi ve haksızlıklara ve yozlaşmaya karşı toplumsal mücadelenin şart olduğu vurgulandı. Platform adına açıklamayı Diriliş Saati Dergisi yazarlarından Berat Gürler okudu.



Basın açıklamasının tam metni:

TOPLUMSAL İFSADA KARŞI TOPLUMSAL MÜCADELE

Üniversite kayıtlarının başlaması ile birlikte, yasakçı zihniyet tekrar sahneye çıktı. Toplumu tabakalaştırmayı bir marifet sananlar, Rabbimizin öngördüğü kurallar çerçevesinde ortaya konulan yaşam biçimlerine kafa tutarak, insanlara kendi beşeri düşüncelerini dikte etme zavallılığını göstermeye devam ediyorlar. Ve insanlık tarihince devam ede gelen hak-batıl mücadelesi böylece bir kez daha somutlaşmış oluyor.

Son olarak, Sinop Üniversitesi’nde kayıtlar esnasında yaşanan tablolar, bizlere geçmişte tanık olduğumuz benzer yasakları hatırlattı. Üniversitenin Fen Edebiyat Fakültesine kayıt yaptırmak isteyen kız öğrenciler, üniversite yönetimi tarafından başörtülü oldukları gerekçesiyle okula alınmadılar. Sabah saatlerinde kayıt için gelen bazı öğrencilerden başörtülülerin ayrılmasını isteyen üniversitenin özel güvenlikçileri, öğrencilerin başlarını açmamaları durumunda kayıt yaptıramayacaklarını ifade ettiler. Ve her zaman olduğu gibi, bu duruma tepki gösteren veliler, yine karşılarında herhangi bir cevap mercii bulamadılar.

Burada, her zaman ifade ettiğimiz bir noktanın altını bir kez daha çizmemiz gerekiyor. Yıllardır başörtüsü yasağı özelinde İslami hassasiyetlerimize karşı sergilenen tüm zulüm politikaları karşısında tavrımızı ortaya koyuyor ve Rabbimiz katında şahitliğimizi yerine getirmenin şuuru ile hareket etmeye çalışıyoruz. Fakat, kimi zaman öyle durumlar yaşanır ki, artık karşılaşılan zulümler kronikleşmeye başlar ve bizler de bu tabloları kanıksama pozisyonuna gireriz. İşte, bu nokta, üzerinde hassasiyetle durmamız gereken bir noktadır.

Bizler, her yıl üniversite kayıtları esnasında, kampüslere girişler sırasında ve daha birçok alanda bu yasağın farklı boyutları ile karşılaşıyoruz. Ama, bu yasakların muhatabı olmamız, bunları kabullenmemiz anlamına gelmemelidir. “Zaten bir şey değişmiyor ve bundan sonra da değişmeyecek” mantığı, asla ve asla Müslümanca değildir. Rasulullah(s.a.v.)’tan miras kalan mücadele azmimiz, Rabbimize olan tevekkülümüz ile birleştiğinde, bizlere reva görülen zulümlere karşı her ne koşulda olursa olsun mücadelemizi ortaya koyacağız demektir.

Zulümleri kabullenmek ve onları içselleştirmek bize göre değildir. Bizler, her daim yaşanılan zorluk ve zulümlerin sıkıntısını çekerek, dert insanı olmamız gerekmektedir. Aksi halde, zulmün taraftarları bizlerin en sağlam kalelerini dahi bir bir düşürmeye başlayacaklardır. Tam bu noktada, Efendimiz Hz. Muhammed(s.a.v.)’in bir hadis-i şerifine kulak vermek, yerinde olacaktır. Şöyle diyor Efendimiz: “Allah’ın sınırlarında duran ile bu sınırları aşan insanın durumu şuna benziyor:
Bir grup insan aralarında kur’a çekerek gemiye bindiler. Kur’a sonunda bir kısmı üst kata, bir kısmı da alt kata düştü. Geminin alt katında bulunanlar su almak istediklerinde üsttekilerin yanından geçerlerdi. Dediler ki:

-Biz payımıza düşen yerden bir delik açsak, üstümüzdekileri de rahatsız etmemiş oluruz.
Eğer üst kattakiler, alttakileri yapmak istedikleri ile başbaşa bıraksalar hep birlikte mahvolurlar. Eğer ellerinden tutup onları engelleseler hem kendileri, hem de onlar hep birden kurtulmuş olurlar.”

Allah Rasulu’nun uyarısı dâhilinde, şunu anlıyoruz ki, birileri her daim, Allah’ın sınırlarını aşmak amacıyla hareket ediyorlar ve bundan sonra da etmeye devam edecekler. Burada, Müslümanlar olarak bizlerin üzerine düşen görev ise, bu sınırların aşılmasına asla ve asla izin vermemektir. Bu, direniş ve mücadeleyi gerektirir. Yapılan toplumsal zulüm ve ifsadlar karşısında toplumsal uğraşıyı gerektirir. Yekvücut olarak ve Rabbimize en sağlam temellerle güvenerek, İslam gemisine delik açtırmamak ve delik açmak isteyenlerin oyunlarına engel olmak, üzerimizde bir sorumluluk olarak durmaktadır.

Bu vesileyle, bir noktaya daha vurgu yapmak istiyoruz. Her zaman belirttiğimiz üzere, bizim başörtüsü mücadelemiz, ne diğer toplumsal mücadelelerimizden ne de kendi nefsimiz ile olan mücadelemizden bağımsız bir konu değildir. İslam dairesi çerçevesinde her biri bir bütünün parçaları olan bu konular, hassasiyetimizin odak noktasında bulunması gereken mevzulardır. İşte tam bu noktada; kitle iletişim araçları ve benzeri vasıtalarla toplumları ifsad etmek amacıyla ortaya konulan şer odaklı eylemlerden bahsetmek gerek arz etmektedir.

Toplumumuza baktığımızda, sistematik bir yozlaştırmanın uygulandığını görüyoruz. İslami değerlerinden bihaber olan gençlerimiz, artık gazetelerin üçüncü sayfalarında fail olarak bulundukları aile faciaları ile gündeme geliyorlar. Kimi internetin önünden kalkamaması dolayısıyla bilgisayarın başında ölürken, kimi gençlerimiz ise aşırı dozda uyuşturucu kullanmaktan hayatlarını kaybediyorlar. Ve emin olun ki, eğer bu topluma dair bizlerin herhangi bir projesi yok ise; toplumumuz gün geçtikçe bu ifsadın içerisinde kavrulmaya maruz kalacaktır.

Rasulullah(s.a.v.), buyuruyorlar ki; “İşi erteleyen helak olmuştur”. Acaba biz hangi işlerimizi erteleyip, hangi işlerimizden vazgeçiyoruz? İnanın, kendi zevklerimizi yaşamayı, Allah’ın dinini yaşamak ve yaşatmaktan daha önemser hale gelmiş durumdayız. Ve dolayısıyla, yavaş yavaş ifsad olan bir toplum tablosu işte karşımızda duruyor…
Son söz olarak şunu hatırlatmak istiyoruz ki; İslam’ı bir yaşam nizamı olarak görenler, bu çağda yaşadığımız sıkıntıları çözüme kavuşturmak istiyorlarsa, toplumsal bir mücadelenin içerisinde olarak Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda tüm bu konuları dert edinmelidirler.

Dolayısıyla, başörtüsü yasağı karşısında onurlu bir duruş ortaya koyabilmek de, mücadeleyi ne kadar sahiplendiğimiz ve sorunlarımıza çözüm üretmek için ne derece dertlendiğimiz ile doğrudan alakalıdır.
Unutmayalım ki, zafer, ancak ve ancak direnen ve umutsuzluğa kapılmayanların olacaktır.

Kocaeli:

Kocaeli’deki başörtüsüne özgürlük eylemleri 229.hafta basın açıklamasıyla devam etti. Eylem İzmit Sabri Yalım İnsan Hakları Parkında yapılırken, basın açıklamasını MAZLUMDER Kocaeli yönetim kurulu üyesi Medine Küçük okudu.



229. hafta basın açıklaması:

Değerli insan hakları savunucuları ve basın mensupları,
Türkiye, son yıllarda etkisini daha fazla gösteren, her alanda demokratikleşme sürecine giriyor. Hiç şüphesiz ki bu sürece girme isteği, var olan bir eksikliğin, bir haksızlığın, uygulanan bir çifte standardın sonucudur. Bu isteklerden en büyük olanlardan bir tanesi de ‘’Demokratikleşmeye” çalışan Türkiye’mizde girişilen Kürt açılımıdır.

Sivil inisiyatifin, sorunu çözüm aşamasında, birinci dereceden vazgeçilmez unsur olacağı, gerek hükümetçe gerekse de STK’larca bilinmektedir. Nitekim Türkiye’de, MAZLUMDER’ de başta olmak üzere, bir çok STK bu sorunun varlığını dile getirmiş ve bir an önce çözüme kavuşturulması gerektiğini vurgulamıştır. Demokrasi varlığı istenilen bir ülkede, demokratikleşme çabaları elbette ki sivil bir anayasadan ayrı düşünülemez. Bu konu da Hükümetin sivil anayasa konusunda kararlılığı bu fırsatla bir kere daha dile getirmesi ve hayata geçirmesi gereklidir.
Basında sıkça dile getirilen bir konu ise, çözüm için muhatabın hangi adres olacağıdır. Adres şu veya bu değildir. Gerçek adres, yıllardır bu ayrımcılığa maruz kalmış, yaşadığı acıları sineye çekmiş, çözüm için çaba sarf etmiş kimselerdir. Toplumsal bir mutabakatın oluşabilmesi ve sorunsuz bir çözüm sağlayabilmek için, her kesimin düşüncesine önce saygı duymak ve eleştirilerini dikkate almak gereklidir. Aksi halde zaman kaybından başka bir şey yapmış olmayacağızdır.

Biz bir Sivil Toplum Örgütü olarak, girişilen projeye destek veriyor, başlatılan bir sürecin durdurulmaması gerektiğine inanıyoruz. Bu sürecin madem ki ismi “Demokratik Açılım”, başörtü meselesinde de demokratikleşebilme gerekliliğini yıllardır söylüyoruz.
Kemikleşmiş bir diğer yara olan Başörtü meselesi de bu sürece eklenmeli ve daha fazla derin yaralar bırakmadan çözüme kavuşması gerekir.

229. hafta “Başörtüsüne Özgürlük” eylemimize katıldığınız için hepinize teşekkür ederiz.

Akyazı:

Akyazı Başörtüsüne Özgürlük 135. eyleminde Basın açıklamasını platform adına Mahmut Alemdar okudu. Alemdar “Sadece üniversitelerde değil orta öğrenim kurumlarında da uygulanmaya devam eden başörtüsü yasağının bu yılda devam etmesinden ve sorunun çözümünün sürekli olarak ertelenmesinden derin kaygı duymaktayız.” dedi.



Basın açıklamasının tam metni:

Yeni eğitim öğretim döneminin başlamasına kısa bir süre kala üniversitelere öğrenci kayıtları sürmektedir. Her yıl olduğu gibi bu yılda ne yazık ki başörtülü üniversite öğrencileri yasaklarla karşılaşmakta, kayıt esnasında başörtülü fotoğraf kabul edilmemekte ve öğrenciler başörtülü olarak eğitim hakkından yararlanamayacakları konusunda sürekli olarak uyarılmaktadır. Belirtilen şartlara uymayan öğrenciler ise kazandıkları bölüme kayıt hakkını kaybetmektedirler. Öğrenci bir şekilde kayıt işlemini yaptırsa bile eğitim döneminde yine yasakla karşılaşacaktır.

Sadece üniversitelerde değil orta öğrenim kurumlarında da uygulanmaya devam eden başörtüsü yasağının bu yılda devam etmesinden ve sorunun çözümünün sürekli olarak ertelenmesinden derin kaygı duymaktayız. Hükümetin demokratik açılım adı altında yürütmekte olduğu çalışmalarda başörtüsü yasağının kaldırılması ile ilgili bir bölüm henüz bulunmamaktadır. İnanç özgürlüğünün en temel prensiplerinden olan başörtüsüne özgürlük tanınması için daha ne kadar beklememiz gerekecektir?

İslam’ın açık bir emri olan başörtüsüyle hayatın her alanında var olmak isteyen genç kızlarımıza reva görülen bu muamelenin artık sona ermesini istiyoruz. Başörtüsünün en doğal insan hakkı olduğuna inanıyoruz. Eğitim ve çalışma hayatındaki keyfi yasakların biran önce son bulmasını bekliyoruz.

Akyazı Başörtüsü Platformu olarak hükümete sesleniyoruz. Başörtüsü yasağından muzdarip binlerce ailenin acısını dindirmek, daha fazla gözyaşının akmasını engellemek ve insan onuruna yakışacak bir düzenlemeyle bu ilkel yasağı kaldırmak için derhal harekete geçiniz.

Yasaksız ve özgür günlere kavuşmak özlemi ile önümüzdeki hafta 12.30′da buluşmak üzere Allah’a emanet olun.

Haber Ara