Raporlarda Kürt sorunu
SETA ve Pollmark'ın birlikte yaptığı araştırma Türkiye'nin Kürt sorununun algısında ezber bozan başka gerçekleri ve meselede yeni bir aşamaya gelindiğini ortaya koyuyor.
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-09-01 10:20:00
Hüseyin Yayman / Yenişafak
Siyaset Ekonomi Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) ile Pollmark Araştırma Şirketi tarafından birlikte yapılan “Türkiye'nin Kürt Sorunu Algısı” araştırması açılım tartışmalarının tozu dumanı arasında önemli tespitlerde ve serinkanlı çözümlemelerde bulunuyor. Geniş bir örnekleme dayanan araştırma, alanında uzman yetkin bir proje ekibi tarafından hazırlanmış. Araştırma iktidar ve muhalefet için ciddi sosyolojik ve siyasal uyarılar taşıyor. Açılım tartışmalarının ortasında olaya nesnel bir gözle bakıldığında araştırma sonuçlarının hem muhalefetin hem de hükümetin tezlerini haklı çıkaran birçok sonucu içinde barındırdığı görülüyor. Fikri takipten yoksun siyaset ve her şeyi bilen liderler bu verilerden ne kadar yararlanır bilemeyiz ama araştırmanın bu mesele etrafındaki temel ezberleri bozduğu ve Kürt meselesinde yeni bir aşamaya gelindiğini ortaya koyduğu tespit ediliyor.
ADLANDIRMA SORUNU
Bu ezberlerin neler olduğunu ve meselenin hangi safhaya geldiğini ileride tartışacağız ancak ondan önce bu mesele etrafında yapılan araştırmaların kısa geçmişini yeniden hatırlatmak isteriz. Kürt meselesi Türkiye'nin temel problemlerinden biri olmasına rağmen bu meselede yapılan ampirik araştırma sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Bu mesele ismi konusunda dahi anlaşamadığımız problem alanlarından biri. Kimi zaman Doğu Sorunu, Güneydoğu Sorunu olarak adlandırılan bu problem kimi zaman da terör sorunu veya Kürt sorunu olarak adlandırıldı. Problemin adı konusunda anlaşamayınca sebepleri ve çözüm önerileri konusunda da farklı fikirler ortaya çıktı. Bazı çevreler sorunu salt geri kalmışlık meselesi olarak ele alırken kimi araştırmalar etnik bir mesele olarak mütalaa etti. Üçüncü bir seçenek olarak ise problem hem geri kalmışlık hem de etnik bir mesele olarak ele alındı.
Akademik camianın kendi içinde dahi ortak bir dili ve metodolojisi olmayınca bu mesele üzerine yürütülen tartışmalar bilimsel veriler ve sosyolojik çözümlemelerden daha çok ön kabuller üzerinden yürütüldü ve halen de yürütülüyor. Herkes kendi ideolojik duruşuna göre bir isimlendirmeye gidiyor ve bu isimlendirmeye bağlı olarak çözüm önerileri sunuyor. İşin daha da ilginci bu araştırmaları yapanlar diğer araştırmaları genellikle eksik ve yetersiz bulup, ciddiye almıyorlar.
DOĞU MU, KÜRT SORUNU MU?
Bu mesele etrafındaki ilk araştırmalar PKK terörünün yoğunlaştığı 1990'lı yılların ortasında yapılmaya başlandı. Cumhurbaşkanı Özal'ın bu meselenin çözümüne dair söyledikleri devletin geleneksel ezberini bozarken PKK'la mücadele konsepti de yavaş yavaş değişti. Sorunu asayiş ve güvenlik problemi olarak gören anlayışın duvara dayandığı 1990'lı yıllarda terör ve şiddet ülkeyi tutsak almıştı. Süleyman Demirel'in Diyarbakır'da söylediği “Kürt realitesini tanıyoruz” sözüne rağmen özellikle I. Körfez savaşının bölgede taşları yerinden oynatmasıyla terör kontrolden çıkıyor ve güvenlik tedbirleri daha da arttırılıyordu. 1992 Nevruz'u sonrasında yaşananlar ve bu dönemde yapılan sınır ötesi operasyonlar terörü ülke gündeminin birinci sorunu haline getirmişti. Yükselen terör, güvenlik tedbirlerini artırırken bu süreç DEP'lilerin TBMM'den atılmasıyla sonuçlanıyordu. Ülkeyi yönetenler büyük bir akıl tutulması yaşarken sorun kartopu gibi hergün daha da büyüyordu.
Bu dönemde ki ilk araştırma 1992 yılında PİAR-GALLUP tarafından yapılan Kürt Araştırmasıydı. Araştırmanın künyesinde çalışmanın çeşitli safhalarında Prof. Mübeccel Kıray, Prof. Cahit Tanyol, Prof. Kemal Kurtuluş, Diyarbakır vekili Fehmi Işıklar'ın katkılarının alındığı dile getirilmekteydi. Güneydoğu'da yaşayan vatandaşların neredeyse yüzde yüzü bölgede bir Kürt sorunu yaşandığını dile getirirken bu sorunun bir arada yaşama projelerinin hayat geçirilmesi ve demokratikleşme adımlarıyla çözüleceği temel tez olarak öne sürülmekteydi.
Bu süreçte bir yandan güvenlik tedbirleri artırılırken diğer yandan da sivil arayışlar hızlanıyordu. Başbakan Tansu Çiller'in ayaküstü verdiği “Bask Modeli'ni tartışabiliriz” demeci gündeme bomba gibi düşerken, toplum yeni bir gündemin içine çekiliyordu. Bu toplumsal karmaşa ve kavram kargaşası içinde 1995 yılında TOBB Başkanı Yalım Erez tarafından Profesör Doğu Ergil'e “Doğu Sorunu: Teşhisler ve Tespitler” isimli çalışma hazırlatıldı. Çalışma kamuoyunda Doğu Raporu olarak adlandırıldı. Yalım Erez'in takdim yazısında hazırlıklara 1994 yılı içinde başlandığı, bir buçuk yıl içinde hazırlanan raporun, Kuzey İrlanda, İngiltere ve İspanya'da incelemelerde bulunularak tamamlandığı belirtiliyordu. Yalım Erez, Doğu Raporu'nu kamuoyuna açıkladıktan sonra 24 Aralık 1995 Genel seçimlerinde DYP'den milletvekili oldu ve bir daha da bu meseleyi ağzına almadı.
DOĞU RAPORUNU KARŞI RAPOR
Bu alandaki ilk araştırmalardan biri olan “Doğu Sorunu: Teşhisler ve Tespitler Raporu” 1267 kişilik bir örneklemle yapıldı. Rapora ilişkin en büyük eleştiri örneklemin genel evreni temsil etmeyeceği yönünde oldu. Araştırma bulguları Doğu sorununu önce ekonomik sonra siyasal nedenlere dayandığını fakat çözüm için her ikisinin de önemli olduğunu ileri sürmekteydi. Doğu Ergil 1995 yılındaki ilk araştırmasından sonra 2005 ve 2008 yıllarında iki araştırma daha yaptı ama hiçbiri ilk araştırma kadar tartışma yaratmadı.
Doğu Raporunda öne sürülen tezlere karşı yine 1995 yılı içinde Türk Metal Sendikası “Kültürel Yapı ve Kültürel Kimlik Sorunu” isimli geniş kapsamlı bir araştırma yaptırdı. Bir anlamda Devletin ve Tansu Çiller Hükümetinin de meseleye bakışındaki değişimi ortaya koyan bu çalışma ile güvenlikçi perspektif yeniden hâkim kılındı. Bask modeli tartışmalarından, problem terör ve güvenlik sorunudur noktasına gelindi. Profesör Ümit Özdağ, Profesör Kemal Görmez ve Doç. Dr. Erol Göka ile bir grup akademisyen tarafından yapılan araştırma isminden başlayarak Doğu Raporunun tezlerine karşı bir anti tez araştırma olarak hazırlanmış kanaati vermekteydi. “Kültürel Yapı ve Kültürel Kimlik Sorunu” Araştırması 8802'i Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde yaşayan denekle, 1860'ı ise Batı illerine çeşitli nedenlerle göç etmiş Doğu ve Güneydoğulu göçmenle yapılmıştı. Araştırmanın hayli yüksek sayılabilecek bir rakamla toplam 10662 kişiyle yapılmıştı
İki araştırmanın isimleri ve hazırlayıcıları farklı olsa da son tahlilde iki raporda Kürt meselesini irdeliyor ve sorunun çözümüne yönelik önerilerini dile getiriyordu. İki araştırmada aynı zamanda bu meseleye yaklaşımdaki kavram karışıklığını ve problemin isimlendirilmesinden başlayarak nasıl farklı tezler öne sürüldüğünü ortaya koyuyordu.
SETA Raporu'NA GİRİŞ
SETA Vakfı ve Pollmark tarafından yapılan “Türkiye'de Kürt Sorunu Algısı” araştırması genel olarak Kürt meselesini ele almaktan ziyade daha çok “Demokratik Açılım” sürecini mercek altına alan bir araştırma durumunda. Toplam 10577 kişiyle yapılan araştırmada yüz yüze anket yöntemi kullanılmış. Bölgenin en ücra yerlerine kadar gidilerek yapılan araştırmanın diğer araştırmalardan en önemli farkı ilk defa bu meselenin terörün olmadığı bir dönemde ele alınmış olması.
Araştırmanın öne çıkan en önemli başlığı Türkler ve Kürtler arasındaki toplumsal algının farklılaşması olurken, bulgular aslında açılım sürecinin de yol haritasını ortaya koyuyor. Araştırma verilerine göre Türkiye'nin en önemli sorunlarının başında ekonomik temelli sorunlar gelirken Kürt meselesi de Türkiye'nin en önemli siyasi sorunu olarak nitelendiriliyor. Bu saptama aslında çözümün de adresini gösteriyor. Adına ne dersek diyelim bu meselenin çözümü ekonomik ve siyasal tedbirlerin birlikte yürütülmesine bağlı.
SON VİDEO HABER
Haber Ara