Barış ve Kardeşlik projesi
Herkes, gerçekten sorunu çözmek için samimi gayret göstersin! Öte yandan, varlığımızı ve geleceğimizi ilgilendiren bu konu bir siyasi risk veya siyasi rant olarak görülmesin!
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-09-01 06:02:00
Prof.Dr. Numan KURTULMUŞ*
I. SORUNUN ÇÖZÜMÜNE İLİŞKİN TEMEL YAKLAŞIMLARIMIZ
1. DAHA FAZLA KARDEŞLİK
2. BÜTÜNLEŞME / RIZAYA DAYALI BİRLİK
3. ÇÖZÜMÜ KENDİ İÇİNDE/ BÖLGEDE GERÇEKLEŞTİRMEK
4. MEDENİYET PERSPEKTİFİ / BÜYÜK ÖLÇEKLİ VİZYON
II. SÜREÇTE TAKİP EDİLMESİ GEREKEN USUL VE YÖNTEMLER
1. DEMOKRATİKLEŞME VE ÖZGÜRLÜKLERİN MUHATABI MİLLETTİR
2. ŞEFFAFLIK
3. SİYASİ RİSK VEYA RANT YERİNE MİLLETİN DERDİNE ÇARE OLMAK
III. ÇÖZÜM İÇİN YAPILMASI GEREKENLER
1. SİYASİ VE HUKUKİ REFORM SÜRECİ
2. EKONOMİK TELAFİ PROGRAMI: BÖLGENİN GERİ KALMIŞLIĞININ SONA ERDİRİLMESİ
3. SOSYAL TELAFİ PROGRAMI: İNSAN HAKLARI VE ÖZGÜRLÜKLERİN TEMİNİ
4. TERÖRÜN SONA ERDİRİLMESİ
5. GÖÇÜN ENGELLENMESİ – GERİYE DÖNÜŞÜN SAĞLANMASI
GİRİŞ
Öncelikle, “Türkün ve Kürdün, tüm insanların Rabbi, Doğu’nun ve Batı’nın hakimi olan yüce Allah’ın kulları” ve “kimsenin diğerine üstün olmadığı eşit yurttaşlar” olduğumuzu bilerek konuya yaklaşmalıyız. Türkiye, 25 yıldır devam eden ve uluslararası güçler tarafından kullanılan terörün ve terör siyasetinin her türlü zorlamasına rağmen, milletimizin basireti ve taşıdığı medeniyet bilinci sayesinde bir iç savaşa sürüklenmemiştir. Dolayısıyla, birbirleri ile iç savaş yapmış iki farklı halkı barış masasına oturtuyormuş üslubu ile konuya yaklaşamayız. Esas amacımız yüzyıllardır birlikte barış içinde yaşamış aynı inancın, medeniyetin çocuklarının, Selahaddin Eyyubi’nin, Kılıçaslan’ın torunlarının arasına sokulmaya çalışılan fitnenin etkilerini ortadan kaldırmak olmalıdır. Yıllardır devam eden bu kirli oyun neticesinde, binlerce insanımızı kaybettik, yüz milyarlarca dolarlık kaynağımız heba oldu. Bu nedenle, hangi gerekçeyle olursa olsun ve kim tarafından ortaya atılırsa atılsın; kamuoyunda son zamanlarda oluşan barış ve esenliğin tesis edilmesine yönelik havayı olumlu bulmaktayız. Barış ve esenliğin teminine ilişkin her adımı, her türlü girişimi ve dile getirilen her olumlu sözü destekleriz. Türkiye’de herkesimle rahatça konuşabilen ve diyalog kurabilen bir siyasi geleneğin temsilcisi olarak bu sorunun çözümünde de üzerimize düşen sorumluluğu yerine getireceğimizi beyan ediyoruz. Ancak bu konunun genel geçer kabuller, kamplaşmalar, zıtlaşmalar yerine; iyi niyet, feraset ve kararlılıkla çözülebileceği kanaatindeyiz. Bu çerçevede yıllardır süren bu kirli oyunu bozmak Türkiye’nin akil insanlarının boynunun borcudur. Dolayısıyla konu hakkında beyanda bulunan herkesi, insanlarımızı kamplaştırmaktan kaçınmaya davet ediyoruz. Hiç kimse ortamı germesin ve konuyu sulandırmasın! Herkes, gerçekten sorunu çözmek için samimi gayret göstersin! Öte yandan, varlığımızı ve geleceğimizi ilgilendiren bu konu bir siyasi risk veya siyasi rant olarak görülmesin!
I. SORUNUN ÇÖZÜMÜNE İLİŞKİN TEMEL YAKLAŞIMLARIMIZ
1. DAHA FAZLA KARDEŞLİK; Kardeşlik yeryüzünde hem ilk kavganın başlangıcıdır, hem de kavgayı önleyecek en kuvvetli ilişkidir. Fakat Kardeşlik Bağı tek başına kavgayı, sorunu çözecek, ortadan kaldıracak bir özelliğe de sahip değildir. Barış, ancak kardeşler arasında adaleti tesis edecek bir medeniyet projesiyle mümkündür. Hepimiz aynı medeniyetin varisleri, aynı inancın ve ortak coğrafyanın çocuklarıyız. İmparatorluk mirasına sahibiz ve bu mirası hep beraber taşıyoruz. Irkçılığın her türüne karşıyız. Çünkü bu milletin inancı, tarihi ve medeniyet değerleri içerisinde ırkçılık, herhangi bir grubun ve/veya ırkın diğerine karşı tekebbürü asla yer bulamamıştır. Ne yazık ki, Türkiye, İran, Irak ve Suriye Kürt Sorunu’nu kendi içinde, eşit kardeşliğe dayalı bir şekilde çözemedikleri için, darmadağın edilen bu coğrafyanın çocukları bölge dışındaki merkezlerden imdat bekler hale gelmiştir. Bugün temel sorunların çözümü için ABD’nin güvencesine, AB’nin değerlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Halbuki, ABD ‘uluslararası camia’ kamuflajı altında bölgeye gelmiş, 1,5 milyon Iraklının katledilmesine vesile olan işgali gerçekleştirmiştir. Bu tablodan Kürtlere özgürlük, bölgeye demokrasi geleceğine inanmak büyük bir saflıktır. Bu coğrafyada yaşayan hiçbir topluluk, bir diğerinin acısı üzerinden huzur bulamaz. Bu topluluklar birlik olmadan da bu coğrafyaya huzur gelmez. Onun için daha fazla kardeşlik temel ilke olmak zorundadır.
2. BÜTÜNLEŞME / RIZAYA DAYALI BİRLİK; Bu sorun AB ya ABD’nin üslubu, kurumları ve yöntemleriyle çözülemez. Sorun ancak rızaya dayalı birlik ve gönüllü kardeşlik içinde çözebilir. Türkiye bu bölgeyi bölüp parçalamak isteyen küresel emperyal güçlerin ayrıştırıcı politikalarının değil, bütünleştirici politikaların öncüsü olmalıdır. Bu anlamda Türkiye’nin görevi daha fazla bütünleşmeyi sağlamaktır. Herkesin kendisi olarak kalabileceği, bireysel ve kültürel haklarına sahip olacağı, kültürünü geliştirebileceği, güvende olacağı, karnının doyacağı, onuru ile kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu aile bireylerinin geçimini sağlayabileceği, haksızlığa uğrayanın hakkının kendisine teslim edileceğinden emin olacağı, insanların kendi yöneticilerini kendi hür iradeleri ile seçebileceği şartların oluşturulması zorunludur. Bunun için bütünlükçü bir yaklaşım gereklidir; sadece Kürt sorunu değil, din sorunu, mezhep sorunu, vesayet/demokrasi sorunu ve fakirlik/adalet sorunu eş zamanlı olarak ele alınmalıdır. Böyle bir irade olsa bile bütün bunları Türkiye’nin tek başına yapması mümkün değildir. Bu nedenle konuya bir bölge politikası olarak bakılmalıdır. Çare kesinlikle bölge dışındaki merkezlerde aranmamalıdır. Bölgeyi etnik-dinî-mezhebî farklıklar üzerinden parçalayıp yönetmek isteyen emperyal güçlerden Kürt sorununu çözmek için yardım beklemek abesle iştigaldir. Esasen bugün yaşanan bölünmüşlük, adaletsizlik ve demokrasi eksikliğinin temelinde emperyalizmin bölgedeki varlığı ve faaliyetleri yatmaktadır. Emperyalizmi bölgeden kovma amacı etrafında bir bütünleşme olmazsa ne Kürt sorunu ne de başka bir sorun çözülebilir. Irak bu anlamda acı ve açık bir örnek olarak karşımızda durmaktadır.
3. ÇÖZÜMÜ KENDİ İÇİNDE/ BÖLGEDE GERÇEKLEŞTİRMEK; Çözüm ancak bölgenin birliğinden geçmektedir. Çok uzak değil, bundan 60 yıl önce, İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa ülkeleri karşılıklı olarak on milyonlarca insan öldürdüler. Şimdi, AB projesi tek devlete doğru gitmektedir. Yüz yıldır bu coğrafyada yaşanan çatışmaların tamamı emperyalizmin bölgeye yüklediği etnik milliyetçiliklerden kaynaklanmaktadır. Dün İngilizler ve Fransızların, etnik milliyetçilikler icat ederek yaptıklarını, bugün ABD “yeni milliyetçilikleri” kışkırtarak yapmaktadır. 20. Yüzyılın başına kadar paramparça durumdaki Avrupa, ulus devlet projesiyle entegrasyonunu sağlarken, aynı projeyi, emperyalist politikalarını gerçekleştirebilmek için doğuyu parçalamakta kullanmıştır. Bu topraklardaki etnik temelli bölünmenin arkasında apaçık bir şekilde emperyalizm vardır. Artık birinci ve ikinci dünya savaşının dayattığı model bölgede iflas etmiştir. Irak işgali bunun bariz kanıtıdır. Kendileri de 1915′te kurdukları projenin iflas ettiğinin farkında olduklarından tankları topları, uçakları, cinayetleri ve katliamlarıyla tekrar bu bölgededirler. Kürdüyle, Türküyle, Arabı ve İranlısıyla bölge halkları; Birinci Dünya Savaşı sonrasında yaşadıkları işgal ve acıları, kardeş kavgalarını bir başka proje ile tekrar yaşayacak bir sona doğru sürüklenmek istenmektedir. Bölge halklarının birleşmek için birçok sebebi ve imkanı vardır. Emperyalizmi bölgeden kovmak, kaynaklarına ve onuruna sahip çıkmak, insanları için barışı tesis etmek, çocuklarına güzel bir gelecek kurmak… Bunu hiç bir bölge ülkesi tek başına yapamaz, bu, ancak bir birlik düşüncesi ile mümkündür. Kürt meselesi de nihai olarak ancak bu şekilde çözülebilir. Bütün bunların olabilmesi için bölge halkını birbirine yakınlaştıracak bir çimentoya ihtiyaç vardır. Bu çimento, uygarlığın ilk filizlendiği, bir dizi parlak medeniyetin vatanı ve aynı zamanda farklı medeniyet dünyaları arasında asırlarca köprü olagelmiş bu bölgenin emsalsiz tarihsel miras ve birikimidir. Bölge halklarının beslendiği bu zengin tarihsel/kültürel mirasın çoğul karakterinden, katılımcı, eşitlikçi ve özgürlükçü değerler damıtılarak, önlerine dikilmeye çalışılan kaotik ve karanlık geleceğe meydan okunabilir. Emperyalizmin başta bölge olmak üzere bütün dünya üzerinde icra ede geldiği saldırgan, sömürücü ve yağmacı politikalarına karşı yeni bir bakış açısı ve bir önermeler dizisi üretilebilir. Bu sadece bu bölge için değil, bütün bir insanlık için yeni bir umuttur. Bunun için her şeyden önce yeni bir medeniyet perspektifine ihtiyaç vardır. Eşitlik, merhamet ve adalete dayanan bir medeniyet…
4. MEDENİYET PERSPEKTİFİ / BÜYÜK ÖLÇEKLİ VİZYON; Türkiye Hakkari’nin, Diyarbakır’ın, Ankara’nın, İzmir’in problemlerinin çözümünü sadece buraların problemlerinin çözümü olarak görmemelidir. Yaşanan olaylar, Türkiye’ye tarihi misyonunu hatırlatmaktadır. Türkiye’nin önünde bir imkan açılmaktadır. Bu anlamda Türkiye Kudüs’ün, Şam’ın, Kerkük’ün, Musul’un, Batum’un, Bakü’nün meselesini kendi meselesi olarak görmedikçe asla kendi sorunlarını da çözemeyecektir. Bambaşka kavramları olan yeni bir medeniyete ihtiyaç vardır… Temel kavramları insaf, kardeşlik, eşitlik, adalet, hak, hukuk, paylaşma, alın teri, vicdan, merhamet, onur gibi kavramlar olan bambaşka bir medeniyet. Bu olmadıkça ne bölgenin sorunu ve ne de diğer sorunlar çözülebilir. Bu medeniyet anlayışının Ortadoğu’da ve hatta dünyada barışı sağlayacak kriterleri şunlardır; Herkes dilediği gibi§ inanmalı ve inandığını dilediği gibi yaşayabilmelidir. Tam bir inanç, düşünce özgürlüğü… Sadece inancın ve düşüncenin serbest olması yeterli değildir.§ İnanç ve/veya düşünce dışa vurulmuyorsa bir manası yoktur. Herkes inandığını başkalarına teklif edebilmeli ve inandığı şekilde örgütlenebilmelidir. Örgütlenme özgürlüğü, Herkes inancı, dilini, dinini, kültürünü§ öğrenebilmeli, öğretebilmeli veya istediği şekilde eğitimini alabilmelidir. Eğitim hakkı ve özgürlüğü, İnsanlar dilediği şekilde seyahat§ edebilmelidir. Tam manası ile serbest dolaşım hakkı, Herkes dilediği§ şekilde serbest ticaret yapabilmelidir. I
I. SÜREÇTE TAKİP EDİLMESİ GEREKEN USUL VE YÖNTEMLER 1.DEMOKRATİKLEŞME VE ÖZGÜRLÜKLERİN MUHATABI MİLLETTİR; Özgürlükler ve genişletilmiş demokrasinin tek muhatabı MİLLETİN tüm fertleridir. Sadece herhangi belli bir ırkı muhatap alan, özgürlüklerin genişletilmesi ve demokrasinin derinleştiril mesi projesi, daha fazla bölünmeye ve parçalanmaya yol açmaktan başka bir şey sağlamayacaktır. Kürt sorunu her şeyden önce, bir Türk sorunudur. Nasıl ki başörtüsü sorunu ile fakirliği, gayrimüslim vatandaşların sorunlarıyla eğitim sorunu, Alevilerin sorunları ile örgütlenme sorununu ayırmak mümkün değilse; Kürt Sorunu da bu ülkedeki her kesim, sınıf, ırk ve ferdin ortak sorunudur. Bu nedenle bu alanda atılacak adımların muhatabı herkestir.
2. ŞEFFAFLIK; Hükümet bu konudaki tavır ve söylemlerine dikkat etmeli, gerginleştirici üsluptan kaçınmalı, sükûnet ve işbirliği içinde süreci yürütmelidir. Bu süreç ne kadar saydam, katılımcı ve demokratik bir şekilde işletilirse sancı ve sorunlar da daha az hissedilecektir. Sorunun çözüm adresi sadece iktidar partisi değildir, bu bir devlet sorunudur ve çözümün sorumlusu da DEVLETTİR. Kimse sorumluluktan kaçma hakkına sahip değildir. Gizli ve kapaklı hiçbir şey kalmamalıdır. Kimse devlet sırrı gibi kavramlar arkasına saklanmamalıdır. Kim neyi, niçin ve nasıl yapacaksa açıkça bunu deklare etmelidir. Çekincesi ve itirazı olanlar da hiç çekinmeden düşüncelerini kamuoyuna ilan edebilmelidir. Kamuoyunda genel olarak olumlu karşılanan bu süreçte aşağıdaki hatalara düşülmemelidir; Çözümün dışarıdan dayatıldığı görüntüsü verilmemelidir; “ya çözeriz, ya da çözerler” yaklaşımı ile konuşulmamalıdır. İktidar ve muhalefet partileri arasında sorunu çözmeye§ hiçbir faydası olmayan sert tartışmalardan kaçınılmalıdır. CHP ve MHP’nin daha sürecin başlangıcında Ak Parti tarafından sert bir polemiğe itilmesi ve ne yazık ki her iki partinin de bu yanlışa yanlışla karşılık vermesi süreci zorlaştırmaktadır. Milletle hiçbir organik bağı olmayan, daha dün 1 Mart tezkeresinin geçmesini savunan, küresel odaklardan destek alan kesimlerin tezleri baskın hale getirilmemelidir. Net ve somut bir takvim ve eylem§ planı olmaksızın yüksek tansiyonlu bir siyasal tartışmanın başlatılması, kimin neye, niçin itiraz ettiğinin belli olmamasına neden olmaktadır. Özellikle, bölgede etkili olan geniş, örgütlü ve örgütsüz kesimlerin, manevi önderlerin ve makul halk çoğunluğunun sesini duyuracakları platformlar oluşturmak yerine siyasi ve iktisadi elitlerin oluşturduğu dar kadrolarla çözüm sürecinin yürütülmesi yanlıştır. Bu konuda itirazı olanların sürece dahil edilmesinin yöntemleri aranmalıdır. Başbakan ve hükümet üyeleri tavır ve eylemlerinde konunun hassasiyetine binaen sükûnet, istişare, açıklık ve sabırla hareket etmelidir.
3. SİYASİ RİSK VEYA RANT YERİNE MİLLETİN DERDİNE ÇARE OLMAK; Yukarıda bahsedilen sorun ve aksaklıkların giderilmesi için öncelikle; Türkler ve Kürtlerin asırlardır aynı medeniyetin varisleri olduğu anlayışıyla hareket edilmelidir. Milli birlik ve bütünlüğü sağlayan dini, manevi, kültürel ortak paydaların güçlendirilmesi amacıyla özel programlar devreye sokulmalıdır. Bu bağlamda din ve maneviyat eğitiminin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Siyasi Rant beklentisine ya da Siyasi Risk endişesine kapılmadan milletin derdine çare bulmak esas hedef olmalıdır. Devlet adına sadece ve sadece TBMM adres olmalı, sivil ve askeri bürokrasinin bu sürece katkısı TBMM üzerinden sağlanmalıdır. İktidar ve muhalefet bu olaya oy kaygısı ve birbirine çelme takma amacıyla yaklaşmamalıdır. Çözümün maliyetinin tek bir parti ve kişiye yüklenmemesi kadar, getirilerinin de kimsenin tekelinde olmaması lazımdır. Türk milletinin terörle yaralanmış ma’şeri vicdanı ve Kürtlerin masum talepleri arasında çelişki oluşturulmamalı ve her iki tarafın makul ekseriyetinin kabul edeceği bir yöntem bulunmalıdır. Çözüm bir dayatma olarak değil Türkiye Cumhuriyeti ile§ vatandaşları arasında bir uzlaşma, barışma süreci olarak takdim edilmelidir.
III. ÇÖZÜM İÇİN YAPILMASI GEREKENLER
1. SİYASİ VE HUKUKİ REFORM SÜRECİ; Yapılması gereken ilk iş, sadece Kürtler, dindarlar, Aleviler veya gayrimüslimler için değil; tüm vatandaşlar için genel kabul görmüş normları içeren bir anayasal sistem oluşturmak ve mevcut aktörlerin tahakkümcü eğilimlerinin önüne geçmektir. Mesele, milletin yaptığı ve onayladığı bir anayasa ile başlayacak hukuki ve siyasi reform sürecini gerçekleştirmektir. Bunun için de öncelikle anayasa ideolojik yapısından arındırılmalıdır. Kürt sorunu tartışılıyorken demokratik, sivil, katılımcı ve saydam bir devlet inşasını gerektiren yeni bir anayasanın yapılması kaçınılmazdır. Kürt meselesi genel olarak, Türkiye’nin demokratikleşme sürecine ait bir sorunudur. Ülkemizde özgür tartışma ortamının oluşturulması ve Kürt sorunu dahil yapısal/tarihsel sorunların esaslı bir şekilde çözülmesi için ayrıca; • Siyasi partiler yasası ve seçim kanunu dahil olmak üzere siyaset kurumuna ilişkin tüm yasal düzenlemelerin taban demokrasisi, geniş katılım ve temsile uygun olarak tüm toplumsal kesimlerin iradesini siyasete yansıtacak şekilde düzenlenmesi, • Vatandaşlık tanımının etnik tanımlamalardan arındırılarak tamamen hukuki bir zemine bağlanması gerekmektedir. Bu üç adım gerçekleştirildikten sonra siyasi ve hukuki reform sürecinin sağlıklı işlemesi ve sorunları tartışarak çözüme kavuşturma imkanı hasıl olacaktır. Tanzimat’tan beri her türlü sosyal ve siyasal sorunun çözümü sadece anayasa ve yasaların şeklî düzenlemelerinde aranmaktadır. Halbuki asıl belirleyici olan, anayasa ve yasaların gerisindeki devlet-siyaset felsefesidir. Halen Türkiye’de mevcut olan siyaset tarzı (yani devlet-siyaset felsefesinden doğan siyasal pratik şekli) ise devletin/siyasal iktidarın tahakküm ve birikim aygıtı olarak kullanılmasıdır. Siyasi iktidar üzerinden devleti ele geçirenler, kamu kudretini kendileri için bir birikim aygıtı, kendisinden olmayanlar içinse bir tahakküm aracı olarak kullanmaktadır. Bu çerçevede, hedeflediğimiz siyasi ve hukuki reform sürecinde “sebeb-i hükümet nedir” sorusuna doğru cevap verilmelidir. Sebeb-i hükümet bir demir yumruk gibi güçlü yönetim altında güçlü ve zengin bir devlet oluşturmak değil, özgürlük, adalet ve refah prensipleri içerisinde güçlü bireyler üzerinde yükselen Yeniden Büyük Türkiye’yi inşa etmektir. Anayasada açıkça görülmese bile, mevcut anayasanın dayandığı felsefi arka plan herkesi zorunlu olarak Müslüman, Türk, Sünni ve seküler olarak görmekte ya da böyle olmalarını beklemektedir. Türk, Müslüman, Sünni ve Seküler bir ulus oluşturma çabası; Kürtlerin, gayri Müslimlerin, Alevilerin ve dindar kitlelerin ötekileştirerek sistem dışına itilmelerine, kendilerini horlanmış ve dışlanmış hissetmelerine neden olmuştur. Bu yaklaşım halkın azınlıkta kalan bir kısmını özde vatandaş, büyük çoğunluğunu ise sözde vatandaş olarak kabul etmiştir. Oysa, her vatandaşın kendisini özde vatandaş olarak göreceği bir ortam oluşturulmalıdır. Bu, anayasa ve yasaları değiştirmekten daha zor ve daha zaman alıcı olmakla birlikte sorunu kökten çözmeye matuf tek yoldur. Anayasa herhangi bir etnik kimliğin ve ideolojinin hamisi ve taşeronu olamaz. Bu anayasa ile Kürt sorunu çözülemez. Anayasada sadece Kürt sorunu ile ilgili düzenlemeler yapmakla da bu sorun çözülemez. Türkiye, 20. yüzyılın küresel sisteminin dayattığı ve artık anakronikleşmiş ideolojik devlet formatını bir an önce aşmalı ve demokratik, adil bir siyasal sistemin inşasına başlamalıdır. Bu bağlamda; 1. Devletin tahakküm ve birikim aracı olmaktan çıkartılması; 2. Devletin herkesin kendini orada görebileceği, inançlarını ve fikirlerinin temsil edilebileceği bir yapıya dönüştürülmesi, 3. Siyasetin kimlikler yerine değerler üzerinden yeniden üretilmesi, 4. Halktan kaynaklanmayan ve millete dayanmayan hiçbir iktidar odağının olmaması, 5. Sivil- asker devletin Her kademesinde, millet adına denetim, saydamlık ve hesapverilebilirliğin kurumsallaştırılması, 6. Hepsinden önemlisi ve öncelikli olanı, bireysel düzeydeki merhametin toplumsal yansıması olan “Adalet”in başlı başına bir amaç olarak mutlak surette tesis edilmesi zorunludur.
2. EKONOMİK TELAFİ PROGRAMI: BÖLGENİN GERİ KALMIŞLIĞININ SONA ERDİRİLMESİ; Doğu ve Güney Doğu bölgelerimiz sanki özel bir gayretle yıllardır ihmal edilmiş, ekonomik olarak geri bırakılmıştır. Özellikle son on yıldır acımasız bir şekilde uygulanan neo-liberal politikalar bu bölgenin ekonomik sorunlarını derinleştirmiş, işsizlik, yoksulluk ve çaresizliği yapısal hale getirmiştir. Özelleştirme adı altında kamuya ait fabrikaların elden çıkarılması, yanlış ve dışa bağımlı tarım politikaları ile tarım ve hayvancılığın yok edilmesi, bütçe kısıtlamaları nedeni ile yeni yatırımlardan vazgeçilmesi bölge halkını açlık ve sefalete mahkum etmiştir. Hem siyasal hem de ekonomik açıdan yıllarca ihmal edilmiş olan bölgeye yönelik acil bir ekonomik telafi programı uygulanmalıdır. İnsanlar aş ve iş sahibi yapılmalıdır. Bölge halkının iyi bildiği ve bölge şartlarının fevkalade müsait olduğu tarım ve hayvancılık alanında özel destekler sağlanmalıdır. Bu bağlamda organik tarım ve hayvancılık teşvik edilmelidir. Ayrıca, bölgede istihdamı artırmak için örneğin KİT benzeri sistemlerin devreye sokulması, hazine arazilerinin topraksız köylüye verilmesi gibi önlemler de tartışılabilmelidir. Ayrıca sorunu çözerken yeni sorunlara kaynaklık edilmemeli, örneğin koruculuk sistemi kaldırılırken bu insanlara hayatlarını insanca idame ettirebilecekleri iş sağlanmalıdır. Adil ve doğal bir ekonomik sistemin işletilmesiyle bölgenin sorunları azalacaktır. Bölgeye dönük hükümet politikaları, kamu kaynakları ile bir sermaye sınıfı oluşturmak yerine eğitim, sağlık ve alt yapı gibi temel kamusal hizmetlerin kalite ve düzeyinin artırılmasını sağlamak olmalıdır. Yani devlet, ekonomik kalkınma adı altında bölgede birikim aygıtına dönüşmemelidir. Eşit yurttaşlık aynı zamanda fırsatlarda da eşitlik gerektirir. Türkiye’de birçok eşitsizlik var ama en temel eşitsizlik gelir dağılımındaki adaletsizliktir. Ne yazık ki, ülkemizde gelir dağılımındaki eşitsizlik son yıllarda ekonomimizin en önemli yapısal sorunlarından biri haline gelmiştir. Bununla birlikte, Doğu ve G.Doğu Anadolu bölgelerimizin milli gelirden aldığı pay da hızla azalmaktadır. Demokrasi ve hukuk devleti sosyal devletle tamamlanmadan bu ülke insanına rahat yoktur. Türkiye’de yaşayan herkesin refahtan yararlanabilmesini sağlamak devletin en temel görevlerinden biridir. Yurttaş için ise, bu en temel haktır. Bunu bütün yurttaşları için sağlamayan bir devlet hiçbir sorununu çözemez. Bölgedeki kamu hizmetlerinin etkin ve verimli bir şekilde yürütülebilmesi için istihdamı teşvik edici bir Kamu Personel Rejimi ihdas edilmeli ve bölge sürgün bölgesi olmaktan çıkarılmalıdır.
3. SOSYAL TELAFİ PROGRAMI: İNSAN HAKLARI VE ÖZGÜRLÜKLERİN TEMİNİ; Kamu vicdanında adaletin tezahür edeceğine dair inancın yerleşmesi, kin ve nefretin karşılıklı olarak ortadan kalkmasına örnek teşkil etmesi bağlamında öncelikle aşağıda sayılan adımların atılması gereklidir. Başbakan, terör sonucu evlatlarını kaybeden şehit ailelerinden, derin devletin yaptığı cinayetlerden, faili meçhullerden ve işkencelerden zarar gören tüm vatandaşlarımızdan özür dilemelidir. Eylem planı, Bakanlar Kurulu ve§ MGK’nun Diyarbakır’da yapacağı bir toplantıda açıklanmalıdır. Anadil bir haktır ve her türlü tartışmanın dışına çıkartılmalıdır. Kamu personelinin bölge vatandaşlarına yönelik davranış farkı önlenmelidir. Sayıları bini aşan 18 yaş altındaki çocuk TCK ve TMK çerçevesinde Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinde terör örgütüne yardım ve yataklık suçlamasıyla, 10 yılı aşkın hapis cezası talebi ile yargılanmaktadır. Okullarda olması gereken çocuklar cezaevlerindedir. Bu davranış sadece terör örgütüne eleman yetiştirmeye yarar. Bu çocuklar bir an önce anne babalarına, evlerine ve okullarına kavuşmaları için ilgili kanun maddeleri derhal değiştirilmelidir. Diyarbakır Cezaevi’nde yapılan işkencelerle ilgili bir TBMM Araştırma ve Soruşturma Komisyonu kurulmalıdır. Köylülere dışkı yedirerek Türkiye’yi§ AİHM’de tazminata mahkûm eden ve bu cezayı da Hazine maliyesinden ödettirip halka yükleyen kişi veya kişiler hakkında yargı süreci başlatılmalıdır. Ergenekon’un Fırat’ın doğusundaki eylemleri de yürütülmekte olan adli soruşturmaya dahil edilmelidir. Bu konuda, Başbakanlık Teftiş Kurulu görevlendirilerek derinlikli bir araştırma-soruşturma süreci başlatılmalıdır. Başta ilköğretimde her sabah okunan “Andımız” olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarında etnik ayrımcılık çağrıştıran ifadeler elimine edilmelidir.
4. TERÖRÜN SONA ERDİRİLMESİ; Daha önce de ifade edildiği üzere, Terörün Sona Erdirilmesi dışındaki tüm demokratikleşme ve özgürlüklerin genişletilmesi sürecinin tek muhatabı vardır; o da millettir. Terör sorunu, çoğu zaman da diğer sorunları çözmemenin bahanesi yapılmıştır. Terör, asgari insanî ve demokratik talepleri geri çevirmenin gerekçesi, muhalefeti sindirmenin aracı haline gelmiştir. Türkiye’de yirmibeş yıldır terör sürerken, ülkede sömürü alabildiğine devam etmiş, insanlar yoksullaşmış, kamu varlıkları yağmalanmıştır. Türkiye’de 1980′lerde başlayan neoliberal yağma düzeninin bu denli kolay yerleşmesinde devam eden şiddet sarmalının çok önemli katkısı olmuştur. Herkesin canını yakan, binlerce kurban verilmesine sebep olan bir “terör” olgusu vardır. Artık, milletimiz bu kirli oyunun sona erdirilmesini istemektedir. Kanın kanla yıkanmayacağı gerçeğinden hareketle beyaz bir sayfa açmak her zamankinden önemli hale gelmiştir. Bu süreçte dağdakiler, “planlayanlar” ve “kullanılanlar” olarak ikiye ayrılarak ele alınmalıdır. Yönetici kadrosunda olmayan, kullanılan tüm örgüt elemanları “Bağışlama” kapsamına alınarak, normal hayata dönmeleri için yeni bir fırsat verilmelidir. Bağışlama kapsamına alınan örgüt üyeleri belirli bir süre psikolojik rehabilitasyona ve siyasi yasağa tabi tutulmalıdır. Kamuoyu vicdanını rencide edici durumlardan sakınmak gerekir. Bağışlama sürecinin konuşulabilmesi için öncelikle terör örgütü koşulsuz olarak silah bıraktığını ilan etmelidir. Öcalan’ın sürece dahli kamuoyunu tahrik edecektir. Öcalan ile görüşme ya da pazarlıktan kaçınılmalıdır. Çünkü bu mesele, milletin, Türk ve Kürtlerin sorunudur, Öcalan’ın veya terör örgütünün değil. Çözüm sürecinde, her türlü güvenlik önlemleri en üst seviyede alınarak, her türlü provokasyonun önüne geçmek için rutin operasyonlar durdurulmalıdır. Bu süreçte, terör örgütünün veya onunla ilintili güç odaklarının yapacağı tüm provokasyonlara karşı sağduyulu davranılmalıdır. Çünkü, bu süreçte en fazla ihtiyaç duyulan şey adalet ve merhamet esaslı KERİM DEVLET anlayışının tebarüz etmesidir. Yine bu bağlamda gerekli tüm güvenlik önlemleri alınarak, sınır kapıları bölge halklarının vizesiz geçişine açılmalıdır. Terör örgütü bütün önlemlere rağmen en ağır silahlarla ülkeye girip çıkarken, akraba, kardeş, dindaş bölge halklarının sınır duvarlarına takılması, tel örgü ve mayınlarla birbirinden ayrılması kabul edilemez bir çelişkidir.
5. GÖÇÜN ENGELLENMESİ – GERİYE DÖNÜŞÜN SAĞLANMASI; 1990′lı yıllarda güvenlik gerekçesiyle zorunlu göçe tabii tutulan, köyleri ve mezraları yakılan ve halen büyük şehirlerin varoşlarında sefalete mahkûm edilen vatandaşlarımızdan isteyenlerin bir an önce topraklarına geri dönmeleri için gerekli yasal, iktisadi ve güvenlik tedbirleri uygulamaya konulmalıdır. Örneğin, dünyanın en büyük sivil açık cezaevi görünümüne dönüşen Diyarbakır’ın Suriçi bugün kaldırabileceğinin en az beş katı büyüklüğünde bir nüfusa sahiptir. Örgüt baskısı, devlet baskısı ve korucu korkusu binlerce köyün boşaltılmasına yol açmıştır. Mecburi iskan artık yerini memleketinde, toprağında iskana bırakmalıdır.
*Prof.Dr. Numan KURTULMUŞ SAADET PARTİSİ GENEL BAŞKANI
SON VİDEO HABER
Haber Ara