Mesafeli ilişkiden seviyeli ortaklığa
Türkiye’nin Güney Akım’a iştiraki, Rusya’nın Karadeniz’de bağımsız bir blok kurmasına mani oldu. Ayrıca Türk dış politikasının çok boyutlu yönünü teyit etmesi açısından psikolojik bir işlev gördü.
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-08-16 22:08:00
HASAN KÖSEBALABAN*
AK Parti hükümeti, uluslararası ilişkilerde, şimdiye kadar hiçbir hükümete nasip olmayan bir rahatlığa sahip. Bu kısmen Ak Parti kadrosunun bir başarısı, kısmen değişen dünya şartlarının sağladığı bir durum. Asıl başarı değişen dünya şartlarını ülke lehine politikalar üretmek için kullanabilmek. Soğuk Savaş ortamının ortadan kalkması, Amerikan tek kutupluluğunun giderek ortadan kalkması ve komşularla sıfır sorun politikası sayesinde Türkiye yakın tarihinde ilk defa bir dış tehdit unsurunu gözönüne almadan politika yapım fırsatına kavuştu. Putin ve Erdoğan arasındaki tarihi anlaşma Türkiye’nin özelde Rusya, genelde büyük güçler siyaseti açısından yeni bir aşamayı işaret ediyor.
Rusya Osmanlı’nın çöküş dönemi boyunca en önemli dış tehdit unsuruydu ve sonraki yıllarda da Rusya ile ilişkiler Türkiye’nin en önemli güvenlik sorunu olmaya devam etti. Bunun tek istisnasını Rusya’nın 1917 devrimini oturtmak için kendi içine çekildiği dönemdi. 1918’de Rusya Kars ve Ardahan üzerindeki iddialarından vazgeçti. 1925 yılında Rusya ile bir dostluk anlaşması imzalandı. şansı bu dönemin Kurtuluş Savaşı yıllarına denk gelmesi oldu. Rusya’nın yeniden uyanmaya başladığı dönemde bu defa İtalyan ve Alman faşizmi ortak bir düşman olarak ortaya çıktı. İngiltere ve Fransa ile ittifak çerçevesinde Rusya ile ilişkiler mesafeli yakınlık şeklinde devam ettirildi.
Rusya tehdit değil
2. Dünya Savaşı’nda Türkiye, savaşın son anına kadar tarafsız konumunu korudu. Ancak 2. Dünya Savaşı’nın sonrasında Batı’nın birleşmesi ve Sovyetler Birliği’nin karşı kutup olarak ortaya çıkması Türkiye’yi taraf almaya zorladı. Savaşın hemen ardından Sovyetler Birliği 1925 Dostluk Anlaşmasını feshederek doğu illeri üzerinde yeniden hak iddia etti ve Montrö Sözleşmesinin Türkiye’ye tanıdığı Boğazlar’daki egemenlik haklarını sorgulamaya başladı.
Türkiye’nin bu açık Rus tehditleri karşısında Amerikan güvenlik semsiyesine sığınmaktan başka çaresi kalmadığını gördü. Bu dönemde ABD darbeler sayesinde Türkiye’yi güvenlik açısından yarı sömürgesi haline getirdi ve demokrasinin rayına oturmasını engelledi. Sivil idareciler darbe tehdidi altında Amerika’ya karşı seslerini çıkaramadılar. Özellikle Kıbrıs sorunu çerçevesinde Moskova’yla kısmi yakınlaşma arayışları sağlanan önemli Sovyet kredi ve yatırımlarına rağmen temel çizgiyi değiştirmedi.
Kaybedilmiş fırsatlar
1980 darbesinin oluşturduğu siyasi boşluktan yararlanarak 1983’de iktidara gelen Turgut Özal Türkiye’nin temel stratejik ilkelerinin Soğuk Savaş’ın bitmesiyle ortaya çıkan konjonktür değişikliğine uyumlu hale getirilmesi gerektiğini düşünüyordu. Soğuk Savaş özellikle dışpolitika elitleri arasında bir düşünce tembelliği meydana getirmişti. Oysa Özal Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle ortaya çıkacak boşluktan yararlanmanın ancak bir zihniyet devrimiyle mümkün olabileceğini düşünüyordu. Özal’dan sonra ortaya çıkan boşlukta statükocu zihniyet yeniden yönetime hakim oldu. 1990’lı yıllar ve arkasından 28 Şubat Türkiye için dış politikada kaybedilmiş fırsatlar dönemi oldu.
2002’de AK Parti’nin seçimleri kazanmasıyla kurulan hükümet Soğuk Savaş sonrası dönemde kurulan ilk tek partili hükümet oldu. Bu açıdan Özal’ın eksik bıraktığı dönüşüm AK Parti döneminde, Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun hem teorik, hem de pratik katkılarıyla gerçekleştirilebildi.
AK Parti döneminde komşularla sıfır sorun politikası çerçevesinde özellikle Suriye ve Yunanistan’la kurulan ilişkilerle yakın savaş durumundan kapsamlı işbirliği ortamına geçildi. İran’la ekonomi ve güvenlik alanlarında yakın işbirliği fırsatları arandı. Soğuk Savaş sonrası dönemin getirdiği rahatlama ile kutupsuz bir dünyada çok boyutlu dış politika arayışında olundu. Amerika’yla ilişkiler yeniden tanımlandı.
Atlantik güçleriyle ve Rusya arasındaki yeni rekabet ortamında bir denge arayışı AK Parti dışpolitikasının en göze çarpan niteliğiydi. İki güç arasındaki rekabetin bir yansıması olan Nabucco ve Güney Akım projelerinin her ikisine de dahil olarak güçler arasında denge kuruldu ve bu rekabetten maksimum fayda sağlandı. Böylece Türkiye Soğuk Savaş sonrasında azaldığı düşünülen jeostratejik önemini yeniden tesis etti ve bunu AB’ye hatırlattı. Avrupa’nın iki önemli doğal gaz hattının Türkiye’den geçmesi Türkiye’yi AB’ye karşı güçlü konuma getirdi.
Batı’yla uyumlu hareket
Ancak AK Parti hükümeti Filistin, İran ve Suriye konularında Batı’dan bağımsız bir politika izlediği görüntüsü verse de nihai anlamda dış politikanın yüzelli yıllık birikimine karşı çıkan, revizyonist bir çizgiden uzak durdu. Bugün gelinen noktada Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasının esas itibariyle Batı karşıtı olmadığı, aksine Rusya’nın değişen dünya dengeleri açısından sistem içinde tutulması çerçevesinde yorumlanabileceği açıktır. Rusya Amerika’dan sonra dünyanın en önemli askeri gücü, ancak elinde bir saatli bomba taşıyor. Rusya nüfusu hızlı bir şekilde azalıyor ve nüfus yaşlanıyor. Eğer gidiş tersine çevrilmezse, önümüzdeki yirmi yıl içinde Rusya’nın nüfusunun ve ordusundaki askerlerin önemli bir kısmı Türki Müslümanlardan oluşacak.
Ruslar ülkelerindeki Müslüman nüfusun artışından endişe duysalar da asıl korkuları komşuları Çin. Çin’le sınır bölgesinde 100 milyon Çinli’ye mukabil, 6 milyon Rus yaşıyor. Diğer tarafta Çin Orta Asya ülkelerindeki petrol ve doğal gaz kaynaklarıyla alakadar ve geliştirmek istediği projeler bu ülkeleri kendi tekelinde tutmak isteyen Rusya’yı rahatsız ediyor. Soğuk Savaş döneminde iki ülke arasındaki gerginlik Çin’i Amerika’ya yakınlaştırmıştı. Şimdi ise dengeler alt üst olmuş durumda. Çin’i Rusya’dan daha gerçek bir tehdit olarak kabul eden Amerika’daki realist ekol Rusya’yı Amerika’nın yanına çekmek istiyor. Realist Amerikalılar NATO’nun gereksiz ölçüde genişleyerek Rusya’yı tedirgin ettiğini ve bu ortamda Rusya’nın Çin’e yaklaştığını savunuyorlar.
ABD-Rusya yakınlaşması
Bu görüşe göre, Rusya’nın Çin’den kopması için ABD tarafından kuşatılmışlık hissinden uzaklaştırılması gerekiyor. Obama’nın geçen ayki Moskova gezisi iki ülke arasındaki ilişkileri Soğuk Savaş mentalitesinden kurtarmak maksadına yönelikti. Obama’nın gezisi bu açıdan Nixon’un 1972’deki Pekin gezisine benzetilebilir. ABD, Çin’in etrafını Pakistan, Afganistan, Hindistan, Vietnam, Tayland, Endonezya, Kore ve Japonya gibi ülkelerle ittifaklarla kuşatmak istiyor. Rusya bu açıdan en kritik ülke. Türkiye’nin Rusya’yla kurduğu yakın ilişkiler de son tahlilde ABD ve Batı çıkarlarının hilafına değil. Öyle olsaydı, Almanya, Kuzey Akımı’nda Rusya’ya ortaklık yapmaz, Almanya eski başbakanı, Türkiye’nin yakın dostu Gerhard Schröder de bu projenin danışmanlığını yürütmezdi.
Diğer tarafta Türkiye’nin dış politikasına farklı boyutlar katmak maksaydıyla Avrasya’da izleyeceği aktif siyaset Rusya’nın hassasiyetlerini gözetmek suretiyle mümkün olabilir. Ayrıca Rusya Türk ekonomisi açısından önemli bir ağırlık elde etti. Rusya’nın Almanya’yı geçip Türkiye’nin birinci dış ticaret partneri haline gelmesi, diğer tarafta Türkiye’nin İngiltere, ABD ve Japonya’yı geçerek Rusya’nın beşinci ticaret partneri haline gelmesi karşılıklı bağımlılığı artıran çarpıcı göstergeler. Rusya’nın Güney Akımı’nın Türkiye deniz sularından geçmesine izin verilmesi Rusya nezdinde bir güven unsuru olacak. Şayet Türk hükümeti bu ortaklığı reddetmiş olsaydı Ruslar Ukrayna üzerinden bu boru hattını yine inşa edecekler ve bu durum Karadeniz ve Balkanlar’da bir Ortodoks işbirliğinin kapısını aralayacaktı. Özal, Karadeniz Ekonomik İşbirliği’yle buna benzer bir gelişmeyi engellemeye çalışmıştı. Başbakan Erdoğan İtalya’yı da yanına alarak anlaşmayı gerçekleştirmek suretiyle, Rusya’nın projede tek başına kalmasına ve Karadeniz’de bağımsız bir blok kurmasına mani oldu.
Dr. Chicago Lake Forest Üniversitesi Öğretim Üyesi
Kaynak: Star
SON VİDEO HABER
Haber Ara