Laik kutunun dışında düşünmek
İsrailli dünyaca ünlü saksofon ve klarnet ustası Gilad Atzmon, "Sol ve İslam" adlı makalesinde Laik kutunun dışında dinleri düşünmenin gerektiğini yazdı.
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-07-19 00:09:00
GILAD ATZMON*
“Din ezilen yaratığın iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz şartların ruhudur. Din kitlelerin afyonudur.”
Karl Marx 1843
Liberal ve solcuların yanıltıcı bir şekilde dinleri ele alış biçimlerini açıklamaya girişmeden önce, sizinle ırkçı kötü bir fıkra paylaşmak istiyorum. Ancak dikkat edin; bu kısa hikayeyi feminist arkadaşlarınızla paylaşmak istemeyebilirsiniz.
1990 sonlarında Afganistan’ı ziyarete giden Amerikalı bir kadın aktivist kadınların erkeklerin 5 metre arkalarında yürüdüğünü görünce çok sarsılır. Yerel çevirmeninden bunun birtakım dini ilkelerden dolayı böyle olduğunu ve bir nevi ‘aile reisine’ saygı gösterme şekli olduğunu öğrenir.
Amerika’ya döner dönmez aktivist Afganistan’daki kadın hakları için kampanyalar üzerine kampanyalar düzenler. Aynı kadın aktivist bir sonraki ay Kabil’i ziyarete gittiğinde tamamen farklı bir gerçeklik ile karşılaşır. Kadınlar bu defa eşlerinin 9 metre önünden yürümektedir. Aktivist hemen Amerika’daki merkeze bu durumu rapor eder: “Afganistan’daki kadın hakları devrimi büyük bir başarı göstermiştir. Geçen ay kadınlar eşlerinin arkasında yürürken, şimdi önde yürüyenler onlar.” Onun raporunu duyan Afgan çevirmeni aktivisti bir kenara çeker ve durumu tamamen yanlış yorumladığını söyler ve ekler: “Kadınlar mayınlardan dolayı önde yürüyorlar...”
Bazılarınıza ne kadar trajik gelse de, olduğunu sandığımız kadar özgür değiliz. Tam olarak düşüncelerimizin ve farkındalıklarımızın çoğunun müellifi değiliz. İnsani şartlarımız bize empoze edilmiştir; biz kültürümüzün, dil ideolojik endoktrininin ürünleriyiz ve bir çok durumda entellektüel tembelliğimizin kurbanıyız. Yukarıdaki yarı kurgu Amerikan kadın aktivist gibi, bir çok durumda peşin hükümlülüğümüz arasında sıkışıp kalıyoruz ve bu bizim olayların gerçek yüzünü görmemize engel oluyor.
Dolayısıyla, kendi değer sistemimizi ve ahlak yasamızı temel alarak uzak kültürleri yorumlama, birçok durumda da yanlış yorumlama eğilimi gösteriyoruz.
Bu meyilin bazı ağır sonuçları vardır. Bir nedenle ‘biz’ (Batılılar) sevgili “aydınlanmamız” ile birlikte teknolojik üstünlüğümüzün bizi çok yüksek ahlaki duruştaki “rasyonel laik antroposentrik, mutlâkiyetçi ahlaki sistemi’ ile donattığına inanma eğilimi gösteririz.
Liberal Sol
Batıda kalbimiz ve zihnimizde yarışan iki ideolojik bileşen bulabiliriz; her ikisi de neyin yanlış ve kimin doğru olduğunu bildiğini iddia eder. Liberaller kişinin özgürlüğünü ve sivil eşitliğini övmekte ısrarcıdır; solcular ise kimin ‘ilerici‘ ve kimin ‘gerici’ olduğunu belirlemeye yardım eden ‘sosyal bilimsel’ bir araca sahip olduklarına inanmaya meyillidirler.
Şu durumda, bizim Batılı siyasi etik koruyucumuz olarak davranan bu iki modernist laik kuraldır. Fakat aslında tam tersini yapmışlardır. Her ideoloji kendine has yoluyla bizi ahlaki körlük durumuna götürdü. Bu iki sözüm ona “insani” çağrı, ya bilerek kriminal müdahaleci sömürge savaşları için zemin hazırladılar (liberaller) ya da yanlış ideolojiler ve savlarla onlara karşı çıkmada başarısız oldular (solcular).
Hem liberaller hem de solcular, görünen sıradan batı formlarında laikliğin dünyanın sorunlarına çözüm olacağını ileri sürmektedir. Şüphesiz, batı laikliği batıya ait bazı sosyal hastalıklar için reçete olabilir. Bununla birlikte, Batı Liberal ve Sol ideolojileri, bir çok durumda, laikliğin Hristiyan kültürünün kendi içinde doğal bir sonucu, yani bağımsız sivil bir varoluşa doğru Hristiyan geleneğinin ve açıklığının direk bir ürünü olduğunu anlamada başarızlığa düşmektedirler. Batıda, ruhani ve sivil ortam çoğunlukla ikiye ayrılmıştır. Tam da bu bölünme laikliğin yükselişini ve rasyonellik söylemini mümkün kılmıştır. Yine bu bölünme aydınlanma ve modernizm ruhunda laik etik değer sisteminin doğmasına neden olmuştur.
Fakat bu bölünme bağnazlıktan hiç bir farkı olmayan ham din karşıtı dünya görüşlerine dönüşen radikal laikliğin kör kalıplarını da artırmıştır. Aslında tam da bu yanıltıcı radikal laiklik, Batıyı sadece yanlış başörtüyü giymelerinden ya da bizlerin kavramakta güçlük çektiği bir şeylere inanmış olmalarından dolayı milyarlarca insanın reddine sürükledi.
İlerici Gerileyiciye Karşı
İslam ve Yahudilik, Hristiyanlığın aksine kabile temelli inanç sistemleridir. ‘Aydınlanan kişilikten’ çok asıl olarak geniş ailenin kurtuluşu bu iki inanç sisteminin temel ilgi alanıdır. Batılıların çoğu tarafından mümkün olan en aşırı ve karanlık siyasi düzen olarak görülen Taliban basitçe kişilik özgürlüğü ve kişilik hakları ile ilgili konularda endişelenmez. Temelde önemli olan Kur’an’ın ışığında aile değerlerinin idamesi ile birlikte kabilenin güvenliğidir. Yahudilikde de bu hiç farklı değildir. Esasen Yahudi kabilesini Yahudiliği ‘yaşam şekli’ olarak sürdürerek korumak için vardır.
Hem İslam hem de Yahudilikte ruhani ve sivil arasında nerdeyse hiç ayırım yoktur. Her iki din batıni, sivil, kültürel ve günlük meseleler ile ilgili etraflı cevaplar sağlayan sistemler olarak durur. Yahudi aydınlanması (Haskala) çoğunlukla laikleştirme ve özgürleştirme ve de Siyonizm dahil çeşitli modern Yahudi kimliklerinin üretilmesi yoluyla Yahudilerin asimile edilme süreciydi.
Şimdiye kadar Üniversalizmin Aydınlanma değerleri Yahudi ortodoksisi bünyesinde hiçbir zaman toplanmamıştır. Aydınlanma ruhuna tamamen yabancı hahamlık museviliğinde olduğu gibi, İslam büyük ölçüde bu Avrupa merkezli modernizm ve rasyonellik değerlerine uzaktır. Kutsal kitapların yorumlanmasına göre hem İslam hem de Yahudilik post modernliğin ruhuna daha yakındır.
Ne sol ideoloji ne de liberalizm entellektüel ve siyasi olarak bu iki dini ele almıştır. Bu yıkıcı bir gerçektir, dünya barışının günümüzdeki en büyük tehdidi İsrailli-Arap çatışmasından ortaya çıkıyor; genişlemeci Yahudi bir devlet ile İslami direniş arasında hızla savaşa dönüşen bir çatışma. Ve henüz, hem liberal hem de sol ideolojiler İslam ve Yahudilik arasındaki karışıklıkları anlamaya yönelik teorik araçlardan mahrumlar.
Liberaller insan haklarını ve özellikle kadınları ele alışı dolayısıyla kötü olarak addettikleri İslamı reddediyorlar. Solcular ise genelde dini gerici olarak itham etme tuzağına düşüyorlar. Belki de farkına varmaksızın, burada hem Liberaller hem de solcular açık bir süpremasist tartışmaya düşüyorlar. İslam ve Yahudilik sadece dinden daha fazlası olduğundan, bir ‘yaşam şeklini’ taşıyıp, dünyada oluşla ilgili soruların tam bir cevabı olarak dururlar. Batı liberal solu bu büyük insan kitlelerini tam bir red tehlikesi altında.
Yakın bir zamanda gerçek bir solcuyu ve iyi bir aktivisti Hamas’ı gericilikle suçlamalarından dolayı İslamofobi ile itham ettim. Besbelli Filistin dirinişinin gerçek bir destekçisi olan aktivist hemen kendini savunmaya geçti ve sadece İslamizmden değil aslında eşit olarak Hristiyanlık ve Yahudilikten de hoşlanmadığını söyledi. Bir nedenden dolayı her dinden eşit olarak nefret etmenin insani bir nitelik olduğundan emindi. Buna dayanarak, İslamofobi, ayrıca Judeofobi ve Hristiyanofobi bir insanilik işareti anlamına gelmez. Bu iyi adamı zorlamaya devam ettim; sonrasında aslında İslamizmi (yani siyasi İslam) onaylamadığını söyledi. Onu tekrar zorladım ve İslamda siyasi ve ruhani arasında bir ayrım olmadığı gerçeğine dikkat çektim. Siyasi İslam söylemi (İslamizm) pekala İslamın yanıltıcı bir Batı okuyuşu olabilir. Siyasi İslamın ve hatta silahlı cihadın nadir uygulamasının bile İslam pratiğinde çok az olduğuna işaret ettim. Malesef az ya da çok bu tartışmanın sonuydu. Filistin dayanışma destekçisi İslamın beden ve ruh birliği ile başa çıkmayı çok zor buldu. ‘Materyal’ ve sözümona ‘kitlelerin afyonu’ arasındaki organik İslami bağı dinleme yoluna açık olmadığı müddetçe Solcular genelde bu noktada başarız olmaya mahkumlar. Solcular için bunu yapmak esaslı entellektüel bir değişimdir.
Böyle bir değişim yakın bir zamanda bağımsız Ürdünlü marksist Hisham Bustani tarafından ortaya atıldı.
“Avrupalı solcular ‘biz daha iyi biliriz’ tavırlarını ve güneydeki popüler güçleri ideolojik ve siyasi astlar olarak ele almalarını ciddi bir eleştirel değerlendirmeden geçirmelidirler.”
Filistin
Filistin ile dayanışma, durumun ciddiyetini gözden geçirmek için çok iyi bir fırsat. İsrail’in Filistinlilere öldürücü muamelesine rağmen, Filistinlilerle dayanışma henüz bir kitle hareketi haline gelmedi. Böyle bir harekete de asla dönüşmeyebilir. Batının ezilenlerin haklarını desteklemekteki başarızlığının karşısında, Filistinliler dersini almış görünüyorlar. Demokratik olarak kendilerine direniş sözü verilen bir İslami partiyi seçtiler. Oldukça ilginçtir ki çok az solcu Filistin halkını ve demoktratik seçimlerini desteklemek için oradaydı.
Şartlı siyasi dayanışmanın güncel şablonu içinde, mücadelecileri ve kampanyacıları bu engebeli yolun her dönüşünde kaybediyoruz. Nedenleri aşağıdaki gibidir:
1. Filistin kurtuluş hareketi temel olarak milli bir kurtuluş hareketidir. Bu ikrar milliyetçiliğe karşı olan bütün Solcu kozmopolitleri kaybettiğimiz yer oluyor.
2. Hamas’ın siyasi yükselişinden dolayı, Filistin direnişi artık İslami direniş olarak görülüyor. Burada da Filistin haricinde ilericiler (FHİ) olarak kategorilendirilen laikleri ve dine karşı olanla fanatik ateistleri kaybediyoruz.
Aslında FHİ kabaca iki gruba ayrılmaktadır.
FHİ1. Hamas’a gerici olarak karşı çıkanlar, henüz Hamas’ı direniş hareketi olarak operasyonel başarısını onaylamadılar. Bu aktivistler temel olarak Filistinlilerin fikilerini değiştirmelerini ve laik bir gruba dönmelerini beklemekteler. Fakat mazlum halk olarak Filistinleri şartlı olarak desteklemek niyetindeler.
FHİ2. Hamas’a gerici güç olarak karşı olanlar ve operasyonel başarısını reddedenler. Bunlar dünya devrimi için beklemekteler. Gazze bir sahil tatil köyüymüş gibi, bu zaman içinde Filistinlilerin beklemelerine izin verilmesini tercih ediyorlar.
Bu hızla buharlaşan dayanışma güçleri ile utanç verici şekilde sınırlı bir batı entellektüel gücü ve hatta halk seviyesinde daha az olumlu destek sonucu çok küçük bir Filistin dayanışma hareketi ile kalıyoruz. Bu trajik durum Brükselli bağımsız bir marksist olan Nadine Rosa-Rosso tarafından şöyle dile getirildi: “Komunistler de dahil Solcuların büyük bir kesimi İsrail saldırısına karşı Gazze halkını desteklemeyi kabul ediyor, fakat Filistin’de Hamas ve Lübnan’da Hizbullah gibi siyasi seçimlerini desteklemeyi de reddediyor.” Rossa-Rosso burada sorguluyor “niçin solcular ve radikal solcular çok az sayılarda birlik olup harekete geçiyorlar? Ve açık olmak gerekise, Solcular ve Radikal Solcular hala bu konularda harekete geçebilecek durumdalar mı?”
Şimdi nereye?
“Eğer solun Filistindeki insan hakları desteği şartlı ve Filistinlilerin dinlerini ve ideolojik inançlarını, kültürel miraslarını ve sosyal geleneklerini terk etmelerine ve de bir dizi yeni inançlar, yabancı değerler ve kültürlerinde kabul edilebilir addedilen sosyal davranışları kabullenmelerine bağlı ise; dünya onların en temel insan haklarını, düşünme haklarını ve seçilen ahlaki yasadaki yaşama haklarını reddediyor demektir.” Nahida İzzet
Şu andaki sol dayanışma söylemi başarısız. Kendisini konusundan uzaklaştırıyor, çok az sonuç elde ediyor ve bir yere gidiyormuş gibi görünmüyor. Eğer Filistinlilere, Iraklılara ve Batı emperyalizminin kurbanları olan diğer milyonlarca insana yardım etmek istiyorsak gerçekten bir saniyeliğine durmalı, derin bir nefes almalı ve tekrar sıfırdan başlamalıyız.
Dinlemeyi öğrenmeliyiz. Kendi inançlarımzı başkalarına empoze etmekten ziyade, başkalarının neye inandığını dinlemeyi öğrenmemiz gerek.
Bustani ve Rossa-Rosso’nun önerilerini takip edebilir ve tüm İslam nosyonumuzu, ruhani köklerini, yapısını, ruh ve sivil arasındaki birleşik dengeyi, ‘yaşam yolu’ olarak vizyonunu tekrar gözden geçirebilir miyiz? Bunu yapıp yapamayacağımız önemli bir soru.
Bir diğer seçenek gafletimizi yeniden değerlendirmek ve insani perspektiften insani meseleler ile yüzleşmek (siyasiye muhalif olarak). Başkalarının acısı yoluyla kendimizi beğenmekten çok, ki bu kendini beğenmenin en son formudur, ilk kez gerçek empati mefhumu üzerinde çalışmalıyız. Tam olarak asla anlayamıyacağımızı kabul ederek, kendimizi diğerinin yerine koymalıyız.
Filistinliler ve onların hesabı üzerinden kendimizi beğenmekten çok, kendi görüşlerimiz ne olursa olsun Filistinlileri oldukları gibi kabul edip, kimliklerini desteklememiz gerekir. Bu dayanışmanın tek gerçek şeklidir. Bu ideolojikten çok ahlaki mutabakatı amaçlamak, insanlığı en merkeze koymak demektir. “Ezilenlerin iç çekişi” olarak Marx’ın derin din anlayışını yansıtmaktır. Eğer insanlara merhametli olduğumuzu iddia ediyorsak, onları olmalarını istediğimiz gibi değil oldukları gibi sevmeyi öğrenmemiz gerek.
*Gilad Aztmon Londra’da yaşan bir yazar ve jaz müzisyeni. En son cd si In Loving Memory of America.
Bu makale Zeynep Güneş tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara