İran Felaketi ve Tarihin Tekerrür Etme Kanunu ve Rollerin Değişimi
Halis Çelebi*
1981 yılında Cezayirli arkadaşım Reşit İsa beni devrimin ikinci yılı münasebetiyle Tahran?ı ziyaret etmeye çağırdı. O vakitte ben Almanya?nın Ruhr Sanayi Bölgesi?ndeki Gelsenkirchen Eyaleti?nde kalp cerrahisi merkezinde uzmanlık yapıyordum.
İran Devrimi?ne karşı duyduğumuz coşku zirvesindeydi. Daru?l İslam?ın kurulduğunu sandık. Daru?l İslamı kurmak için, önem verdiğimiz küfür diyarını terk ederek oraya göç etmemiz vacip oldu.
Uykuları az da olsa kaçıran; o da ?ne zaman idam partileri bitecek? türünden karşılaştığımız sorulardı.
Kısa, şişmandı ve seyrek Abbasi tarzı sakalı vardı. İpe çekilip boğularak ölmeye gülümsemelerinden ve gülüşlerinden çokça gönderiyordu.
Bizler şöyle cevap veriyorduk; ?Bolşevik idam, Fransa giyotin ve İspanya Guernica?nın yakılıp yıkılması devrimlerine bakınız!! Koyu kırmızı kanlı devrimlerin doğası işte böyledir! Şöyle ki özgürlüklerin doğuşunun tabiatı böyledir?.
İster sezeryan ister vakumla çekme ile ister normal doğum olsun çok ya da az kan olmadan doğum yapan bir anne yoktur!
Bizim insan olarak kaderimiz fers ve kan arasında doğmaktır.
Bu; uykuları kaçıran ?idamlar ne zaman bitecek? sorusu vicdanlarımızda büyük İslam devrimini savunmaktan başka cevabı olmayan bir soruyu harekete geçiriyordu.
İran?da Humeyni Devrimi, 20. yüzyılın mucizelerinden ve Ortadoğu Müslümanlarının fitnelerinden biriydi. Devrim barışçıl başladı, barışçıl sürdü ve öyle de şiddet aracı olmadan, İran şehirlerinden en seçkin kız ve erkeklerden yüz binin üzerinde gencin korkunç derecede kurban gitmesiyle başarılı oldu. Bunu, Doğu Avrupa?nın despotları serisine karşı başarısı geçmiştir. Gelecek 20 yılda da Ortadoğu ve Kuzey Afrika tağutlarına sıra gelecektir.
Askeri mekanizmaya çıplak göğüsle karşı koyup sabırla öldüler.
Sabredin ölüme karşı koymak mümkündür ve ölüm korkar?Azrail de kaçar!!..
8 Ağustos 1979 günüydü. Halk daha berbat, büyük bir katliamın karşısındaydı.
Şahın ve generallerinin köpürmesi korkunçtu. Yeryüzündeki tüm despotlar gibi milyonlarca göstericinin üzerine helikopterlerle çıkıp, hasat mevsimindeki tarla başakları gibi onları makineli tüfeklerle en okkalısından biçme ile biçtiler. Hasılat korkunçtu. Hastaneler, mezbahalar ve morglar, örnek gençlerin ve temiz kızların cesetlerinden bu büyük enerjiyi emmeye güç yetiremedi.
O gün ölüm meleği tüm takımını seferber etti. Bütün gün; hatta gecenin geç saatine kadar ruhları almakla meşguldü.
4650 ceset?600?ü kadındı..
Şekli bozulanlara gelince gözü çıkanlar, kulağı uçanlar, boynu kopanlar, felç olanlar ya da ayağı kesilip tahta bacak olanlar, yaralananlar ya da bir yerleri çıkanlar? Azrail bunlara fazla önem vermedi ve Sur?a üflemesi için İsrafil?e terk etti.
Devrim çirkin öyle değil mi?
Aristo bu hususta uyarmıştı..
O, kanlı ve pahalıdır ancak güzel bir yolculuktur. Çünkü onun potasından insan korkularından, ölümden ve tağuttan özgürleşir. Neden tağut rejimler insanı tutuyor? Cevabı insanın hayata bağlılığıdır!
Eğer hayat tahammül edilemez olmuşsa insan ölümün kapısından, Anubis ve Şaron?un kayığının yer altındaki karanlık yolcuğunda olduğu gibi zorla girer.
Ya istihbaratçıların mahzenleri, işkence partileri, tırnakların köklenmesi ve omuzların çatlaması, asılması, sökülmesi ile kedi ve köpeklerin bağırmaları?.
Ya da mezarlıklar, kefenler, ölüm ve hiçlik dünyası?
Hepsi de Hiçlik Değil mi?
Devrim kazandı ve şeytanın sırtına binen bir kişi misali çark etti. Meleklerin kanatlarına ulaşamadı. Aynen Aşure günü kutlamalarında olduğu gibi kan partileri başladı. Abbasi?yi, Debbasi?yi, çeşitli generalleri ve çeşitli cephelerden düşman insanları tuttular ve ölüm makinesi çalışmaya başladı?
Devrim bir hayat olmadı. Aksine korkunç bir ölüm makinesi oldu ve ruhları hüzün dünyasına çıkarmaya devam etti!!
O gün Yezdi ile bir araya geldim. Uçağımız onlarda intikam darına indiğinde idamlardan ne haber, yolculuğunun sonu yok mu diye sordum? Sana rahmet peygamberinde (sav) güzel bir örnek yok mu? Öyle ki bir teminat bildirisi yayınladılar. Bununla beraber peygamber (sav) en şiddetli düşmanları Süfyan ve Mervan?a güvence vermiş ve kalpleri sevgi ve rahmetle kazanmıştır.
Yezdi bana şüpheyle baktı ve tükenmiş bir hayvanı inceler gibi şaşkınlık içinde gözlerini üzerime dikti. Sonra ?bu devrim, onlar da devrim düşmanları, bu devrim karşıtlarına karşı propaganda makinesidir? dedi.
Onlardan Yakamı İlk Defa Kurtardım
Onlardan ayrıldığımda sokaklardan gizlenmiş olan Ali Şeriat'yi arıyordum. Hayallerim; adalet devletinden dini, polisiye, hizipçi bir devleti keşfetmeme kadar tamamen buhar olup uçmuştu. Baas?tan farklı değildi. Aralarındaki tek ayrılık askeri şapka yerine sarıktı.
İdamlar, ölüm ve mezarlar, Hüseyniye, kendini ve başkalarını zincirlerle, satırlarla kırbaçlama ve kan akıtma ülkesinde yolculuğu sürdürdük.
Suriye?deki Müslüman Kardeşler ahmaklar. Devrimin mucizesine dikkat etmediler! ?Bak Halkın Mücahitleri nasıl da depolardan silah çalıp Şah?ın korumalarıyla sokak savaşına girdi? dediler.
Belki İran?daki devrimin İslami açıdan çaba devrimi ve şiddetsiz başarılı bir devrim olduğuna ikna olman zor olabilir! Ancak İslamcı gençler ve bu İran çabasını idrak etmek arasında İran halıları, nakışları ve dokuması gibi anlayıştan üç ışık yılı mesafesi vardır.
Ancak İranlılar ile dünyayı, tarihi ve gelişimi anlamak bir ışık yılı mesafedir.
Onlar devrimlerindeki şiddetsizliğin sırrını anlamadı ve Saddam kendilerini şiddet ve savaşla ölümlerine sürükledi!!
Saddam?dan kurtulmak, aynı taktikle Şah?tan kurtulmaktan daha kolay bir şekilde mümkündü. Ancak bu güç hırsıdır.
İşte bu şekilde devrimin başarılı olmasından sonra din adamlarından oluşan otokratik bir tanrıcı devlet, tüberkülozlu İran halkını Aids?le ve baş ağrısını da karın ağrısıyla değiştirmek için zorbalık sahnesinde belirmeye başladı. El-Kevakibi?nin ?Zorbalığın Yapıları? isimli kitabında dediği gibi; İran daha çirkin, derin ve lanetli bir tünele girmek için bir tünelden çıktı?
Firavun?un, Haman ve Karun?un ordularının kurşunlarıyla ölen o genç erkek ve kızlara yazık değil mi?!
Sonra yeni idam partileri başladı!!
Bu sefer, bir çukurda yakalanmış, ülkesinin evlatları tarafından asılmış, çarpılmış Saddam?la ölüm hendeklerinde idi. Bir yerli mezbahada herhangi bir koyun keser gibi tekbir getiriyorlardı. Hatta kardeşi Berzan?ı tamamen sünnete uygun olarak tekbirler arasında bıçakla kestiler!! Bu bir şaka öyle değil mi?Ancak gülünmeyen bir şaka!?
Sekiz kuraklık yılında trilyon doların heder edilmesi, halktan bir milyon kişinin öldürülmesi ve onarılması için iki neslin geçmesine ihtiyaç duyan psikolojik yıkımla büyük dünya savaşı başladı.
O ziyaretimde kendisiyle bir araya geldiğim Humeyni affedip bağışlayabilir, idamlar çıkmazından kurtulabilir, kinden, kandan, tutuculuk ve akıl eksikliğinden arınarak Gandhi saygısı kazanabilirdi. Devrimin ihracı çılgınlığı yerine başarılı ve barışçıl bir ülke modeli ortaya koyarak Saddam?ı savaşsız farklı bir sonla bitirebilirdi.
İran?daki kan miktarı yeterliydi..
Ancak başka bir kanlı çıldırma partisi gerekliydi!?
Savaş hiç bir şeysiz sona erdi. Humeyni, zehir içer gibi barışı kabul ediyorum, diyor?
Buradaki, Sokrates?in baldıran zehri değil, ahmaklık ve Amerikalılara boyun eğme zehridir. Amerika, İranlılara -Birinci Dünya Savaşı hendeklerinde olduğu gibi- Fao alanında on binlerce hasattan sonra zehirli gazlarla yok edilen sivri sinekler gibi yok edileceklerini fark ettirdi.
İranlılar, Hamas ve Hizbullah Cemaatlerinden gafil Araplar, Paris?e ve Nijerya?ya uzanan kolları savaş müessesesinin sona erdiğini, silahlanma zamanının bittiğini, güç sahibinin güce veda ettiğini ve dünyanın bugün sorunlarını savaş ve kuvvetle çözmediğini kavrayamadı?
2006 yılındaki Lübnan Savaşı?na dikkat ettik mi? Sadece 33 gün sürdü. 2008 kışındaki Gazze Savaşı ise 22 gün. Belki başka bir savaş 11 gün sürmez. Peki, neden??
Çünkü dünya internet aracılığıyla tüm evlere taşınan; kömürleşmiş cesetlerden parçalanmış çocuk, kesilmiş kol, patlamış kafatasları, ağlayan kadınlar ve göstericiler (kadın) ve insanlar arasında her yerde görülen barış gösterileri manzaralarına tahammül edemez oldu. Bu gerçekler kırk sonbahar sürer? İranlılar, Ortadoğu?yu yutmak için Suriye?ye, Lübnan?a, Filistin?e, Kürdistan?a, Fas?a ve Sudan?a uzanan parmaklarla; heyetlerde, karargahlarda, davetlerde, etkinliklerde, misyoner okullarında, bin sene önce bodrumlarda gizlenen imamın çıkışının yaklaşmasıyla vaftiz hastanelerinde, kağıtlardan ve sarı kitaplardan tonlarca propagandalarda işte bu şekilde devrimin yeni ihracına başladı. Aynen Mehrabad Havaalanında, küflenmiş, vakti geçmiş, etkinliği sona ermiş bir fikri yaymak için, üzerinde son kullanma tarihi bitmiş yazan ilaçlar misali El-Jaili, Teskhiri, Tabatabai, Esferani, Kumi, Hasfeki, Sermedi ve Bakıri kitaplarından bir deve yükü kadar taşıdığımda olduğu gibi!..
Hiçbir kimse üzerinde ?son kullanma tarihi Sıffin Savaşı?ndan beri bitmiştir? yazan bir ilacı içer mi?
Biz, İranlılar, Kürtler ve yabancılar büyük bir akıl sanatoryumundayız. Ayrılıklar zamanında müttefiğiz ancak ondan sorumlu değiliz. Ancak insan aklının fare labirent testlerinde kaybolması mümkündür.
Bugün Haziran 2009?da Tahran olaylarıyla ölümsüz bir dönem geçmektedir.
Neden Gençler Ayaklanıyor ve Nida Sultan Öldürülüyor?
İran toplumunu dini hurafe devletinden bıkkınlık sardıktan sonra seçimler için mi? Yoksa yeni bir hayata çabalamak için mi?...
Her kim tarihi incelerse; rollerin dönüşümü nedeniyle tarihin demirden bir yasayla çevrili, kilitli olduğunu görür. İlk Hıristiyanların kazanana kadar ki ızdıraplarının ve Engizisyon mahkemelerinin Avrupa?da modernite ışıklarını yakana kadar Hıristiyan düşmanlarına 5 yüzyıl boyunca yaptığı işkencelerin miktarınca Tahran?da şu anda olan budur.
Bizde; Arap dünyasında kötü subayların devrimlerine tanıklık etmiş neslimiz, ideallerle başladı sonra da havayı korsan liderine temizlemek, cumhuriyetleri silahlı hizipçi aile çiftliklerine çevirmek için bazıları bazılarına saldırmaya başladı. Aynen Neihoum?un tabirinde olduğu gibi!
Şu anda yeni Arap toplulukları devletlerini mafyalar, beyaz köpek balığı dişleriyle tutmaktadır. Bu uzayan ya da kısalan bir aşamadır. Sonra tarih ilerler ve onların yaptıklarından artık üzülmeyiz.
İran?da atılan bu yolda bir adımdır.
Bunlar tarih mecrasından olan olaylardır ve insan cinsi, insanların hayatındaki en büyük yola önderlik edene kadar bu monotonluk içinde geçer.
Evrendeki her şey; dönüşümün gerçeğinden; segmentlerde varlığın sonu olmadığına, elektron, gezegen ve tekerin dönmesi arasındaki fiziksel hakikatten astronomik gerçekliğe, doğadaki su döngüsünden hayat döngüsüne, devletlerin günleri dizisi, toplumların kuruluş sistemi, ayaklanma hareketi ve uygarlıkların sendelemesi varolma halkasını tutan antoloji üzerine kuruludur.
Bitkilerin, hayvanların ve insanların hayat döngüsünde varoluşu keskin bir kanun tutmaktadır. Bir yay (kavis) hareketinde doğum ile büyüme, olgunlaşma, çözülme arasında yok olmaya kadar; ölülerin küllerinden yeni bir hayat çıkarmak için bir mahkeme vardır. Aynen Kur?an?ın bu değişimin doğasını ve değişim şeklini zayıflıktan kuvvete, sonra yeniden kuvvetten zayıflığa ve yaşlılığa diye tabir etmesi gibi ben de orada ölüm ve hayat arasındaki ilişkilerde karşılıklı değişim olduğunu kabul ediyorum. O, anlaması güç, zor bir bilmeceye sahip bir denklemde, canlıdan cansızı çıkardığı gibi aynı şekilde cansızdan da canlıyı çıkarmaktadır.
Tarihi bilincin uyanması doğadan kopuş anındadır.
Biyoloji ve doğa zaman aralıklarını görmeye izin verseydi toplumlar bu fırsatı vermezdi. Böylece gözetmenin önünde toplumsal değişimi anlamak için sihirli bir yoldan başkası kalmıyor. Onu tarih okulunda sadece çıplak göz perspektifinden bakarak değil akılcı ve analizci bir gözle görür. Tarih ömre ömürler katar ve ömrün boşluğu ile zaman kapsamında uzar. Zira fikir, aralıklı ilgili zaman birimleriyle; bahsedilen açık değişiklikler aracılığıyla atlayabilir. İşte o vakit tarihi bilinç başlar. Tarihi bilincin uyanması, Alman tarihçi Borchardt?ın dediği gibi doğadan kopuş anıdır.
Orada ancak çok az insanın dikkat ettiği sismik ve önemli bir fikir bulunmaktadır. Yeni bir akım reformist yolunu yardığında, tavukların ölüme kadar kendilerinden ayrılmış arkadaşları tavuğu, sürünün düzeninden ayrılmanın cezası olarak gagaladıklarından daha şiddetli bir şekilde toplumun saldırısına uğrar. Bu, yeni yönelimin ciddiyetinden, içeriğinin doğruluğundan, değneğin sağlamlığından, bağlılığın aşırılığından ve hedefe duyulan sevgiden emin olmak için yapılan doğal bir savunma hissidir.
Ancak bunda doğal olmayan, patolojik, tehlikeli ve karmaşık olan durum, bu yeni yönelimle çatışan kimsenin kendisini Ortodoksluğun, akıllara direktifin, doğruyu temsilin, bentlerin tefsirinin tekel altına alınmasının, mutlak gerçek hakikatini elinde bulundurmanın temsilcisi varsaymasıdır. Zira bu genişlemiş zaman tıkanıklığında gerçekten şekle dönüştüğünü unutmaktadır.
Gerçek ve Şeklin Çatışması
Bu (şekil), çeşitli vakitlerde hakikatle çatışan, varoluşa atlayan ve ürkek alana (şekil) nüfuz eden bir mumyadır. Geleneksel olarak tarih döngüsü şekle karşı hakikatin yanında durup saf alır. Sonunda da hakikat, tüm parlak isimleri, dalgalanan bayrakları, büyük-çekici başlıkları kaybederek kazanır. Tarih dolabı eski şekli ezmek için yeniden döner. Yeni isim ve şekil alsın diye parlak bir elbise içinde, yeni kelimeler ve farklı bir varlıkla yeni gerçeği seçerek ayırır. ?İlk yaradılışa başladığımız gibi onu baştan yaparız. Üzerimize bir vaat olarak biz bunu mutlaka yapacağız?. (Enbiya Suresi, 104).
Rollerin Değişimi
Sonra tarih bize kimsede durmayan dönüşümün devamlılığını anlatmak için geçiyor. Sonra varoluşunu yorgunluk, çaba ve dâhice bir çalışma ile gerçekleştiren bu varlık hızla geçmişin zaferlerinin ve başarılarının büyüsüne, kahramanlık anılarına ve önemli dönüm noktalarına teslim oluyor. Aptalların şekle ve zata köleliğinde, başarı ruhu unutularak eski başarının mekânında durmanın, eski sonucu getireceğini sanarak teslim oluyor. Sonra da tarihin tekerleği kendisini yere çarpıyor. Gerçek ruh onu terk ettiğinde yeni şekle dönüşerek rengini kaybediyor ve mumyalaşıyor. O yeni şekil ki, gözlemcilerin bakışlarının gaflet içinde olduğu ve durak bilmeyen gizli tarih hareketi karşısında gözlerin uyuduğu bir sırada oluşan yeni tarihi gerçeğin kendisine yol açtığı değişim denemelerine vahşice karşı koymaktadır. O bütün çatışmalarında yeni nağmeler ve kendisinin başladığı tekrar edilen bir halkada tarihi devri döndürür.
Bu sefer Davut Calut?a karşı. Aynen önceden olduğu gibi. Aradaki tek fark ikisi de farklı konum aldı!! Kafka?nın Dönüşüm öyküsündeki gibi !!
İran?da olanlar bu yasanın dışına çıkmamaktadır. Davud yeniden taş ve sapanla, büyük bir zırh ve korkunç bir kılıçla silahlanmış dini Calut?un karşısında!!
Eğer Calut düşerse bu haberin bizi şaşırtmaması lazım. Çünkü bu tarihin döngüsünün hikayesidir.
?İlk yaradılışa başladığımız gibi onu baştan yaparız. Üzerimize bir vaat olarak biz bunu mutlaka yapacağız. Andolsun, Biz zikirden sonra Zebur?da da: Şüphesiz Arz?a Salih kullarım varisçi olacaktır, diye yazdık?. (Enbiya Suresi, 104-105).
*Suriyeli gazeteci/yazar.
Bu makale Leyla Ebumellal tarafından www.timeturk.com sitesi için çevrilmiştir.