Arınç, NTV'de canlı olarak yayımlanan programda, Ankara Temsilcisi Murat Akgün'ün sorularını yanıtladı.
''Çeşitli yorumlarda kabinenin daha çok 'Milli Görüş' yaklaşımına gittiği söyleniyor. Yeni hükümet daha çok milli görüşe mi yakın, Saadet Partisinin yükselişinin bunda rolü var mı?'' sorusunu Arınç, şöyle yanıtladı:
''Benim de hükümete katılmamla yorumlar epeyce zenginleşti. Şahsen bu yorumların hepsini internetten ve gazetelerden okuma imkanım var. Hepsine de saygı duyuyorum. Bazen senaryolar, uçuk kaçık yorumlar, fanteziler oluyor. Bazen de çok isabetli herkesin 'evet bu gerçekten böyledir', diyebileceği yorumlar oluyor. Artık bunların hiçbirisine ön yargılı yaklaşmıyorum. Ancak herkes bilir ki ben geçmişten bu yana siyaset yapan bir insanım. Milli Görüşçü olmamdan veya Milli Görüşte siyaset yapmamdan kasıt benim Milli Selamet Partisinden başlayarak, Refah Partisi, Fazilet Partisi çizgisinden bugünlere gelmiş olmamsa bu doğrudur. Ben o partilerde ön planda siyaset yaptım. Ama 2001'de AK Parti'nin kuruluşunu bizzat arkadaşlarımla birlikte kendi elimle gerçekleştirdim. AK Parti'de görev aldım, görev yapmaya devam ediyorum. Bugün benim kimliğim, muhafazakar demokrat kimliktir. Geçmişte milli görüş çizgisinde siyaset yapmamın bir eksiklik olduğunu düşünmüyorum. Bundan dolayı utanmıyorum, sıkılmıyorum. Ben siyaset yaptığım her dönemde, 35 yılı buldu, her zaman fikri olan, dünya görüşü olan bir insan oldum. Günlük olaylarla değil, fikrimle dünya görüşümle siyasi çizgimle var oldum. Bu var oluşumun içinde Milli Görüşçü partilerle siyaset yapmak da bir gerçektir. Ama ben bugün AK Partiliyim. Geçmişten bu yana yanlışlarım, eksiklerim, fazlalarım bunların hepsini dikkate aldım ve Türkiye için faydalı görüşler olabilecek ne varsa ben şahsen o konuda dönüşüme uğradım.''
Arınç, kabineye isim isim bakıldığında geçmişte birlikte siyaset yaptığı insanların sadece Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün olduğunu belirterek, ''Ömer Dinçer, Ahmet Davutoğlu ve diğerleri bunların hepsi akademisyen arkadaşlarımızdır. Üniversitelerde çalıştılar. Siyaseti o çizgide yapmış olmak eğer böyle bir yoruma yol açıyorsa ben varım, Sayın Başbakanımız var ve Sayın Nihat Ergün var. Yani 26 kişilik kabinede 3 arkadaşımızın kabineye Milli Görüş çizgisini vurduğunu söylemek yanlış, insafsız, haksız bir yorum olur. 'Böyledir' diyorlarsa, yorumlarını buna dayandırıyorlarsa bunları da okuyacağız, bir kısmına güleceğiz, bir kısmına isabetli diyeceğiz'' dedi.
''HÜKÜMETTE BİR AĞABEYLİK POZİSYONUM YOK''
Bülent Arınç, ''Kabinede bir ağabeylik görevi üstlendiniz mi?'' sorusunu yanıtlarken, geçmişten bu yana siyaset yapan arkadaşlar olarak birbirlerini çok sevdiklerini ve aldıkları ahlaki eğitim, terbiye, dostluk, ve sevgiyle birbirlerine ''ağabey ve kardeş'' şeklinde hitap ettiklerini anlattı. Arınç, ''Benim kabineye girişim böyle bir sıfatı kabineye getirmek ihtiyacından doğmadı. Parti grubumuzdaki arkadaşlarımız da diğer parti gruplarındaki arkadaşlarımız da bize Meclis Başkanlığımızdan, parlamentodaki çalışmalarımızdan dolayı duydukları sevgiyle bazen bu kelimeyle hitap ediyorlar. Benim parti grubunda da hükümette de bir ağabeylik pozisyonum yok. Böyle bir görevi Başbakan zaten bana vermedi, veremez de... Böyle bir şey resmi bir görev değil hiçbir zaman'' diye konuştu.
TBMM Başkanlığını bıraktıktan sonra Başbakan Erdoğan'a bir süre dinlenmek için hükümette görev almak istemediğini söylediğini anlatan Arınç, Başbakan Erdoğan'ın da kendisine ''Genel Başkan Danışmanlığı'' görevi verdiğini, onun dışında bir görev üstlenmediğini belirtti.
''KURUMLAR ARASI MÜNASEBETLERİMİZİ İYİ BİR ZEMİNE OTURTMALIYIZ''
Başbakan Yardımcısı Arınç, ''TSK ile ilgili daha önceki açıklamalarınız MGK üyesi olarak bir sorun yaratır mı ya da bir diyalog eksikliğiniz var mı?'' sorusuna şu karşılığı verdi:
''Eksiklik varsa iki taraftan da vardır. Ben kendi açımdan meseleye bakarım. Bir eksiğim, yanlışım varsa düzeltirim. Bizim şahsi ilişkilerimiz hiçbir zaman tartışma konusu olmaz. Ben meseleye kurumsal olarak bakıyorum. Geçmişte söylediğim sözler, bir takım davranışlarım kişilere yönelik davranışlardır. Kişilere yönelmiş yanlış davranışları eleştiren konuşmalardır. Ben bunları yaptım ve bunları inkar etmedim. Sayın Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü açıklama yaptıktan sonra o sırada Adana'da bulunuyordum. Bunun gerçeğini ortaya koydum. Dedim ki 'Ben sayın sözcüden şunu söylemesini beklerdim, (Demokrasi karşıtı olan, darbeyle meşgul olmuş, bu konuda istekli olduğunu ifade etmiş insanlarla hiçbir organik bağımız yoktur. Bizim görevimiz yurt savunmasıdır, güvenliktir. Bunun dışında biz sivil iradenin gücüne inanıyoruz)' buna benzer sözler söylemesiydi. Sayın Gürak bunu söylemedi ama Sayın İlker Başbuğ son konuşmalarında demokrasiye olan bağlılığını ifade etti ve demokrasi karşıtlarının hiçbir şekilde silahlı kuvvetlerde himaye görmeyeceğini söyledi. Benim sözlerimin karşılığı budur.
Eğer kurumsal olarak biz ilişkilerimizi çok iyi götüreceksek, kurumlar arasındaki münasebetlerimizi de iyi bir zemine oturtmalıyız. Silahlı kuvvetler, ordu, bunların tümünü temsil eden asil ve şerefli kuruma hiçbir zaman karşıtlığım olmadı. Onu hedef alarak da hiçbir zaman eleştirmedim. Her kurumda yanlış yapanlar vardır. O kurumlarda yanlış yapanları eleştirerek, kurumların kendi disiplinlerini sağlamalarını ve demokrasiye bağlılık konusunda kendi görevlerini tam olarak yerine getirmeleri konusunda tedbirler almalarını istemişimdir.Bu yorumlar içerisinde bizi birbirimize karşıt gibi gösteriyorlar. Sanki kavga edecekmişiz, bilek güreşi yapacakmışız gibi hayali senaryolar ortaya koyuyorlar. Ben devleti tanıyan bir insanım. Askerlerimizle komutanlarımızla TSK ile ilk defa karşıya gelmiyorum.''
Dün Lübnan'a günübirlik gerçekleştirdiği ziyarette, Lübnan Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Hariri ailesi ve Lübnan'daki etnik ve dini gruplarının temsilcileriyle yaptığı görüşmelerin yanı sıra İsrail sınırına 15 kilometre uzaklıkta bulunan Türk istihkam bölüğünü ziyaret edecek gece yarısına kadar onlarla birlikte olduğunu anlatan Arınç, ''Böyle asil bir kuruma, Türk milletinin gözbebeği olan bir kuruma benim karşı olmam kesinlikle mümkün değil. Bunu ifade edenler çok çirkin bir şey söylemiş oluyorlar'' dedi.
Hükümete tavsiye kararında bulunan MGK toplantılarına katılacağını anımsatan Arınç, şöyle konuştu:
''Medeni ilişkiler içerisinde ve sadece görev sahamızla ilgili olarak Cumhurbaşkanının belirleyeceği gündem içerisinde düşüncelerimizi ifade etmek elbette çok doğaldır. Alınacak kararların oy çoğunluğuyla alındığını biliyoruz. Bunlar da aynı zamanda hükümete bildirilecek. Bunların uygulanıp uygulanmayacağına da hükümet karar verecek. Böyle bir organın içerisine Bülent Arınç'ın katılmış olmasını dillerine dolayanların doğrusu çok yanlış bir şey yaptıklarını düşünüyorum. Ben geçmişten bu yana siyaset yapan bir insanım. MGK'da da ne şekilde konuşulacağını, ne şekilde davranılacağını, görev sahamın ne olduğunu da çok iyi biliyorum.''
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, bölge insanını teröriste karşı bir güvenlik aracı olarak kullanmanın faydalı bir düşünce olduğunu, gelinen noktada bunun tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini bildirdi.
Mardin'deki saldırının ardından Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu'nun ''ortak bir akıl oluşturulması'' yönündeki açıklamaları anımsatılarak, ''Böyle bir çağrıya nasıl yaklaşıyorsunuz. Meclis'te bir genel oturum bu amaçla faydalı olur mu?'' sorusu üzerine Arınç, şunları söyledi:
''Çok acı bir olay, hepimizi derinden üzdü. Bir yırtıcı, vahşi hayvanın bile yapamayacağı büyük bir cinayet. Üzülüyorum sadece Türkiye ile de sınırlı kalmadı. Dün Lübnan'daydım. Daha 15 gün önce Türkiye'yi ziyaret eden Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman'ı da ziyaret ettim. Süleyman bana bu olayı sordu. Nasıl cevap vereceğimi, ne söylemem gerektiğini üzülerek düşündüm. Demek ki yurt dışında da bu olay büyük bir vahşet olarak, insanlık dışı bir olay olarak hatırlanıyor ve nedenlerinin araştırılması isteniyor. Doğrudan Türkiyemizi ilgilendirmekle birlikte tüm insanlığın gerçekten üzüldüğü, endişe duyduğu bir hadise olarak tarihe geçecek.''
İçişleri Bakanı Beşir Atalay başta olmak üzere diğer bakanlardan da bölgeye gidenler olduğunu ifade eden Arınç, özellikle mülki amirlerin konuya ilişkin söyleyeceklerinin olabileceğini anlattı.
''Sadece korucularla ilgili bir olayla karşı karşıya değiliz. Belki yanlış eğitimden, yanlış geleneklerden kaynaklanan, bugüne kadar töre adıyla bilinen, aslında iyi olması gerekirken çok ilkel düşüncelere saplanıp kaldığımız olaylardan da sayılmayabilir. Çok farklı yönleri mutlaka vardır. Sayın Diyanet İşleri Başkanımızın sözlerini ben önemsiyorum.
Bu konuda parlamentomuzda da tüm partilerin ittifak edebileceği bir araştırma komisyonu kurulabilir. Ancak Meclis Başkanlığı da yaptığım için şunu söyleyebilirim. Bir olayı tespit amacıyla araştırma komisyonu kurulabilir. Tam da bir laboratuvar malzemesi olacak bir olayla karşı karşıyayız. Ancak geçtiğimiz yıllarda buna benzer olaylar için kurulmuş komisyonlar var mıydı, onların raporları bulunabilir mi? Belki onlardan yararlanabiliriz. Belki bu olay ve çerçevede gelişen başka olayları da içine alabilecek bir araştırma komisyonu kurulabilir. Siyasi partiler bazen müşterek de verebiliyorlar. Bunlar görüşülüp kabul de edilebiliyorlar. Bence her yönüyle araştırılması gereken, pedagojik anlamda, çocuk terbiyesi ve eğitimiyle de ilgili olan, sosyal olaylarla ilgili olan, belki siyasi olayları da içerisinde kapsayabilecek her yönüyle bir laboratuvar malzemesiyle karşı karşıyayız. Araştırılmasında şahsen fayda görürüm.''
KORUCULUK SİSTEMİ
Başbakan Yardımcısı Arınç, ''Koruculuk sistemiyle ilgili çok yönlü bir araştırmanın zamanı gelmiş midir? Münferit bir olay mıdır?'' sorusunu yanıtlarken, muhalefette oldukları ve iktidara geldikleri dönemlerde koruculuk sistemiyle ilgili çalışmalar yapıldığını belirtti.
Arınç, ''geçici köy korucuları'' ismini alan sistemin, kapsamdakilerin sayısı artarak, sosyal imkanlar ve haklar verilerek devam ettiğine dikkati çekti. Bunun terörle mücadele konusunda devlete, hükümete yardımcı olabilecekleri, halk güvenliğinin sağlanmasında faydalı olabilecekleri düşünülerek getirilen bir sistem olduğunu belirten Arınç, ''geçici denirken, neredeyse kalıcıya dönüştüğünü'' söyledi. Arınç, ''Bunların süreç içerisinde tasfiye edilmesi düşünülmüştür'' dedi.
Bölgenin OHAL döneminden geçtiğini, bunun bitmesinin de büyük bir mutluluk kaynağı olduğunu ifade eden Arınç, ''Çünkü Türkiye'nin denetim altında olması, Türkiye hakkında Avrupa'nın veya dünyanın kuşkular duyması, insan hakları ihlalleri, işkence veya fena muamele konusunda Türkiye'nin örnek gösterilmesi bizi fevkalade üzüyordu'' diye konuştu.
Arınç, ''devlet içerisinde görev yaparken daha sonra kişisel amaçlarla başka eylemlerin içine katılan bir takım kuruluşlardan bahsedildiği gibi köy korucularının da ellerindeki silah gücünü başka amaçla kullanmaya başladıklarının veya böyle olayların içerisinde olduklarının söylenebileceğini'' belirtti. Emekli olmaları halinde yerlerine yenileri alınmayarak zaman içerisinde tasfiye edilmeleri konusunda devletin bir düşüncesinin bulunduğunu dile getiren Arınç, terörle mücadelenin sadece korucularla yapılmadığını, devletin tüm güvenlik kuvvetlerinin bu süreçte görev aldığını ifade etti. Arınç, ''Bölge insanını teröriste karşı bir güvenlik aracı olarak kullanmak faydalı düşünülmüştür, bugüne kadar. Geldiğimiz noktada bunu tekrar gözden geçirmeliyiz'' dedi.
KIZ ÇOCUKLARININ EĞİTİMİ
Mardin Valisi Hasan Duruer'in yöre halkının kız çocuklarını okula göndermediğini belirterek, kız ve erkek öğrencilerin ayrı eğitim görmeleri yönündeki önerisinin anımsatılması üzerine Arınç, bölgede okuma yazma oranının düşük olduğunu, özellikle kızların çok büyük eksiklikleri olduğunun bilindiğine işaret etti.
Kız çocuklarının okula gönderilmesi konusunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'ın öncülük ettikleri kampanyalar ile bazı medya gruplarının yürüttüğü çalışmaları hatırlatan Arınç, bu çalışmaların olumlu katkıları olduğunu, göreceli olarak o bölgede okula gidecek kız çocuğu sayısının arttığını vurguladı. Gelenekler, yaşam tarzı, feodal yapının kalıntılarının kız çocuklarının arka planda düşünülmesine neden olduğunu ifade eden Arınç, sözlerine şöyle devam etti:
''Çocukların ayrı okullarda okutulması belki özendirme amacıyla konuşulmuş olabilir. Anneler babalar çocuklarını erkeklerle bir arada okudukları takdirde yanlış etkilenirler diye yanlış bir düşünceye sahip olsalar bile bu gerekebilir. Sağlık açısından şunu bilmeliyiz ki Türkiye'mizde ergenlik yaşı çok küçük yaşlara düştü. Kızlarımızda ve erkeklerimizde ergenlik yaşı neredeyse 9'larda, 10'larda, 11'lerde görülmeye başlandı. Ergenlik yaşı çocukların farklı psikolojik hareketleri ve davranışlarının olduğu yaşlardır. Ebeveynlere çocuklarına çok daha fazla şefkatle yaklaşmak düşer. Eğer 9'lu, 11'li yaşlarda ergenlik yaşının başladığını düşünebiliyorsak, özellikle o bölgelerde yanlış anlamalara yol açabilecek bazı davranışların oluşumunu da dikkate almamız lazım. Ama salt şu söyleniyorsa 'Kızlarla erkekler aynı okullarda aynı sıralarda okumasın' katılmam şahsen. Pedagojik açıdan bunun değerlendirilmesinde fayda vardır. Önemli olan çocuklarımızın okumasıdır, tahsilini yapmasıdır. Bunun için pedagoglarımız bize en iyi yolu göstereceklerdir. Belki Sayın Vali'nin çabasını o açıdan düşünmemiz gerekiyor.''
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ''Ergenekon'' davasıyla ilgili, yargıya müdahale edilmemesi konusunda başta siyasetçilerin çok duyarlı davranmaları gerektiğini düşündüğünü belirterek, ''Bu işi yargıya bırakalım. Yargının bağımsız ve tarafsız görüşle bu konuda çok iyi bir karar vermesi, Türkiye'nin gerçekten hukuk devleti olduğunu gösterecek'' dedi.
Arınç, NTV'de canlı olarak yayımlanan programda, Ankara Temsilcisi Murat Akgün'ün sorularını yanıtladı.
Akgün'ün, Deniz Feneri e.V davasıyla ilgili sorusuna Arınç, Türkiye'deki Deniz Feneri Derneği'ni yakından tanıdığını ve yardım faaliyetlerine katıldığını ifade ederek, ''Ama yemin ederim Almanya'dakinden haberim yok'' dedi.
Arınç, iki ülke arasındaki ''adli yardımlaşma'' ilkesi çerçevesinde Deniz Feneri ile ilgili dosyanın Almanya'dan istendiğini ancak dosyanın Almanya'dan tercüme edilerek mi, edilmeden mi gönderildiğini bilmediğini söyledi.
Türkiye'de, Deniz Feneri davasıyla ilgili sürecin yeterince hızlı ilerleyip ilerlemediğinin sorulması üzerine Arınç, bazen bürokraside bir dosyanın bir odadan diğerine 7 günde gidebildiğine işaret ederek, bu konuda bir gecikme varsa bunun araştırmayla ortaya çıkabileceğini ifade etti.
Arınç, eski Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in, adli yargılamayı geciktirdiği yönündeki iddialara ilişkin, Şahin'in, ''yolsuzlukla mücadele ettiğini, yolsuzluğa düşman olduğunu söyleyen kim varsa onun kadar yolsuzlukla mücadele ettiğini ve yolsuzluğa düşman olduğunu'' bildiğini kaydetti.
Şahin'in, bu konuda kendi kardeşi bile olsa onu adaletin önüne çıkaracak bir şahsiyet olduğunu ifade eden Arınç, Şahin'in, bilerek ve kasti olarak adli yargılamayı geciktirdiğini düşünmediğini bildirdi. Arınç, ''Ama böyle bir gecikme söz konusuysa ve bir incelemeyle bu ortaya çıkacaksa onun sonuçlarını kabul edebilirim'' diye konuştu.
Arınç, RTÜK Başkanı Zahid Akman'ın Cumhuriyet Başsavcılığı'na ifade vermesi konusundaki soruya, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olmasıyla RTÜK'ün kendisine bağlandığını ancak Akman'ın Cumhuriyet Başsavcılığı'na mal bildirimi veya Deniz Feneri davasıyla ilgili mi ifade verdiğini henüz bilmediğini, bu konuda bilgi sahibi olmasının ardından bunu basınla paylaşacağını belirtti.
''DAVADA GECİKME OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM''
Bülent Arınç, bir başka soru üzerine de Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un, geçen haftaki konuşmasında ''suçu ispat edilinceye kadar herkesin suçsuz olduğuna'' dair evrensel hukuk ilkesini anımsatarak gösterdiği hassasiyeti herkesin göstermesi gerektiğini belirtti.
''Kesin olarak yargı kararıyla mahkum edilmedikçe o insanın yargı önünde suçsuz olduğunun, devam eden bir konu hakkında kimsenin yargıya talimat veremeyeceğinin, yargının baskı altına alınamayacağının'' Anayasa ve yasalarla teminat altına alındığını anımsatan Arınç, kendisi de dahil olmak üzere pek çok kişinin hem bu ilkeleri söyleyip hem de bunlara aykırı işler yaptığının örneklerinin ortaya konulmasının mümkün olduğunu kaydetti.
Arınç, ''Genelkurmay Başkanı da çok iyi niyetle bunu söylüyor mutlaka. Birileri bir şeyler yapıyor ki bu ilkeleri kendisi çiğniyor. Türkiye'de bir şeyler karıştı. Pek çok yargı organı ve onların mensupları, basın mensupları, siyasetçiler bu konuda davranışlarını gözden geçirmeliler. Sanık sıfatı taşıyan insanlara peşinen suçlu olarak bakmamak öncelikle insan olmanın gereği, hukukun bir gereği olduğu kadar'' dedi.
''Ergenekon'' soruşturmasına ''Ergenekon'' isminin verilmesine itiraz edilmesiyle ilgili de Arınç, soruşturmaya, ''örgüt kendine böyle bir isim verdiği için'' bu ismin verildiğini fakat kendisinin de soruşturmanın bu şekilde isimlendirilmesinden rahatsız olduğunu söyledi.
Arınç, ''Ergenekon''un Türk tarihiyle ilgili bir geçmişinin olduğuna işaret ederek, ''Ama bu ismi kullanan çıkar amaçlı suç örgütleri de olabilir, bireysel bir takım konular da olabilir. Ben, yargıya müdahale edilmemesi konusunda başta siyasetçilerin çok duyarlı davranmaları gerektiğini düşünüyorum. Bu işi yargıya bırakalım. Yargının bağımsız ve tarafsız görüşle bu konuda çok iyi bir karar vermesi Türkiye'nin gerçekten hukuk devleti olduğunu gösterecek'' diye konuştu.
Akgün'ün, yargının bu konuda hızlı işleyip işlemediğini sorması üzerine Arınç, ''Davada gecikme olduğunu düşünmüyorum'' karşılığını verdi.
''HEPSİ SEÇKİN İNSANLAR''
Arınç, bazı Anayasa Mahkemesi üyelerinin dinlendiğine ilişkin iddiaları da Arınç, ''üzücü'' olarak değerlendirdi.İddia bile olsa bu konuda değerlendirmeyi Anayasa Mahkemesi üyelerinin kendilerinin yapacağına işaret eden Arınç, ''Anayasa Mahkemesi üyelerinin hepsinin seçkin insanlar olduğunu, bu tür adi suçlarla ilgi kurulamayacaklarını, şimdiden masum olduklarını düşünüyorum. Kendi içlerinde bir inceleme başlatmışlarsa bu kurumun itibarını da kurtaracak bir hukuki çalışma olmalı, sonucunu kamuoyuyla paylaşmalılar'' dedi.Öte yandan Arınç, hiçbir yargı kararı olmaksızın, teknolojik imkanlarla dinleme yapanların açıkça suç işlediklerini vurguladı.Arınç, yasa dışı dinleme konusunda yasal yollarla mücadele yapılması gerektiğini ifade ederek, şöyle devam etti:
''İzinsiz yargı kararı olmaksızın birinin telefonunun dinlenmesinin ahlaksızlık olduğunu düşünüyorum, suç olmasının ötesinde... Herkesin bir özel hayatı var, kişilik hakları var. Buna saygı gösterilmesi lazım. Bir kimsenin telefonlarının dinlenmesini fevkalade çirkin bir iş olarak değerlendiriyorum. Bu işin bir zapturapt altına alınması çok ciddi bir hukuki süreçle takiple mümkün. Bunun da devletin kurumları tarafından yapılması düşünülüyor.''
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ
Anayasa değişikliği hazırlıklarıyla ilgili olarak da Arınç, değişikliğin şart olduğunu belirtti.
Arınç, ''Türkiye'nin demokratikleşme atağı içine girmesini, 1982 Anayasası'nın 60-70 maddesinin değiştirilmesi gerektiğini, daha sivil, daha insan odaklı bir anayasaya dönüşmesini olmazsa olmaz diye düşündüğünü'' bildirdi.
Anayasa değişikliğinin nitelikli oy çoğunluğu gerektirdiğine işaret eden Arınç, şunları kaydetti:
''Bunlar 330 ve 367 konusudur. AK Parti'nin tek başına yapacağı bir değişikliğin Meclis'ten geçmeme ihtimali var. Meclis'ten geçse bile anayasa gibi önemli bir belgenin mutabakatla değişmesinde fayda var. Baykal değil de diğer bazı CHP yöneticileri, AK Parti'yi suçlayarak, 'Sizlerle değişikliğe gitmeyi düşünmüyoruz' demişlerdi. Sayın Bahçeli'nin daha olumlu bir yaklaşımı olduğunu düşünüyorum. DTP açısından da değişiklikler olumlu bulunabilir.
Anayasa değişiklikleri bir tasarıyla değil, teklifle geleceği için yazılı hale getirildikten sonra birkaç arkadaşımız partileri ziyaret edecek. Bu konuda ne düşündüklerini yazılı olarak ifade edecekler. Onların mutabakatını arayacaklar. Birinci prensibimiz, AK Parti'nin hazırladığı bu teklifler uzlaşmaya, mutabakata, değişime açıktır. Bu konuda kesinkes ısrarımız olmayacak. Bizim fikrimiz bu, siz ne düşünüyorsunuz? Uzlaşma sağlanırsa hazırladığımız metinler değişebilecek, bunlar Meclis'e getirilebilecek. Bence önyargılı yaklaşmasınlar. Türkiye'nin önünü açabilecek... Sadece siyasi anlamda, partilerle ilgili değil, insan onuru, çocuk hakları ve diğer bütün konular giriyor.
Cumhurbaşkanlığı ve meclis süreleriyle ilgili, keşke referandumla yapılan anayasa değişikliğinin içinde geçici madde olarak mevcut statü korunabilseydi... Buna ihtiyaç duyulmadı ve vakit geçmişti. Benim şahsi anlayışıma göre milletvekilliği seçimleri yapıldı ve mazbatalarımızı aldık. Bize mazbata veren yüksek seçim kurulları bizi 5 yıllığına seçilmiş diye görüyor. Çünkü biz Temmuzda seçime girdik, anayasa Ekim ayında değişmiş oldu. Cumhurbaşkanı Ağustosta 7 yıllığına seçildi. Bu konuda anayasa hukukçuları ve idare hukukçularının dikkate almamız gereken düşünceleri var. Müktesep hak olmaması konusunda, anayasa yürürlüğe girdikten sonra buna bağlı olmamız konusunda. Bu konuda iki tarafın da düşüncelerinin dinlenmesi gerektiğini düşünüyorum.''
Yeni hükümet milli görüşe yakın mı?
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, partide ağabeylik pozisyonu olmadığını ve 3 bakanın kabineye milli görüş çizgisini vurduğu yorumunun yanlış olduğunu belirtti.
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-05-07 17:38:00
Haber Ara