Prof. Dr. İlhami Güler*
Bir ticaret merkezi olan Mekke?de nazil olan Kur?an, çağdaş kapitalistlerle hemen hemen aynı dünya görüşüne (Cahiliye=Duyumcul=Kahraman) sahip Mekke burjuvazisini sert bir üslup ile eleştirmiştir: ?Onlar: ?Bu dünyadaki hayatımızdan başka bir şey yoktur; yaşarız ve ölürüz; bizi zaman yok eder?(45/24). Bu metafiziğe dayanan Mekke oligarşisinin mal sevgisi, biriktirme ve çoğaltma tutkusu, sınırsız tüketim ve harcama arzusu, popülerlik istenci? şiddetle eleştirilmiştir. (89/16-20, 90/4-16, 100/8, 102/1, 104/2-3) Kur?an, insanın başıboş, serbest ( kendisi-için) olmadığını (75/36); tersine, onun mülkiyetinin, varlığının Tanrıya ait olduğu, öldükten sonra da ona döndürüleceğini bildirir (2/156). İnsanın?kendi-için?liği, onun ?kimsesizliği? veya ?tuğyanı?dır. Oysa, Tanrı(iman) ve öteki olarak insan-toplum (salih amel) onu kimsesizlikten ve yönsüzlükten özgürlüğünü koruyarak kurtarır. Kur?an?ın dünya görüşü şu tek cümlelik pasajda (sure) özetlenmiştir: ? Zamana yemin olsun ki, Allah?a iman edip ahlaki doğru davraışlarda bulunan ve bu hakikatı tavsiye ederk bu uğurda direniş gösterenlerin dışındaki herkes zarar ve ziyana uğramışlardır? ( 103/1-3)
İslam?ın (Kur?an?ın) iktisadi hayata bakışını kapitalizmden ayıran husus, her ikisinde de varolan özel mülkiyet ve serbest piyasa/ticaret, üretim ve tüketim olayı değil; bunların arkasında yatan insanın (hayatın) ve dünyanın anlamının ne olduğuna ilişkin metafizik çerçevedir. Sorokin?in tasnifinde İslam, ?Düşünsel? prototipin (nihaî hakikat: Tanrı) bir örneği iken; Schubart?ın tasnifinde aynı muhtevaya denk düşen ?Mesihçi? kültür/ruhun (diğerleri: Uyumlu, Zahid ve Kahraman) bir örneğidir. Schubart, muhtevayı Hıristiyanlıktan örneklendirir. Fakat İslam ile aynı Mono-Teistik üst paradigmayı paylaşırlar: ?Mesihçi kültür-zihniyeti ve insanı kendilerini tasarısını anlatılamayacak bir biçimde içlerinde taşıdıkları üstün Tanrısal düzeni yeryüzünde gerçekleştirme görevine çağrılmış hissederler. Mesihçi insan, kendi içinde hissettiği uyumu çevresinde de yeniden kurmak ister. Dünyayı olduğu gibi kabul etmez. ?Kahramanlık? insanı gibi o da bu dünyayı değiştirmek ister; ama kendi benlik iradesi ya da benlik doyumu için değil; ona Tanrı tarafından verilen ödevi yerine getirmek için değiştirmek ister. ?Uyumlu (Budizm)? insan gibi o da dünyayı sever; fakat olduğu gibi değil; olması gerektiği gibi dünyayı sever. Uyumlu insanın amacına ulaşılmıştır. Mesihçi insanın amacı ise çok uzakta ve gelecektedir. Ancak, ?Zahit (Hinduizm, mistik akımlar)? insanın tersine o bu amaca ulaşabileceğine kesinlikle inanmaktadır.?[1] İslam?ın temel davasının da içine rahatça oturabileceği ?Düşünsel/Mesihçi? üst-sistem, kültür, ruh, prototip ve paradigmanın bu genel çerçevesini çizdikten sonra Kur?an?ın önerdiği iktisadi/ekonomik hayatın temel parametrelerini tasvir etmeye geçebiliriz.
?İktisad? Kavramının Etimolojisi
İktisad, Arapça?da ?kıst? mastarından türetilmiştir. Adil bölüştürme anlamına gelir. Mizan ve ölçü anlamına gelen kıstas ve taksit kavramları da aynı kökten türemiştir. Kur?an?da bu fiil değişik kullanımlarıyla 25 kez geçer. Genel mana, adil olma ve adaleti ayakta tutma anlamındadır. Ekonomik faaliyetlere genel isim olmasının anlamı, insanların veya devletin üretim dağıtım ve tüketim süreçlerinde bu ahlaki ilkeyi gözetmesi gereğidir. Müslüman halkların ortaçağlardaki (tarım toplumu) günlük kullanımında israf ve cimriliğin ortasında ?tutumlu? olma anlamına gelir. Örneğin bir Teoloji kitabı ismi olan ?El-iktisad fi?l-itikad?, itikada aşırılardan uzak orta (adil, doğru) yol anlamına gelir.
Mal ve Mülkiyet
Özel mülkiyet veya mal sahibi olma, meşru yollardan elde edildiği (üretim, emek,ticaret, veraset, hibe vs) takdirde hukuken serbesttir. Ancak ?mutlak? mülkiyet, yani sahip olunan malı sınırsızca ve istediği gibi harcama ve malın-mülkün kökenine sahip olduğu iddiası yanlıştır. Malın ve mülkün mutlak sahibi Allah?tır. ?Yerin ve göklerin (evrenin) mülkiyeti Allah?a aittir.? (24/32, 25/2) Allah, yeryüzündeki nimetleri insanlığa emanet, nimet, lütuf, rahmet ve inayet olarak vermiştir. Bunun karşılığı olarak ondan teşekkür (iman ve salih amel) beklemektedir (denenme). Malın ve mülkiyetin iki temel fonksiyonu vardır: bir, geçim (yeme-içme, barınma?) iki, yoksullara yardım. İsraf (sınırsız tüketim) ve başkalarının istifadesine sunmadan (istihdam, üretim, yardım) malı biriktirmek (ihtikâr/kenz) yasaktır. (6/141, 7/31, 104/1-3, 11/87) Zenginler, mülkiyetlerini bir toplumun içinde, o toplumun bir üyesi olarak kazandıkları için; ikincisi, fakirlik, birçok insanın kendi elinde olmayan durumunun ve toplumsal gerçekliğinin bir parçası olması hasebiyle, zenginlerin denenmesinin bir unsuru olarak, mallarının bir kısmını-fakirlerin onurlarını zedelemeyecek kurumsal bir prosedürle (2/262-264), fakirlere ahlaki olarak istihdam veya diğer yollarla aktarmak zorundadırlar (zekat, sadaka, infak). Bu, Kur?an?da yüzlerce defa tekrar edilir (örnek olarak bkz. 70/24, 51/19). Bu aktarım, kimi fakirlerin tembelliğinin, aylaklığının, ahmaklığının besleyicisi olamaz.
İhtiyaç kavramının (üretim ve tüketim) metafizik sınırı
Kapitalist ekonominin temel mottosunun sınırlı ekonomik kaynakları, sınırsız insan ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde üretme, dağıtma ve tüketme olduğu bilinir. Yine, ?sınırsız üretim ve sınırsız tüketim? mottosunun da kapitalizme ait olduğunu herkes bilir. Burada temel sorun, ?ihtiyaçların sınırsız? olduğu metafizik ön-kabulüdür.
Kur?an, fizyo-psikolojik olarak insanın zevke/hazza karşı düşkünlüğünü (aciliyetini) itiraf eder (17/18, 75/20, 76/27, 21/37). Bu hazzı temin eden mala/mülke olan tutkusunu da kabul eder (104/2-3, 89/19-20, 102/1 ?). Fakat, sınırsız, temelsiz arzu anlamında insanın ?heva?sının (haz arzusunun) peşine düşmesini ve onu ilahlaştırmasını, onu makul ve meşru gibi göstermesini onaylamaz (25/43, 23/71, 47/14 ?). Otuza yakın kez bu uyarı tekrarlanır. Erich Fromm ?Kendini Savunan İnsan? adlı eserinde çağdaş Duyumcul/Kahraman kültürün yarattığı insan tipinin (sosyal karakterin) akıl dışı yönelimlerinin ahlaki, psikolojik tahlillerini yapar.[2]
İslam, ?olan? insan ile ?olması gereken? insan arasında ahlaki bir ayrım yaparak bu olması gerekenin sınırlarını çizer. Mistik akımların (Tasavvuf ekollerinin), insanın içgüdülerine kök söktüren ve içgüdülerin mala-mülke karşı olan mesafesini uzaklaştıran (fakr, zühd) tutumlarının aksine; Kur?an, malı-mülkü olumlu (tayyibat-helal) olarak Allah?ın ?ziyneti? (7/32) olarak görür. Fakihler de İslam dinin insan için korumayı amaçladığı beş temel ?maslahat? veya ?makasıd?dan birinin de ?mal/mülk olduğunu tespit etmişlerdir. (Diğerleri; hayat, din, akıl ve nesil) ?Zaruriyat (zorunlular)? olarak isimlendirilen bu ?Hakk?ların dışında bunları korumayı amaçlayan ?Hâciyyat? diye ikinci bir yasak bölge (sedd?üz-zerai) ve bu hakları tahkim etmeye yönelik üçüncü bir halka (Tahsiniyat) vardır.[3]
İhtiyaçların ?mal/mülk? ile giderilmesi (geçim/yaşam) sürecinde sınırsız üretim ve sınırsız tüketim arzusu, israf, tamahkârlık ve açgözlülük olarak kınanmış, yasaklanmış; fakirlerin haset etmemesi ve hırsızlığa yeltenmemesi, zenginlerin de israf etmemesi anlamında ?kanaatkârlık? övülmüştür. ?Kanaat hiç bitmeyen bir hazinedir? sözü, peygambere atfedilerek Müslüman halkların dilinde pelensek edinilmiştir. Şükreden (malından fakirin hakkını veren) zengin (ağniya-i şakirin) ve sabreden fakir(fukara-i sabirin) övülen tiplerdir. İhtiyaçların belirlenmesiyle, bireyin veya toplumun sahip olduğu dünya görüşü, kültür ve değerler sistemi arasında sıkı bir bağ vardır. Stephan Marglin, ?İhtiyaçlar ancak bağlam içinde, kültürel bir bütünün parçası olarak anlam ifade eder? [4] der. ?İhtiyaçları anlamak için bu ihtiyaçların bağlı olduğu ?amaçları? anlamamız gereklidir. Amaçların ?normatif? değerlendirilmesi (farklılığı) toplumda bir uzlaşı bulamayabilir. Amaçlar konusunda bir uzlaşı yoksa ihtiyaçlar konusunda da bir uzlaşı yoktur.?[5]
Bu bağlamda insanın sınırsız arzularını, fantezilerini birer ?ihtiyaç? olarak kavramsallaştırıp bunların her birini karşılayacak sınırsız emtia üretimini(teknoloji ve endüstri) onaylayan Duyumcul ve Kahraman üst-sistemin ekonomik sistemi olan kapitalizm ile insanın temel ihtiyaçlarını kabul edip sınırsız arzuların Tanrı, Ahiret, Denenme ve Ahlak ile sınırlar koymaya çalışan İslam birbirinden farklıdır. Her şeye rağmen, ihtiyaç ve arzu kavramlarının kendi başlarına ve birbirleriyle ilişkisindeki açık rölativizme vurgu yapanlara: ?Allah?a karşı saygılı olanlara (takva) Allah bir tefrik etme gücü (Furkan) verir.? (8/29) diyeceğim. Hasbî (dürüst) ve muhasibî (öz-eleştirel) olunduğu müddetçe hadler, ölçüler ve sınırlar bulunabilir. Önemli olan, kültürel atmosfer ve iklimdir. Tıpkı iklim değişince bitki örtüsü ve ekosistemin ona göre çeşitlenip şekillenmesinde olduğu gibi.
Zenginlik, Fakirlik ve Denenme
Zenginlik ve fakirlik durumlarını yaratan, ilke olarak özel mülkiyetin kabul edilmesi ve insanların kabiliyetlerinin farklılığıdır. Yine doğal olarak, fakirlik istenmeyen, zenginlik herkesin arzuladığı, olmak istediği bir durumdur. Ancak, herhangi bir toplumda ve herhangi bir andaki fiilî zenginlik durumu insanların ahlaki pozisyonlarından bağımsız olarak, zenginlerin üretim, emek, miras vs. meşru yollardan zengin, fakirlerin de tembellik ve akıllarını kullanmamaları yüzünden fakir kaldıkları anlamına gelmez. Toplumların fiilî ekonomik sınıfsal durumları her zaman sömürü, gasb, tefecilik (riba), hırsızlık, hile?vb birliktedir ve Kur?an bu yollarla zengin olmayı kesinlikle yasaklar: ?Yetimlerin mallarını haksızlıkla (zulmen) yiyenler, karınlarını ateşle doldurmuşlardır.? (4/10) ?Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin? (4/29, 2/188)
Tasavvufun iddiasının aksine, Kur?an fakirliği tasvip etmez ve fakat kınamadığı da ortadadır. Zengin olma isteği, masum ve meşrudur. Ancak, meşru yollardan ve fakirlerle paylaşmak kaydıyla. Kur?an, Karun?u zenginliğinden dolayı eleştirmez. İki gerekçeyle eleştir: 1- Mal ve mülkün mutlak kaynağını, yani Allah?ın lütfu olduğunu unutarak ?mutlak mülkiyet? iddiasında bulunması (?ala ?ilmin ?indî). 2- Paylaşmayı reddetmesi (28/76-82). Zenginliğin koşullu onaylandığına ve üstünlüğüne ilişkin Kur?an şöyle bir misal verir: ?Bir tarafta kendi adına hiçbir şey yapma imkânı bulunmayan, sırf efendisine hizmet etmeye memur aciz bir kişi, [örneğin, memur İ:G]; diğer tarafta ise, kendisine geniş maddi imkânlar lütfettiğimiz ve o da malından mülkünden gizli veya açık yardım yapan [örneğin,tüccar İ:G] bir kişi. Bunlar birbirine eşit olur mu?? (16/74) ikinci kişinin üstünlüğünü sağlayan unsurlar şunlardır: bir, malın/mülkün gerçek kaynağını bilmesi; iki, meşru yollardan bu malı kazanması; üç, paylaşması. Birincinin az değerli oluşunun kaynağı, eşit koşullarda(fırsant eşitliği) kabiliyetlerini kullanmamış oluşudur.Bu, onu ahlaki eylemde(yardım,paylaşma) bulunma imkanından yoksun bırakmıştır. Halk arasında kullanılan ?Veren el alan elden üstündür? sözü bu gerçeği dile getirir. Bu iki insan özde eşittir, fakat ikincisi, kabiliyetlerini yaratıcı olarak kullanması ve ahlaki kapasitesi dolayısıyla üstündür. Paylaşmanın ahlaki gerekçesi, hazzı paylaşma ve acıyı azaltmadır. Bu, dünyada ruh neşesi diyebileceğimiz, haz gibi kopuk olmayan gerçek mutluluğu/süruru-huzuru doğurur; ahrette ise ?cennet? denen mutluluğu. ?Fakirlik küfre en yakın haldir? hadisi eğer doğruysa; Kur?an da şöyle der: ?İnsan, kendini yeterli istiğna görünce azar? (96/6-7). ?Eğer insanların evlerinin tavanlarını, merdivenlerini, kapılarını, koltuklarını gümüşle veya altınla donatsaydık, tek bir ümmet (kafir) olurlardı.? (43/33-34) Oysa insan, her iki durumda da(yoksulluk ve zenginlik) denenmektedir(2/155, 7/167, 21/35, 89/16, 16/71).Tavsiye edilen iktisadi(adil,orta) yol, ne eli sıkı/cimri olma, ne de savurganlık ve israftır(17/29). Denenmede Tanrı insanın elinin dolu olup olmadığına bakmaz; temiz olup olmadığına bakar.
Sonuç: İktsat İtikaddır
İktisat, itikattır; İtikad da siyasettir. İslam da ?Diyanet? ten daha fazla ve büyük bir şey olarak hayatın tümünde ?Gidişat?tır, siyasettir. Siyaset ise,insan kaldığımız sürece, dost ve düşman ayırımını yapabilmektir.Müslüman kaldığımız sürece de, bu ayırımı çıkar(ekonomi), ırk( milliyetçilik), ve din (teokrasi) temelli olarak değil; adalet ve zulum(ahlak) temelli(derin dindarlık:takva) olarak yapabilmektir. Gerçek ?a-politiklik? ise, bunları bilmemek veya birbirine karıştırmaktır. İnandığınız gibi yaşamıyorsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız. İslam, yokuş aşağı yuvarlanmak değil, rampa/yokuş(akabe) çıkmaktır.(90/11). Eğer yorulmuş iseniz, ?Biraz da biz ölelim? demeye başlarsınız. Her şeyi kitabına uydurmaya başlarsınız (Hile-i Şer?iyye). İmar hırsızlıklarını ?ticaret? sayarsınız, akraba ve yandaşlarını kayırmayı ?davayı güçlendirme? olarak, veya ?Batıl makisun aleyh olamaz? Fıkıh usulü ilkesine rağmen, ?onlar da yapıyor? diyerek meşru görürsünüz. ?Bal tutan parmağını yalar? demeye başlarsınız. Kur?an, Mekkeli dünyevileşmiş müşriklere (sekülerlere): ?Hayır! Siz bu geçici/acil olan (hazzı/zevki) seviyorsunuz; ve Ahireti (Tanrıya ve ötekine karşı sorumluluğu) düşünmüyorsunuz, bırakıyorsunuz, ihmal ediyorsunuz.? (75/22) demişti. Bugünkü egemen Duyumcul/Kahraman kültürün ekonomik-politik tezahürü olan Liberal-Kapitalist Pazar Tektanrıcılığı da insanlara Cenneti burada yaşamalarını vaad ediyor. Ancak bu vaad, insanlığın diğer yarısına cehennem azabı yaşatmadan ve dünyanın dengesini bozmadan gerçekleşemiyor. Nihayet, dünyanın çivisi de çıktı. (küresel ısınma/iklim değişikliği).
Vaktiyle İslam?ın erken dönemlerinde Hz. Ali, İslam?ın adalet ve hakkaniyet davasında ısrar etmesine rağmen, Muaviye, halkı ?Güzel yiyelim ve Güzel içelim? vaadiyle,[6] bugünün deyimi ile bir reel politik yaratarak kendi yanına çekmişti. Bugün de ABD ve AB, Müslüman dünyanın halkını, siyasi elitlerini ?hatta bir zamanların ?İslamcı? entelektüellerini- ?kârı maksimize etmek?(güzel yemek-güzel içmek) için kolayca ayartabiliyor. Şiddetinin zuhurundan özünü gizleyen bu insanın ?Hevasını ilahlaştırılmasını?(25/43) önce görmek, daha sonra da ona direnmek ve altarnatifini ortaya koymaya calışmak zorundayız. Marifet (Müslümanlık), bu Feleğin(Liberal Kapitalizm) arabasının çarkının dönmesine el vermek, destek olmak değildir; çomak sokmaktır. Ama siz arabaya güle oynaya binmişseniz, nasıl çomak sokarsınız? Ve arabanın sürücüsüne durun bakalım ?Nereye gidiyorsuuz?? (81/26)sorusunu soramıyorsanız, ?Tanrı size ne diye değer versin??(25/77)
Yazının Birinci Bölümü için tıklayın:
İktisad İtikaddır:Çağdaş Ekonominin Metafizik Kritiğine Giriş
*Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi · Temel İslam Bilimleri Bölümü Kelam Ana Bilim Dalı [email protected]
NOT: Bu yazı, ?Demokrasi Platformu? Dergisinin 14. Sayısında yayınlanacaktır.
[1] Sorokin, Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri, s. 117
[2] Fromm, Kendini Savunan İnsan, s.69 vd.
[3] Ebu Zehra, Muhammed; İslam Hukuku Metodolojisi, çev. Doç. Dr. Abdulkadir Şener, Ankara, 1979, s. 314
[4] Frabes, Ian; İhtiyaç Kavramı (Hegel ve Marks) çev. B. S. Aydaş, Ankara 1998, s. 26
[5] Frabes, a.g.e. s. 27
[6] Cabirî, M. Abid; el-Aklu?s-Siyasiyyi?l-Arabî, Beyrut, 1990, s. 249