İsmail Zelvi/ TİMETURK
Dünya ekonomisine 4 trilyon 100 milyar dolar kaybettiren küresel krizin, ahlaki değerleri yerle bir eden modernizmin insanlar ve kurumlar arasında meydana getirdiği güven bunalımından kaynaklandığı belirtildi. İnsanlığın iş ve sosyal yaşamında ahlaki değerleri ön plana çıkartarak krizden gerçek manada kurtulabileceği açıklandı.
İslami İlimler Araştırma Vakfı (İSAV), çağımızın ahlak bunalımı ve çözüm arayışları isimli uluslar arası sempozyumla, ahlaki değerlerin yeniden yorumlanmamasının doğurduğu insanlığı kasıp kavuran ekonomik, siyasi ve sosyal bunalımlara çareler arıyor. Fert, aile ve toplum hayatında yaşanan problemlerden küresel ısınma ve çevre sorunlarına, açlık ve yoksulluktan eğitimsizlik ve cehalete, temel hak ve hürriyetlerin ihlalinden terörizm ve savaşlara varıncaya kadar bireysel, toplumsal ve uluslar arası ölçekte karşı karşıya kalınan pek çok sorun, aslında, çağımız insanının yaşamakta olduğu ?ahlak bunalımı?nın çeşitli alanlarda ortaya çıkan yansımaları olarak değerlendiren İSAV; Türkiye, Malezya, İngiltere ve Almanya?dan 40 bilim adamını 24-26 Nisan 2009 tarihlerinde Eresin-Topkapı Hotel?de bir araya getiriyor.
KRİZİN SEBEBİ GÜVEN BUNALIMI
13 tebliğin tartışılarak değerlendirileceği toplantılarda ilginç konu başlıklarına yer veriliyor. Hızır Murat Köse?nin ?Siyasi Liberalizm ve Ahlak: Güven Bunalımı? isimli tebliği ekonomik krizin sebeplerini gözler önüne seriyor. Köse tebliğinde,?Batı siyasi düşünce tarihi, bir anlamda zıt kutupların diyalektik ilişkisini yansıtmaktadır. Kilisenin hayatın tüm alanlarını kuşatmaya çalışan total yaklaşımına tepki olarak, siyasi ve sosyal yaşamı mümkün kılacak zemini imkansız hale getirecek derecede çok dar, birey eksenli bir tavır ortaya çıkmıştır. Günümüzde total yaklaşımlara gitmeden, liberalizmin dar formel yaklaşımını daha da genişletecek ortak zemin arayışları kendisini göstermektedir. Fakat kilisenin engizisyonu, aydınlanmanın giyotini, totaliter rejimlerin soykırım tecrübeleri karşısında ortaya çıkan güvensizlik ortamında bireyin, haklı hak talepleriyle siyaseti sınırlama girişimlerinin yukarıda zikredilen yaşanmış menfi örneklerde görüleceği üzere başarılı olduğunu söylemek hiç kolay olmayacaktır. Ayrıca liberal bireyciliğin devlet ile birey arasında denge vazifesi gören ara sosyal kurumları yok ederek totaliter rejimlerin ortaya çıkmasına ve bireyin devlet karşısında yalnız kalmasına neden olduğu iddia olunmaktadır? dedi.
Güven?in uzlaşı temelli makul bir siyasi yaşamı mümkün kılan en önemli unsurlardan birisi olduğunu belirten Köse tebliğini şöyle sürdürdü, ?Siyasi yaşamda güven şahsi özgüven yanında kişiler arası karşılıklı ilişkilere dayanır. Güven sayesinde insanlar arasındaki ilişkiler düşmanlıktan daha çok karşılıklı anlayış içerisinde cereyan eder. Modern dönemde kanunlarla mesele bireylerin vicdanına terkedilmeden kontrol edilmeye çalışılmaktadır. Bencil, kendi çıkarı peşinde koşan bireyleri ortak zeminde buluşturan formel kurallar herkes tarafından benimsenip uyulduğu takdirde işlev görebilmekteydi. Kişilerin kurallara uymayı terk edip işleri kitabına uydurması durumlarında güven üzerine inşa edilmiş bu sistemin işlemesi ancak zecri tedbirlerin bir dereceye kadar etkili müdahalesiyle bir süre götürebilir. Fakat güven olmadan sistemin ilanihaye devamı çok zordur. Yaşanan küresel krizin finansal boyutu meselenin sadece görünen kısmıdır. Her şeyden önce sorunun nedenleri güncelin yüzeyselliğinden kaçınarak derinlemesine incelenmelidir. Sorun daha derinlerde yatan güven unsuruyla alakalı gözükmektedir. Asırlar süren bir tecrübe sonunda inşa edilmiş güven unsurunun sarsıldıktan sonra yeniden tesisi çok zordur. Son ekonomik krizin de ortaya koyduğu üzere liberalizm bencil, sadece kendi çıkarlarını düşünen, başkalarına ve topluma karşı sorumluluk bilinci zayıf bireyler ortaya çıkarmaktadır. Ancak siyaseti mümkün kılan diğer temel unsur kişinin talep ettiği haklar yanında yükümlülük ve sorumluluk sahibi olmasıdır. Liberalizmin toplumdan bağımsız olarak tanımladığı atomize olmuş birey anlayışından topluma karşı sorumluluk sahibi kişilerin ortaya çıkması hiç de kolay görünmemektedir. Ahlakın ve siyasetin üzerinde anlaşılmış ortak değerler ve kurallar zemini olmadan var olması oldukça zordur. Yukarıda çizmeye çalıştığımız tarihi süreç içerisinde toplum, devlet ve birey arasında ortaya çıkan güvensizlikler aşılmadan böyle bir zemininin gerçekleştirilmesi çok zor görünmektedir. İnsanlığın bugün karşılaştığı sosyal, siyasi, ekonomik ve çevresel sorunları Batı?nın meselesi olmaktan çıkıp küresel ölçekte tüm dünyanın sorunu haline gelmiş bulunmaktadır. Sorunun neden kaynaklandığının ve nasıl bir süreç sonunda ortaya çıktığının tespiti önemli olmakla birlikte esas mesele bu sorunların nasıl aşılabileceğidir. Tarihi olarak böyle bir süreç yaşamamış farklı tecrübelerin, dünyanın şu anda karşılaştığı bu sorunlara sadece batıyı eleştirme ötesinde verebileceği cevaplar olmalıdır? şeklinde tesbitlerini dile getirdi.
KRİZİ MODERNİTE DOĞURDU
Prof. Dr. İlhan Kutluer sunacağı tebliğinde, ?Modern Batı kültüründe kitlelerin de hayata anlam katacak değerlerden hızla uzaklaştırılmakta, adı konmamış bir Nihilizm ve Hazcılık girdabında savruldukları ve üstelik bu hayat tarzını özgürlük sandıkları müşahede edilmektedir. Bu durumda ahlakî söylemin insanın varoluşsal anlamı üzerinde yükselmesi, insana en derin talebi olan varoluşsal güvenlik alanı açan ve onu özgürleştiren manevî boyutlara vurgu yapması, kısacası insan olma sanatı olarak yeniden geliştirilmesi gerekmektedir? görüşlerini anlattı.
MODERNİZM SKANDALLARDAN BESLENİYOR
Tebliğinde ahlak bunalımının nedenlerini irdeleyen Celal Türer ise, günümüz insanının çifte ahlak bunalımı yaşadığını belirterek, ?Modernliğin meydan okuyucu özelliğinin, bütün insanlığın hikâyesini yeniden yazması olduğu söylenebilir. Zira o, insanlığın medeniyet birikimini bir anda unutturmuş ve tüm hikâyeyi yeniden yazmıştır. Bugün artık her şeyi modern içinden, modern ile anlıyoruz ve anlamlandırıyoruz. Her toplum, geç kaldığı modernleşme vagonuna bir biçimde atlayabilmenin, kendine özgü modernleşmenin yollarını aramaya başlamış ve yönünü modernleşme tarafına çevirmiştir. Modernleşmenin diğer yüzü, skandallar ve sıkıntılarla doludur. Geçmişe ait tüm anlamları ve hafızayı unutma ya da yok etme kaygısıyla çıkılan bu yolculuğun insanlığı 'bunalımlar'ın, 'tıkanmalar'ın, 'savaşlar'ın, 'kaos'un, ?çelişkilerin? ve 'belirsizlikler'in tam ortasına bıraktığı görülmektedir. Açıktır ki, insanlık sadece bir kültürün yaşadığı bunalımın, bütün kültürlerin yaşadığı bir bunalıma dönüşmesine ilk kez tanık olmaktadır. Modernlik, insanı, Tanrı'yı, tabiatı, diğer insanları, toplumları, medeniyetleri kontrol ve sömürme fikrine dönüşmekle kalmamış; aynı zamanda, modernliğin ürettiği bilim, teknoloji, kültür ve medya endüstrisi gibi bütün araçları da, kontrol ve kolonize edici aparatlara dönüştürmüştür. Kendisine ve kendi dışındaki tüm varlıklara ve dünyalara yabancılaşan insan, şizofrenik bir kimlikle her türlü değeri tahrip etmeye yönelmiştir. İnsan, tüm medeniyetlerin temelinde bulunan kendini bilmek hikmetinin yerine; doğaya, kâinata, kozmik dünyaya, Tanrı?ya ve kaçınılmaz olarak diğer toplumlara, kültürlere ve medeniyetlere hâkim olmaya yönelmiştir. Modernliğin ortaya çıkardığı anlam ve değer krizi, buna eklemlenen özgürlük kaybı, insan hayatında ?büyük boşluk?lar üretmiştir. Yaşanan ahlak şizofrenisi, bütünlükten yoksun kişilikler ve parçalanmış şahsiyetler ortaya çıkartmaktadır. Modernliğin ürettiği ciddi kimlik bunalımı, benliğini içsel olarak bütünleyemeyen; kendini sürekli olarak kendi dışında tanımlanmış bir sahte benlik ile algılamaya çalışan benliklerin sorunu haline gelmiştir. Günümüz insanı bu labirent içinde ve birkaç ortak değerin bile söz konusu olmadığı bir ethos düzeninde yaşamaktadır. Taylor?a göre otoritenin çöküşü ve ahlaki boşluğa yol açan modernliğin üç temel sıkıntısı vardır; Bunlardan ilki, insanlara ulvi amaçlarını kaybettiren, insanı kozmik düzenden koparan bireyciliktir. İkincisi, çevredeki tüm varlıkları birer ham madde ya da araca dönüştüren, çevrenin kutsal yapısını bozan, her şeyi verimlilik ve fayda/maliyet çözümlemesine tabi tutan, her şeyin ölçütü olan araçsal akıldır. Böylece teknolojinin özgürleştirici vaadi boş bir konfora dönüşmüştür. Üçüncüsü ise, bu iki kaynağın siyasal yaşamdaki korkutucu sonuçlarıdır. Bir siyasal projenin yokluğu siyasal katılımın ve dolayısıyla özgürlüğün azalmasına sebep olmuştur. Sonuç ise, anlam yitimi, ahlaki ufkun kararması ve daralması, araçsal akıl karşısında hedeflerin gölgede kalması ve özgürlük yitimidir.? görüşlerine yer verdi.