Raşid Gannuşi*
İslami hareketler her ne kadar İslami kaynakları; Kitap, sünnet ve İcma?yı referans olarak benimsemiş olsalar da her birinin ortaya çıkmasına zemin oluşturan koşullar bir birinden çok farklıdır.
Örneğin yabancı devlet tarafından işgal edilmiş ülkelerdeki İslami hareketler için bağımsızlık her şeyden daha çok öncelikli bir meseledir. Öte yandan Müslüman kimlik üzerinde ciddi dezenformasyon meydana getiren kültür emperyalizminin etkisi altında kalmış ülkelerdeki İslami hareketlerin daha çok bu ülkelerde Müslüman kimliğin inşası, korunması ve kültür emperyalizminin kendisine hedef kitle olarak seçtiği Müslüman toplumlulukların kendi inanç, kültür ve değerleri çerçevesinde eğitilmelerini öncelikli olarak gündemlerine almaları gayet doğaldır.
Örneğin 20. yüzyılın ikinci yarısında, atmışların sonlarında Tunus?ta benzer bir durum yaşanmıştır. Tunus?ta İslami hareket siyasete bulaşmadan kültür ve düşünce hareketi olarak etkinliklerini sürdürebilirdi. Peki, bu neden mümkün olmadı?
1. Tunus?un bağımsızlığını kazanması ve Tunus Devletinin (1956) kurulmasından kısa bir zaman sonra devlet başkanı Habib Burgiba reform projelerini uygulamaya koydu. Burgiba ?Uygar devletlerin seviyesine çıkmak? şeklinde idealize ettiği yüksek stratejinin önünde engel teşkil ettiği düşüncesinden hareketle İslam?ın inanç sistemi, değer yargıları ve düşünce yapısı olarak komple yok etmek için devlet imkânlarını en acımasız bir şekilde kullandı.
Birinci bağımsızlık kararları bazı şeylerin habercisi gibiydi: Mesela Tunus?un en gözde simalarını yetiştirmiş olan ve Afrika?da İslam medeniyetinin en büyük kalesi durumundaki Zeytuniye müesseselerinin kapatılması bunlardan birisidir. O sırada zeytuniye bünyesindeki eğitim kurumlarında çeşitli düzeylerde tam 27 bin öğrenci eğitim görüyordu. Temel İslam bilimleri ve Arap dili eğitiminin yanında modern ilimleri de içine alan müfredatıyla zeytuniye Afrika kıtasının kalkınması için bir umut kaynağıydı. Zeytuniye müesseselerinin kapatılmasıyla ilgili olarak verilen karar İslam dinini, Arap dilini ve genel anlamda toplumun ahlaki yapısını hedef alan ve bunlara bağlı olarak bölge insanının Müslüman kimliğini sarsıcı bir deprem niteliğindeydi.
Ardından İslam mahkemelerinin kaldırılması ve ülkede ekilebilir arazilerin yaklaşık üçte birine sahip olan vakıflara ve mallarına el konulmasıyla ilgili karar Müslüman bünye üzerine indirilmiş en yıkıcı darbelerdendir. Bu kararlar, eğitim vb. alanlarda devasa boyutta toplum hizmeti veren kurumlar üzerinde yıkıcı etki meydana getirdi. Dini duygular da bu saldırılardan nasibini aldı. Örneğin bizzat devlet başkanının resmi çağrısıyla mübarek ramazan ayının saygınlığı hiçe sayılıyordu. Habib Burgiba (1961) ramazan ayının ilk gününde bütün toplumun gözleri önünde bir kadeh meyve suyunu içiyor ve bunu gericiliğe karşı mücadele adına yaptığını açıkça söylüyordu.
Temel inanç konuları; Allah?ın varlığı, peygamberlik, cennet ve cehennem, peygamberlerin mucizeleri hatta kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim dahi devlet başkanının konuşmalarında saldırı konusu oluyordu. Burgiba?nın İslam?ın en temel konularını hedef alan bu saldırgan reformları İslam dünyasında tanınmış âlimlerin tövbe etme çağrısı yapmalarına kadar vardı. Tunus Devleti, kadınları özgürleştirme adı altında; doğum kontrol programları, -karşılıklı isteğe bağlı olarak- zinanın serbest bırakılması, başörtüsünün yasaklanması vb. bir takım politikaları hayata geçirdi. Kırk yıldan fazla bir zamandır uygulanan bu politikalar neticesinde nice nesiller yok edildi. Toplum yaşlanmaya terk edildi. Aile yuvası yok olmanın eşiğine geldi. Böylece toplumun bünyesi her türlü saldırıya açık hale getirildi. İslam dünyasında ve üçüncü dünyada nüfus artışından en çok yakınan Tunus devleti yeni yeni eğitim kurumları açmak şöyle dursun yüzlercesinin kapısına kilit vurmak durumunda kaldı.
Uygulanan bu reform politikaları sayesinde 2009 senesinde lise mezunlarının sayısı 17 bini geçememiştir. Bu, bir önceki eğitim öğretim yılında mezun olan öğrenci sayısından çok daha azdır. Yine geçen yılın rakamlarına göre bu yıl evlilik oranlarında ciddi düşüş yaşanırken boşanma oranlarında yüksek artış gözlenmektedir. Bütün bunlar aşırı laik rejimin faşist ve jakoben politikalarının neticeleridir. Bu jakoben politikalar devletin gücü kullanılarak ? bağımsızlık? ve aldatıcı bir ?reform? şemsiyesi altında uygulamaya konulmuştur.
2. Tunus?ta İslami hareket İslam?ın temel dünya görüşü ekseninde bir yenilenme hareketi olarak yetmişli yılların başlarında ortaya çıktı. Bu hareket Tunus halkının kültürel ve siyasi olarak batılı toplumlara eklemlenme çabaları karşısında Arap ve Müslüman kimliği ile var olması ve kendi kültürel kodlarıyla varlığını sürdürebilmesi gibi çok önemli tarihi bir misyonu üstlenmek üzere ortaya çıkmış bir harekettir.
Kültür emperyalizminin neden olduğu tehlikenin erken sezilmiş olması Müslüman kimliğine sahip çıkma doğrultusunda güçlü bir talebi ortaya çıkartmıştı. Toplumun kendi kültürel kimliğine tutkulu bir şekilde bağlı olmasının ortaya çıkarttığı güçlü refleks (Allah?ın lütfüyle) yeniden bir İslami uyanışın ivme kazanmasına yol açtı. Bu uyanış yönetim erki, üniversite ve eğitim enstitüleri düzeyinde modern dünya ile iletişim köprülerinin kurulmasına imkân verirken diğer açıdan da dünya görüşlerini biçimlendirme ve kimliklerini oluşturma noktasında Müminleri yalnız ve yalnız Allah?a kulluğa çağıran İslami paradigmaya bağlı kalarak siyasi, kültürel ve toplumun diğer bütün etkili katmanlarında var olma olanağı sunuyordu.
3. Hukukun üstün olduğu demokratik bir sistemin gölgesinde yaşayan bir vatandaşın kendi dünya görüşüyle örtüşen siyasi yada sivil her hangi bir yapı içine girmesi ve faaliyetlerine katılması mümkün olabilir. Demokratik ülkelerde vatandaşlar siyasi otoriteyle çatışma yaşamadan faaliyetlerini özgürce yapabilmektedir. Ancak merkeziyetçi ve monarşi ile yönetilen rejimlerde siyaset bireyin kişisel yaşamına kadar onu kuşatmakta ve hayatına müdahale etmektedir. Bu tür ülkelerde uyumlu ve merkezi yönetime hiçbir itirazı olmayan vatandaşlar en ideal vatandaş tipleridir.
Bu tür ülkelerde her cadde ve sokakta iktidardaki kral ve ya devlet başkanını simgeleyen posterler veya devasa heykeller mevcuttur. İnsanların muhayyilesinde kendilerini Allah yerine koyarak kendi tercihlerini insanlara dayatan bu jakobenler insanların zihinlerine bir kâbus gibi çökmektedir. Bu ülkelerdeki baskıların ulaştığı boyutları gözler önüne sermesi adına çarpıcı birkaç örnek vermek istiyorum. Bunlardan birisi: Sabah namazından sonra futbol antrenmanı yapan bir gurup gencin lisansları olmadığı iddiasıyla tutuklanmalarıdır. Trajedik bir başka olay ise şudur: Bir düğün merasiminde dini musiki ve ilahi seslendiren insanlar polis tarafından fundamentalist/aşırı dinci ilahiler çaldıkları iddiasıyla tutuklanmışlar ve düğünleri mateme dönmüştür.
4. Böylesine jakoben iktidarların bulunduğu ülkelerde siyasete mesafeli duran hareketler dahi (Tebliğ Cemaati gibi) İslami mücadelenin kendi özgünlüğü içinde tabii gelişim süreçlerini yaşamaları beklenemez. Tunus devleti kendi mülkü gibi gördüğü camilere iktidar partisine üye olan ve çoğunlukla da emekli polislerden oluşan imamları atamakta ve rejime kayıtsız şartsız bağlı olan bu ?âlimler? aracılığıyla toplumun kontrolünü sağlamaktadır. Aynı durum okullar ve üniversiteler içinde geçerlidir. Her türlü açılımın ve değişimin önünü tıkayan bu oligarşik yönetimler insanına hiçbir seçenek bırakmamaktadır. Bu gibi ülkelerde siyaset yapmanın risklerini göğüsleyerek hukuki değişimin önünü açmak, jakobenleri alaşağı ederek onların kanunlara ve insanların iradesine boyun eğmelerini sağlamak adına bu yönetimlerle hesaplaşmaktan başka hiçbir çıkış yolu kalmamaktadır.
Sadece kültürel nitelikli yapılanma olmalarına rağmen İslami hareket popülaritesini artırınca bu oligarşik yönetimler hareketin aktivistlerini/davetçilerini caydırmak için önlemler almaya yönelmektedirler. Sistem manipüle edemediği karşıtlarını yok etmek için en acımasız politikaları uygulamaktan çekinmemektedir.
Demokratik sistemlerde muhalefetin iktidara gelmeyi hedeflemesi hatta iktidarı ele geçirmesi gayet doğal bir şeyken oligarşinin hüküm sürdüğü ülkelerde böyle bir şey mümkün değildir. Bu ülkelerde işgalci bir devletin yapabileceğinden daha kötü koşullar hâkimdir. Bundan dolayı bu ülkelerde medeni bir toplumda olması gereken asgari şartlardan söz etmek dahi bir ütopya olarak karşılanmaktadır.
5. Örneğin Tunus?taki oligarşik yönetim el-Mestiri gibi gerek iktidar partisinin kendi içinde gerekse parti dışında baş gösteren ister solcu ister İslamcı, ister komünist ister liberalist olsun bütün muhalif eğilimleri elimine etmek için elinden gelen zorbalıkları yapmıştır. Böyle bir yönetimden her hangi bir kültürel, siyasi alanda çalışan insanın önünü açması, özgürlük alanını genişletmesi beklenemez. Ona göre kendi kontrolünün dışında gelişen her şey onun varlığını tehdit etmektedir. Bundan dolayı Tunus devletinin yakın tarihinde siyasi gurupların iktidarı el değiştirmelerine asla tanık olunmamıştır. Tunus?un yakın tarihinde daha çok tanık olduğumuz şey baskılar, işkenceler, hapishaneler ve sürgünlerdir.
Tunus?ta hapishaneler hiç boş kalmamıştır. Solcuların boşalttıkları yerleri iktidar partisinin içindeki muhalif delegeler, onların boşalttıkları yerleri de solcular tekrar doldurmuştur. 1981?den beri bu gurupların boşalttıkları yerleri İslamcılar doldurmaktadır. 1981 senesinde beş yüz İslamcı ceza evine konuldu. 1987?de on bin, 1992?de otuz bin kişi tutuklandı. Örneğin Tıp Fakültesi Profesörü olan ve Tunus Nahda Hareketi eski Başkanı Sadık Şuru tam 18 yıl kaldığı ağırlaştırılmış hücre hapsinden daha geçen sene çıktı.
Profesör Sadık Nahda hareketine bağlılığı ile gurur duyduğuna ilişkin bazı yayın organlarına demeçler verdiği ve yasal siyasi haklarının iade edilmesi talebinde bulunduğu gerekçesiyle tekrar tutuklandı ve bir yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1989 seçimlerinde liderliğini yaptığı Nahda Hareketine ezici bir seçim başarısı yaşatmış olması ona hiçbir yarar sağlamadığı gibi seçimi kazanan üyeler kovuşturmaya uğramış ve cezalandırılmışlardır.
6. Teorik açıdan bakıldığında siyaset elbette İslam?a sonradan iliştirilmiş bir şey değildir. Doğru bir perspektiften bakıldığında siyasetin İslam?ın vazgeçilmezleri arasında olduğu anlaşılacaktır. Zira siyaset; insanların bir arada yaşamalarına imkân veren adaleti sağlama ve birlikte mutlu yaşamalarını temin etmek adına insanların işlerini idare etme sanatıdır. Peygamberlerde insanların dünya ve ahirette menfaatlerini temin etmek ve mutluluklarını gerçekleştirmek için gelmediler mi? İşte İslam?ı tabiatı gereği siyasi bir din yapan şeyde budur. İslam ister inanç noktasında ister bireysel ve toplumsal yaşam noktasında şirkin bütün çeşitlerini reddedip Allah?ı ve onun koyduğu yasaları tek referans olarak görmeyi ve ilahi yasalara boyun eğmeyi zorunlu kılmıyor mu? ?O (Allah) hem yerin hem de göğün ilahıdır.?
7. Mekke?de İslamiyetin ortay çıkışıyla birlikte daha ilk günden itibaren cahiliyye adet ve geleneklerinin baskısı altında yaşayan bir avuç mümin bu yeni dinin, İslam?ın hükümlerine, yasalarına hazırlanıyorlardı. Örneğin bu süreçte namazla ilgili hükümlerin yanında zekâtla ilgili hükümlerde gelmiştir. Mekke oligarşisinin İslam davetine karşı çıkmasından sonra Hz. Peygamber (sav) bu dönemde İslam davetini himaye edecek bir coğrafya arayışını sürdürdü. Bu girişimler Hz. Peygamber (sav)?i ve davetini himaye etmek üzere Medine?den bir çağrının gelmesine kadar devam etti. Medine?de ayetler ihtiyaç duyulduğu oranda toplumsal sorunları çözümleyici olarak iniyordu. Ayetler iniyor Hz. Peygamber (sav) de bu çerçevede yeni bir siyaset modeli geliştiriyordu. İşte bu model Müslümanların tarihi süreç içinde ve İslam medeniyetinin oluşumu sürecinde hayatlarının her alanını düzenleme noktasında ihtiyaç duydukları ve İslam âlimlerine ilham kaynağı olmuş örnek modeldir.
Bu süreç İslam coğrafyalarının batılı sömürgeciler tarafından işgal edilmesine kadar devam etti. İslam coğrafyasının sömürge devletleri tarafından işgal edilmesiyle birlikte bir yaşama modeli olarak İslam, dünya görüşü, hayatı düzenleyen yasaları, hayat anlayışı ve felsefesiyle birlikte pratik yaşamdan uzaklaştırıldı ve yerini laik, seküler dünya görüşünün ürünü yasalar ve değerler sistemi almaya başladı.
8. Tunus?ta devlet başkanı Burgiba başta olmak üzere devletin bütün köşe başlarını tutmuş olan laiklerin aşırı baskıları ile karşılaşmış olmasına rağmen İslami hareketin başarısını kimse engelleyemedi. Ancak diğer İslami hareketlerde alışa geldiğimiz ?İslam devleti? talepleri ?çok önemli olmasına rağmen- Tunus?ta hiçbir zaman dillendirilmedi. Çünkü bugün Tunus?ta öncelikli mesele beşeri sistemlerin yerine İslami bir rejim getirmek değil her şeyden önce bir ?hukuk devleti? anlayışını geliştirmektir. Çünkü ?hukuk? ve ?hukuk devleti? kavramları Tunus rejiminin gölgesinde nerdeyse hiç duyulmamıştır. devletin vatandaşlarının kişisel yaşamlarına kadar toplumsal hayatın her alanına müdahale edildiği bir konjektürde, diktatör rejimlere karşı özgürlüklere ve halkın iradesine vurgu yapmak öncelikli mesele haline geliyor. İşte Tunus?taki İslami hareketinin şeriat ekseni değil hürriyet ve adalet fikri ekseninde politika yapmasının sebebi budur. Zaten hürriyet, adalet ve hukukun üstünlüğü şeriatın hedeflediği amaçlardandır. Tunus İslami hareketi kuruluş metni başta olmak üzere Nahda hareketinin tüzüğü ve diğer yazılı bütün vesikalarında insanlığın bu ortak değerlerini öne çıkartmaktadır. Gerek hükümet eden gerekse muhalefet edenler açısından demokrasi tecrübesinin İslam?ın öngördüğü şura sisteminin amaçlarını gerçekleştirmede insanlığın ulaştığı en son tecrübe olduğu gerçeğinden hareketle mağrip ülkelerinde İslami hareket argümanlarını geliştirmiştir. Demokrasi, bütün kötülüklerin başı olan ve ülkede tüm olumlu gelişmelerin önünü tıkayan oligarşik rejimlere karşı savunulabilecek en ideal sistem değil elbette. Ancak en azından şimdilik otoriter yönetimlerden daha iyi ve geliştirilebilir bir sistem olduğu söylenebilir.
Demokrasinin önemi diğer yönetim sistemleriyle karşılaştırıldıklarında daha iyi anlaşılacaktır. Böyle bir karşılaştırma yapıldığında her akıllı insan merkeziyetçi sistemlerin en şiddetli ve acımasız örneğini sergilemiş olan komünist-Marksist sistemden yana değil demokrasiden yana tercihini ortaya koyacaktır.
9. Bundan dolayı bazı İslami hareketlerin demokratik sistemlerden yoksun olmanın ne trajedik sorunlar yarattığını ve halklarına ağır bedeller ödeten diktatörlerin oligarşik yönetimlerinin ömrünü uzattığını görmezden gelerek demokrasi çağrısı yapanları tekfire varan eleştirilerden kaçınmaları gerekir.
10. Ayrıca geri kalmışlık dönemlerinin bir kalıntısı olarak Müslümanların dünyadan ve dünya işlerinden geri kalmaları, mistisizmi andıran bir eğilim içine girmeleri ve dünyalarından geçerek sonsuzluğa ?ahirete- odaklanmaları büyük bir yanılgıdır. Bu durum dünyanın önemli olduğu, dinin temel hedeflerinden birisi olarak dünyanın imar edilmesi yani siyasetin Müslümanların ilgi alanı haline getirilmesinin zorunluluğunu davetçilerin yeniden gündemine getirmektedir. Emperyalizm karşısında ümmetlerinin özgürlüklerini savunan hareketlerin öncüleri insanların duyarlılıklarını körelttiği ve pasifize ettiği gerekçesiyle sufi geleneği suçluyorlar ve Müslümanları küfür sistemleriyle mücadele etme ve hesaplaşmaya çağırıyorlardı. Ancak onlar açtıkları yaraları sarmak, oluşturdukları gedikleri kapatmak için tekrardan insanları siyasi duyarlılığa çağırmak durumunda kaldılar. Her alanda özellikle üniversitelerde siyasallaşma meydana geldi. Bu atmosferin içinde yetişmiş siyasi kişiliklerin kişisel ihtiraslarına insanları kurban etmeleri sonucunda İslamcılar dini siyasete alet ettikleri suçlamalarıyla karşı karşıya kaldılar.
İslamcıların siyasallaşması ve hatta terörle ilişkilendirilmeleri sonucu ?tebliğ cemaati? gibi siyasete en mesafeli olan cemaatler dahi baskılardan nasibini aldı. İslami açıdan bakıldığında kategorik olarak siyaset tümden reddedilemez. Hatta Müslümanların siyasetin dışında kalmaları laiklerin arzuladıkları bir şeydir. Onlar, kulluk yalnız Allah?a has kılınsın, siyaset dinin hizmetine girsin, insanlar kralların değil yalnız ve yalnız Allah?ın kulu ve kölesi olsun şeklinde özetlenebilecek dini maksatları gerçekleştirmek için değil kendi çıkarları doğrultusunda, iktidarlarını ayakta tutan bir unsur olarak dini siyasetlerine alet etmeyi düşlemektedirler. Hâlbuki rabbimiz ?Ben İnsanları ve Cinleri yalnız bana kulluk etsinler diye yarattım? buyurmaktadır. (Zariyat:51/56)
11. Her ne olursa olsun Allah (cc) İslamiyet?i kıyamete kadar geçerli kılacaktır. Nitekim medeniyet krizi yaşayan çağımızın İslam dinine olan ihtiyacı her geçen gün artmaktadır. İslam dini üzerinde oynanan bütün oyunlar, onu dizginlemeye yönelik bütün hesaplamalar boşa çıkmıştır. Artık bu din her geçen gün oligarşik yönetimlerin dizginlerinden biraz daha kurtularak zalim ve bozgunculardan hesap soracak konuma gelmektedir. Filistin mücadelesi bu gerçeği teyit etmektedir.
*Tunuslu Müslüman düşünür.
Bu makale Abdurrahim Şen tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.
İslami hareket neden siyasallaştı?
İslamcıların siyasallaşması ve hatta terörle ilişkilendirilmeleri sonucu tüm dini cemaatler baskılardan nasibini aldı.
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-03-30 11:46:00
SON VİDEO HABER
Haber Ara