Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Kemal Derviş küresel krizi yorumladı

Kendilerinin sebep olmadıkları krizden kaynaklanan sıkıntılar gelişmekte olan ülkelerde ciddi siyasi sonuçlar doğurabilir.

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-03-21 01:57:00

Kemal Derviş küresel krizi yorumladı

Eski Devlet Bakanı Kemal Derviş, Londra merkezli uluslararası Ekonomi Politikaları Araştırma Merkezi?ne (CEPR) bağlı internet sitesine 'G20 zirvesi gelişen ülkeler için fırsat' başlığıyla yazdığı yazıda şunlara yer verdi;

G20+?nın genişleyen ?liderler masası? memnuniyetle karşılanmalı. Londra?daki masanın etrafında oturacak olan yükselen ülke liderleri az bir farkla çoğunluk teşkil edecek. G20+ ideal olmayabilir, fakat eski zengin ekonomileri başlıca yükselen piyasa ekonomileriyle bir araya getiriyor - mevzu bahis yükselen ekonomiler şu an dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu ve satın alma gücü paritesi veya piyasa fiyatları üzerinden yapılan hesaplara bağlı olarak dünya gayrı safi hasılasının üçte birini temsil ediyor. Asya?dan ve Afrika?dan bölgesel temsilcilerin varlığı daha az gelişmiş ülkelerin bile Londra toplantısında belli oranda sesini duyurmasını sağlayacak.

Adalet korunmalarını gerektirir

Gelişmekte olan ülkelerin, sistemik ekonomik nedenlerden dolayı küresel çapta destekleyici politik adımlar atılmasına ihtiyacı var. Dünya talebini veya mali varlıkları toparlamak bakımından tek tek ele alındığında bu ekonomilerin pek azı sistemik önemi haiz (Çin elbette hariç). Bununla birlikte Doğu Avrupa?nın, Latin Amerika?nın ve Asya?nın geniş kesimlerinde bir bütün olarak yaşanacak ekonomik çöküş, dünya ekonomisinde bir diğer büyük deflasyonal itkiye neden olacaktır.

Gelişmekte olan ülkeler siyasi nedenler ve adalet temelinde de desteğe ihtiyaç duyuyor. Bu ülkelerin sebep olmadıkları bir krizden kaynaklanan ekonomik sıkıntılarının ciddi siyasi sonuçları olacaktır - haklı öfke muazzam bir siyasi istikrarsızlığa yol açabilir. Ve en basit anlamıyla adalet, en savunmasız durumda olanların en güçlü ilerlemiş ekonomilerden gelen bir fırtınadan korunmasını gerektirir.

Daha geniş kaynakları ve ekipleriyle hâlâ zengin ülkelerden gelen yetkililerin egemenliğindeki bir hazırlık sürecinin sınırlamalarına karşın, gelişmekte olan ülkelerin varlığı üç veçhede harekete geçilmesini teşvik etmeli.

Birincisi ileri ekonomilerin, kredi batağına bağlı bir çöküşü önlemek için finans ve sanayi sektörlerine sağladığı türden bir likiditeye ihtiyaç var. Birçok yükselen piyasa, bilhassa da büyük cari bütçe açıkları ve büyük oranda yaban-cıların sahip olduğu bankacılık sistemlerine sahip olanlar bugün tehdit edici borç transferi sorunlarıyla yüz yüze. 2009 ve 2010 itibarıyla, en azından bu ülkeler tarafından kullanılabilir potansiyel likidite şeklin-de, asgari 500 milyar dolara ihtiyaç olacak. Bugüne kadar bu paranın sadece küçük bir kısmı sağlandı. Bunun, tıpkı gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, erişilmesi nispeten kolay bir destek olması gerek. Bu potansiyel likiditeyi sağlamak, muhtemelen gerçekte kullanılacak miktarı azaltacaktır. IMF?nin Kısa Vadeli Likidite Tahsisi?ni daha geniş erişime imkân veren bir kredi onayına dönüştürmek yönünde attığı adımlar memnuniyet verici, fakat bu ancak yeterli kaynaklar seferber edildiği takdirde işe yarar hale gelebilir.

IMF?de daha çok söz hakkı

Japonya?yla ABD?nin IMF?ye 100 milyar dolar borç vermek yönündeki adımları da memnuniyet verici, fakat yeterli değil. Sorun şu: Çin gibi sermaye fazlası olan bazı kilit ülkeler haklı olarak, büyük kaynakları IMF için seferber etmeden önce idari reformların ilerlemesi gerektiğinde ısrar edecektir. Alacakları pay azsa niye mali yükün büyük bir kısmını sırtlansınlar ki? Fakat sorun kaynak seferber etmekten de ibaret değil. Bir grup olarak gelişmekte olan ülkelerin, önemli bir küresel rol oynamalarını engelleyen kusurların ve siyasi dışlanmanın üstesinden gelmeleri için IMF yönetiminde daha fazla söz sahibi olmaları gerekiyor. Ve acil bir durumda çok katı erişim şartları konmamalı. Yani idari reforma yönelik daha güçlü bir çaba (ki Güney Afrikalı Trevor Manuel başkanlığındaki ilgili komite bu konularda öneriler getirecek) daha uzun bir süre ertelenebilecek bir lüks değil, daha etkili finanse etmenin gerçek koşuludur. Bu arada özel idari mekanizmalar eşliğinde bölgesel düzenlemeler merkezi IMF eylemini takviye edebilir.

İkinci sorunlar silsilesi gelişmekte olan ülkelerdeki para politikalarıyla alakalı. Tek bedenin herkese uyması mümkün değildir ve mevcut cari açıkların yanı sıra borç düzeyleri birçok durumda mali alanı sınırlıyor. Bununla birlikte ülkelerin büyük kısmındaki optimal politikaların, kısa vadeli ihtiyari mali teşvikle (gelişmekte olan ülkelerin büyük bölümünde otomatik dengeleyiciler yok) kamu sektörlerinin bilançolarını güçlendiren daha uzun vadeli reformları birleştirmesi gerekiyor. Bu tür politikalar aceleye getirilemez ve prensipte anlaşmaya varıldığı sürece, bunun nasıl yapılacağına dair detaylar yukarıda ele alınan likiditeye erişimi engellememelidir. Dünya Bankası ve bölgesel kalkınma bankalarının önemli ölçüde artırarak verecekleri uzun vadeli borçlar, bu uzun vadeli reformlara eşlik edebilir ve mali alanın yaratılmasına katkıda bulunabilir. Bu uzun vadeli borçlanmanın kilit önemdeki bir parçası özel yatırımı yükselterek çok ihtiyaç duyulan altyapı yatırımının ilerlemesine imkân sağlamalıdır. Bu yatırım ayrıca gelişmekte olan ülkelerin karbon emisyonlarını azaltacak ve küresel bir iklim anlaşmasını uygulanabilir kılacak adımları atmaya başlamasına da yardımcı olmalıdır. Dünya Bankası ve kalkınma bankalarının vereceği borçlar, özel yatırımdaki tanık olmaya başladığımız keskin düşüşü, uzun vadeli yatırımla tazmin etmelidir.

Yardım taahhütleri hayat geçsin

Son olarak, en savunmasız durumda olanların acilen korunması gerekliliği söz konusu. En yoksul ülkeler, ihracat gelirleri ve para transferlerindeki keskin düşüşün yıkıcı etkileriyle yüzleşmeye başlıyor. Bazıları turizmde çöküşle yüz yüze. Zaten yüksek olan işsizlik oranları daha da yükseliyor, gıda fiyatları doruğa çıktığı 2008?e göre daha düşük seviyede, fakat bir önceki on yıldan daha yüksek ve sosyal güvenlik ağları aşırı derecede zayıf. Tam da kişi başına gelirin on yıllar süren durgunluk sonrası yıllık yüzde 2 ila yüzde 3 oranında yükselebilecekmiş gibi göründüğü bir dönem söz konusuy-ken, bugün kişi başına gelir oranlarının en yoksul ülkelerde tam tersine dönmesi tehlikesi var. Çaresizlik, öfke, şiddet ve devlet başarısızlığının yayılması gerçek birer ihtimal ve üstesinden gelinmesi gerekiyor. Bir yandan yardımın uzun vadeli etkinliğinin yükselebileceği şekil-de verilmesi noktasında büyük yapısal reformlar gerekirken, mevcut resmi kalkınma yardımı taahhütlerinin hayata geçirilmesi ve (BM sistemi üzerinden sağlananlar da dahil) insani yardım ve güvenlik ağı bileşenlerinin güçlendiril-mesi için koordineli adımların ve prose- dürlerin belirlenmesinin tam zamanı.

Bütçe desteği artırılsın

OECD Kalkınma Yardımı Komitesi rakamları son dönemde resmi kalkınma yardımı akışının 100 ila 110 milyar dolar aralığında olduğunu gösteriyor, ki bu üzerine basa basa tahahhüt edilmiş olanın aşağısında bir miktar. Londra zirvesi gelecek iki yıl zarfında bu miktarların belli ölçüde yükseltilmesini taahhüt etmekle kalmayıp, hangi taah-hütlerin hayata geçirileceğine yönelik somut adımları tarif etmeli. Bunun bir kısmına, doğrudan bütçe desteğinin artırılmasıyla ulaşılmalı ve bu sadece büyük aciliyet taşıyan bir dönemde daha hızlı ödemeye imkan verilmeli.

Toplam rakamları ilan etmek daima işin kolay kısmıdır. Önemli olan onları politikalara ve eylemlere tercüme etmektir. Londra?da bir araya gelen liderlerin elinde, gerçekten küresel etkiler yapabilecek bu tür önlemleri başlatarak dünyayı iyileşme rotasına sokmak yönünde müthiş bir fırsat var.

(Londra merkezli uluslararası Ekonomi Politikaları Araştırma Merkezi?ne (CEPR) bağlı internet sitesi, Ağustos 2005-Şubat 2009 arasında BM Kalkınma Programı (UNDP) başkanlığını yaptı, eski devlet bakanı, 19 Mart 2009) Radikal

SON VİDEO HABER

Uçakta olay çıkarıp, 'Türkiye'yi satın alırım' diye tehdit etti

Haber Ara