Ramzy Baroud*
Pek çok ülke Cenevre?de 20-25 Nisan tarihlerinde yapılması planlanan Irkçılık karşıtı Konferansa katılmayı kararlaştırıyor. Fakat oldukça ses getiren uluslararası toplantı, İsrail, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer bazı ülkelerin katılmamaya karar vermelerinden sonra doğan anlaşmazlıkla çoktan ifsad oldu bile. Dört veya daha fazla ülkenin çekimser kalması müzakereler açısından çok önemli olmamasına rağmen, özellikle ABD kararı, konferansı en iyi ihtimalle, ?ihtilaflı? olarak tarif etmeye yetiyor.
Amerikan hükümetinin provokatif bakış açısı ve tutumu yeni değil, aksine Güney Afrika Durban?da 2001?de meydana gelen başka bir fiyaskonun tekrarı.
İsrailli ve Amerikalı temsilciler ?İsrail karşıtı? ve ?Yahudi karşıtı? duyarlılığın gösterilmesine şiddetle karşı çıkıyor. İddia edildiğine göre bu aşırı duyarlılık, Durban?da 2001?de yapılan Irkçılık Karşıtı Konferans?a (WCAR) hâkim olmuştu. 11 Eylül terör saldırısından üç gün önce, konferans 8 Eylül?de son bulduğunda, bu karar dış politikada belirli koşul ve kavramlara göre henüz test edilmemiş olan Bush yönetimi için kaygı verici bir işaretti.
ABD uluslararası forumun kınamasını doğruladı, daha sonra, İsrail?in doğruluğu/geçerliliği ispatlanmamış olarak tanımladığı tam da aynı zeminde, forumun İsrail ve Yahudi karşıtı bir söylem sahnesine dönüştüğünü açıkladı.
Fakat ?Irkçılığa Karşı Dünya Konferansı, Irk Ayrımcılığı, Yabancı düşmanlığı ve bunlara bağlı toleranssızlık? aralarında Bush yönetiminde liderlik etmesi için görevlendirilen İsrail dostları varken, gerçekten ırkçılık ve bağnazlık sahnesine dönüştü mü?
Gerçekten konferansta ortaya çıkan, en iyi göstergeleriyle demokrasiydi, herhangi bir ülke uluslar arası mutabakata (konsensuse) veto gücüyle karşı koyabilirdi veya uluslar arası toplumun arzusunu kırmak için kendi ekonomik gücünü gerebilirdi. Sonuç tabii ki, bütün BM üyesi ülkelere eşitlik ve tarafsızlıkla davranmayı reddedenlerin bakış açısından rahatsızlık vericiydi. Kölelikten faydalanan her bir ülkenin, kölelikten mağdur olmuş olan her bir Afrikalı ülkeden ayrı ayrı özür dilemesini içeren Afrika kökenli bir talep ölçüsüz bulundu ve sonunda hiçe sayıldı.
Fakat Amerikalı temsilcilerin konferanstan ayrılmasına neden olan ?ihtilaf konusu? ana mevzu, İsrail?in Filistinlilere karşı ırkçılığının pek çok ülke tarafından eleştirilmesiydi. BM Genel Kurulu?nun 1975?te 3379 sayılı kararının yeniden düzenlenmesi için çağrıda bulunan ülkelerin büyük çoğunluğu Siyonizm ve ırkçılığı aynı kefeye koymuşlardı.
O halde konferans, sadece Filistin ve İsrail meselesinin ele alınması anlamına gelmiyordu. Bununla birlikte, İsrail devletinin ırkçılıkla motive olan ?aşırı derecede şiddet, toprak hırsızlığı, Tecrit Duvarı, yerleşim yeri meselesi, askeri istilanın uzatılması, vb.- uygulamalarına karşı eleştirilere verilen güçlü Amerikan direnci, meseleyi orta noktada kabul ettirmeye çalıştı.
Filistin mücadelesi, dünya üzerindeki baskı gören, mazlum ulusların mücadelelerine gölge düşürmek anlamına gelmiyor; aksine daha çok, insan haklarına, özgürlüğe ve yeryüzünde yankı bulmaya devam eden liberalleşmeye yapılan çağrılara bir övgü niteliğindedir. Bununla birlikte, İsrail devletinin Filistinlilere karşı açıkça uyguladığı yasadışı ve şiddetli kitle baskısı gerçeği kesintiye uğramaksızın devam ederken ?ve aksine ABD ve diğer Avrupa?lı güçler tarafından savunulup haklı bulunurken- üçüncü dünya diye adlandırılan ülkelerde yıllardan beri önceki koloni güçleri tarafından müdafaa edilen tarihi mirasa dikkatleri çekiyor.
Uluslar arasında eşitlik ve adalet ilkelerine göre düzenlenen ve yönetilen hemen hemen hiç uluslar arası forum yok. Irkçılığa karşı Dünya Konferansı çok az olan bu konferanslardan biri, gerçekten. Bundan dolayı, Filistin?le uluslar arası dayanışma ve İsrail?in günümüzde uyguladığı ırkçı ve ayrılıkçı politikaların dünya çapında geri tepmesine şahitlik etmesine şaşmamak gerek.
Fakat ?İsrail?i durduracak bir eylem gerçekleştirmek bir yana- İsrail?in adaletsiz, demokrasi dışı ve ırkçı politikalarının katıksız bir şekilde kınanması bile, İsrail görüş açısından ve Amerikan yönetimi tarafından doğrudan Yahudi aleyhtarlığı olarak düşünülür.
ABD, İsrail?in herhangi bir şekilde kesin olarak kınanmasını bertaraf ederek ve İsrail?in olumsuz eleştiriler için seçilmediğini güvenceye alarak Cenevre?de Nisan ayında yapılacak olan (Durban II) konferansına kendi katılımını şart koştu. ABD hassasiyetlerinin, herhangi bir ülkenin, liderin veya grubun savaş suçlusu veya terörist diye seçilip ayrılmasını daima umut etmesine, hiç olmazsa talep etmesine rağmen, İsrail?e farklı standartlara göre davranılıyor. İsrail gazetesi Haaretz, konferanstan önce sonuçlandırılmış olan taslak bildirileriyle ilgili olarak ?Kötü bir bildiri daha da kötü oldu, ve ABD konferansta yer almamaya karar verdi? şeklinde açıklama yaptı.
Orijinal ?kötü? bildiri anlaşıldığı kadarıyla İsrail?i ?ırkçı politikalar yürüten işgalci bir devlet? olarak adlandırıyor ki bu, uluslar arası hukukla, BM kararları ve ?Başpiskopos Desmond Tutu, John Dugard, BM Filistin Özel Raportörü Richard Falk gibi- dünyanın önde gelen insan hakları savunucularıyla tutarlı bir tanımlamadır.
?Kötü bildiri? ancak, 22 gün içinde yaklaşık 7,000 Filistinlinin öldürüldüğü yeni bir Gazze katliamıyla ?daha da kötüleşebilirdi.?
Amerikan ?ve maalesef, şimdilik Kanadalı ve İtalyan- bakış açısından, böylesi insanlık dışı uygulamalar ara vermeyi veya sadece sözel bir kınamayı gerektirmez. Tabii ki aynısı Sudan?a Zimbabwe?ye, İran?a, Küba?ya ve diğer ?hasım? ülkelere uygulanmaz. ABD kararı, Barack Obama?nın gelişiyle, bir takım haklarının korunacağını zanneden Afrikalı ulusların cesaretini kırma özelliği taşımalıdır. Bununla birlikte Amerika?nın ilk siyah başkanı, kölelik ve bir ulusun vatanına geri döndürülmesi gibi konuların tartışılacağı bir konferansı boykot etmeyi uygun gördü, hâlbuki bir kez daha, sadece ırk konusunun bile Amerikan iç ve dış politikalarını açıklamakta yeterli olduğu ispat edildi.
Konferansa katılımın reddedilmesinden bir gün sonra Amerika Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ?İsrail?e bolca tehdit savuran- İran, Hamas ve Hizbullah?ın kulağını bükeceği- ilk Orta Doğu ziyaretine başladı ve Yahudi devleti ile onun ?ılımlı? müttefiklerini övdü.
3 Mart?ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez ile ortak verdiği bir ifadede: ?Amerika Birleşik Devletleri?nin daima, sarsılmaz, kalıcı, köklü ilişkilerimizi ve İsrail Devleti?ne verdiği desteği vurgulaması çok önemli bir husustur. Buradan, kaybettiğimiz kişilerin ruhlarına saygı göstermek, Yahudi soykırımında ölenleri yadetmek, çelenk bırakmak ve duacıları olduğumu söylemek için Yad VaShem?e gideceğim.? dedi.
Bayan Clinton?un 1.5 milyon insanın tek bir toplama kampında sıkıştırıldığı, yiyeceğe, ilaca, siyasi ve insani haklarına ulaşmalarının engellendiği Gazze?yi ziyaret etmeyi reddettiğini söylemeye gerek bile yok.
* Ramzy Baroud PalestineChronicle.com?un yazarı ve editörüdür. Çalışmaları dünyanın birçok yerinde birçok gazete, dergi ve antolojide yayınlanmaktadır. Son kitabı, 'İkinci Filistin İntifadası: A Chronicle of a Halk Mücadele' (Pluto yayınları, Londra).
Bu makale Meryem Zeynep tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.
Durban II: Irkçılığın Siyasallaşması
Dünya 20-25 Nisan tarihleri arasında yapılacak olan Irkçılık Karşıtı Konferansa odaklanmış durumda. Ancak ABD müdahalede bulunmak istiyor.
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-03-20 02:31:00
SON VİDEO HABER
Haber Ara