Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Korkmazcan: Asker beni tehdit etti

Muhtıranın TBMM'de okunmasına tek karşı çıkan Korkmazcan: Asker beni tehdit etti

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-03-11 12:22:00

Korkmazcan: Asker beni tehdit etti

12 Mart 1971 muhtırasının üzerinden tam 38 yıl geçti. Türkiye, muhtıranın ardından 12 Eylül darbesini ve 28 Şubat sürecini yaşadı. 12 Mart'ın önemli şahitlerinden biri olan Hasan Korkmazcan o gün Meclis'te tek başına ayağa kalkıp, 'TBMM'de Muhtıra okunamaz' diyen genç bir milletvekiliydi. Cuntanın muhtırasının Meclis'te okutulmasına itiraz eden Korkmazcan, 'Meclis muhtıraya muhatap değildir. Meclis'te Cumhurbaşkanlığı tezkeresi ya da Başbakanlık tezkeresi okunur. Ordu tezkeresini okutmak Anayasa ve Meclis İçtüzük hükümlerine aykırıdır' diyerek yüksek bir ses tonuyla bu talebe karşı çıktı. Ancak Korkmazcan'ın bu çıkışı, muhtıranın okunmasını önlemeye yetmedi.

Hasan Korkmazcan, 12 Mart 1971 muhtırasında yaşadıklarını Cihan Haber Ajansı'na anlattı. O gün Meclis'in en genç vekili olan Hasan Korkmazcan, 1970'te AP Genel Başkanı Süleyman Demirel ile anlaşmazlığa düşünce 40 kadar milletvekiliyle Demokratik Parti'yi kurmuştu. O dönemde Faruk Gürler'i Cumhurbaşkanı seçtirmek için askerlerin kendilerine baskı yaptığını söyleyen Korkmazcan, 28 Şubat'ta Çevik Bir'in yargıya yaptığı baskı ve tehditlerin benzerine 71'deki muhtıra sürecinde de tanık olmuş. Korkmazcan bu baskıları şöyle anlatıyor:

'Müdahaleler zamanında bize çok değişik baskılar oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında bütün kuvvet komutanları ve Genelkurmay Başkanı bizi Deniz Kuvvetleri Komutanı'nın evine davet ettiler. Üç kişilik Demokratik Parti heyetinde bulundum ben. Dediler ki 'Ya Faruk Gürler'e oy vereceksiniz veya Anayasa'yı değiştirip Cevdet Sunay'ın görev süresini uzatacaksınız.' Biz bunları kabul etmedik. Bizim grubun bunu kabul etmeyeceğini tahmin edip söylediğim için Genelkurmay İkinci Başkanı Turgut Sunalp da 'Biz sizleri toplarız.' dedi. Ben de 'O ayrı bir durum. Biz kendi bildiğimizi yaparız, siz de kendinize düşeni yaparsınız. Onun sonuçlarına herkes katlanır. Bu kadar basit.' cevabını verdim. Daha sonra Meclis'in bir locası tamamen üst rütbeli subaylar tarafından dolduruldu. Seçim o atmosferde yapıldı. Biz yine oy vermedik. Bir takım baskılar somut göstergelerle ortaya konmuştur. 12 Eylül'den sonra 1983 yılında bağımsız aday oldum. Askerler veto ettiler, seçime katılamadım. Bütün bunlara rağmen demokrasi ve hukukun üstünlüğünü kararlılıkla savunmayı sürdürüyoruz.'

SİYASİLERİN MUHTIRAYI KABUL ETMESİ DARBELERİN YOLUNU AÇTI

12 Mart'ın, 27 Mayıs darbesinden sonra darbelerin rutin hale gelmesini sağladığına dikkat çeken Korkmazcan, kendisinden sonraki darbelerin bir bakıma kolaylaştırıcısı ve hazırlayıcısı olduğunu belirtti. 12 Mart'ı 27 Mayıs darbesinden daha vahim bir olay olarak değerlendiren Korkmazcan, '27 Mayıs, bizim demokrasiye geçişimizden 10-15 yıl sonra beklenmedik bir gece baskını şeklinde ortaya çıktı. Hazırlıkları gizli yapılmıştı. Hem o günün siyaset dünyası için hem de Ordu için sürpriz olmuştur. Bir cunta harekatıdır. 12 Mart ise emir komuta zinciri içinde gerçekleştirilmiş bir müdahaledir. Bu sebeple ordunun doğrudan doğruya karıştığı, siyasete kurum olarak müdahale ettiği bir olaydır. Bu olayın Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde o günkü siyasi kadrolar tarafından da kabullenilmiş olması bir bakıma 12 Eylül'ün zeminini hazırlamıştır. Türkiye'nin darbecilerin ve siyasetçilerin çözemedikleri sorunlarına da bir çare olmamıştır.' dedi.

Türkiye'nin bugün İtalya gibi bir devlet olamamasının en büyük nedenlerinden birinin darbeler olduğunu vurgulayan Korkmazcan, 12 Mart muhtırasının yıl dönümünün Türkiye'deki hukuk dışı müdahalelerin ve millet iradesine müdahalelerin ne kadar çok çeşitli olabileceğini görme açısından bir fırsat olarak değerlendirilmesini istedi.

Çağdaş müdahale metotlarına karşı da toplumun dikkkatli olması gerektiğini dile getiren Korkmazcan, 'Bazı yerlere çok aşırı takılıp kalırsak başka yönlerden kendi kendimize başkalarının planlarına alet olmuş konumda görebiliriz. Geçmişte her darbe ve müdahale değişik kılık ve kılıflar altında geldi. Günümüzde de bunların tamamen ortadan kalktığı gibi bir rehavete kapılmamalıyız.' diye konuştu.

DARBE YAPANLAR İÇİN TEDBİR DÜŞÜNÜLMEDİ

Darbecilerin sadece gençleri değil herkesi kullandığını anlatan Korkmazcan, kendisini demokrasinin savunuculuğunu yapıyor görünümü altında hissedenlerin dahi bu süreçte kullanıldığını belirtti. 'Medya, sivil toplum örgütleri kullanılmıştır. Zaman itibariyle biz dahi darbeler için kullanılmış olabiliriz. Tabiatıyla hareketli unsurlar daha çok göze çarptığı için gençler ve işçilerin hareketleri daha çok bu işte kullanıldığı izlenimi vermiştir.' diyen Korkmazcan şu ilginç değerlendirmede bulundu:

'Darbe planlayıcıları hiç ummadığınız kişileri kullanmıştır. Mesela 12 Mart muhtırasından sonra dönemin Dışişleri Bakanı 'Bizim altımızı oymuşlar farkında değiliz' demiştir. Onlara da bir takım telkinler yapılmış, siz şu adımları atın denilmiş. Ülkeyi iyi yöne götürüyoruz diye onlar o adımları atmışlar. Halbuki o adımları planlayanlar, belli bir amaca ulaşmak için yaptırmışlar. 27 Mayıs'tan sonra Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden dolayı bazı muhtıralar verildi. Arada askeri cuntalar oluştu. Bunlar biliniyor. Bunlarla ilgili bir tedbirler alınmadı. Sebebi şuydu; darbeyi bir unutturalım, barış getirelim, gerginlik olmasın gibi gerekçelerle 27 Mayıs'tan sonra Meclise müdahale etme konusunda imzalı bildiri yayınlayanlar kuvvet komutanlığı düzeyine kadar yükselebildiler. 12 Mart muhtırasının altında imzası olanların çoğu, 27 Mayıs sonrası askeri müdahalelerin içinde yer almış o zaman genç subaylardır.'

HERKES ASIL NOTU TARİHTEN ALACAK

Herkesin tarihin huzurunda milletin önünde olduğunu dile getiren Korkmazcan, 'Hiçbir şey gizli kalmaz. Tarih sonunda doğruları bulur çıkarır ve insanlarda ister siyasetçi olsun ister asker olsun ister medya mensubu asıl notu tarihten alacaklardır.' dedi. Süleyman Demirel ile yıllar sonra değişik zeminlerde bu konuları değerlendirdiklerini ifade eden Korkmazcan, Demirel'in değerlendirmesini şöyle anlatıyor: 'Biz parti içinde tartışmayı beceremedik. Kavga ettik. Bu kavgadan hem ülke hem bizler zarar gördük. Parti başkanı olarak da kabahatin büyük bölümü bendeydi.'

Bu itirafın bugünkü kuşakların siyasette görev yapan insanların ders alacağı bir durum olması gerektiğini söyleyen Korkmazcan, sözlerini şöyle sürdürdü: 'Öncelikle demokratik ilkeler ihmale gelir ilkeler değildir. Siyaset ciddi sorumluluk gerektiren uğraş alanı. Medyada olayları değerlendirirken her olayı tek başına ele almamalı, 'Bunun arkasında ne var ne yok, ulusal çıkarlarımıza bu tavır ne kadar hizmet eder ne kadar etmez' bunlara bakmalı. kavga yerine tartışmayı bilmemiz lazım. Beyaz safalar açılırken her zaman geçmişten ders alınması lazım. Demokrasi dışı hareketlere karışmış olanların etkinliğinin ortadan kaldırılması lazım. Bizim demokrasimizin zaafı maalesef 27 Mayıs'tan bu yana halkla bağlantılı kurumsallaşmış siyasi partilerin yerleştirilememesi olmuştur. 27 Mayıs'dan önce Demokrat Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi ocak ve bucak teşkilatları vasıtasıyla halkın en ücra hücrelerine kadar örgütlenmiş durumdaydı. Demokrasi bilincini o örgütler ayakta tutuyordu. 27 Mayıs ocak ve bucak örgütlerini kaldırdı. Zaman içinde partiler bürokratik bir yapıya dönüştüler. Bu kadar sık müdahale olmasının sebeplerinden biri de budur. Müdahale günümüzde sadece askeri metotlarla olmuyor. Ama bu bizim geçmişteki darbelerimizi hazırlayan dış güçlerin artık iç iradelere müdahale etmediği anlamına gelmez. Müdahalelerin şartları ve şekilleri değişmiştir. Bu konularda uyanık olmamız lazım.' diye konuştu.

HUKUKUN DIŞINA ÇIKAN HERKES BUNUN KARŞILIĞINI GÖRMELİ

Askerin siyasete müdahalesinin kural dışı olduğunu ve demokrasilerde, hukukun üstünlüğüne dayalı çağdaş yönetimlerde askerin siyasete müdahalesinin söz konusu olamayacağını vurgulayan Korkmazcan, 'Siyaset konusundaki söz, siyasi partilerin kurumsallaşması yoluyla ve siyasi partiler aracılığıyla millet çoğunluğu iktidarı belirler. Azınlıkta kalan grupta millet adına denetimlerini yürütürler. Ordu, ülkenin iç ve dış güvenliğinden sorumlu bir kurumdur. Ordu ile yargının siyasetle herhangi bir şekilde ilişkisi olamaz. Türkiye'de siyasi iktidarlara düşen en önemli görev milletten aldığı yetkiyi kullanırken onu itibarlı bir konumda kalarak kullanabilmelidir. Müdahaleler demokrasinin ortadan kalkmasına yol açıyor. Müdahalelerin az veya çok olması, açık veya örtülü olması önemli değil. Askerler iyi bilmelidir ki darbeler en çok kendi kurumlarına zarar vermiştir. Türk siyasi tarihinde en fazla askerin ordudan atıldığı dönem 27 Mayıs'tır. Yargılama, hukukun dışına çıkan herkes için mutlaka yerine getirilmesi gereken toplumsal bir görevdir.' şeklinde konuştu.

Ergenekon soruşturmasını da değerlendiren Korkmazcan, hukukun üstünlüğünü hep savunduğuna dikkat çekerek, 'Yargı süreci içinde herhangi bir değerlendirmede bulunmadım. Şimdi de bulunmayacağım. Ama bu sürecin hukuk ilkeleri çerçevesinde yürütülemediğini hep birlikte tespit edelim. Bir hukuk süreci bu kadar tartışmalı hale getirilmez. Bunun çarelerini bulmak lazım. Bir takım şeyleri düzeltelim derken devletin en önemli sistemlerinden temel dayanaklarından olan hukuk sistemini zedeleyebilirsiniz. Bu konuda çok dikkatli davranılması lazım. Yargı süreci iyi veya kötü, kaliteli veya kalitesiz işliyor. Bunun sonucunu hep birlikte göreceğiz. Bu sürece zarar verecek davranışlardan her birimiz kaçınmalıyız.' ifadelerini kullandı. (CİHAN)

SON VİDEO HABER

Iğdır'da AK Parti İl Başkanlığı binasına molotoflu saldırı

Haber Ara