Cüneyd Altıparmak / TIMETURK
Cüneyd Altıparmak (CA): Mehmet Bey öncelikle, teklifimiz kırmayıp kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Günümüzün yozlaşan ve hatta bu yozlaşma nedeni ile ?krizlere? maruz kalan ekonomi ve ticaret anlayışının ülkemizdeki en köklü teşkilatı hakkında konuşmak istiyorum sizinle. Siz bildiğimiz kadarıyla, bir ahi torunusunuz.
Mehmet Göncü (MG) : Ben teşekkür ederim asılında, yitip giden değerler arasında en azından bir kalıcı belge bırakabilme imkânı tanıdığınız için. Evet, ben yedi göbekten bir ahi torunuyum ve ahiliğin ruhunu yaşama fırsatını yakalamış son nesilim denebilir aslında. Doğumum Urfa, atalarım buraya yıllar öncesinden gelmişler, burada bölgede kaim olmak üzere ahilik teşkilatını kurmuşlar. En son rahmetli babam uğraştı deri işiyle. Bu bölgede bize deri işiyle uğraşmamızdan dolayı göncü lakabını takmışlar.
CA: Soy isim oradan geliyor sanırım.
MG: Evet aynen öyledir. Lakabımız sonradan soy isme dönüşüyor. Tabi lakabımız sadece göncü kelimesinden ibaret değil, zira ailemizin kadri tarikatına bağlı olması nedeniyle kadri göncüler diyorlar bize, demek ki o dönemde başka göncü lakaplı kimselerde var.
Mehmet Göncü ile arkadaşımız Av. Cüneyd Altıparmak konuştu...
CA: Yani siz ahi teşkilatı içerisinde göncü mesleği erbabı olarak yer alıyorsunuz.
MG: Evet bizim durumumuz bu.
CA: Aslında en fazla sormak istediğim husus şu nereden geliyor bu ahi kavramı ve ahilik müessesi?
MG: bileceğiniz üzere Moğol istilasından kaçan Türklerin Anadolu?ya yerleşmesinden sonra oluşturdukları bir mesleki örgütlenme, şimdi ismi ile STK türü bir yapı. Ahî kelimesinin kaynağı ile ilgili iki görüş var. Bir görüşe göre; Ahî kelimesinin kaynağı Türkçe olup, 'akı' kelimesinin Anadolu'daki söyleniş tarzından doğmaktadır. Ahî, kelimesinin Türkçe olduğunu ileri süren araştırmacılara göre Ahî, kelimedeki 'k' harfinin 'h' olarak telaffuz edilmesinden ileri gelmektedir. Nitekim, Anadolu'da 'k' harfinin 'h' ve 'ğ' şeklinde telaffuz edildiği bilinmektedir. Ahî kelimesinin reisler (başkanlar, liderler) için kullanılması, onun Türkçe 'akı' kelimesindeki ses değişikliğiyle oluştuğu görüşünü kuvvetlendirmektedir. Nitekim, Ahî kurumunda reislere Ahî, diğerlerine fetâ, fityan denildiğini bilmekteyiz. kelimenin Arapça' dan Türkçe'ye geçtiğini ileri sürmektedirler. Bu görüşe göre Ahî, 'erkek kardeş' anlamına gelen 'ah' kelimesinin sonuna birinci tekil şahıslar için kullanılan ve sahiplik ifade eden 'ye' zamirinin bitişmesinden oluşan bir kelimedir. Ahî kelimesi bu haliyle 'kardeşim' anlamındadır. Bu anlamıyla ahi kelimesinin Kur?an-ı Kerimde çok kez tekrarlandığını görebiliriz. Ahilik teşkilatı Selçuklular döneminde ekonomik ve ticârî faaliyetlerinin yanı sıra, askerî ve siyasî faaliyetlerde de bulundukları, Osmanlı Beyliği'nin kuruluşunda ve güçlenmesinde etkin rol oynadıklarını iddia ediliyor. Ahilik teşkilatı Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında ve daha sonrasında da devam etmiş bir sosyal kurumdur. Ahiliğin kurucusu Ahi Evren olarak bilinmektedir. Kırşehir de kabri bulunan Ahi Evran'ın kurduğu bu teşkilatla ilgili Ahilik geleneğinin unutulmaması için bazı şehirlerde her yıl Ahilik haftası ve kutlamaları yapılmaktadır. Ahilik teşkilatı, gençlerin iyi yetişmesini ve meslek kazanmasını sağlardı. Deprem, sel, savaş gibi kötü durumlarda da kuruma üyeler ve halk arasında dayanışma olurdu. Padişahlar ve diğer yöneticiler de ahilik teşkilatına katkılı olup destekleyerek gelişmesini istemişlerdir.
CA: Sizce Ahi kelimesi nerden geliyor?
Ahi kelimesinin, fütüvvetnâmelerdeki ve Anadolu'da yaşamış bulunan Ahîlerin bırakmış oldukları vakfiyelerdeki yazılış şekli de kanaatimce kelimenin kökünün Arapça kaynaklı olduğunu kabul etmemizi gerektirir.
CA: Fütüvvetnamelerden bahsettiniz.
MG: Ahi teşkilatının içersindeki kimselerce verilen kararların gerek birleştirilmek suretiyle gerekse uygulamanın yanlış yapıldığı yerlere dair verilen fetvaların tamamını ifade eder. Örneğin; Ahiyan-ı Rum, yani Anadolu ahilerinden bir şeyhin fetva vermesi gibi, bunların hepsinin bağlı olduğu tek bir merkez var ki o da bildiğiniz gibi Ahi Evran?ın bulunduğu Kırşehir oluyor. Bir de fütüvvet kavramı var ki bu da çok önemlidir. Fütüvvet bir kimsenin ulaşacağı bir makam olup buna giriş merasimi düzenlenmektedir. Böylece kişiye fütüvvet verilirdi. Böylece önemli bir derece geçilmiş olur.
CA: O zaman arada bir hiyerarşi mevcut.
MG: Pek tabi; Ahilikte sanatkarlar gündüzleri işyerlerinde dört aşamadan oluşan hiyerarşi içinde mesleğin inceliklerini öğrenirler, akşamları toplandıkları ahi konuk ve toplantı salonlarında aynı hiyerarşi içinde ahlaki ve felsefi eğitim görürlermiş. Ahilik teşkilatı 9 dereceli bir düzene dayanır. Sırasıyla en alttan en üste doğru; Yiğit, Yamak, Çırak, Kalfa, Usta, Ahi, Halife, Şeyh, Şeyh ül Meşayıh. Bu mertebelerin bir kaçı tasavvufta da vardır. Bu noktanın altını çizelim. Bunlar arasında geçişlerde törenle oluyor tabi. Mesela; `pabucunu dama atmak` sözünün kökeninin ahiliğin peştamal kuşanma töreni ile ilgili olduğunu. Çıraklıktan kalfalığa geçiş töreni öncesinde eğitimi tamamlanan çırağın pabucu dama atılırmış. Bir yandan da artık ustalarından, kalfalarından eskisi gibi ilgi görmeyeceğini ortaya koyarmış bu deyim.
CA: Peki bölgemizde bu teşkilatlanma nasıldı?
MG: Merkez Urfa olarak kabul edilmiştir. Bunun bir çok nedeni vardır ama bence en önemlisi Urfa?da bulunan Türkmen nüfustur. Bu nüfus buraya en sistemli olarak Abbasiler döneminde ikame edilmiştir.
CA: Ahilik Türkler?e mi mahsustu o dönemde?
MG: Hayır, dediğim gibi mesleki örgütlenmedir bu, tabi İslam ile de bağlantısı var. Abbasilerde ve diğere bir çok İslam devletinde buna benzer yapılar mevcuttur. Kaldı ki, ahi teşkilatının içersinde her ırk ve dinden insanlar bulunurdu. Hatta bunlar liderlik yani şeyhlik daha yapabilirlerdi. Böyle bir sorun yoktur ahilerin zira onlar kardeştir. Kardeşler arasında da böyle bir ayrım olamaz. Hele özelikle bu bölge de böyle bir şey mümkün değildir. Zaten yapı kozmopolittir. Amaçları esnafın ve ticaret erbabının saygınlını arttırmak ve kaliteli ürün satmaktır bu insanların.
CA: Bir mesleki eğitim söz konusu olmalı bu halde.
MG: Evet hem de en güzeli. Sabahları ustanın yanında pratik ders alan çıraklar ki bunlar gençtir, akşamları da tekkede hendese, cebir başta olmak üzere pozitif ilimlerle uğraşmaktadır.
CA: Mesela bir göncünün bir günü nasıl geçer?
MG:Ben dedemden ve babamdan dinlediklerimi aktardayım size; zira biraz önce değindiklerim genel bilgiler ve kitaplarda çok kolay bulunur. Ancak uygulamaya dair bilgi çok azdır. Dedem ahi şeyhi, göncülerinde başındaki insan. Evvela bunlar sabah namazında kendilerine mahsus camide sabah namazında buluşurlar. Namazı dedem kıldırır. Sabah namaza gelmeyen kim varsa cemaatten bir genç gönderilir. Niçin gelmediği öğrenilir. Gelmeyen esnafın hasta olduğu öğrenilince esnaftan yaşça büyük olan ve şeyh onun evini ziyarete gider. Hastalığını anlar, eğer işe gelemeyecekse yastığının altına yeteri kadar para bırakılır. Namazın akabinde ustalar, çıraklara dükkanda derinin nasıl kesileceği, katlanacağı konularında pratik yaptırırlar. Akşam olunca tekke de toplanır gençler. Burada ilim tahsili yapılır. Babamda kısmen bunlara yetişmiş, amcam ise iyice hatırlardı. Sonra dini derste yapılır. Zira şimdi son zamanlarda yaşanan sıkıntıda bu değil mi insanların gözünü para hırsı bürümüş. Bunun tek çıkar noktası insanın manevi rahatlaması ve tatmin olmasıdır. Yoksa maddi şeyler insanı hiçbir zaman tatmin edemez.
CA: Hep bunlar mı olur, sabah çalışma akşam dersten mi ibarettir?
MG: Hayır, en az haftada bir gece de yaren gecesi dediğimiz eğlenceler düzenlenir. Yardıma muhtaçlara para toplanır. İş yeri açacaklara yardım edilir bunun benzeri sosyal sorumluluk yönü ağır basan işler de yapılır.
CA: Her mutlu mudur?
MG: Hem de nasıl. Zira hepsi şunun farkındadır ki, çevresindekiler mutsuz olunca, bu mutsuzluk herkesi etkileyecektir bunun için kendisine düşeni yapmak zorundadır. Bu hem toplumsal hem de dini görevidir. Çünkü her ahi kendi mesleği için yeni birisini bir oğul gibi yetiştirmektedir, herkes bir diğerinin mutluluğu için çalışmaktadır, sırda burada yatar. Şimdiki gibi batının bilimsel yani iktisadi tablolara dayanılarak verdiği mutluluk analizleri yoktur o toplumda, kadim olmanın getirdiği bir kardeşlik vardır orada. Hal böyle olunca mutlu olmamak için bir sebep yoktur.
CA: Babanız da ticaretle uğraştı o nelere dikkat ederdi.
MG: Dedesinin dedesinden gelen bir duası vardı ve bana şunu söyledi. ?Biz ahi torunuyuz; bize sonunda zarar verse bile hep doğruyu söyleriz, sabah namazını hep cami de kılarız ve belimizden hep emin olmakla yükümlüyüz. Unutma oğlum bir ahinin Gönlü, kapısı, eli ve sofrası daima açık olmalı, tersine gözü, dili ve beli kapalı olmalıdır?.
Hatta bir keresinde, babam defolu olduğu için aldığımız fiyata satmam gereken bir ayakkabıyı, ki defosu sadece iç astarındaki bir mercimek büyüklüğündeki delikti, normal ayakkabı fiyatına dalgınlıkla sattığım için bana ?senin ihmalin yüzünden ben öbür dünyada nasıl hesap vereceğim? olmuştu. Hemen bunun üzerine dükkan komşumuz hasan ve sadık usta beni aldı, dükkanlarını kapatıp o yanlışlıkla satış yaptığım adamı bulmak için yaklaşık üç saat gezdik. Sonunda adama ulaşıp, bir lirasını geri verince ve bu durumu babama anlatınca beni affetmişti. Bu olayda babamın tutumu kadar komşularımızın üç saat boyunca benimle beraber gezmesi beni etkilemiştir. Şimdi idrak ediyorum ki kaç kişi bir aynı zamanda rakibi olan dükkân komşusunun çocuğu için dükkânını kapalı tutar üç saat boyunca. İşte ahilik budur. Fıtrata uygun yaşamak ve fedakârlık. Kısaca Ahilik Ahlaktır, bunu unutmayın.
CA: Evet çok ilginç Ahilik ahlaktı tanımınız. Ben bu sohbet için size çok teşekkür ederim. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
MG: Son olarak şunu söylemek isterim; sevgili gençlere dileğim şudur ki; dürüst ve şeffaf bir toplumda; lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileği ile Allah?tan mutluluk dilerim.