Ahmet Zeki Gayberi*
Yürü gidelim abi... Ağzımızdaki kan yutağımıza dolmadan, yürü abi gidelim.
Sen Aksa'da namaz kıl ben bir sapan bulayım, kaldırımlardan taş söküp zulme düşman olayım.
Gidelim abi? Gidelim ki ölüm bizi bulmadan biz ölümü bulalım? Sen ayetlerini topla abi, bohçalayalım bin kaç yıllık öfkemizi. Sis vakti sağır ve sessiz terk edelim bu viran ülkemizi. Hadi abi gidelim, Leyla'nın ülkesine?
(M. Sait Yakut)
Sarı, sıcak ve toz?
Urfa Suruç?un belleğimde kalan imgesi?
Bir de Sait Yakut, aç nefesi yeşil elma kokan memleketin divanesi?
Kudüs?ün, Endülüs?ün, Leyla?nın şairi ölmüş duydum?
İnna lillah ve inna ileyhi raciun...
Hayalin ve umudun bile nefes almakta zorlandığı,
çorak, boz toprakların yürekten mütevellit neferi Sait?
Sene 1988?
İmam Hatip?in cemel-inde (duvar) kulağıma değen bir nefes;
?Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes,
Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es!?
Sapsarı ufuğa, namütenahi bakışlar atan ey deli şair!
Biz senden razı idik, Hüda da razı olur inşallah!
İronik bir iman, yerle yeksan bir tevazu, dingin bir derinlik ve tahtsız bir yürektin sen Sait.
Dökülen her kanın, yaralanan her vicdanın, yükünü taşımakla yükümlüydün?
Bu omuzlanamaz hale gelen ağır yükten şöyle yakınıyordu:
?Burnumuz aşktan kanasın illa kan akacaksa.
Namusu varsa kalbimizden vursun, biri bizi vuracaksa.
Sen ayetlerini topla abi, bohçalayalım bin kaç yıllık öfkemizi.
Sis vakti sağır ve sessiz terk edelim bu viran ülkemizi.
Hadi abi gidelim, Leyla'nın ülkesine??
Ki kalmadı durmak için makul bir gerekçen biliyorum?
Kalmadı burada hayat sana...
Koydun cebine bu ülkenin bütün günahlarını ve çektin gittin!
Tava vadisinden incir,
Tûr dağından zeytin topladın.
Endülüs'te vuslat yaşadın,
Kurtuba?da akşam güneşini seyrettin,
Bağdat'ta, üstü başı kan içinde seni bekleyen veli?ye koştun.
Kudüs'ü gördün,
El Hamra?da at sürdün,
Urfa?nın türkülerini,
Şam?ın, Halep?in şekerlerini cebine koydun da gittin?
Lacivert bir çarşaf oldu ru-i zemin, arş-u sema sana?
Endülüste, Irak?ta, Filistin?de, Moro?da, Cezayir?de, Afrika?da toprağa damlayan her gözyaşının biçare yükünü omzumuza vurdun da gittin?
Kahpe kurşunlar değil, yollar alnından mıhladı ya seni Sait!
Her köyden sürülen bir derviş gibi, yollara kurban gittin.
Sen ayetlerini topladın. Ve bin kaç yıllık öfkeni, kaçtın Leyla'nın ülkesine?
Mazlumların ah?ı ile dolu kalbini Kevser?den gayrı hiçbir şey serinletemezdi biliyorum?
Mutlusundur şimdi Leyla?nın ülkesinde, Hak?kın sancağının altında?
Senin mürekkebin çelik eriyiğiydi?
Sahtekârlık yakışmazdı, artist vakârına?
Patavatsız, sorgusuz, kemiksiz dilini kurşun gibi saplardın düşmanının ta ciğerine..
Molla Mahmut?un delişmen, inançlı, inatçı serseri oğlu!
Kürd?ün ve Türk?ün eşitliği reddeden ?kardaş? evladı!
Mavzer gibi kelâmın gül kokulu cengâveri!
Dediğin gibi biz yaşıyoruz öylesine?
Sen, yakut yeşili gözlerinle ?bu topraklar?ın selamını söyle Leyla?nın ülkesine?
Allah(CC), eşine ve güzel evlatlarına sabr-ı cemil nasip etsin!
Hadi var sen git ey şair!
Yolun açık olsun?
*Gazeteci-Yazar