Gönüllü bir sürgün
Kendimi zorunlu bir sürgüne yolluyorum, ne kadar süreceğini bilmediğim bir sürgün bu. Belki de hiç bitmez, bilemiyorum.
Ama gönlüm ferah olarak çıkıyorum bu yolculuğa.
Evet, bakmak zorunda olduğum iki küçük çocuğum var ve bu kararı verirken bunun sıkıntısını yaşamadım dersem yalan olur.
Bir aydır geceleri uykum bu düşünceyle kaçtı, açıkça itiraf edeyim.
Çünkü temelli gidiyorum.
Gün gelir başımı alır giderim diyorum.
Bir hayat tarzını, ayrıcalıkları bırakıp gidiyorum, çünkü inancımı kaybettim.
Paranın alamayacağı şeyler vardır, bunların başında inanç gelir.
O yüzden gün gelir, başını alıp gitmek zorunda kalırsın.
Bu vicdani ve kişisel bir karardır ve kimseden aynı şekilde davranmayı bekleme hakkım yoktur.
İnancın bedeli şahsi ödenir.
Gün, bedeli benim ödeme günüm.
Ben bu bedeli öderim.
Kendime saygım, dostlarımın ve çalışma arkadaşlarımın yüzüne bakabilme uğruna, çocuğum bildiğim SABAH'a veda etme zamanı geldiğine karar verdim.
Bu karar bir günde alınmadı.
Vicdanım rahat.
İnancım uğruna gidiyorum.
İnandığım SABAH'ı yapamayacağım için gidiyorum.
Gidiyorum çünkü ben gazeteciyim.
Unuttunuz belki ama gazetecilik bazen gitmeyi bilmektir.
Ben bu vaktin geldiğini fark ettim.
20 yılı doldurduğum SABAH'tan gidiyorum, hem de dönmemek üzere.
Kalanlara selam olsun.
Gidiyorum, çünkü artık bildiğim, inandığım SABAH'ı yapma imkânım yok.
Bu gazeteye Ağustos 1989'da girdim.
Giriş o giriş.
2001 krizi nedeniyle uzakta geçen 1.5 yılı saymazsak burası gerçek anlamda yuvam oldu.
Belki de SABAH'ı gereğinden fazla sahiplendim.
Ama bu süreçte gazetenin gerçek sahibinin okur olduğunu bildim ve bu gerçeğe saygı gösterdim.
Gazeteci olarak iyi bir okulda yetiştim ve bunun için ortalama bir gazeteciden daha ağır bedel ödedim.
İki çocuğumun doğumunda da karımın yanında olamadım mesela.
Pişman mıyım, asla.
SABAH'ta çalışmak bir keyifti ama Dinç Bilgin gibi bir gazeteci patronla çalışmak zordu.
Yine de o zorluk, bana yıllar sonra bu koltuğa oturtacak deneyimi kazandırdı.
Ben de işimi çok ciddiye aldım, cumartesipazar demedim çalıştım, kızım Ayşe'yi sadece gazeteye götürdüğüm günlerde görebildim.
Gece yarıları çok sayfa yıkıp yaptığımız oldu; atladığımız bir haber yüzünden Dinç Bilgin'den köşe bucak saklanmaya çalıştığımız da oldu...
Kötü yaptığımızda en ağır şekilde fırçalayan, iyi işimizde 'Sizinle çalışmaktan gurur duyuyorum' diyen bir patrondu.
Ne biliyorsam, o öğretti, ben de iyi öğrendim açıkçası.
Zaten 1984'ten bu yana patronumdu, Yeni Asır'da başlayıp 2008'in son gününde noktalanan bu serüvende istifa kararımı eleştirenlerden biri de oydu.
Ona 'Siz nerelerdesiniz, bizi niye ortalarda bıraktınız' diyemedim elbette.
Ama bize verdiği emeğe saygımı bir an olsun eksiltmedim.
Gün be gün ilgilendi bizimle.
2002 Ağustos'unda Dinç Bilgin ve Turgay Ciner'in isteğiyle yayın yönetmeni olarak göreve döndüğümde, onun da büyük desteğiyle de bu gazeteyi 190 binlerden alıp Hürriyet'in ensesine dayadım.
Burada tevazu göstermeyeyim, işimi iyi yaptım, hem de çok iyi...
Sadece o dönemde değil, SABAH'ın son 7 senesinde de...
Çünkü bu gazetenin genetik kodlarını biliyorum, okurunu tanıyorum.
Hâlâ iddiam, bu gazeteyi yapabilecek en iyi gazetecilerden biri olduğumdur, bunu önümüzdeki günler sınayacak zaten.
Gazetecilik bir inanç ve liderlik işidir.
Liderliğe inanç ve gerçeği yazabilme iddiası...
Artık bunu yapabileceğime inanmadığım için gönüllü bir sürgünü tercih ediyorum.
Bu bir bedel, benim koşullarımdaki bir çalışan için çok ağır bedel.
Sonucu ne olursa olsun, bugün bu bedeli ödemeye hazırım ve bugün ödüyorum.
Çünkü ben solcu gençliğimden kalan isyancı ruhumu hiç kaybetmedim.
Bu işi yaparken hep demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü korudum, haberin gücüne inandım.
Yorumun da özgürlüğüne...
Hiçbir arkadaşımın yazısına müdahale etmedim, eleştiri okları en ağır biçimde bana yöneldiğinde bile.
Aldığım kararı küçümseyenler, bana 'Aptal' diyenler veya 'Çok geç kalmış bir karar' diyenler çıkabilir elbette.
Ama başta ben, ailem ve yakın dostlarım gerçeğin bu olmadığını biliyoruz.
Bu kararı medyada pek çok insanın imrenerek baktığı bir pozisyondayken aldım.
Dedim ya bu tercih edilmiş bir sürgün.
'Ne var bu kararın ardında' derseniz, cevaplayayım:
Atıp tutarken mangalda kül bırakmayıp hayatın en kritik sınavında tavırsız kalmak yok.
Yüzümü bir gün bile kara çıkarmayan çalışma arkadaşlarımı üzdüğümü, sıkıntıda bıraktığımı biliyorum ama dediğim gibi bana artık gitmek yakışırdı.
İkincisi, bildiğim, inandığım, büyümesine destek olduğum SABAH'ı yapma gücüm, olanağım kalmamıştı.
Dinç Bilgin 'Gazete memurları ile çalışma' derdi, ben de memur bir yayın yönetmeni olmayı istemedim.
Türkiye bugün gazetecilik mesleğinin çok ciddi sınavdan geçtiği bir ülke.
Bu sınavın iyi verildiğini söylemek mümkün değil.
Bu sınavdan pekiyi alacak tavırlarım olduğu kadar, '0'ı hak ettiğim de olmuştur tabii.
Ama bu sadece benim sorunum değil.
Rengini, tadını, özgürlüğünü giderek yitiren tüm basının sorunu.
25 yıldır elimden geldiğince, gücüm yettiğince demokrasinin, halk iradesinin, azınlık hakkına saygının yanında oldum, tahakküme karşı çıktım.
Dün karşı çıktım, bugün karşı çıkıyorum, yarın da karşı çıkacağım.
Belki de biraz bu yüzden gidiyorum.
Sağlıcakla kalın.
Sakın anneme işsiz olduğumu söylemeyin, o beni hâlâ SABAH'ın yayın yönetmeni sanıyor.
ERGUN BABAHAN - SABAH