Dolar

34,9458

Euro

36,7162

Altın

2.982,17

Bist

10.125,46

İmparatorluk Kültürü

Dünya halklarının iradesi, güce tapınmakta olan bir takım dinozorların eliyle gasp edilmekte ve kendilerinden çalınmaktadır.

18 Yıl Önce Güncellendi

2008-10-27 13:24:00

İmparatorluk Kültürü

 

Halis Çelebi*

Basit bir hesapla dinozorlar 65 milyon yıl önce yeryüzünden kayboldu. Yokluğa/yok olmaya/fenaya karşı durabilen hiçbir varlık yoktur. Amerika 2008 sonbaharında tıpkı Ad ve Semud gibi büyük bir ekonomik bir felakete maruz kaldı. Fransız yazar Emmanuel Todd da bundan yıllar önce SSCB?nin çöküşünün ABD?nin çöküşünü haber verdiğini dile getirmişti. Amerika, SSCB?nin yıkılışının ardından yok oluşa karşı bağışıklık kazanmış değildir. Belki de imparatorluk ruhunun verdiği benzer bir rahatsızlıktan dolayı aynı mezara gidecek.

Paul Kennedy de Büyük Güçlerin Yükselişi ve Düşüşü adlı eserinde aynı kehaneti kendi ülkesi için haber vermişti. Bu bana Humeyni ve Macar asıllı Henri Silard?ın kehanetlerini hatırlattı. Birincisi SSCB?nin 10 yıl içerisinde çökeceği kehanetinde bulunmuştu?ve çöktü de.. İkincisi ise SSCB?nin yıkılışının ardından iki sistemin birbirleriyle gizli bir dayanışma içerisinde olmasından hareketle ABD?nin yıkılacağını ifade etmişti.

Arnold Toynbee benzer bir görüşü, Kartaca?nın yıkılışının Roma?nın yıkılmasını da beraberinde getirdiğini ifade ederek dile getirir. O dönemde Roma?nın önde gelenleri, Kartaca?nın ayakta kalmasının emperyalist ihtirasa gem vurması açısından bir denge olacağını ifade etmiş. Ancak Hannibal, Roma vahşetini yaratmada önemli bir role sahip kişilik olarak önce Kartaca?yı sonra da Roma?yı yakmış, böylece cumhuriyet yok olmuş; ardından da yeni ve yayılmacı bir imparatorluk doğmuştu.

Bana Suudi Arabistan?dan Amerika?nın çöküşüne üzgün olduğunu ifade eden ve kızgınlık dolu dille yazılmış bir e-mail geldi. Benim ABD?nin çöküşüyle ilgili söylediklerimin saçma sapan şeyler olduğunu iddia ediyordu. Ben de buna, görüşleri tayin edenin tarih olduğunu, tarihin isterse yok edeceğini isterse var kılacağını ifade ederek cevap verdim.

Thomas Friedmann, ?Kendisi kurtarılmaya muhtaç 1 trilyon dolarlık kurtarma planı? adlı makalesinde ömrü boyunca kendisini gerçekten korkutan başından dört beş felaket geçtiğini ve birkaç kriz gördüğünü anlattı: Küba kuşatması, nükleer savaş tehdidi, Kennedy?nin öldürülmesi, 11 Eylül olayları ve 2008 sonbaharındaki ekonomik kriz.

Hiçbir sınır tanımayan bu yayılmacı zihniyet, Emeviler, Abbasiler ya da Şaron, Bush, Osmanoğulları sultanları, ve Faşist diktatörlerde de olsa fark etmez, hepsi aynıdır.

Tarihimizde Harun Reşit?in bir buluta bakarak şöyle dediği aktarılır: ?Ey bulut nereye gidersen git, nereye yağmur olarak düşersen düş, senin (toprağa düşerek oluşmasına yol açtığın tüm tarımsal varlıklardan kaynaklanan gelirlerin) haracını ben alacağım.? Bu çok faydalı bir öyküdür, hatta bize neşe verebilir ya da gururlandırabilir. Ancak haracı kimin ödeyeceğini sormayız.

Haracı kimin aldığıyla zihnimiz meşgulken hiç hatırımıza bu haracı öderken milletlerin çektiği sıkıntı ve azapları aklımıza getirmeyiz. Buna karşın imparatorların mallarının dağıtılma şeklini tarih kitapları bize bir kıvanç vesilesiymiş gibi anlatır. Harun Reşid?in oğlu (Memun) Buran?la evlenirken, babasının gördüğü o bulutun yağmur olup düştüğü toprakların haracından kaynaklanan bütün gelirler harcandı.

Bu düğün, 14 ay süren iç savaş Bağdat?ta tahrip ettikten ve Memun?un kardeşi Emin?in kellesiyle sarayına döndükten sonra gerçekleşmişti. Sonra silah zoruyla Mutezile?nin düşüncelerini insanlara dayattı. Alimler, düşüncelerinden dolayı kendisine getiriliyor ve hapsediliyordu. Kur?an?ın yaratılmış olduğunu söyleyenler serbest bırakılırken bunu reddedenlerin akıbeti ise asılmak ya da cellat tarafından boynu koparılmak oluyordu. Zorla dayatılan her düşüncenin yok oluşla sonlanacağı tarihin en önemli kurallarındandır.

Mutezile düşüncesi böylelikle yeryüzünden silindi, Memun?un aptallığı nedeniyle kültürel birikimleri yok olup gitti. Hâlbuki Mutezile?nin hançerlere ihtiyacı yoktu. Tersine bu mezhep, aklı ve ağır başlılığıyla meşhurdu. Ancak Descartes?in dediği gibi en yüce insanlar hiç umulmadık rezillikleri yapmaya yatkındırlar.

Öte yandan aklın katledilişi, Sultanların casuslarının gözlerinin önünde sistematik bir şekilde nakil ehli tarafından gerçekleştirildi. Bu ise üç büyük felakete yol açtı: Siyasi istibdada götüren dini istibdat, ümmetin bedenindeki bağışıklık sisteminin yok olması, (böylelikle Müslümanlar tarihten çekilmiş, yeryüzünün ekseni alt üst olmuştur) ve üçüncüsü de Araplar Akdeniz coğrafyasına hapis olmuştur. Böylelikle demokrasiye ve bilimsel araştırma kurumlarına, bankalara ve savaş güçlerine sahip Atlantis uygarlığı ortaya çıkmıştır.

Harun Reşid?in öyküsü, biricik değildir. Özellikle de gücün verdiği sarhoşlukla kendisinden geçen ve ansızın yıkılma olgusuyla karşı karşıya olan bütün süper güçlere uygulanabilecek olan bir kanundur bu. Osmanlı Sultanı kendisine Batı?da çok önemli gelişmelerin yaşanmakta olduğu anlatılırken bunu söyleyenlere ?Müslümanların sultanı kafirlerin ülkelerini ancak bir fatih olarak ziyaret eder.? şeklinde cevap vermişti.

İsaak Newton yerçekimi kanunun keşfettiğinde aynı mantık Kraliçe Victorya?nın elçisinin gönderdiği ve imparatorluktan üzerinde güneşin batmadığı bir ülke olarak bahseden mektupta da ortaya çıkmaktaydı.

Bugün ise Osmanlı imparatorluğu?ndan kala kala küçük bir Türkiye geriye kaldı.

Bütün güneş ışıkları Büyük Britanya?dan uzaklaştı. Artık bu ülke sisler içerisinde yaşamakta, ülkedeki Katoliklerle Protestanlar arasında vuku bulan iç savaş nedeniyle ülke enerjisini tüketmektedir. Bu hastalık insanidir ve herhangi bir azgına isabet edebilir.

Bu veba, Napolyona?a da isabet etmişti ve yarım milyonluk orduyu savaşlarda heba eden bu diktatör, ordusunun sadece %5?ini ülkesine sağ salim getirebilmişti. Ve sonunda insana cehennemi hatırlatan bir adada arsenikle zehirlenerek öldü.

Bu hastalık Hitlere de bulaşmıştı. Stalingrad?ın orada Volga nehrinin kıyılarında askerlerini heba etti ve sevgilisiyle birlikte kafasına kurşun sıkarak intihar etti.

Maceraperest Arnavut bir asker de bu imparatorluk rüyasına kendini kaptırmıştı. Mısır?ın kaderine hançerler ve suikastlarla el koymaya kalktı, ülkeyi kan gölüne dönüştürerek liyakatını göstermiş oldu. Tarih boyunca Kavalalı Mehmet Ali Paşa diye bilindi.

Sonra askerlerini Arap yarım adasına kadar getirdi, ardından İstanbul yakınlarına kadar ilerledi. Sonra yaptıklarından pişman oldu çünkü İngiltere kendisini gözlemekteydi.

Yeni Isparta?nın kralı Şaron da, sınır kabul etmeyen ve silahlarının gücünün yetebildiği yere kadar her yeri zapteden bir devlette benzeri bir hayale kendini kaptırmıştı.

Bush da cazibesine dayanılamayan bir gücün sarhoşluğuyla çalım yapmaya, tıpkı Roma imparatorluğu gibi dünyanın dört bir tarafındaki 65 askeri üssüyle caka satmaya başlamıştı.

Yeryüzünü, gözünü bile kırpmadan, M.S. 71 yılında Titus?un yaptığı Yahudi Masadası?nı hatırlatırcasına yakıtı insanlar ve taşlar olan cehenneme dönüştürmeyi düşünüyor.

Bu, tarihin büyük güçlerle alay etmesidir. Gücünün ve azametinin en üst noktasındayken nasıl olur da bir imparatorluk çökmektedir? İngiliz tarihçi Toynbee, medeniyetlerin çöküş hastalığından bahsederken Asuri Devleti?nin zırhları içerisinde boğularak öldüğü tespitini yapar. Silahlanmada herhangi bir eksikliği olmayan bu imparatorluk, sürekli olarak savaş gücünü geliştirmekte ve bunda giderek ustalaşmaktaydı. Bölgedeki bütün halkları dehşetengiz bir askeri güçle kendine boyun eğdirmişti. Birçok kenti yerle bir etmişti. Yeteri kadar kendini tükettiğinde ise zırh içerisindeki bir ölüye dönüşmüştü, sonra da tarih onu defnetti.

Asurluların ortadan kayboluşundan sonra Yunanlı tarihçi Ksefenos, bir askeri birlikle birlikte o bölgeden geçerken oraları görmüş ve bu yerlerdeki korunakların azameti kendisini hayrete düşürmüştü. Ancak ortada Asurlular?a ait bir şey kalmamıştı. Tarihte bu devleti uyumakta olduğu mezarından kaldıran ilk kişi 19. yüzyılın ortalarında Henri Layard olmuştu.

Bu imparatorlukların tarih sahnesinden kaybolmasıyla kas gücüne dayalı bir kuvvetin kıt akılla birleştiği bir sentezde dinozorların yeryüzündeki nesillerinin tükenmesi, aynı tarihsel nedene dayanmaktadır. Yeryüzünden kolayca silinmiş ve yaşadığını kanıtlayan kemik kalıntıları, 65 milyon yıllık devasa bir zaman diliminin ardından ortaya çıkmıştır.

Tarihin kanunlarıyla meydana gelen bu çatışma ezici, yok edici ve döngüseldir. Ancak öyle görünüyor ki dinozorlar, anlayış kıtlığı nedeniyle meydana gelen olaylardan ders almamakta ısrar etmektedirler. Cüsselerinin hantallığı ve devasalığı kadar akılları da zayıftır.

Bugünün en büyük etobur dinozoru Amerika, maalesef ikiz kuleler olayından ibret almamakta, kendini bu olaylar neden meydana geldi diye gözden geçirmemektedir. Özeleştiri mekanizmaları dumura uğradığında gelişme ve kendini düzeltme mekanizması da kesintiye uğramaktadır.

Nefis muhasebesi, pişmanlık, tövbe ve özeleştiriyle doğru yönde gitmek/aklı selim sahibi olmak arasında dolaysız bir bağlantı vardır. Ancak özeleştirinin gücü, ahlaki bir güç olup teknolojiyle ilgili bir şey değildir.

Teknoloji bir bilgisayarın saniyede bir trilyon işlem yapabilmesini sağlayabilir belki ama ahlak düzeyini yarım derece bile yükseltemez. Ona ancak sabredenler ve büyük pay sahipleri kavuşabilir.

Tarihçi Toynbee?nin dediği gibi firavunî medeniyete yapılan meydan okumayla tarih, çevreden benliğe intikal ettiğinde yaratıcı güç bu medeniyette azalır ve ölüm soğuk elini o medeniyetin üzerine koyar.

Belki de bu aşama, Musa (a.s.)?ın mücadele ettiği, yani firavun medeniyetinin hayat kültüründen ölüm kültürüne intikal ettiği aşamadır. Bütün bir halk, fani bir insanın kabri etrafında ikamet etmeye mecbur bırakılıyorlardı. Rabbin de onlara azabın en can yakıcısını tattırdı.

Harun Reşid, Kraliçe Viktorya, Cengiz Han, maceraperest asker Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Şaron, Bush; bunların hepsi aynı lanetlenmiş göğüs olan imparatorluk ve istila? kültüründen süt emmektedir. Biz bu ahiret yurdunu yeryüzünde böbürlenme ve fesat istemeyenlere verdik. Akıbet muttakilerindir.

İslam dünyasında sokaklarda hareketlilik ve protestolar başladığında ilk yapılan şey, hükümet dairelerini ateşe vermek, kamu hayatını felç edecek eylemler yapmaktır.

Ancak gösteriler kaos yaratmaktan ziyade bilinci ifade eden bir durumdur. Halk, yöneticilerle birlikte İmparatorluk kültüründen başkasına inanmamaktadır. Böylece iş kendilerine havale edilmekte ve halkın fertlerinin her biri ceberrut varlıklara dönüşmektedir.

En büyük musibet gücü aklın üstüne koymaktır. Japonlar güçlerinden arındırıldıklarında her ne kadar güneş mucizesine benzeseler de silahsız bir şekilde yükselmesini bilmişlerdir. Ancak (Süpernova)(1) bütün parlaklığına rağmen göz sorunu olan; sopa ve köpekle yürüyen kişi onu göremez.

Fransız devrimi de güçle gelmiş olması hasebiyle sorunu çözmemiş, krallıktan sonra imparatorluğa dönüşmüştür. Fransa?da demokrasi ancak III. Napolyon?un 1870 yılındaki yenilgisinden sonra bu ülkede serpilebilmiştir. Yani Bastil baskınından tam bir yüzyıl sonra.

Demokrasi, bir kerede meydana gelen bir sistem değildir. O, zamanla büyüyen ve her seferinde rabbinin izniyle meyvelerini veren bir ağaçtır.

Bizim de bir gün Harun Reşid gibi gücümüz olursa dünyaya hâkim olma güdüsüyle kuvvetin mantığı bize de hâkim olabilir.

Filistin davası da bu düşünce çerçevesinin dışında değildir.

Yine aynı şekilde, siyaset dünyasının bileşimi de bu manzume içerisinde şekillenmektedir. Biz ve Yahudiler, kurtuluşun tek yolu olarak güce ve silahın üstünlüğüne inanmaktayız.

Afganistan ise rengi sönmüş ve bakanları memnun etmeyen bir bitki gibidir. Afganlılar ülkelerinin sorunlarını kendi kendilerine çözememişlerdir. Sorun dinozor kanunlarıyla geçici olarak askıya alınmıştır. Bir başka ifadeyle güce sahip olan kişi, iktidara geldiğinde bir öncekini aratmakta ve selefini yok etmektedir. Kas gücü ve bilinçsizlik kanununa göre herkes kendi rolünü yerine getirmektedir.

Peygamberler ise böyle davranmazlar. Onlar, insanı özgürleştirmenin başka bir yolunu bulmuşlardır. Öldürerek değil yaşatarak..Bu nedenle Kuran, şehadeti de yaşamın bir türü olarak görmektedir: Allah yolunda ölenlere ölüler demeyin, onlar diridirler ama siz hissetmezsiniz. Şehadet, devasa bir anlama sahip bir kavramdır. Bu kavram çerçevesinde insanlar düşünceleri uğrunda ölürler. Tıpkı bir tohum gibi düşüncelerini yeşertmek için bedenlerini toprağın altına verirler.

Öldürmek ise ancak öldürmeyi beraberinde getirir.

Batı medeniyeti ise tevhid düşüncesini üretmekten aciz kalmıştır. Çünkü dünya, şirk üzerine yani veto hakkı üzerine kurulu bir sistemle yönetilmektedir. Dünya devletleri, çoğunluk oluşturarak bir karar alamamaktadırlar. Dünya halklarının iradesi, güce tapınmakta olan bir takım dinozorların eliyle gasp edilmekte ve kendilerinden çalınmaktadır.

Akıl ortada olmadığı sürece, dünya orman kanunlarıyla yönetilecek ve tüm bunların bedelini, iç savaşlar, birinci ve ikinci dünya savaşları, dini ve etnik çatışmalar, nükleer savaşlar şeklinde, gözyaşı nehirlerinin üzerine kurulmuş olan azap köprüleriyle ödeyeceğiz. Biz onlara, dönerler umuduyla, en büyük azabın bir alt derecesini tattırırız.

(1) Süpernova, enerjisi biten Büyük Yıldızların şiddetle patlaması durumuna verilen addır. Bir süpernovanın parlaklığı Güneş'in parlaklığının yüz milyon katına varabilir.



*Suriyeli düşünür-yazar.

Bu makale İslam Özkan tarafından TİMETURK.com için tercüme edilmiştir.


 

Haber Ara