Diyarbakırlı Halis Toprak, nam-ı diğer Halis Ağa... Bugüne kadar işadamlığıyla, sanayi tesisleriyle, malıyla mülküyle, İstinye'deki dev köşküyle, Londra'daki, dünyanın sayılı mülkleri arasında gösterilen muhteşem villasıyla, helikopteri, yatıyla anıldı hep... 33 yıllık karısı Ayşe Toprak'tan ayrılmak için 5 trilyonluk rekor tazminat ödemeye mahkûm edildiğinde de manşetlerden inmedi haliyle.
Sonra da ardı arkası kesilmedi şanssızlıkların... TMSF'ye devredilen Toprakbank'ın borçları yüzünden, yıllarca bir koleksiyoner gibi biriktirdiği en değerli arazilerini, Londra'daki o meşhur villasını, malvarlıklarının hatırı sayılır bir bölümünü kaybetti. Bu konuda çok çok üzgün. Malları ucuza gittiği için 'içinin yandığını' söylüyor; 'Bana bıraksalardı, hiç değilse ben gerçek değerlerine satardım,' diyor.
Ama bunlar zaten basını takip edenlerin bildiği hikâyeler... Benim derdim ne peki? Anlatayım... Uğruna ilk eşinden ayrıldığı Özlem Hanım'dan da ayrıldı Halis Ağa. Bununla da kalmadı, hem Özlem Hanım'dan sahip olduğu en küçük oğluna, hem de yıllar önce üç yıl birlikte yaşadığı Gülcan Sepet'ten olma 18 yaşındaki oğluna DNA testi yapılmasını istedi. İşte benim Toprak'ın kapısını çalmama neden olan olay da bu! Uzun süren bir kovalamadan sonra bizi Aslanlı Köşk'te kabul etti Toprak; hem özel hayatını hem iş hayatını Sabah'a anlattı. Başına gelenler yüzünden gözleri dolu dolu oldu, kendisine çok haksızlık edildiğini durmadan tekrarladı. İşte Halis Ağa'nın yaşadıkları...
-İş hayatınızda da özel hayatınızda da pek çok badireler atlattınız. Nasıl hissediyorsunuz şimdi kendinizi?
- İyiyiz dersek, yalan olur. Çok üzgünüm. Örneği az olan işler yaptım ben ülkeme. Türkiye'nin altı bölgesinde 23 tane sanayi tesisi, 4 milyon metrekare üzerinde inşaat yaptım. Milletin malına göz dikmedim, kimsenin malını, arsa hariç, almadım. Bunların karşılığında da devletten, bu iktidar hariç, çok sıkıntı gördüm. Yatırımlar yapıyorsun, devlet teminatlar veriyor ama hiçbirinin aslı astarı yok.
- Peki söyler misiniz şu an kendinizi nasıl görüyorsunuz? Sudan çıkmış balık gibi mi, pişmanlık dolu mu, yorgun mu, çok üzgün mü?
- Ben kendimi hiç affedemiyorum.
- Neden?
- Benim babam mı bu ülkeyi kurtaracak, ben niye bu kadar sene yatırım yaptım?
- Para da kazandınız ama?
- Para mara hepsini aldılar! Bilirkişi raporu ile yaklaşık 40 trilyon olarak belirlenen borcumuza karşılık benden bugüne kadar yaklaşık 700 trilyon aldılar. El konulan diğer banka sahiplerinin bazılarından faiz alınmamış olmasına rağmen bizden dünya tarihinde görülmemiş oranda fahiş faiz alındı. Devlet bu ya! Devletin böyle yapması cidden çok üzücü. Mahkeme kararı var, 'Sen bu bankayı satamazsın,' diyor. Bu banka 1 milyar dolarlık banka, 800 milyon dolara sattılar. Mahkeme kararı alıyorum, götürüp adama veriyorum, mahkeme kararına uymuyor, satıyor. Adama nasıl satıyor? İki tane banka batırmış, kanunen satamaz! Kanunen banka batırana banka verilmez! Kalktı 18 yaşındaki kızının adına satın aldı.
- Sizin TMSF ile aranızdaki bütün alışveriş bitti mi?
- Biz diyoruz ki, biz 40 trilyon aldık. Tamam, yüzde 150 faiz al benden, bu eder 150 trilyon. Ki dünyada yüzde 150 faiz yok! Ama öyle olsun, tamam, üste kalan paramızı ver kardeşim. 550 milyon doları ver. O hâlâ 35 milyon dolar alacağım var,' diyor. Mallarımıza el koydular, aldılar, sattılar, bir kuruş vermediler bize.
AZ KALDI BU EV DE ELİMDEN GİDECEKTI
- Yani aranızdaki alışveriş bitmedi?
- Burada tıkandık kaldık. Ama inşallah paramızı verecekler, ümitliyiz çünkü yapılanlar adil değil.
- Çok mal kaybettiniz. Biri, Londra'nın sayılı malikânelerinden biriydi...
- Dünyanın ikinci değerli eviydi o.
- Sonra Yeniköy'deki ünlü Carlton arazisi?
- 1 milyar dolar edecek Carlton arazisini 60 milyon dolara sattılar.
- Çamlıca'daki, Dubai şeyhi Maktum'a satılan 73 bin 500 metrekare arsa?
- 400 milyon dolara sattılar orayı da, halbuki orası oooo.
- 'O arazi satıldığında borçlarımın tamamı ödenecek,' diyordunuz...
- Ödendi (bağırıyor)! Bizim hesabımıza göre 10 misli ödendi ama kabul etmiyorlar. Bizim parayı götürdüler İş Bankası'na verdiler, 153 milyon dolar. 70 milyon dolar borcum var, götürüyor 153 veriyor. Maksat ben orada borçlu kalayım.
- Bu kadar mal mülk, yatlarınız, katlarınız, helikopterleriniz bir bir elinizden çıkarken ne hissediyordunuz, içiniz cız etmiyor muydu?
- Etmez mi? Ben bunların hepsini alın terimle yaptım, normal fiyata gitselerdi borcum biter, üstüne de para kalırdı.
- Hiç ağladınız mı bunlar olurken?
- Çoook. En çok da Carlton'a üzüldüm. Çok üzücü, bunlar dünyada bir daha ele geçmez ki...
- Bu evin yani Aslanlı Köşk'ün satışı da gündeme gelmişti bir ara. Ne oldu, kurtardınız mı burayı?
- Burası da 15 milyon dolara gidiyordu! Allah yardım etti de alıcı çıkmadı, kurtardık. Halbuki bu ev 600 milyon dolarlık ev. Engin Akçakoca olsaydı satardı. Allah razı olsun, merhamete geldiler.
- Kim merhamete geldi?
- Ahmet Bey (Ertürk). Ahmet Bey'le Engin Akçakoca arasında dünya kadar fark var. Bizim sanayi tesislerine karışmadı çünkü insanlar çalışıyor orada. Bu evi de sattırmadı. Holding binamızı da felç etmedi. Ümitliyim, inşallah bu paramızı da öder, ben inanıyorum. Engin Akçakoca gibi başkalarını kayırma derdinde değil.
- 'Gayrimenkul meraklısıyım,' diyorsunuz siz. Elinizden değerli mallar çıktı ama Halis Ağa da mal bitmez herhalde! Çocuklara mal mülk kaldı mı?
- Haram olsun! Çocuklarımın hepsine ev, araba, dükkân verdim, onlarınkini de sattılar. Şimdi hepsi bir evde toplandılar, maaşlarını alamıyorlar, felaket, facia.
- Burada mı yaşıyor hepsi?
- Annelerinin yanında yaşıyorlar. Neyse, o dertleri açmayın. Çok adil hareket edilmedi, çok haksızlık yaptılar.
- Çocuklarınızın sayısı kaç?
- 12. Biri Salim Toprak, biri Özlem Hanım'dan olan oğlum. Ayşe Hanım'dan 10 çocuğum var; sekiz kız, iki oğlan.
- Çocuklarınızın kaçı holdingde çalışıyor?
- Aşağı yukarı hepsi çalışıyor.
- Kızlar da çalışıyor mu?
- Hepsi değil, çalışma imkanı bulanlar...
- Şimdi tekrar baştan başlayacak gücü hissediyor musunuz kendinizde?
- Bu paraya bağlı. Eğer verirlerse gene eskisi gibi çalışırım.
- Vermezlerse?
- Vermezlerse de kalanları da satacağız. Ama müşteri çıkmıyor, herhalde hisse senedi satarız. Ama kalanlar ne yapacak? Çalışanlar? İş mi var memlekette?
İş hayatında pişmanlığım yoktur!
- Geçmişe dönüp baktığınızda en büyük pişmanlığınız nedir?
- İş hayatında hiç pişmanlığım yoktur.
- Banka sahibi olduğunuz için pişman olmadınız mı hiç?
- Bankayı ben kurdum. Bankam öyle bir bankaydı ki, tarihte yoktu. Niye pişman olayım ki? Ne zaman BDDK devreye girdi, o zaman her şey kötüye gitmeye başladı.
- Neden kötü gitmeye başladı?
- Toprakbank'a çamur atılabilir ama rakamlar atılan çamurun tutmayacağını gösterir. Bizim güzelim bankayı 85 milyon dolara Mehmet Kutman'a satacaklardı.
Ekrem Pakdemirli'ye bu bankanın öyle 85 milyon dolar değerinde bir banka olmadığını söyledim, bankayı Kutman'a satarlarsa Mesut Yılmaz'ın peşinden ayrılmayacağımı ifade ettim. 'Eğer Kutman bankayı almaz ise devlet bankayı tasfiye eder, içindeki para devlete kalır' dedim.
Zira Toprakbank'ın kasasında 800 trilyon nakit, 1 katrilyon 300 milyar lira değerinde hazine bonosu vardı. Yılmaz, Kutman ile konuştu ve bankanın bütün malvarlığını devlete kalmasını sağladı. Bankamızın iştiraki olan Yatırım Bankası ise mahkeme tarafından satışın durdurulmasına ilişkin karar alınmış olmasına rağmen Engin Akçakoca tarafından, aynı banka satışında olduğu gibi 10 milyon dolar karşılığında Halit Cıngıllıoğlu'na satıldı. Bu başlı başına bir suçtur. Cıngıllıoğlu da Yatırım Bankası'nın bir kısmını 800 milyon dolar üzerinden sattı. Toprakbank'ın ya da Toprak Holding'in iştiraklerini, mallarını ve gayrimenkullerini Akçakoca yardımıyla alan birçok kişi bu alışveriş sayesinde çok zengin oldular, söyleyeyim size..
- Yine genç bir sevgiliniz olduğu söyleniyor, var mı böyle bir durum?
- Yok vallahi! Halim mi kaldı böyle şeylere...
- Kaç yaşındasınız?
- Yaş 70, iş bitmiş! (gülüyor)
- Evlenmek, boşanmak, bunlar da yormuyor mu sizi bu saatten sonra?
- İnsan yalnız da kalamıyor ki, bir tane arkadaşın olması lazım. Yaşla ilgili değil bu.
- Yine evlenmek ister misiniz?
- Belli olmaz, kısmet işidir bunlar. Kaderde varsa muhakkak olur. Kader-i ilahi değişmez.
- Durumunuz düzeldiğinde yine yata, helikoptere sahip olmak ister misiniz?
- İstemem. Bunlar olduğu için zaten göze geldik, herkesin gözü kaldı...
- Londra'daki malikânenizin Rus milyarder Abramoviç'e satıldığı yazıldı, çizildi. Bir taraftan da onun Kazak ortağı denildi. Hangisi doğru?
- Hangisi olduğunu bilmiyorum vallahi, komisyoncu sattı çünkü. Yalnız alan kişinin Rus olduğu belli oldu, çünkü Gorbaçov bizzat oraya gitti, kokteyl verdi.
DNA testi benim aklıma geldi, vallahi iyi niyetliyim!
- TMSF'yle davanız sürerken iki çocuğunuzla ilgili DNA davalarıyla da gündeme geldiniz. Evlilik dışı doğan oğlunuz Salim Toprak için DNA testi istediniz. Neden?
- Başımıza bu işler geldi ya, ömrümüz de geçti, üç sene-beş sene sonra ölürüz, bizi mezardan çıkarırlar diye... Çünkü aynı anadan değiller.
Onun için dedim ki, bizi mezardan çıkarmasınlar, DNA testi yapalım.
- Yani 'Ölmeden benim çocuğum olduğunu ispatlayayım' mı dediniz?
- He, kurcalarlar diye yaptım.
- Kim kurcalardı?
- Üç tane hanımdan çocuklarım var. Dünya hali, her şey olur. Bizi mezardan çıkartacaklarına şimdi yaptık bunu. Yoksa benim çocuğum olduğunu ben de biliyorum.
- Peki 18 yaşında, gencecik bir çocuğun buna üzüleceğini düşünmediniz mi?
- Vallahi sonunda hepsi çok üzüleceği için, her şey berbat olacağı için bunun yapılması lazımdı. Ben oğluma anlattım ama maalesef karıştı her şey. Gitti para davası açtı o da.
- Siz Ayşe Hanım'la evliyken üç yıl birlikte yaşadığınız ve çocuk sahibi olduğunuz bir kadın söz konusu. Bir kadına niye bunu yaşattınız?
- Doğru da... Bunu yapacağımı kimse bilmeyecekti, basına düşeceğimi tahmin edemedim. Bir kan alınacaktı, kimse bilmeyeceğine göre de kimse üzülmeyecekti. Biz olduğumuz için her şey karıştı yani.
- Ayşe Hanım'dan sonra dokuz yıl evli kaldığınız Özlem Hanım'dan olan oğlunuz için de DNA testi yaptırdınız. Aynı sebeple mi?
- O da aynıdır.
- İkisini de tamamen garantiye almak için yaptınız bunu, öyle mi?
- Tabii canım, zaten aklı selim bunu yapar.
- Çok ciddi bir miras kavgası çıkar mıydı siz öldükten sonra?
- Ya kesin yaparlar. Para için öz kardeşler neler yapıyor bu devirde! Üvey kardeşler arasında nasıl olmasın.
- Çocuklarınız mı istedi bunu?
- Hayır! Vallahi de billahi de benim aklıma geldi. Kötü niyetli de değil, iyi niyetliyim, karışıklık çıkmasın diye.
Ayşe Hanım'ın şansı iyiydi, o gitti her şey böyle oldu!
- Oğullarınızın ikisi de holdingde sanırım ama kimse onları tanımıyor...
- Biri holdingde, öbürü de inşallah yakında gelecek. Millet bizi çok tanıdığı için onlar gölgede kalmak istiyor. Bir de onlar çok iyi çocuklar... Benden sonra Ahmet ve Mehmet yönetecek holdingi.
- Çocuklarınızdan en önde olan Ayfer Toprak. Neden öyle?
- O gazeteleri mazeteleri sever. Sanatı, politikayı da sever. Sana şöyle söyleyeyim, ben olmasam o çoktan milletvekili olmuştu. Ben istemiyorum.
- Neden?
- Siyaset bizim işimiz değil, herkesin kendi işini yapması lazım. Galeri açtı, çok kişi gidiyor galerisine, o sayede sosyalleşiyor, tanınıyor. Bize randevu mandevu lazım olursa Ankara'da, hallediyor o işlerimizi.
- Sanatla uğraşması hoşunuza gidiyor mu?
- Sosyete işi! Yavaş yavaş ben de öğreniyorum... Sayın Başbakan geliyor, bakıyor, geziyor, benim de hoşuma gidiyor.
- Çocuklarınızla ilişkiniz nasıldır? Kızlarla da yakın mısınız?
- Çok iyidir aramız. Bizim adetlerimize uygun olarak birbirimize çok bağlıyız. Çocukların evleri falan hep satıldı ama bir gün karşıma çıkıp, 'Satıldı, ortada kaldık,' demediler. Allah razı olsun hepsinden. Ben onlardan çok memnunum. Doğrusunu söyleyeyim sana, anneleriyle araları çok daha iyidir. Ayşe Hanım'a ben çok haksızlık yaptım.
- Boşandığınıza pişman mısınız?
- Çok! O hanımefendidir, o bizim ailenin direğidir. Bir de onun şansı iyiydi, o olsaydı böyle olmazdı (gözleri doluyor) Ona zulüm ettim, başımıza bu geldi.
- Çocuklarınız size niye engel olmadı?
- O zaman çocuklar büyük değildi ki. Neyse, kısmet buymuş.
- Onun ahı var mıdır bu işte, ne dersiniz?
- Sayın Başbakan öyle diyor. 'Başına gelenler ondandır,' dedi bana.
- Sizi affetmiyor mu peki Ayşe Hanım?
- Arada sırada telefon açıyor, bazen ben açıyorum ama içten değil. İçten affederse bizim işlerimiz düzelir.
- O zaman biz çağrı yapalım bu röportajda, 'Ayşe Hanım sizin duanız lazım' diyelim...
- (gülüyor) Gene de sağolsun.
- Ayşe Hanım boşanmamak için rekor tazminat istemişti ve elini bile sürmemişti o paraya. Almadı mı kazandığı parayı hâlâ?
- Almadı tabii. O şimdi benden daha zengin. O bize yardım etti bu meselelerde. Ayrıldığı için onun mallarına el koyamadılar. Sağolsun, sıkıştığımız zaman arıyoruz. Allah razı olsun, her zaman söylüyorum..
Hayattaki en önemli şey ilişki kurmaktır
- Sıfırdan servet yarattınız, Halis Ağa oldunuz. Nasıl başladınız, kaç yıl çalıştınız bu kadar servet yapmak için?
- Yarım asırdan fazla çalıştım. Babam manifaturacıydı. 1950'de 12-13 yaşındayken beni mağazaya koydu. Kendi asla gelmezdi dükkâna işi öğreneyim diye... İlk sene batırdım dükkânı. Babam geldi 'Ne yaptın ulan,' dedi, iki tane tokat attı, bütün borçları ödedi, 'Bir daha gelmem,' dedi. İyi oldu, işi öğrendim mecburen.
- Çalıştığınız için mi okumadınız peki?
- Ben okumak istedim, babam istemedi. Gerçeğe bakarsan işler de o kadar iyi değildi, kendisine de yardımcı lazımdı, ben çalıştım.
Allah da yardım etti, düşe kalka büyüdük. Bir kere batırdık Paktaş'ı, el koydular, sonra çıkardık işleri düzlüğe. Bu ikinci de biraz zor çünkü yaşlandım artık. Özal'ın da çok faydası oldu bana tabii...
- Özal sayesinde mi zengin oldunuz?
- Yok öyle değil, yardımları oldu. Ama o da benim sayemde Özal oldu!
- Çok mu çalıştınız, çok mu şanslıydınız, çok mu akıllıydınız? Nasıl yaptınız servetinizi?
- Hepsi de vardı ama aslını sorarsan; ilişkilerim iyiydi. Bu ülkede en önemli faktör ilişki kurmaktır.
Paralar hep eşlerimin elindeydi, onlar bana hediye alırdı
- Nasıl bir kocaydınız siz?
- Kırıcı olmadık hiçbir zaman...
- Sadık bir eş olmadığınız ortada da, merak ediyorum onlara karşı duygusal mısınız, romantik olmayı bilir misiniz, gönüllerini hoş tutmak için şımartır mısınız?
- Huzurluyuz evimizde, o kadar diyeyim. Allah razı olsun onlardan, aramızda hiç sıkıntı olmadı.
- Hediye alır mıydınız onlara?
- Paralar hep onların elindeydi. Hediyeyi onlar bana alırdı. Ben hiç hayatımda ayakkabı almadım, elbise de almadım kendime. Ne alsalar kabul ediyorum. Kadınlar daha iyi beceriyorlar alışverişi, seviyorlar.
- Madem evde huzurluydunuz, iyiydi eşlerinizle aranız, neden boşandınız? Huzur mu battı size?
- İnsanoğlu her zaman bir olmuyor. Mesela bu hadise geldi başımıza. Gün bitiyor sonunda geliyor kiminle kavga ediyorsun? Evdeki karınla. O 'ehh' diyor, sen de 'ehh' diyorsun, bitiyor gidiyor işte. Yani iş hayatındaki huzursuzluğu eve getirmiyorum dersem yalan söylemiş olurum. Böyle adil olmayan işler insanın başına gelince ister istemez insan kendini kaybediyor.
- Bu kayıplar olmasa ikinci evliliğiniz bitmez miydi?
- Yok, bitmezdi, mümkün mü? Mahvoldu her şey, perişan olduk.
- Bunları yaşarken yanınızda bir hayat arkadaşınızın olması sizin için daha iyi olmaz mıydı?
- Biz artık kendimizi kaybettik be! Her gün sabahleyin kalkıyorsun, bir tane monopolcu, hortumcu, banka batırıcı, her gün bizi yazıyor. Olur mu ya! Kendi kendime düşünüyorum, ben ülkeme, kendi bölgeme hep fayda verdim. İtibarımı zedeleyen bir şey yapmadım, bu kadar başbakanlar geldi, hepsine yardımcı oldum. Her şeyin bir usulü olmalı, değil mi?