Mümtazer Türköne'nin yazısı...
Askerin durduğu yer
Genelkurmay Başkanı'nın önceki gün yaptığı 'sert' açıklamada en 'sert' cümle son cümleydi. 'Son sözüm şudur' diyordu İlker Başbuğ: 'Herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet ediyorum.' 'Dikkatli ol' sözü, üstün asta yapacağı bir ikaz.
'Doğru yerde dur' ikazı ise her yoruma açık. Bu sözde, gazetecilere yönelik tehdit olup olmadığı ayrı bir konu. Ama şu sorunun cevabını aramaya hepimizin hakkı var: 'Doğru yer neresi?'
Askerin durduğu yer mi?
Bu 'sert' açıklamada kendisini savunan asker duruyor. Hangi mevziyi savunuyorsunuz? Savunmanın yapıldığı yer neresi? Kimi kime karşı savunuyorsunuz?
Asker bizim dışımızda, epeyce üstümüzde bir yerde duruyor. Kendisini toplumdan ve diğer devlet kurumlarından ayrı görüyor. Sürekli olarak 'TSK'ya yapılan saldırılardan' şikâyetçi olması, bu ayrı-gayrılığın bir işareti. Türkiye'nin dış güvenliğini sağlamakla görevli ordusu neden bitmez-tükenmez saldırılara hedef olur? 'Düşmanlarımız' neden ülkemize, halkımıza, devletimize değil de ordumuza saldırır?
Genelkurmay Başkanı'nın 'sert' üslubuna yansıyan bir 'doğru olmayan yer' var. Asker, her şeyin üzerinde bir yerde durduğunu düşünüyor. Askerî dikta dönemlerinde olduğu gibi bu durum gerçek olsa sonuç farklı olacak. Öyle olmayınca, ordu bu sefer bu üslupla gerçekten yıpranıyor.
Bugün artık bir hata olduğu kabul edilen terörle mücadelenin askerin tekelinde olması sorununun gerekçesi de aynı. Her şeye hakim, üstelik elinde silah da bulunan bir gücün itibarını muhafaza etmek için terörle mücadelenin dışında kalmaması gerekiyordu. Terör, bu hantal askerî bürokrasinin zaaflarını gösterdi.
Sürdürdüğümüz yıpratıcı tartışmaların, terörle mücadele konusunda karşılaştığımız zaafların hepsinin arkasında askerin durduğu yerle ilgili sorunlar var. Dış güvenliğe göre yapılanmış bir orduyu, terörle mücadele için kullandığınız zaman zihinsel ve pratik bir yığın sorun ortaya çıkıyor. Askerî bürokrasinin, terörle mücadele konusunda meslekî bir yanılsama içinde olduğu anlaşılıyor.
Hiç olmazsa şu muhakemeyi yürütebiliriz. Bizler sivil bir anlayışla durduğumuz yerin doğru olup olmadığını kritik edebiliriz. Eleştiriler istikametinde kendimizi gözden geçirebiliriz. Aynı kritiği asker yapabilir mi?
1930'lu yıllarda askerin söyledikleri ile bugünkü arasında bir fark olmaması, kronik bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. 1930'lı yıllarda Fevzi Çakmak'ın söylediği sözleri hatırlamak yeterli. Metin Heper'in yeni çıkan 'Devlet ve Kürtler' isimli kitabı soğukkanlı ve objektif yaklaşımı ile 'Kürt sorunu'nun dününü ve bugününü bir araya getiriyor. Bu sorun etrafındaki tartışmaları bir bütünlük içinde özetliyor. Heper Cumhuriyet döneminde devletin sanıldığı gibi Kürtleri asimilasyon politikası olmadığını söylüyor. Devlet tam tersine toplumu dönüştürmek yerine toplumla arasına bir mesafe koyuyor 'kendisine özgü misyonunu evrenselliğin öncüsü ve koruyucusu olarak' belirtiyor. Fevzi Çakmak ile günümüz Genelkurmay başkanları arasında, soruna yaklaşım açısından bir farkın olmaması hataların nasıl alışkanlığa dönüştüğünü anlatıyor. Bugünün askerî bürokrasisini çözümlemiş oluyor.
Herkesin durduğu yer ile ilgili sorunları olabilir. Ama Türkiye'nin kronik sorunu, güvenlik bürokrasisinin demokratik bir devlette olması gereken yerde bulunmaması. Askerlerin demokrasiyi bir ahlakî ve insanî prensip olmanın ötesinde, işe yarayan pratik bir sorun çözme yöntemi olarak görmeleri ve bu yöntemi kuvvetlendirecek bir stratejik konuma geçmeleri lâzım.
Güvenliğimizi emanet ettiğimiz askerî bürokrasi, bulunduğu yeri mutlaka gözden geçirmeli.
Zaman