Jülide Güncel
Yıl 2006.. Ankara, bir politikacı eşi, küçük bir kadın topluluğuna samimi bir konuşma yapıyor. Toplantının amacı, doğudaki fakir çocuklara okul eşyası ve kitap yardımı toplamak.
Biraz kilolu, güzel yüzlü 50 yaşlarında bir kadın x hanım. Toplantıya teşrif etmesi büyük heyecana yol açıyor, organizatör kadınlarda. Zira kendisi çok üst düzey bir politikacının eşi. Bu hürmetten rahatsız olacak kadar mütevazi. Sahneye çağrılıyor. Ve konuşmaya başlıyor.
'Geçmişte hiçbirşeyimiz yoktu. İki divan, bir soba, bir yatak odası bir de el işi göz nuru çeyizlerimle döşenmiş eve gelin gittim ben. Çocuklarımı, eşimin görev yaptığı yerde zor şartlarda büyüttüm. Ama yalnız değildim, eşim işten çıkar çıkmaz eve gelir. Çocukların derslerini yaptırır beni biraz dinlendirirdi. Sadece biz değil, Türkiye'de memur olan birçok aile zor şartlarda büyütmüştür çocuklarını. Bir ilçede, okulda çalışan öğretmenlerden sadece birinin arabası olur diğerlerinin hastalarına o koşardı. Şimdi öyle mi herşeyimiz var. Bırakın bir ilçede bir arabayı bir evde dört araba var. Çocuklarımız Londra'da, Amerika'da okuyor. Ama şimdi eşlerimiz yok...
Kadın duygulanır ve daha fazla konuşamaz. Salonda hemen herkes bu kadıncağızın modern kumasını bildiği için daha bir hüzünlenmişlerdir. Bu hanımefendi, eşinin içinde bulunduğu partiyle birlikte siyasetle tanışmamıştır. Bu partiden önce de eşi siyasettedir. Belki bundan, belki hayatın özünü bildiği için doymuştur şatafata, gösterişe... Belki de aldatılma acısından.
***
Yıl 2007... İstanbul. Yine bir politikacı eşi. Güzel, uzunboylu, gösterişli ve mesafeli. Bir eğitim merkezinin açılışını yapıyor. Öğrenciler coşmuş 'en büyük x' diye bağırıyor. O ise kendisini Merkel, Kraliçe Elizabeth gibi hissediyor olmalı ki hiç konuşmadan, yapay bir gülümseme ile elini kaldırıyor selam veriyor. Çocuklara hal hatır sormuyor. Şöyleee bir bakıp, kahvaltı salonuna geçiyor. Eğitim merkezinin yüreği yaralı velilerinin elleriyle hazırladığı, Türkiye'nin en iyi üniversitelerinden mezun gençlerinin 'işsizlikten eğitmen olmuşlar'- süslediği, servis yaptığı sofraya oturuyor. Hiçbirşeyin tadına bakmadan, yanındaki yardımcısı-basın danışmanından evden getirdikleri zeytin-peyniri istiyor. Kahvaltısını onunla yapıyor.
***
Yıl 2008... İzmir. Telefondaki ses acilen ona bir iş bulmamı istiyor. Politikada hızla yükselen bilmem kaç ytl maaş alan eşi, onu 'kendini geliştirmemekle, çok alışveriş yapmakla' suçluyor. Oysa iki üniversite bitirmiş X, eşi ayın yarısı Türkiye dışında diye çalışmayıp, çocuklarının büyütülmesi ve eğitimleriyle yakından ilgelenmişti. Büyük bir fedakarlık örneği gösterip üç çocuğunu yetiştirmişti. Şimdi 35 yaşından sonra iş vs... zor. Ama kadının onuru o kadar sarsılmış ki, kocasına kendisini ispat etmek zorunda hissediyor. 13 yıllık evliliklerinde onca takdir edilecek eylemine rağmen eşi onu beğenmiyor. Eşinin siyasette fikirleri değişmiş, çalışan, para kazanan, politika yapan kadınlar daha beğenilesi, saygı duyulası kadınlar olmuşlar...
****
Üç kadın, üçü de siyasi eşi. Üçü de içimizden. Yaşadıkları ne?
Birinci kadın, güç ve iktidarın mutluluk getirmediğini, asıl mutluluğu eşiyle beraberken yaşadığının farkında. O konuşma yaparken aklımdan Robert Burns'un
Onu görmek, sadece onu görmek sevmek demekti
Onu sevmek, sadece ve ebediyyen onu sevmekti
sözleri geçti. Hanımefendi yandıkça gözümde, yüreğimde yükseldi. Kadıncağız, asaletinin bedelini aldatılarak ödüyordu. Gerçi kimilerine göre bu aldatma değil, ikinci eş!!!
***
İkinci örnekte yer alan uzunboylu heybetli siyasi eşinin kahvaltıda yaptıklarını görünce şunu düşündüm:
Darwin yanılıyor, maymundan gelmiyoruz. Maymuna dönüşüyoruz. Bu kadın ve çevresindekiler de eşikteler...
Ya çok hayra, hizmete samimiyetle imza atıp tinsel arınmaya ulaşacaklar, mutlak mutlulukla ebediyyen yaşayacaklar, ya bu siyasi yolda araf ve ıstıraplarını yaşayacaklar ya da daha önceki iktidar tutkunları gibi zirve için herşeyi mübah görecekler...
***
Üçüncü örnekteki politikacı eşi, arafta kalmış. Ne eşine, ne kendine yaranmış. Sevgili politikacı abimiz, eşini ve kendi çevresindeki kadınları değerlendirirken sınırları kaldırmış. Aslında vatan, millete hizmeti, din-diyanet diyen birçokları bugün sınırları kaldırdılar. Sınırlar zorlayıcı olabiliyor değil mi? Sınırlar, çocuklarının annesinin fedakarlığını çok büyütebilir. Oysa kolay olan fedakarlıkları, iyilikleri küçültmektir!
Yeni küresel düzende aşk da evlilik te sıtkınız sıyrıldı mı biter...
Yaz bittiği için biter, yalan söylediği için biter, kendini geliştirmediği için biter,
Esra Ceyhan'a göre şişmanladığı için biter...
***
Bizleri ve yöneticilerimizi bu kadar değiştiren ne?
Kültür şoku mu? Para şoku mu? Makam şoku mu?
Kahramanlarıma söyleyecek tek sözüm var, ne konumda olursak olalım
'Tanrının inayetine mazhar olmaya çalışmak varolşumuzun temel amacı olmalıdır.'
Söyleyecek çok söz var ama bu yazıyı yazış amacım birşey söylemek değil, siyasi şatafatın görünmeyenlerini birazcık olsun göstermek...
Kaynak: www.kadınhaberleri.com