Dolar

34,8719

Euro

36,7287

Altın

3.040,58

Bist

10.123,70

Karadavi'den Mehr ajansına cevap

İslam dünyası yeniden Şii ve Sünni tartışmaları ile çalkalanıyor. İran Mehr haber ajansının ağır ithamlarına, Yusuf el Karadavi bir açıklama ile cevap verdi.

18 Yıl Önce Güncellendi

2008-09-18 23:57:00

Karadavi'den Mehr ajansına cevap


Haber Merkezi / TIMETURK

İslam dünyasında Şii ve Sünni tartışmaları yeniden hortladı. Fakat bu kez tartışmalar alt düzeyden çok, üst düzeyde ağır bir şekilde yaşanıyor. Son tartışmalara Ayetullahuzma Muhammed Hüseyin Fadlullah, Şeyh Yusuf el Karadavi ve Ayetullah Muhammed Ali Teshiri gibi İslam dünyasının ünlü isimler de katıldı. Yusuf el Karadavi, İran Mehr haber ajansının kendisine yönelik ağır ithamlarına uzun bir açıklama ile cevap verdi.

İslam aleminin önde gelen âlimlerinden Yusuf el Karadavi?nin açıklaması, Mısır'da yayınlanan el-Mısri el-Yevm?deki söyleşisine Şii dünyasının tepkisinin ardından bir hafta sonra geldi. Mehr haber ajansının ithamlarına karşı kendini savunan Karadavi, İran ve Hizbullah'ı savunmaktan hiçbir zaman imtina etmediğini söyledi. Batı'nın İran'a yönelik eleştirilerine karşı çıktığını belirten Karadavi, daha önce yaptığı bir açıklamada ümmetin İran'ın yanında yer alması gerektiğini söylediğini belirtti. Yusuf el Karadavi, ümmetin birliğine zarar her türlü faaliyete hep karşı olduğunu ve kitaplarının, açıklamalarının bunun en önemli tanığı olduğuna işaret etti.

El Karadavi'nin açıklamasına hiç bir yorum katmadan TİMETURK okuyucuları için olduğu gibi tercüme ettik. İşte, Karadavi'nin cevabı;

Bismillahirrahmanirrahim

Şia konusundaki tavrım ve İran Mehr Ajansı'nın söyledikleri hakkında açıklama, Şeyh Fadlullah ve Ayetullah Teshiri'ye cevap

Yusuf El-Karadavi

Dünya Müslüman Âlimler Birliği Başkanı

'El-Mısri El-Yevm' gazetesinin benimle gerçekleştirdiği ve Şia'ya ve mezhebine değinen röportaj nedeniyle yarı resmi İran 'Mehr' Ajansı, 13 Ramazan 1429 / 13 Eylül 2008 günü, kendisine yakışmayacak şekilde alçalarak, şahsıma yönelik her türlü sınırı aşan ağır bir hücumda bulundu. O röportajda 'Ben, bazı aşırıların yaptığı gibi, onları tekfir etmiyorum, onların Müslüman oldukları fakat bid'at ehli oldukları görüşündeyim' dedim. Aynı zamanda Şiilerden birçoğunun içine düştüğü iki tehlikeli olaydan sakındırdım:  Birincisi, sahabeye sövmek. Diğeri, Sünni toplumlara Şii mezhebini yaymaya çalışmak. Özellikle de ellerinde büyük bir servet var ve bu uğurda milyonlar ve hatta milyarlar sarfediyorlar. Şii mezhebini yaymak için eğitimli kadroları var. Bu saldırı karşısında Sünnilerin kültürel bir korunması yok. Bizler Sünni âlimler olarak Sünnileri koruyucu bir kültürle donatmadık. Çünkü konunun öneminin bilincinde olmamıza rağmen, fitneye yol açmasından korktuğumuz için ve ümmetin vahdeti için genelde bu gibi konularda konuşmaktan kaçınıyoruz.

Bu sözlerim ajansı rahatsız etti ve deliye dönmesine neden oldu. Kendini kaybederek sağdan soldan beni taşlamaya başladı.

Allame Ayetullah Muhammed Hüseyin Fadlallah, benim tavrım üzerine yaptığı yorumda beni dehşete düşüren garip şeyler söyledi. Kendisinden böyle sözlerin çıkmasına şaşırdım.

Yine, Dünya Müslüman Âlimler Birliği'nde benim başkan yardımcılığımı yapan Muhammed Ali Teshiri de sözlerim üzerine yaptığı yorumda, Fadlallah'ın söylediklerinden daha şaşırtıcı şeyler söyledi.

Şiiler ve mezhepleri hakkındaki düşüncem:

Bütün onların söylediklerine cevap vermeden önce, Allah rızasını dileyerek ve hakkı gözeterek, Allah'ın âlimlerden insanlara hakkı açıklamaları ve hakkı gizlememeleri üzerine ahit aldığına iman ederek, İmamiye Şiası, mezhepleri ve konumları hakkındaki görüşümü açıklamak istiyorum. Bu düşüncemi, daha önce 'İslam Mezhepleri ve Fırkaları Arasında Yakınlaşmanın ve Diyaloğun İlkeleri' isimli kitabımda açıkladım. Bu kitabın aslı, Bahreyn'de düzenlenen Takrib Konferansı'nda sunduğum araştırmadır. Bugün söylediklerim onun tekididir.

Birincisi:

Ben öncelikle; bütün fırkaları, taifeleri ve mezhepleriyle İslam Ümmeti'nin birliğine inanıyorum. Çünkü İslam Ümmeti, tek bir kitaba ve tek bir peygambere iman ediyor ve tek bir kıbleye yöneliyor. Fırkaları arasındaki anlaşmazlık onlardan bir fırkayı ümmetin bir parçası olmanın dışına çıkarmaz. Fırkalara bölünmede delil olarak gösterilen 'Ümmetim fırkalara bölünecek..' hadisi, tüm fırkaları ümmetten saymaktadır. Ancak, İslam'dan tamamen ve kesin bir şekilde ayrılan bunun dışındadır.

İkincisi:

TEK DOĞRU BİZİZ

Hadiste bahsedilen yetmiş üç fırkadan sadece tek bir fırka 'nâciye' (kurtulan) fırkadır. Diğer tüm fırkalar helâkta veya sapıklıktadır. Her fırka kendisinin 'nâciye' (kurtulan) olduğuna ve diğerlerinin sapık olduğuna inanmaktadır. Bizler Ehli Sünnet olarak kesin olarak inanırız ki, sadece biz 'fırka-i naciye' (kurtulan fırka)yız. Diğer tüm fırkalar bid'atlara ve sapıklıklara düşmüşlerdir. Bu esasa dayanarak, Şiilerin kafir değil bid'at ehli olduklarını söyledim. Bu konuda Ehli Sünnet icmâ etmiştir. Bunu söylemeseydim, çelişkiye düşmüş olurdum. Çünkü hak, Allah'a hamdolsun, tektir. İslam Ümmeti'nin yaklaşık yüzde 90'ı Ehli Sünnet'tendir ve bizim hakkımızda inandıklarını söyleyebilirler.

Üçüncüsü:

ŞİİLER KAFİR DEĞİLDİR

Bu görüşüm, her mutedil/ılımlı Sünni âlimin 12 İmam Şiası hakkındaki görüşüdür. Mutedil/ılımlı olmayanlar ise; Kur'an, sünnet, sahabe hakkındaki görüşleri nedeniyle, imamlarını kutsal saymaları ve onların masum/korunmuş olduğunu, imamların gayptan peygamberlerin dahi bilmediği şeyleri bildiklerini söylemeleri nedeniyle Şiilerin kâfir olduğunu açıkça söylemektedirler. Şiileri tekfir edenlere, 'İslam Mezhepleri ve Fırkaları Arasında Yakınlaşmanın ve Diyaloğun İlkeleri' isimli kitabımda cevap verdim.

Fakat ben mezheplerinin temelinde Şiilere katılmıyorum ve yanlış olduğunu düşünüyorum. Onlar; Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in kendisinden sonra Hz. Ali'nin halife olmasını vasiyet ettiğini, sahabilerin bunu gizlediğini ve peygamberlerine ihanet ettiklerini, Hz. Ali'nin hakkını yediklerini ve hep birlikte ona karşı komplo kurduklarını söylüyorlar. Şaşırtıcıdır ki, Hz. Ali insanlara böyle bir şey ilan etmedi ve hakkını savunma adına savaşmadı. Bilakis, Hz. Ebu Bekir'e, Hz. Ömer'e ve Hz. Osman'a biat etti. Onlara yardımcı ve yol gösterici oldu. Nasıl Hz. Ali gerçeği onlara karşı açıkça söylemedi? Nasıl hakkını savunmadı? Oğlu Hz. Hasan hakkında nass bulunan halifeliğini Hz. Muaviye'ye bıraktı? Nebi sallallahu aleyhi ve sellem onu bu davranışından dolayı nasıl övüyor? Allah onun bu davranışıyla Müslümanlardan iki büyük grubun arasını nasıl uzlaştırdı?

Şiilerin ameli bid'atları var: Hz. Hüseyin'in trajedisini kan akacak kadar yüzlere ve göğüslere vurarak her yıl yenilemek.  Felaketin üzerinden 13 yüzyıl geçmiş. Hz. Hüseyin'den daha faziletli olduğu halde babasının ölümünde bu neden yapılmadı?

Bu ameli bid'atlardan biri de, Ehl-i Beyt'in defnedildiği kabirler ve türbelerin yanında işlenen şirk fiilleridir. Allah'tan başka onlardan yardım dilemek ve onlara dua etmektir. Bu tür fiilleri Ehli Sünnet'ten bazıları da yapmaktadır fakat alimleri bunları şiddetle reddetmektedirler.

Bu nedenle onları bid'at ehli olmakla nitelendiriyoruz, apaçık küfürle veya kişiyi dinden çıkaran büyük küfürle nitelemiyoruz.

Ben eskiden beri tekfir dalgasına karşı direnenlerdenim. Bu aşırılığı şiddetle reddederek 'Tekfirde Aşırılık Olgusu' isimli kitabımı yayımladık. Kelime-i şehadeti söyleyen ve gereğine bağlı olan herkesin İslam'a kesin olarak girdiğini, ondan ancak kesin bir şeyle, yani kâfir olduğu hiçbir şüphe kalmadan kesin olarak gösterecek bir sözle veya davranışla çıkacağını vurguladık.

Dördüncüsü:

Dinin furuunda ve amelle ilgili meselelerde, ibadet ve muamelat ahkâmında ihtilafta bir beis yoktur. Dinin usulleri burada herkesi içine alacak genişliktedir. Bu alanda bizimle Şiiler arasındaki ihtilaf, Sünni mezheplerin kendi aralarındaki ihtilaflardan daha büyük değildir. Bu nedenle, şeyhimiz, Ezher Şeyhi Şeyh Şeltût rahimehullah'ın Caferi mezhebiyle ibadet etmenin caiz olduğu yönünde fetva verdiği nakledilmiştir. Çünkü ibadet furu' ve ameli hükümlerle ilgilidir. Namazda, oruçta ve diğer ibadetlerde bize muhalefet ettikleri şeylere tahammül edilebilir ve hoşgörüyle karşılanabilir.

Beşincisi:

'El-Mısri El-Yevm' gazetesine söylediklerim, katıldığım tüm takrib konferanslarında; Rabat'ta, Bahreyn'de, Şam'da, Doha'da büyük bir açıklıkla söylediğim ve kuvvetle vurguladığım şeylerdir. Şia âlimleri bunları benden işittiler ve üzerine görüş bildirdiler. Yaklaşık on yıl önce İran'a yaptığım ziyarette de bunları ayetullahlara açıkça söyledim. Gözetilmesi gereken ve aşılmaması gereken kırmızı çizgiler olduğunu söyledim. Sahabeye sövmek bunlardandır, tamamı Sünni olan ülkelerde Şii mezhebini yaymaya çalışmak bunlardandır. Şii âlimlerinin hepsi bu konuda beni onayladılar.

Altıncısı:

İRAN'I EMPERYALİZM'E KARŞI SAVUNUYORUM

Şiilerin Sünni toplumlara sızması konusundaki çekincelerime rağmen, İran'ın barışçıl nükleer enerji edinme hakkını güçlü bir şekilde savundum. Amerika'nın İran'a yönelik tehditlerini şiddetle reddettim. İran'a saldırı olursa Amerika'ya karşı duracağımızı, İran'ın İslam diyarının ihmal edilemez bir parçası olduğunu, yabancının girmesi veya tehdit etmesi durumunda şeriatın bize onu savunmamızı farz kıldığını söyledim. Tüm İran medya organlarında bu tavrımdan övgüyle bahsedildi. Birçok yetkili beni arayarak teşekkürlerini ve takdirlerini iletti. Ben, mücamele/birilerine hoş görünmek için böyle bir tavrı benimsemedim. Bilakis, Müslüman'ın Müslüman kardeşine yardım konusunda söylemesi gerekeni söyledim.

İran 'Mehr' Ajansı'na cevap:

İSRAİL'İN DÜŞMANIYIM

1. Ajans, benim Yahudi hahamlarının söylediklerini tekrar ettiğimi ve onlar adına konuştuğumu öne sürdü. Sözlerimin Siyonistlere ve hahamlara yaradığını söyledi! Dalalet'e düşmüş olan  ajans, Yahudilerin bizzat kendilerinin Filistin konusunda en tehlikeli insanların din âlimleri olduğunu, din âlimlerinin en tehlikelisinin de Karadavi olduğunu söylediklerini, sürekli bana karşı kışkırttıklarını ve suikaste teşvik ettiklerini unuttu! Siyonist lobi her yerde bana karşı durmaya devam ediyor ve topraklarına girmemi engellemek için çeşitli hükümetleri aleyhime kışkırtıyor. Amerika'ya, İngiltere'ye ve birçok Avrupa ülkesine girmemin engellenmesinde şaşılacak bir durum yok. Çünkü ben, İsrail'in düşmanıyım ve şehadet eylemlerinin caiz olduğu yönünde fetva verdim.

Ben, onbeş yaşımdan bu yana, yani yaklaşık yetmiş yıldır, bana saldıranlar henüz dünyaya gelmeden önceden beri Yahudi ve Siyonistlere karşı savaş veriyorum. İlk gençlik yıllarımdan beri Siyonistlerin baş düşmanları saydıkları, Filistin için şehitler veren ve hâlâ da vermeye devam eden bir cemaate, İhvan- Muslimin'e (Müslüman Kardeşler') e üye oldum.

Masonluğa gelince, aleyhine yazdıklarım gayet açıktır. Özellikle de 'Çağdaş Fetvalar' kitabımda Masonluk hakkındaki fetvalarım.

2. Ajans, Şii mezhebinin Hizbullah'ın Lübnan'da Yahudilere karşı kazandığı zafere hayran olan Arap gençliği ve yine baskı ve zulüm altında yaşayan halklar arasında kabul gördüğünü öne sürdü. Ajans bunu Ehli Beyt'in mucizelerinden bir mucize kabul ederek, halkların aradığını bu mezhepte bulduğunu, Şiilerin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in yönetiminden ve İmam Ali radıyallahu anh'ın yönetiminden sonra örneği bulunmayan İslami yönetimin parlak bir örneğini ortaya koyduklarını ileri sürdü.

Bu sözler doğru değil. İran vatandaşı, diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi, henüz açlıktan kurtulup doymadı ve korkudan güvende olmadı. Özellikle de Sünniler hâlâ baskı görüyorlar. Ajansın sözlerinde adaletli yönetimin ve şuranın en parlak örneğini sunan Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemlerine hakaret var. Hz. Ali'nin yönetimi ise bunun tersine iç savaşlarla meşgul olduğu için kurmak istediği adalet ve kalkınma düzenini gerçekleştiremedi.

3. Önemli olan, Ehli Beyt'in 'mucizesi' (!) kabul ettiği Şii yayılmacılığını itiraf etti. Bu, Şii yayılmacılığının olduğunu kabul etmeyen Şeyh Fadlullah, Teshiri ve diğerlerine cevaptır.

HİZBULLAH'I DESTEKLİYORUM

4. Ajans, benim Şiilerin Güney Lübnan'daki kahramanlıklarından (2006) bahsetmediğimi öne sürdü. Bu asılsız bir iddiadır veya cehalettir. Hizbullah'a destek verdim ve onu savundum. El-Cezire kanalında yayınlanan 'Şeriat ve Hayat' programlarından birinde programın tamamında büyük Suudi âlimi Şeyh İbni Cibrin'in fetvasına cevap verdim. Program, tatilde olduğum Kahire'den canlı yayınlandı.

ARAP MİLLİYETÇİLERİNİN HIŞMINA UĞRADIM

5. Ajans, Arapların yenilgilerinden, özellikle de 1967 yenilgisinden, Arap yöneticilerden ve Arap generallerden -sanki ben sorumlu imişim gibi- alaycı bir dille bahsetti. Yöneticilerin baskılarına ve azgınlığına karşı direndim ve bu uğurda hapse girdim, gözaltına alındım. Askeri mahkemelerde yargılandım. İlk mezunlardan olmama rağmen resmi görevlerden mahrum edildim.

Ajans, Mısır'ın Filistin için dört savaşa girdiğini, bu savaşlardan birinde, hicri 1393 yılı Ramazan ayının 10'unda (6 Ekim 1973) Amerikan desteğine rağmen Siyonist devlete karşı bilinen zaferi kazandığını, Filistin'deki kardeşlerin; Hamas'ın, İslami Cihad'ın, El-Aksa Tugayları'nın ve diğerlerinin kahramanlıklarını unuttu.

6. Ajansın içine yuvarlandığı en kötü durum, benim münafıklık ve deccallik sıfatı taşıyan bir dille konuştuğumu öne sürmesidir. Bu, bunları söyleyene yakışan bir bayağılıktır. Arap şairimiz şöyle demiştir:

'Aramızdaki bu fark size yeter ve her kap kendi içindekini sızdırır!'

Beni doğrudan veya hayat hikâyemi okuyarak tanıyanlar, gençliğimin ilk yıllarından beri her türlü batıla karşı hakkın kılıcını çektiğimi, hiçbir krala, devlet başkanına veya prense karşı münafıklık yapmadığımı; hakkı söylediğimi ve Allah için kınayanın kınamasından korkmadığımı bilirler. Nifak çarşısında satış yapıyor olsaydım, milyonlar verebilecek güçte olan ve birçok kişinin dostluğunu parayla satın alan İran'a münafıklık yapardım. Fakat ben yeryüzünün hazineleriyle alışveriş yapmıyorum. Beni Allah Subhânehu satın aldı ve kendimi O'na sattım. Yıllar önce bazı Sünni âlimlere verilen bir ödülü bana da vermek istediler, kabul etmedim.

MEHR YALANCI VE SAHTEKARDIR

Yalancı ve sahtekâr ajans diyor ki: 'Şeyh Karadavi'ye düşen, Karadavi'nin kendi evine kadar yaklaşan Siyonist yayılmacılığından bahsetmekti. Londra mahallelerinde yaşayan çocukları tamamen Anglo-Sakson kültür içinde eridiler ve İslam kültüründen uzaklaştılar'!

Bu insanlar açıkça yalan söylemeye nasıl cesaret ediyorlar bilmiyorum. Oğullarımdan hiçbiri Londra'da oturmuyor. Bilakis Katar Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışıyorlar veya Kahire'deki Katar Büyükelçiliği'nde çalışıyorlar. Kızlarımdan üçü İngiltere'de doktora eğitimi aldılar ve hepsi de yıllardır Katar'dalar. Hepsi de İslam kültürüne ve İslami kimliklerine bağlılar. Ajans, onların ilmi branşlarını dinden çıkmak ve İslam kültüründen çıkmak kabul ediyorsa o başka.

Siyonist yayılmacılığın tehlikesine gelince, bunu ajansın uluslararası ilişkiler uzmanı Sayın Hasanzade'den öğrenecek değilim. Onbeş yaşımdan beri şiirlerimle ve düz yazılarımla, hutbelerimle ve kitaplarımla bu tehlikeye karşı mücadele ediyorum. Çeşitli fetvalarım, konferanslarım ve hutbelerim dışında bu konuda yazılmış iki kitabım var: 'İkinci Nakba Dersi' ve 'Kudüs Her Müslüman'ın Davası'.

Hutbe okuduğum günlerden birinde radyoyu açsa veya Katar televizyonunu dinleseydi, Siyonist yayılmacılığa karşı tavrımın ne olduğunu bilirdi. Ben, bunu pazarlık için her fırsatta ortaya sürenlerden değilim.

Şeyh Fadlullah'ın tavrı:

FADLULLAH İLE ARAMIZDA ANCAK SEVGİ VARDIR

1. Ayetullah Şeyh Muhammed Hüseyin Fadlullah, 'El-Mısri El-Yevm' gazetesine yaptığım açıklamalara öyle bir eleştiri de bulundu ki, onun gibi birinden böyle bir eleştirinin gelmesine şaşırdım. Ben onu Şiilerin mutedil/ılımlı âlimlerinden sayıyorum ve benimle onun arasında ancak sevgi var. İlk söylediği şey, 'Ben Karadavi'den Müslümanları dinlerinden çıkarmak isteyen (Hıristiyan) misyonerliği aleyhinde bir görüş bildirdiğini işitmedim' olmuş? Bu gerçekten şaşırtıcı. 'Tebşir' (misyonerlik) olarak isimlendirdikleri 'Tansir' (Hıristiyanlaştırma) aleyhindeki görüşüm kitaplarımda, hutbelerimde, konferanslarımda ve fetvalarımda avâm ve havâs herkes için açıktır. İslam Dünyası'nı Hıristiyanlaştırmak amacıyla 1978 yılında düzenlenen ve bu iş için milyarlarca dolar ayrılan Colorado Konferansı'ndan sonra birçok İslam ülkesini gezdim. Sonunda, Kuveyt'te Uluslararası İslami Yardım Heyeti'ni kurmak için çalışmaya karar verdim. Bu kurumun ilk hedefi, İslam Ümmeti'ni Hıristiyanlaştırmaya tamah eden azgın Hıristiyanlaştırma dalgasına pratik olarak direnmekti.

Peygamber, Kur'an ve Sünnet-i Şerife gibi İslam'ın kutsallarına dil uzatanlara karşı tetikte olduğumu tüm insanlar bilir. Karikatür krizindeki tavrım ve Papa'ya birçok yönden verdiğim cevaplar dünya çapında bilinmektedir. Bunlardan biri de 'Papa ve İslam' kitabımdır.

2. Şeyh Fadlullah ayrıca diyor ki: 'Karadavi'den laiklerin ve dinsizlerin İslam toplumuna sızdıklarına dair hiçbir konuşma işitmedik.'

Ben de diyorum ki: Hayret! Kitaplarımda, konferanslarımda, hutbelerimde laiklere ve dinsizlere karşı durdum. Bunlar yayınlandı ve meşhurdur. Örneğin:

? İslam ve Laiklik Karşı Karşıya

? Radikal Laiklik İslam'a Karşı

? İslami Çözümün Delilleri ve Laiklerin ve Batıcıların Şüpheleri

? Din ve Siyaset

? İslam?da Devlet Fıkhı

Bu ve benzeri doğuya ve batıya yayılan ve birçok dile çevrilen kitaplar.

Laiklerle tartışmalara katıldım. Allah orada İslamcıların hüccetini üstün kıldı ve hasımları çöktü. Dünya etrafındaki birçok kişinin dinlediği kasetler çıkardım.

3. Ayetullah Fadlullah, Şiayı 'bid'at ehli' saymama karşı çıkmış. Ayetullah kardeşim benim bunu 'Şiiler kafirdirler' diyenlere karşı söylediğimi unutmuş. Biz Ehli Sünnet olarak diğer İslam fırkalarına 'bid'at ehli' deriz. Fakat buradaki bid'at küfrü gerektirmeyen bid'attır. Bu 'fırka-i naciye'nin (kurtulan fırkanın) tek olmasının gereğidir. Diğer fırkalar çeşitli oranlarda bid'atlara ve sapıklıklara düşmüşlerdir.

Şiilerin nazari ve ameli bid'atları vardır. Nazari bid'atlarından bazıları şunlardır: Hz. Ali'nin halifeliğinin vasiyet edildiğini söylemeleri, imamların masum olduğunu söylemeleri, onları yüceltmede aşırı gitmeleri ve onları kutsallaştırmaları. Ayrıca Şiilere göre sünnet sadece Hz. Muhammed'in sünneti değil, bilakis Hz. Muhammed'in ve ondan sonra gelen masum imamların sünnetidir.

Ameli bid'atlarından bazılarıysa şöyledir: Hz. Hüseyin'in trajedisini her yıl yeniden canlandırmak, Ehli Beyt'in türbeleri yanında işlenen şirk fiiller, ezanda ve diğer yerlerde kelime-i şehadete ekleme yapmaları.

Şiilerin Kur'an'ın tahrifi konusundaki görüşüne gelince, ben Şiilerin büyük çoğunluğunun bizim Kur'anımızdan başka bir Kur'an bilmediklerine inanıyorum. İran'da basılan mushaf, Medine'de ve Kahire'de basılan mushafın aynısıdır. Âlimlerinin tefsir ettiği, fakihlerinin hüküm çıkardığı, kelamcılarının delil gösterdiği ve çocuklarının ezberlediği Kur'an bu Kur'andır.

Kitaplarımdan birçoğunda bundan bahsettim. Bütün söylediğim şudur: Şiilerin bazıları Kur'an'ın eksik olduğu ve Mehdi ortaya çıktığında eksiksiz olan Kur'an'ı getireceği görüşündedir. Bu konuda kitap yazanlar olmuştur. Örneğin 'Faslu'l-Hıtab' kitabı. Şiilerin çoğu bu kitabı reddediyor, fakat Ehli Sünnet olarak bizim yaptığımız gibi yazarının kâfir olduğunu söylemiyor. Bizimle onlar arasındaki fark bu.

4. Şeyh Fadlullah röportajında sünnilerden bazılarının yayımladığı ve Şiileri tekfir eden, onları mürted ve müşrik sayan kitaplar hakkındaki görüşümü sormuş.

Ben de cevap vererek diyorum ki: ben bunu reddediyorum. İslam dairesinden çıkaracak kesin bir şey olmadan kıble ehlinden hiç kimseye kâfir demeye razı olmam. Tevil edilebilecek her şeyde aslolan Müslüman'ı Müslümanlığı üzere bırakmaktır. Hüsnü zanda bulunmak ve herhangi bir şüpheyi onun lehine tevil etmektir.

5. Şeyh, Sünni toplumlarda Şiiliği yayma çabası hakkında söylediklerini reddetmiş. Mısır, Cezayir, Suriye ve benzeri Şii yayılmacılığına uğrayan ülkelerde olanlarla ilgili bir istatistik vermem için bana bazı arkadaşlarını gönderdiğini söylemiş. Ben de diyorum ki: Bana kimse böyle bir şey ulaştırmadı.

Bu talep ciddi değil. Çünkü bu işler gizlice yapılır ve ilan edilmez. Özellikle de Mısır, Sudan, Tunus, Cezayir ve benzeri tamamı Sünni olan ülkelerde. Ayrıca, önümüzde yeterli miktarda şahit varken istatistiklere ne gerek var?

Sanırım, Şeyh'e vereceğim en iyi cevap, İran Mehr Ajansı'nın Arap ve İslam ülkelerinde Şii mezhebinin yayıldığını ilan etmesi ve bunu Ehli Beyt'in mucizelerinden biri sayması olacaktır.

Ayetullah Teshiri'ye cevap:

Arkadaşımız Ayetullah Teshiri'ye gelince, onun tepkisi daha da şaşırtıcıydı. Çeyrek yüzyıldır veya daha fazla bir süredir beni çok iyi tanıyor. Kendisini Müslüman Âlimler Birliği'nde yardımcım olarak seçtim. Konferanslar ve Fıkıh Konseyi toplantılarındaki görüşmelerimiz haricinde birliğin genel kurul ve yürütme kurulu toplantılarında da sık sık bir araya geliriz.

1. Şeyh açıklamalarımı fitne çıkarıcı kabul etmiş. Asılsız bilgiler sunan radikal ve tekfirci cemaatlerin baskılarıyla ve bu baskıların etkisinde kalarak bu açıklamaları yaptığımı söylemiş. Şeyh Teshiri, benim bir gün bile fitne çıkarıcı olmadığımı, bilakis vahdete ve ülfete davet ettiğimi unutmuş! Ayrıca ben bu radikal cemaatlere karşı durdum ve onların tehlikelilerine karşı uyarıda bulundum. Kitaplar yazdım, hutbeler ve konferanslar verdim. Orta yolu tutmaya ve itidale çağıran makaleler yazdım. Daha da ötesi davetçiler, fıkıh âlimleri ve düşünürler arasında itidalin simgesi oldum.

İslami uyanışa yol gösteren yayınlanmış ve bilinen kitaplarım var. Bunlar dünya dillerine çevrildi.

2. Teshiri diyor ki: Karadavi Şii tebliğini 'tebşir'e (misyonerliğe) benzetiyor. Oysa bu kelime sadece Hıristiyanlık tebliği için kullanılır.

Ben de diyorum ki: İmam Muhammed Mehdi Şemseddin rahimehullah'ın kullandığı tabirin aynısını kullandım. 'Neşru'l mezheb' (mezhebi yayma) ifadesini kullanıyordum.

Hıristiyanlık tebşirine gelince, onu gerçek ismiyle 'tansir' (Hıristiyanlaştırma) olarak isimlendiriyorum. Istılahta inkar olmaz.

Sanki şeyh, Sünni ülkelerde Şii tebliğini destekliyor fakat bunun 'tebşir' olarak isimlendirilmesine karşı çıkıyor. Ben ise, hangi isimle olursa olsun bunu reddediyorum. Çünkü isimlere ve başlıklara değil musemmaya ve içeriklere itibar edilir.

YAŞAMIM BOYUNCA VAHDET'E ÇAĞIRDIM

3. Teshiri, Karadavi'nin bu gibi davranışlarla İslam Ümmeti'nin uyumu ve çıkarları için çalışmadığını vurgulamış. Kurulması için büyük çabalar sarfettiği Müslüman Âlimler Birliği'nin İslami misakında belirtilen taassup ve tefrikaya son verme ve itidale davet gibi hedeflerine ters düştüğünü söylemiş.

Şeyh Teshiri, benim yaşamım boyunca İslam Ümmeti'nin vahdetine çağırdığımı, birlik gerçekleştirilemese de en azından aralarında dayanışmanın sağlanmasına davet ettiğimi, mezhepler arası yakınlaşma çağrısını desteklediğimi, konferanslarına katıldığımı ve önemli araştırmalar sunduğumu bilmiyor olamaz.

Fakat bu tehlikeyi gözümün önünde gördükten sonra buna hoş görünmek veya onun rızasını almak için onu görmezden geleceğim anlamına gelmez. Allah'a yenim olsun ki dinimi doğunun ve batının mülkü karşılığında dahi satmam!

Ben katıldığım bütün takrib konferanslarında tümü bir mezhebe bağlı olan ülkelere diğer mezhebi ihraç etme çabalarına karşı açık ve güçlü bir şekilde uyarıda bulundum.

Şeyh Teshiri hatırlar; İran'ı ziyaret ettiğimde onlara dedim ki: 'Sünni ülkelerde Şiiliği yaymaya çalışmakla ne elde edeceksiniz? Yüz veya ikiyüz, bin veya ikibin, biraz daha az veya biraz daha çok kişi Şii olacak. Fakat daha sonra halk olayı farkedince tamamı size düşman olacak ve size karşı duracak. Bunun olmasını istemiyoruz'. Bu noktada Şeyh Teshiri bana 'Doğru söylüyorsun' dedi. Hartum'daki bürolarının başına geleni anlatarak görüşümü teyit etti. Şöyle dedi: 'İnkâz devriminden sonra Sudan yönetimiyle ilişkilerimiz iyiydi. Sudan'da bürolar açmamıza izin verdi. Fakat büronun müdürü Sünni mezhebine saldıran ve Şii mezhebine davet eden 'Nasıl Hidayete Erdim' isimli kitabı dağıtmaya karar verdi. Bunun üzerine Sudan Hükümeti derhal bu büroları kapattı ve çalışanlarını Tahran'a gönderdi.

4. Teshiri, Mısır gazetesine söylediğim 'Şiiler Müslümandırlar fakat bid'at ehlidirler' sözüne yaptığı yorumda, 'Karadavi bir kez daha Şiilerin Kur'an'ın tahrif edildiğine inandığını söylüyor ki bu büyük bir hatadır.. O biliyor ki Şia âlimleri asırlar boyu Kur'an'ın tahrif edilmediğini vurguladılar' demiş.

Ben burada 'El-Mısri El-Yevm' gazetesinin sözlerimi kelimesi kelimesine aynen nakletmediğini ve bazı değişiklikler yaptığını itiraf ediyorum. Yazdıkları asıl cevabımda belirttiğim gibi tam net ve olayı kavramış şekilde değildi. Bununla birlikte gazete yine de Şiilerin tamamının Kur'an'ın tahrif olduğuna inandığını yazmadı. Şiilerden birçoğunun mevcut Kur'an'ın Allah'ın kelamı olduğunu fakat 'velâyet suresi' gibi bazı şeylerin eksik olduğunu söylediğini yazdı.

Bunlardan biri de, Şiilerin bilinen âlimi, Necef'in büyük alimlerinden El-Hâc Mirza Hüseyin Muhammed Takıyyu'n-Nûri Et-Tabersi'dir. Necef'teyken ünlü kitabı 'Faslu'l-Hıtâb fi İsbâti Tahrifi Kitâbi Rabbi'l-Erbâb'ı (Rablerin Rabbi'nin Kitabı'nın Tahrif Edildiğinin İspatında Son Söz) yazmıştır. Kitabın değeri, Şia kaynaklarından ve Şiilerce güvenilir kabul edilen kitaplardan yüzlerce rivayeti, çeşitli zamanlarda yaşayan âlimlerinin ve müçtehitlerinin sözlerini toplamış olmasındadır. Bu rivayetler ve sözler, Kur'an'a ekleme ve çıkarma yapıldığını söylemektedir.

Kitap İran'da ilk yayınlandığında büyük gürültü kopardı. Bir çok kimse ona reddiye verdi. Et-Tabersi de kitabı etrafındaki şüpheleri uzaklaştırmak üzere başka bir kitapla onlara cevap verdi.

Bahreyn'deki takrib konferansına sunduğum bildiri de, Şia'nın Kur'an inancı konusundaki görüşümü açıkladım ve bunu İslami uyanışa yol gösteren kitaplardan biri olması için 'İslam Mezhepleri ve Fırkaları Arasında Yakınlaşmanın ve Diyaloğun İlkeleri' ismiyle kitap olarak yayımladım. Bu kitapları Mısır'da Vehbe Yayınları ve Lübnan'da Er-Risale Yayınları çıkarmakta. Bu kitabımda Şiilerin Kur'an'ın tahrif edildiğine inandığını ve bu nedenle tekfir edilmeleri gerektiğini söyleyenlere cevap verdim. Onlara verdiğim cevapta şunları yazdım:

A-  12 İmam Şiası'nın en büyük âlimlerinden Şeyh Es-Saduk Ebu Cafer Muhammed bin Ali bin Babaveyh, akide risalesinde şöyle der: 'Kur'an hakkındaki inancımız şudur: Allah'ın Peygamberine indirdiği Kur'an, şu an iki kapak arasında bulunan, insanların elindeki Kur'andır. Bundan daha fazla değildir. İnsanların yanında surelerinin sayısı 114 suredir. Bize göre ise 'Ed-Duha' ve 'Elem Neşrah' tek bir suredir. 'Li İylâf' ve 'Elemtera Keyfe' tek bir suredir. Bundan daha fazlasını söylediğimizi bize nispet eden yalancıdır'.

B-  Şiilerce güvenilir kabul edilen 'Mecmeu'l-Beyân' tefsirinde şöyle denilmektedir: 'Es-Seyyid El-Ecelle El-Murtaza, Alemu'l Hüdâ Zü'l-Mecd Ebu'l-Kâsım Ali bin El-Hüseyn El-Musevi, Kur'an'ın, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında bugünki gibi bir araya toplanmış olduğunu söyledi ve o dönemde tamamının ezberleniyor ve okunuyor olmasını buna delil gösterdi. Abdullah ibni Mes'ud, Ubeyy ibni Ka'b ve benzeri bir grup sahabi, Kur'an'ı Peyamberimizin önünde birkaç kez hatmettiler. Bütün bunlar en küçük bir düşünmeyle dahi, o dönemde Kur'an'ın dağınık bir halde değil derli toplu bir halde olduğunu gösterir. İmamiye'den ve Haşeviye'den buna karşı çıkanların ihtilafına itibar edilmeyeceğini söylemiştir. Bu ihtilaf hadis ehlinden sahih olduğunu düşünerek zayıf rivayetleri nakleden bir gruba nispet edilse de, bunun gibi zayıf rivayetlerle kesin olarak bilinenden vazgeçilmez.'

C-  Es-Seyyid Murtaza yine şöyle demiştir: 'Kur'an'ın sahih olduğunu bilmek, ülkeleri ve büyük savaşları, meşhur olayları ve yazılı Arap şiirlerini bilmek gibidir. Çünkü Kur'an'a olağanüstü bir ilgi gösterilmiş ve nakli için gereken sebepler bir araya gelmiştir. Bu ilgi, az önce zikrettiklerimize gösterilen ilginin ulaşamayacağı düzeye çıkmıştır. Çünkü Kur'an, peygamberlik mucizesidir. Şer'i ilimlerin ve dini hükümlerin kaynağıdır. Müslümanların alimleri onu korumada/ezberlemede ve ona ilgi göstermede zirveye ulaştılar.  Ondaki her şeyi; i'rabını, kıraatini, harflerini ve ayetlerini öğrendiler. Bu samimi ilgi ve olağanüstü korumaya rağmen nasıl değiştirilmiş veya eksik olabilir?'

D-  Şiilerin ünlü alimlerinden Kadı Nurullah Eş-Şusteri, 'Masâibu'n-Navâsıb' (Navâsıb'ın Musibetleri) isimli kitabında şöyle der: 'İmamiye Şiasına nisbet edilen Kur'an'da değişiklik olduğu inancı, İmamiye'nin cumhurunun görüşü değildir. Çok küçük bir grup bu görüşü ileri sürmüştür ve onlara İmamiye arasında itibar edilmez.'

E-  Molla Sadık, El-Kuleyni şerhinde şöyle der: 'Onikinci imamın ortaya çıkışı anında Kur'an -şimdi bilinen- bu tertibiyle zuhûr edecek ve yayılacaktır.'

'Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, 12 İmam Fırkası alimlerince itibar edilen görüşe göre, Allah'ın Peygamberine indirdiği Kur'an, insanların elindeki ve iki kapak arasındaki mevcut Kur'andır. Ondan daha fazla değildir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında bir araya getirilmiş, binlerce sahabi tarafından ezberlenmiş ve nakledilmiştir. Abdullah ibni Mes'ud, Ubeyy ibni Ka'b ve benzeri bir grup sahabi tarafından, Peyamberimizin önünde birkaç kez hatmedilmiştir. Onikinci imam ?Allah ondan razı olsun- ortaya çıktığında Kur'an da bu tertibiyle zuhûr edecek ve yayılacaktır. Çok küçük bir grup Kur'an'da değişiklik yapıldığını söylemiştir ve görüşleri reddedilmiştir. 12 İmam Şiası arasında onlara itibar edilmez. Şia mezhebinde nakledilen bazı zayıf rivayetlerle sahih olduğu kesin olan bilgiden ?ki o haktır- vazgeçilemez. Çünkü haber-i vahid bilgi içerirse ve kesin delillerde onu onaylayan bir şey yoksa reddedilmesi gerekir. İbnu'l-Mutahhar El-Hılli, 'Mebâdiu'l-Vusûl ilâ Ilmi'l Usûl' (Usul İlmine Ulaşma İlkeleri' kitabında böyle demiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: (Şüphesiz Kur'an'ı biz indirdik ve O'nu biz koruyacağız). Şia alimlerince muteber kabul edilen 'Sırat-ı Müstakim Tefsiri'nde şöyle denilmektedir: 'Yâni onu tahriften, değiştirilmekten, artırma ve eksiltmeden biz koruyacağız.'

'İslam Mezhepleri ve Fırkaları Arasında Yakınlaşmanın ve Diyaloğun İlkeleri' isimli kitabımda bunları zikrettim. Bu Şia'nın Kur'an inancı hakkındaki görüşümü ortaya koymaktadır ve âlimleri tarafından bu görüşüm bilinmektedir. Bana karşı saldırıya gerekçe üretmek için oradan buradan kelime avlamak caiz değildir.

Sünni toplumlarda Şiiliği yayma çabaları hakkındaki açıklamalarıma gelince, ben bu konuda ısrar ediyorum. Şii yayılmacılığına karşı mutlaka karşı konulmalı. Değilse emanete ihanet etmiş oluruz ve ümmetin üzerimizdeki hakkını yerine getirmemiş oluruz. Şiiliği yayma çabalarına karşı yaptığım uyarılar, bu aldırmazlığının sonucu olarak kendisini tehdit eden tehlikelere karşı ümmete aydınlatmaktır. Kıvılcımlarının etrafa saçılması alevlenmesinden ve yaş ve kuru ne varsa yok etmesinden korkulan bir fitneden sakındırmaktır. Akıllı olan, gerçekleşmeden önce şerden sakınandır.

Allah niyetleri en iyi bilendir ve O, doğru yola iletendir.

Yusuf el-Karadavi

 

 

İlgili haberlerimiz:

Ayetullah Teshiri'den Karadavi'ye cevap

?Şii yayılmacılığı iddiası batının teranesi?

Fadlullah: Şiiler Sünniler'e karşı değil

Selefiler, Şiiler ve manipüle edilmiş tarih

Lübnan'da 'Vahdet' başka bahara kaldı...

 

 

Haber Ara