Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, kendisini öfkelendiren yazıyı şöyle açıkladı.
Bu defa çok öfkelendim
SABAH kalktığımda, mis gibi bir kahve kokusu bütün eve yayılmıştı.Tansu filtre kahveyi hazırlamış, beni bekliyordu.
Aklıma Paris?te bir otelde gece bekçisi olarak çalıştığım günler geldi.
Sabah saat 5?te kahveyi ben yapardım.
O saatlerde oda servisinden ben sorumlu olduğum için, odalara kahveyi de ben götürürdüm.
Müziğimi koydum, bahçeye bakan koltuğa oturup gazeteleri okumaya başladım.
Her şey gayet güzel gidiyordu.
Ta ki, Radikal?in arka sayfasındaki yazıyı okuyuncaya kadar.
* * *
Radikal?in arka sayfası, haftada bir iki kez, bana ağır hakarete tahsis edilmiştir.
Her gün ortalama 10-15 hakaret yazısına muhatap olan bir kişi için, bir fazla bir eksik ne fark eder ki...
Buna bir de onun iki katı kadar internet sitesi, irili ufaklı televizyon, radyo kanalını eklerseniz, bir fazla hakaretin, marjinal faydası da zararı da olmaz.
Artık bunlara alıştım.
Allah bana dayanma gücü vermiş.
İsteyen, 'Derisi kalınlaştı' diyebilir.
Ben 'Tevekkül' demeyi tercih ediyorum.
O yüzden Radikal?in arka sayfası bile beni sinirlendiremiyor.
Bu defa sinirlendim.
Hem de çok sinirlendim.
Sinirlenmek de ne, kudurdum.
Dişlerim birbirine kenetlendi.
Çünkü yazının bir bölümü vardı ki, gururumu incitti.
Yazar, NTV?de yaptığım konuşmayı eleştirirken, kendini tutamayıp konunun dışına çıkmış ve dişlerime takmıştı.
Dişlerimin bakıma ihtiyacı olduğunu yazıyordu.
Bunu da epeyce ağır bir alay üslubu ile anlatıyordu.
Böyle bir şey kime dokunmaz?..
Her türlü hakarete şerbetliydim de buna asla değil.
Çıldırdım...
Böyle öfkeli anlarımda hep aynı şeyi yaparım.
Küçük bir meditasyona dalar, dünyayla ilişkimi keser, gerekirse duvarları yumruklar, tekmeler, öfkemi soğuturum.
Yine öyle yaptım.
Biraz sakinleşince, kendi kendimle konuşmaya başladım.
'Her gün bunca küfür, hakaret yiyorsun. Bu defa niye böyle öfkelendin?'
Kalkıp banyoya gittim.
Bütün ışıkları yaktım, banyoyu televizyon stüdyosu kadar aydınlattım.
Sonra aynanın karşısına geçip yüzümü seyrettim.
O an, niye bu kadar öfkelendiğimi anladım.
* * *
Radikal?in arka sayfası doğru söylüyordu.
Alt orta dişim geriye doğru çekilmiş, hafif bir boşluk bırakmıştı.
Biraz da kahvenin etkisiyle, dışarıdan bakıldığında orada hafif kararmış bir boşluk duruyordu.
Öfkemin nedeni buydu.
Allah kahretsin, yazdığı şey doğruydu.
Bu kadar estetiğe düşkün bir insan için affedilmez bir şeydi.
Aynanın karşısında bir süre öyle hareketsiz durdum.
Anladım ki, gerçek acıtıyor. Fena halde acıtıyor.
Orada öyle dururken, sadece kendimin değil, Başbakan?ın öfkesini de anladım.
Onun sıkıntısı da aynıydı.
Deniz Feneri?ndeki gerçekler fena acıtıyordu.
Dişim bana ne kadar yakınsa, Deniz Feneri?nin gerçeği de ona diş kadar yakın.
O yüzden çok fena acıtıyordu.
Her doğru eleştiri gibi, insana damardan giriyor, bıçak yarası gibi insanın ruhunda kanlı bir iz bırakıyordu.
Hele hele işin içine 'Bizim çocuklar' da karışınca öfke, keskin hardal gibi insanın burnundan çıkıyordu.
O zaman da çıldırmış vaziyette, önünüze gelene dalıyordunuz.
* * *
Oysa böyle anlarda yapılması gereken şey basit.
Kalkıp ilk aynanın karşısına geçmek ve ışıkları yakmak.
Sonra da dikkatle kendini seyretmek.
Neremde yamuk var, dişler bozuk mu, çürük diş nerede?
Paniklemeye gerek yok. Allah?tan tedavisi var.
Yarından itibaren ikimizin de yapması gereken şey belli.
Ben dişçiye.
Başbakan da Deniz Feneri iddianamesine.
Işıkları açıp bakacak.
Orada çürük diş var mı yok mu?
Ben Radikal?in arka sayfasına kızmayacağım.
O da bize...
İkimize de kanal tedavisi lazım.
ERTUĞRUL ÖZKÖK'Ü ÖFKELENDİREN PERİHAN MAĞDEN'YAZISI İÇİN TIKLAYIN!