Sevilen Dost
Hiç Kimse Onun Gibi Sevinmedi.
Rasulullah (s.a.v) Mute gazvesinde Rumlarla karşılaşmak üzere yola çıkan İslâm ordusunu uğurluyordu. Ordunun üç kumandanının isimlerini açıkladılar:
'Komutanınız Zeyd bin Harisedir. Ona itaat ediniz... Zeyd'e birşey olursa (şehid olursa), o zaman Cafer bin Ebi Talib'e itaat ediniz.. Cafer'e de birşey olursa komutanınız Abdullah bin Revaha'dır'...
Kimdir Zeyd bin Harise..?
'Sevilen Dost'lakabını taşıyan, Rasulullah'ın 'sevgili dostu' lakabını tek başına taşıyan bu yiğit kim..'?
Tarihçiler ve raviler şemailini şöyle tavsif ederler: 'Kısa, çok esmer ve burnu basıktı'...
Menkıbeleri ve hayat hikayesi ise pek şanlıdır.
Zeyd'in babası Harise, Ma'n oğullarından olan ailesini ziyaret etmeyi arzulayan hanımı Su'da için binek ve eşyayı hazırladı.
Küçük çocukları 'Zeyd bin Harise'yi beraberinde götüren Su'da'yı uğurlamak için kervanla birlikte yürüyen Harise onlardan bir türlü ayrılamıyordu. Artık ayrılıp evine ve işine dönmek istiyor, fakat her defasında içine buruk bir hüzün ve acaib bir haseret çöküyordu.
Fakat mesafe uzadı... Kafile gidişini hızlandırdı... Artık Harise'nin çocuk ve annesini uğurlayarak dönme vakti gelmişti...
Böylece gözünden yaşlar akarak onları uğurladı... Kervan gözden kayboluncaya dek bulunduğu yerden ayrılmayarak ardlarından baktı.. Sani kalbi yerinde duramıyordu. Sanki gidenlerle beraber kalbi de uçup gitmişti!..
Su'da kavmi arasında Allah'ın dilediği kadar kaldı.
Günlerden birgün Ma'n oğulları oymağı baskına uğradı. Düşman kabilelerden biri saldırmıştı. Ma'n oğulları yenildi. Esir düşenler arasında ergenlik çağına yaklaşmış küçük Zeyd de vardı...
Anne, kocasına tek başına döndü.
Haberi duyan Harise baygın düştü. Değneğini omuzuna çalıp yollara düştü. Beldeler dolaşıp çölleri aştı. Her gördüğü kabileye, her rastladığı kafileye ciğerparesi çocuğu Zeyd'i soruyordu. Kendini teselli ederek ve devesini sürerek şu beyitleri gayri-i ihtiyari inşad ediyordu.
'Zeyd'e ağlıyorum bilmem ne yapar?
Kimbilir belki ölmüştür, belki de ümit var'?
Allah'a andolsun, bilmiyor ve sorup duruyorum: Benden sonra seni ovalar mı yuttu; ya yoksa dağlar'? Güneş doğarken bana onu hatırlatır.
Yine onu hatırlatarak gün batar
Aah! Ona hasretliğim ne kadar uzadı, korkum ne büyük!. Onun hatırasını alevlendirir estikçe rüzgâr!'
O zamanlar kölelik sosyal bir vakıa, nerdeyse bir zorunluluk olarak kendini kabul ettirmişti.
Hürriyetinin ve terakkisinin en parlak asırlarında 'Atina' da bile kölelik vardı.
Roma'da da kölelik vardı.
Bütün eski dünyada olduğu gibi Arap Yarımadası'nda da kölelik müessesesi mevcuttu.
Muğire Kabilesi Ma'n Oğulları'na baskın yapıp onlara üstün gelince aldıkları esirleri o sırada düzenlenen Ukaz Panayırı'na getirerek sattılar...
Çocuk 'Zeyd' Hakim bin Hizam'ın eline düştü. O da Zeyd'i satın aldıktan sonra halası Hatice'ye hediye etti.
Hatice (r.a) Muhammed bin Abdullah'a zevci olmuştu. Henüz vahiy gelmiyordu. Ama Muhammed (s.a.v) peygamberlere özgü bütün sıfatları taşımaktaydı...
Hatice de Zeyd'i, kocası olan Rasulullah'a hediye etti. O da memnuniyetle kabul ederek onu azad etti. Onun üzerine titredi ve ondan sevgisini esirgemedi.
Hac mevsimlerinden birinde Harise'nin oymağından bir topluluk, Zeyd?le karşılaştılar. Anne ve babasının özlemini ve acılarını anlattılar. Zeyd onlara selamını, özlemini ve sevgisini bildirdi. Kavminin hacılarına dedi ki:
'Babama, benim burada en yüce ve en iyi babanın yanında bulunduğumu bildirin'...
Zeyd'in babası, bulunduğu yeri öğrenir öğrenmez yola düştü. Yanına kardeşini de almıştı.
Mekke'ye geldiklerinde 'El-Emin Muhammed'i sorarak yanına vardılar ve şöyle dediler:
'Ey Abdulmuttalib'in torunu...
Ey kavminin ulusunun oğlu. Siz Harem-i Şerif ehlisiniz. Sıkıntılı olanların sıkıntısını çözer, esirleri doyurursunuz. Sana oğlumuz hakkında geldik. Bizi bir iyilikte bulun ve fidyesi konusunda bize güzellikle davran ...
Rasulullah (s.a.v)Zeyd'in kendine bağlılığını biliyordu. Aynı zamanda babasının da onun üzerindeki hakkını takdir ediyordu.
Harise'ye şöyle dedi:
'Zeyd'i çağırın ve muhayyer bırakın. Eğer sizi tercih ederse fidye- siz olarak sizindir... Eğer beni tercih ederse vallahi ben!..'
Böylesi bir hoşgörüyü beklemeyen Harise'nin gözleri ışıldadı ve dedi ki: 'Kuşkusuz sen bize insaf ettin ve çok insaf ettin.
Sonra Resulullah (s.a.v) Zeyd'i çağırttı. Gelince sordu:
'Bu kimseleri tanıyor musun'?'
Zeyd cevap verdi: 'Evet, bu babam, bu da amcamdır...'
Resulullah (s.a.v) daha önce Harise'ye söylediklerini tekrar etti... Orada Zeyde şöyle dedi:
'Ben sana hiç kimseyi tercih edecek değilim. Baba da sensin, amca sensin!..'
Rasulullah'ın gözlerinde şükran ve şefkât damlaları birikti. Onu Ka'be'nin ilerisinde Kureyş'in toplandıkları yere götürerek şöyle seslendi:
'Şahid olun, Zeyd benim oğlumdur.. Bana mirasçı olur, ben de ona mirasçı olurum.'
Harise'nin kalbi neredeyse sevinçten uçacaktı... Çünkü oğlu sadece hür değil, aynı zamanda Kureyş'in 'es-Sadık el-Emin' diye isimlendirdiği bir adamın, bütün Mekke'nin saygı duyduğu Haşim Oğullarından kutlu bir adamın oğlu olmuştu.
Babası ve amcası gönül rahatlığıyla memleketlerine döndüler. Çocuklarını efendi olarak, güvenlikli ve rahat olarak bırakmışlardı. Daha önce babası 'Onu ovaların mı, yoksa dağların mı yuttuğunu' bilmezken artık gönlü rahattı.
Bu dinin çevresinde Bilal'ler, Suheybler, Ammar'lar, Habbab'lar Usame'ler ve Zeydler halelenmişlerdi.
Resul Zeyd'i evlatlık edindi. O günden itibaren Zeyd'in adı Mekke'de Zeyd bin Muhammed olarak anılır oldu.
Aydınlık bir günde Muhammed'e vahiy geldi:
'Oku, seni yaratan Rabb'inin adıyla... İnsanı kan pıhtısıyla yarattı.
' Oku, kalemle yazmasını öğreten, insana bilmediğini öğreten Rabb in kerem sahibidir...
Sonra vahyin çağrıları sürdü:
Ne var ki evlilik hayatı tökezledi, evliliği devam ettirecek amiller tükendi. Zeyd ile Zeynep ayrıldılar.
Resulullah (s.a.v) sonu ayrılıkla biten bu evliliğin sorumluluğunu üstlenerek halasının kızı Zeyneb'i kendisi aldı; sonra da Zeyd'e yeni bir zevce buldu: 'Ümmü Külsum binti Ukbe'..
Bir takım şom ağızlılar Medine'de bir söylendi çıkardılar: 'Nasıl olur da Muhammed, oğlu Zeyd'in boşadığı kadını alabilir?'
Kur'an, evlat edinmeyle gerçek evladın farkını bildirerek onlara cevap verdi... Cahiliyye'deki evlat edinmenin gerçek evlat gibi kabul edilmesi adetini kaldırdığını ilan etti:
'Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değildir. Fakat Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur.'
Böylece Zeyd eski ismiyle 'Zeyd bin Harise' diye anılmaya başlandı.
Şimdi!..
'el-Cumuh' savaşına çıkan silahlı kuvvetleri görüyor musunuz...? Bu kuvvetlerin kumandanı Zeyd bin Hariseydi.
'Et-Taraf', 'El-Iys', 'EI-Hısma' ve daha birçok savaşın kumandanı da yine Zeyd bin Hariseydi.
Daha önce Hz. Aişe'nin ağızından dinlediğimiz gibi 'Peygamber aleyhisselam Zeyd'i savaşa gönderdiği zaman onu mutlaka komutan yapardı.'
İhtiyar Rum imparatorluğu (Bizans) İslâm'dan işkillenmeye başlamışlardı.. Hatta İslâm'ın zuhurunu kendi varlıkları için bir tehdit unsuru olarak görmeye başlamışlardı. Özellikle de hegomanyaları altındaki Şam topraklarında... ki bu topraklar yeni dinin yayıldığını topraklarla sınır teşkil ediyordu.
Bu yeni din önüne çıkanı alıp götürüyordu..
Böylece Şam'ı Arap Yarımadası için bir sıçrama tahtası olarak görmeye ve İslam memleketlerine oradan nüfuz etme hesapları yapmaya başladılar.
Rasulullah (s.a.v) Rumlar'ın İslâm'ın gücünü yoklamak için giriştikleri ufak tefek taciz saldırılarından kasıtlarını anlamıştı. Onlara karşı harekete geçmeye ve müslümanların direnmeye azimli olduklarını göstermeye karar verdi.
İşte böyle...
Hicretin sekizinci senesinin Cumadil-Ula'sında Şam'daki 'el-Belka' mevkiine vardı. O yerin sınırına vardıklarında Bizans İmparatorluğu'nun yandaşı olan civar kabilelerin güçleriyle desteklenmiş Hirakl'in ordusuyla karşılaştılar...
İslam ordusu da 'Mut'e' diye isimlendirilen yere konaklamıştı ki gazve de bu adla anılır...
Resulullah (s.av) bu gazvenin önemini ve stratejik oluşunu çok iyi bildiği için ordunun başına, gecenin ruhbanları ve gündüzün cengaverlerinden üç kişi tayin etmişti.
Üç kişi... Üçü de nefislerini Allah'a satmışlardı... Üçünün de şehadetten başka arzuları ve başka bir tutkuları yoktu. Tek idealleri şehadet şerbetini içerek Allah'ın cemaline nail olmaktı...
Ordu kumandanlığındaki eğitim ve deneyimlerine göre bu üç kişi şunlardı: Zeyd bin Harise
Ca'fer bin Ebi Talib
Abdullah bin Revaha
Allah onlardan razı olsun ve onları razı kılsın, sahabenin tümünden de razı olsun...
İşte böyle, Rasulullah'ın orduyu uğurlarken de önceki emrini tekrarladığını görüyoruz:
'Komutanınız Zeyd bin Harise'dir... Ona itaat ediniz...
Zeyd'e birşey olursa (şehid olursa), o zaman Cafer bin Ebi Talib'e itaat ediniz...
Cafer'e de birşey olursa komutanınız Abdullah bin Revaha'dır.
Cafer bin Ebi Talib, amcasının oğlu Rasulullah'ın kalbine en yakın insanlardan biri olmasına rağmen...
Şecaatına, cesaretine, hasebine ve nesbine rağmen Rasulullah (s.a.v) onu, Zeyd'den sonra ikinci komutan yapmış, Zeyd'i öne almıştı...
Burada olduğu gibi Rasulullah (s.a.v) daima yeni dyinin hakikatlerini yerleştiriyordu.. Bu yeni boş ve batıl esaslara dayanan imtiyazları ve bozuk insani ilişkileri kaldırıyor yerine insanın insaniyetini esas, olgun, yeni ilişkiler ikame ediyordu.. !
Sanki Resulullah (s.a.v) ordunun komutanlarını Zeyd, Ca'fer ve Abdullah olarak sıralarken olacak muharebenin hadislerini önceden okuyordu ..
Müslümanlar Rum ordusuna şöyle bir bakınca iki yüz bin kişilik ordu karşısında hayretler içinde kaldılar. Böyle bir şey hesapta yoktu...
Fakat inanç savaşlarının çokluk savaşı olduğu nerede görülmüş ki?.
İlerlediler ve hiçbirşeye aldırmadılar... Önlerinde komutanları Zeyd vardı... Resulullah (s.a.v)'ın sancağını taşıyor ve şehadeti, zaferden daha çok arzuluyordu.
Onun hesabı öyleydi. Allah'la bir alışveriş yapmıştı. Allah, cennet karşılığında müminlerin canlarını satın almamış mıydı? Düşmanın oklarına, mızraklarına, kılıçlarına aldırmaksızın Resulullah (s.a.v)'ın sancağını yüksekte tutuyordu.
Zeyd ne etrafında uçuşan okları ne de Rum askerlerini görüyordu. Onun gördüğü cennet bahçeleri ve yeşil döşekleriydi... Gözlerinin önüne bayrak gibi seriliyor, ona bugünün zifaf günü olduğunu haber veriyordu...
Zeyd sürekli vuruşuyor, sürekli savaşıyordu... Karşısına çıkan savaşçıların kafalarını hiç kaçırmıyor, hepsini düşürüyordu. Daru's Selâm'a, sonsuzluk cennetlerine, Allah katına erişeceği büyük kapıyla arasındaki kapıları açıyor, kilitleri birer birer kıroyordu.
Ve Zeyd maksuduna nail oldu...
Ruhu cennete doğru yolculuğuna çıkmışken cesedine sevinçle bakıyordu. O ince, yumuşak ipekten bir örtüye sarılmamıştı... Allah yolunda akan tertemiz kana boyanmıştı...
Sonra mutmain olmuş bir halde tebessüm ederek ikinci komutan
'Cafer'i seyre daldı. Ca'fer, toprağa bulanıp gitmeden bayrağı teslim almak üzere ok gibi fırlamıştı...