Mustafa Aşur / TİMETURK
Ahmet el-Katib: Iraklı Şii düşünür. 1953 Kerbela doğumlu. İslam siyasal düşüncesi üzerine yaptığı derin analizlerle tanınıyor. Bu alanda birçok kitap ve makalesi bulunmakta. ?Şii Siyasal Düşüncesinin Şura?dan Velayeti Fakihe Doğru Gelişimi? başlığını taşıyan kitabı özellikle Şii çevrelerde büyük tartışma ve çalkantılara neden oldu. Zira kitapta on ikinci imam olarak tanınan ?Muhammed b. El-Hasan el- Askeri? veya el- İmam el- Mehdi?nin aslında hiç yaşamamış hayali bir şahsiyet olduğu görüşünü dile getirmişti. Bu kitaba ve içindeki görüşlere cevaben şuana kadar yüzden fazla reddiye mahiyetinde kitap yazılmıştır. Bu alandaki önemli bir diğer eseri de ?Sünni Siyasal Düşüncesinin Demokratik Hilafete Doğru Gelişimi? adını taşıyan kitabıdır.
Kendisiyle yaptığımız bu söyleşide yazar, Şii ve Sünni siyasal düşüncesiyle ilgili bazı meselelere değinmektedir. Yazara göre İslam Siyasal düşüncesinin her iki kanadı da demokrasi düşüncelerinden etkilenmekte ve gittikçe demokrasiye imana doğru bir gelişime doğru seyretmektedir.
Sünni ? Şii yakınlaşması konusunda ise yazar, her iki mezhep mensuplarını, güçlerini birbirleriyle mücadelede heba etmeye değil, kendilerini köleleştiren tuğyan rejimleriyle mücadele için kullanmaya çağırıyor. Yazara göre, her iki tarafın da tarihi ihtilafları ve tarih taassubunu geride bırakmaları gerekir. Geçmişte yaşanmış ihtilaflı konuların bugün de ayrılık nedeni olmasına izin verilmemelidir. El-Katib ile yaptığımız söyleşiyi Timeturk okuyucuları için yayımlıyoruz.
FİKİRLER VE SİYASET
* Şii Siyasal Düşüncenin Gelişimi? isimli kitabınızda ? İslam ümmeti olarak bizim için, dinimizi hurafelerin bulanıklığından, aklımızı efsanelerin evhamından korumaktan ve dinin hakikatlerini diri tutmaktan daha önemli bir şey yoktur?? diyorsunuz. Sünni ve Şii, İslam siyasal düşüncesine bulaşmış ve temel bazı meselelerimizi olumsuz anlamda etkilemekte olan efsane ve hurafeler mevcut mudur? İslam?ın iki kanadını birbiriyle yakınlaşmasını ve buluşmasını engelleyen, bu efsane ve hurafeler midir?
?İslam?a ve özellikle de Onun siyasal düşencesine sokulmuş yabancı unsurlar kesinlikle mevcuttur. Bunları ille de efsane ve hurafe olarak isimlendirmesek bile, haksız ve yalan yere Peygamber?e (sav) isnat edilmiş mevzu hadisler olarak isimlendirebiliriz. İslam ve Kuran?ı Kerim?den uzak bir şekilde yeni siyasi ilişikliler biçimlerinin oluşumunda bu uydurma hadislerinin büyük rolü olmuştur. İşin vahim olan tarafı da, bu uydurma rivayetler üzerine inşa edilen düşüncelerin, din kılıfına sokularak bunların İslam olarak isimlendirilmesidir.
Buradan hareketle İslam bünyesine yabancı bu düşüncelere efsane ve hurafe diyebiliriz. Bunu siyasi ihtilaflarını dini inanç konusuna tahvil eden her iki kanadın siyasi teorilerinde görebiliyoruz. Örneğin masumiyet, nass ve Ali sülalesi esası üzerine tesis edilmiş bulunan ilahi imamlık teorisi. Aynı şekilde Abbasilerin, Rasulullah (sav)?e akrabalıkları dolayısıyla yönetim ve hilafet iddialarına zemin teşkil eden kurba (akrabalık) teorisi. Ya da hilafetin Abbas oğullarına ait olduğunu işleyen birtakım uydurma rivayetleri dolaşıma sokmuş olmaları. Ve yine aynı şekilde hicri üçüncü yüzyıldan itibaren İmamiye mezhebinin inanç konusu haline getirilen on ikinci gaip imam teorisi de böylesine bir hurafedir. Ki bu mesele, bir efsanenin itikadi temel bir konu haline getirilmesinin en çarpıcı örneklerinden biridir. Zira o günden beri gizlendiği söylenen bu gaip imamın tarihi açıdan gerçekten doğmuş olduğuna veya yaşadığına dair hiçbir delil yoktur.
* Başta siyaset ve yönetim ile ilgili mevzuları işleyen birtakım klasik kaynaklarımızda yaygın olarak bulunan bazı görüş ve düşüncelerin İslam ümmetinin kendi siyasal yöneticilerini seçmeleri ve kendiişlerini idare etmeleri önünde engel teşkil ettiği söyleniyor. Aynı şekilde yine bu görüş ve düşüncelerin ?velayeti fakih? veya şura kararlarının bağlayıcı değil, istişari olduğu yönündeki fikhi teorilerler dolayısıyla İslam ümmetinin hakiki şura düzeni kuramadığı ve bu nedenle de siyasete müdahil olamadığı hususu da ifade ediliyor. Sizin görüşünüz nedir?
?Evet, bence de bu çok doğru! Örneğin İmam?ın Allah tarafından tayin ile belirlendiği inancına sahip olan Şii İmamiye ekolü, böylece ümmetin kendisini yönetecek imamını seçme, onu gerektiği zaman hesaba çekme veya eleştirme hakkını da ilga etmiş oldu. Bu ekolün bağlıları ?masum imamın gaybubet döneminde? Şiilerin yönetimi ele geçirmek için herhangi bir siyasi hareket veya ayaklanma ve devrim gibi yollara başvurmalarını uzun yüzyıllar boyunca haram kabul etmişlerdir. Ta ki ?imamiye? ve ?gaib imamı bekleme? düşüncesi için bir devrim niteliği taşıyan ?velayeti fakih? düşüncesi doğuncaya kadar!
Sünni siyasal düşüncesi ise halifenin bir önceki halife tarafından belirlenmesi ve seçilmesi esasına göre işlemeye devam etti. Yönetimin, silah zoru ve askeri ihtilal yoluyla ele geçirilmesine onay verdi. Ehli hall ve?l akd kurumunun etkin olmasına izin verilmedi. Bu kurumun denetim fonksiyonu geçersiz kılındı, sadece bağlayıcılığı olmayan bir istişare rolü verildi.
Zaten ehli hall ve?l akd meclisi üyelerinin fiilen sultanın iradesi ile belirlenmesi onun bağımsız denetleme fonksiyonu rolünü yerine getirmesini imkânsız kılıyordu. Ordu komutanları, başbakan ve bazı bakanlar, kadı kudat gibi sultanın tayini ile gelen yüksek memurlar bu meclisin tabii üyelerini teşkil ediyorlardı; bunların sultana muhalefeti söz konusu olamazdı. Dolayısıyla ümmetin yöneticilerini denetleme, yönetime iştirak ve sorumluluk alma rolü sultanlar tarafından gasp edilmiştir. Yönetim hakkı gasp edilen ümmet sultana teslim olmaya, boyun eğmeye, kul olmaya ve kaderini beklemeye mahkûm edilmiştir. Hatta öyle ki bazı ehlisünnet fakihleri zalim sultana beddua etmeyi bile yasaklamışlar, onlara en fazla hidayetleri için dua edilebileceğini hükme bağlamışlardır.
ÜMMET VE SİYASAL KATILIM
* Ümmetin siyasal katılımını ve etkinliğini engellemek üzere ortaya konulmuş olan bu fikhî argümanların yönetimde istibdadı meşrulaştırmasından öte sizce daha başka ne gibi olumsuz sonuçları olmuştur.
?Bu durumun en acı ilk sonucu istibdat olmuştur. İstibdat, ümmetin kaynaklarının yönetici zümre tarafından yağmalanması, ayrılık, şiddet ve taassup sonucunu doğurmuştur. Ayrıca silahlı isyan hareketlerinin oluşmasına, dini aşırılık ve tekfir düşüncesinin gelişmesine zemin hazırlamıştır. Tarihimiz boyunca şahit olduğumuz sayısız isyan hareketleri, uzun kanlı mücadeleler sonucunda ümmetin beşeri ve maddi kaynaklarının taht kavgalarına kurban verilmesi ve uygarlık birikimlerinin tahrip edilerek ümmetin tüm alanlarda geri kalmışlığa mahkûm edilmesi hep bu istibdat belasının acı sonuçlarıdır.
İstibdadın bir diğer acı sonucu da İslam ülkelerinde ayrılıkçı hareketlere zemin oluşturarak çözülmeye neden olmasıdır. Öyle ki iç çatışmanın tarafları birçok durumda rakiplerine üstün gelebilmek için dışarıdaki yabancı güçlerden yardım talebinde bulunmuşlar ve onların İslam ülkelerinin iç işlerine müdahil olmalarının önünü açmışlardır. Sultan ve halifeler kimi zaman iç isyanları bastırabilmek için küfür devletlerinden nice tavizler, imtiyazlar ve başka ağır bedeller karşılığında yardım talebinde bulunmuşlardır. Ülkelerini satma ve bağımsızlıklarını kaybetme pahasına da olsa istibdadî yönetimlerini sürdürmeye çalışmışlardır.
* Özellikle bazı Arap ülkelerindeki kimi din âlimlerinin, ?seçimler İslam?a uygun değildir? ve ?devlet başkanlığının süresi İslam?a göre ömür boyudur? gibi argümanlarla ümmetin yönetime katılımını engellemeye yönelik çabaları hususundaki kültürel ve siyasal olarak nasıl yorumluyorsunuz?
?Ne yazık ki bu sadece bazı âlimlerle sınırlı bir konu değildir. Hilafetin tekrar kurulmasını hedefleyen bazı İslami Hareketler de aynı istikamette düşünmektedir. Bu, yönetimle ilgili kadim fıkhî teorilerin günümüze aynen aktarımından ibarettir. Bu anlayıştaki insanlara göre İslam tarihinde yaşanmış veya ?halifelerin? İslam adına yaptıkları her şey ?İslamî?dir; iyi, güzel ve İslam?a uygundur. Yine bu anlayışa göre Müslümanların belli bir dönemde üzerinde icma ettiği her şey, otomatikman ?İslamî? olma vasfı kazanmakta ve İslam teşri kaynaklarından biri olarak kabul edilmektedir. Sünni usulü fıkıhtaki ?icma?nın? aynen Kuran?ı Kerim ve Nebevi Sahih Sünnet gibi hükmün delillerinden biri olarak kabulü bu anlayışın bir ürünüdür.
Buradan hareketle birçok âlim ve İslami hareket mensubu, geçmiş siyasal fıkıhî düşünceyi ve geçmişteki tarihi halife ve sultan deneyimlerini İslam şeraitinin bir gereği gibi görmekteler. Dolayısıyla ?İslami? kabul ettikleri bu uygulamalara aykırı görüş beyan etmekten ve hatta bidatten kaçınma kaygısıyla, bunları geliştirmekten bile kaçınmaktalar. Bunu geçmiş deneyimlerimizi önemsizleştirmek veya tümden geçersiz kılmak amacıyla söylemiyorum. Bilakis bunlar Kur?an ve sünnetten kaynaklanmayan insani ve örfî deneyimlerdir.
Herkesin kabul ettiği gibi Kur?an ve sünnet de siyaset ve anayasal siyasal rejimin ayrıntıları hususunda detaylara girilmemiştir. Fakat insanlar hala İslam tarihindeki siyasal düzenlerin İslam düşüncesinin veya İslam Fıkhının bir ürünü olduğuna ve dolayısıyla buna muhalefetin caiz olmadığına inanmakta ısrar ediyor. Bunlar, İslam?ın gereği olduğunu zannettikleri istibdat düşüncesine uymadığı gerekçesiyle modern Batı demokrasi düşüncesinin reddedilmesi gerektiğine inanıyorlar.
Bu nedenle bugün bazı fıkıh bilginlerinin, seçimlerin İslam?a uygun olmadığına ve Muaviye, Emevi ve Abbasi halifelerinin uygulamalarına bakarak, devlet başkanlığının miras yoluyla intikalinin caiz olduğuna yönelik fetvalar verdiklerini görüyoruz. Bu kimseler, İslam?ın siyasal alanı, insan aklına bıraktığını idrak edemiyor. İslam, siyasal alanın ayrıntılarını insan aklının içtihadına açmıştır. Uygarlığın gelişimi, örf, toplumun zaman ve zemine göre değişen şartları mutlaka itibara alınmalıdır. İslam bizin bu alanda diğer insani deneyimlerden ve Batı demokrasi deneyiminden yararlanmamız önündeki kapıyı açmıştır.
SİYASAL YENİLENME
* Sünni ve Şii siyasal düşüncesi üzerinde çalışırken bu alanda tespit ettiğiniz ve İslam siyasal düşüncesinde yeni bir mecra olarak gördüğünüz önemli yeni düşünsel gelişmeler nedir?
?Sünni ve Şii siyasî düşüncesinde görülen en önemli gelişme; her ikisinin de siyasî düşüncesinde son yüzyılda demokrasiye doğru bir gelişimin yaşanmasıdır. İslam dünyasında demokrasi istikametindeki açılım Osmanlı hilafeti döneminde başladı. Bu demokratik açılımın birçok eksiklik ve problemine rağmen, seçimler yapıldı, anayasa kabul edildi, parti çalışmalarını düzenleyen yasa yürürlülüğe sokuldu ve siyasal çoğulculuk prensibi ve yönetimin askeri darbeler yoluyla değil de seçimler aracılığıyla barışçıl yoldan el değiştirmesi prensipleri kabul edildi. Aynı şekilde Kaçarlar dönemi İran?ında da benzer gelişmeler yaşandı. 1906 yılında anayasa kabul edildi ve şah?ın mutlak otoritesi anayasa ile sınırlandırıldı. Meclis seçimlerine onay verildi. Son yüzyılda İslam siyasal düşüncesi İslam?ın hükümlerini riayet ile beraber ve İslam?ın gölgesinde demokratik bir sistemin kurulması istikametinde gelişmektedir.
* İslam siyasal düşüncesi üzerine yaptığını araştırmalar ile mezhep, düşünce ekolu ve örgüt bazında müsellem dini hakikatler olarak kabul edilen bazı fikirleri tartışmaya açtınız. Siz veya fikirleriniz uzlete mahkûm edilmeye çalışıldı. Bu konudaki yorumunuz nedir?
?Hatalı ve batıl düşünceler belli bir dönem için bazı zihinleri ve kütüphanelerin raflarını işgal etse de, hayat kanunları karşısında hâkimiyetini çok fazla sürdüremez. Bazı düşüncelerin müsellem hakikat kabul edilip tartışılmaktan kaçırıldığı doğrudur. Fakat vakıa bunu böyle kabul etmez. Bazıları için tartışılamaz ?inanç konusu? haline getirilen imamiye siyasal düşüncesinin başına gelen de budur. Tartışılmaz inanç konusu görülen bir meselde insanların, demokrasiden tutun da imamiyet inancı veya gaib imam beklentisinden uzak daha başka nice farklı fikri yönelimlere ulaştıklarını görüyoruz.
Bazı düşünürler İmamiye teorisini kabullenerek bunu yeni bir anlayışla tevil etmeye çalıştılar. Bazıları ise bu düşünceyi temelden reddettiler. Bundan elli yıl kadar önce fakihler ve dini merciiler demokrasi düşüncesini kesin olarak reddediyorlardı. Fakat bugün örneğin Irak?da demokrasinin geliştirilmesi çalışmalarını şiddetle destekliyorlar. Bu, itiraf etmeseler bile, onların imamiyet teorisinden vazgeçtiklerinin delilidir. Veya dilleri ile eski düşüncelerini savunsalar bile vakıada bunun tam tersini düşünüyorlar.
Her ne kadar birçok Şii fakih ve yazar ?Şii Siyasal Düşüncesinin Gelişimi? adlı kitabımı eleştirmeye çalışsalar da, araştırmalarım sonucu ulaştığım sonuçları reddedememişlerdir. Bilakis bu sonuçlar pratik olarak uygulanmaktadır. Zaten ben yeni bir şey icat etmiş değilim. Daha çok Şii siyasal düşüncesindeki gelişmeleri tespit ve tescil etmeye ve gördüğüm bazı yanlışlıkları tashih etmeye çalıştım.
İran İslam Devrimi, hiçbir şey yapmadan mehdinin gelişini bekleme anlayışına büyük bir darbe vurdu ve bu düşüncenin etkisini önemli ölçüde zayıflattı. İran İslam Devriminin aynı zamanda imamiye düşüncesine yönelik bir devrim olduğunu, dolayısıyla bu yeni düzenin meşruiyetini, fakihlerin gaib imama naipliği faraziyesinden değil, ümmetin seçiminden alması gerektiğini ifade ettim. Meşruiyetlerini gaib imam naipliği teorisine bağlayanlar, ümmeti devrimdeki rolünü küçümsemiş ve hiçe çıkarmışlardır. Bu nedenle sorununun mantıki ve barışçıl çözümü, gerçekte var olmayan gaib imam ve imamın naipliği gibi farazileri bir yana bırakarak, ümmetin irade ve seçimine odaklanmaya bağlıdır.
Kitabımın uzlete mahkûm edildiğini zannetmiyorum. Bilakis Şii fikri hareketlerinin derinliklerine sirayet etmiştir. Yazıldığı andan bu yana geçen on yıl içinde bu kitaba yüzden fazla reddiye yazılması bunun bir kanıtıdır. Şayet etkisi ve uzlete mahkûm bir kitap olsaydı bu kadar çok okunmaz, tartışılmaz ve hakkında reddiye yazılmazdı. Başlangıçta kitabımı uzlete mahkûm etmek istemiş olsalar bile bunu başaramadılar. Bana gelen bilgilere göre bu kitap halen dini havzalar ve İslami hareketlerin mensupları arasında okunup tartışılmaya devam ediyor.
KARŞILIKLI ENGELLEME VE FİTNE
* Şu an İslam dünyasının bazı bölgelerinde İslam?ın iki ana kütlesi olan Şiiler ve Sünniler arasında gerginlikler yaşanmakta. Bazıları bu gerginlik ve çatışmaları dış güçlere bağlarken bazıları da bunu Kur?anî bir ilke olan ? Deki bu sizin kendi yüzündendir?? prensibi ile açıklamaya çalışıyorlar. Size şunu sormak istiyorum: Aramızda her an kolayca alevleniveren bu gerginliğin iç nedenleri nedir? Nasıl bir kültürel ortamda yaşıyoruz ki birliğin yerine ayrılıklar ön plana çıkıyor?
?Bazı dış faktörlerin daima ümmetin varlık ve birliğini sarsmaya çalıştığı doğrudur. Bunun yanı sıra ümmetin kaderine hâkim olan veya olmak isteyen güçlerin de kendi siyasal bekaları için bu tür ihtilafları körükledikleri bir vakıadır. Hata bazı devrimciler ve ıslah hareketleri mensupları bile bazı tarihi ve mezhepsel meseleleri yanlış anlamaları nedeniyle, kendilerinin kör taassuptan kurtaramıyor.
Bana göre Sünniler ile Şia asındaki mücadele, hakikati olmayan hayali bir mücadeledir. Zira Şiilik ve Sünnilik, bir dönem tarihte mevcut olup bugün artık var olmayan iki ayrı siyasal partinin adıdır. Şiiler tarihte bugün artık var olmayan ehlibeyt mensupları etrafında öbekleşirken, Sünniler de bugün artık tarihin bir konusu olan özellikle Abbasi halifeleri etrafında toplanmıştır. Geçmişteki Şii ve Sünni siyasal duruşun yerini bugün Demokratik duruş almaya başlamıştır. Her iki kesimin mensuplarının da artık temel konuları adalet, eşitlik ve demokrasinin sağlanmasıdır. Her iki kesimde zorba ve yağma yönetim düzenlerinden kurtulmaya çalışıyor. Her iki kesim de ülkelerini talan eden azınlık müstebit zümreye karşı ortak bir duruş sergiliyor.
Gerçek mücadele budur. Tarihte kalmış kadim mezhebi itilaf konularını gündeme getirmeye çalışanlar, hakiki mücadelenin yönünü değiştirmek istiyorlar. Çünkü Müslümanların iç ve dış sömürü odaklarıyla değil, birbirleriyle çatışması onların işine daha çok geliyor!
* ?Şanlı Tarih? söyleminin ve tarihin ?kutsal deneyim? seviyesine yükseltilmesinin Sünni ? Şii nefretini körükleyen nedenlerden biri olduğuna inanıyor musunuz? Zira her iki taraftan da ihtilafı sürdürmek isteyenler, bu konuda hemen tarihe başvurmakta ve oradan güç istimdat etmektedir. Bilindiği üzere her ideolojik gelişim beraberinde tarihi yeniden okuma süreci başlatmaktadır.
?Asıl problem şu; Müslümanlar tarihten ders ve ibret almak yerine tarihte yaşıyorlar. Bundan daha vahimi de şu ki; onlar ortak noktalar üzerinde değil, tarihin ihtilaflı meseleleri üzerinde duruyor, orada yoğunlaşıyorlar. Birlik olmanın getireceği hazır siyasi güçten faydalanacaklarına, birbirlerini vurmak için tarihi yardıma çağırıyorlar. Hatta bazen tarihe mal olmuş hurafelerle yetinmeyerek, birbirlerinin daha çok zarar vermek ve aradaki nefreti daha çok büyütmek için yeni hurafeler uyduruyorlar. Bunun için tarihi yeniden okumaya ve yazmaya çalışıyorlar!
TAKRİP VE FİKİRLERİN İSLAHI
* Fikirlerin ıslahı Şia ve Sünniler arasında giderek artan gerilimi gidermenin ön girişimi midir? Gerilimi gidermenin yolu kadim kaynakları yeni bir okuma ve süzgeçten geçirmekle mümkün. Peki, bu nasıl gerçekleşecek? Bu konudaki görüşünüz nedir?
?Mezhepçilik fitnesinden kurtulmamız ve tarihsel krizden çıkabilmemiz için Sünni- Şii ihtilafının özünün ve bununla ilgili meselelerin ve bunlardan unutulup gitmiş ve hala var olanların iyi araştırılıp ortaya konulması gerekir. ? Sünnilik ve Şia: Din Birliği, Tarih ve Siyaset İhtilafı? isimli kitabımda bu konuyu acil olarak araştırmaya çalıştım. Bu araştırmalarım sonucunda gördüm ki iki grup arasındaki ihtilaf temelde siyasal ve aynasal sorundur. Devlete başkanı ve başkan olmanın şartları, başkanın yönetime nasıl geleceği, bunun seçimle mi, mirasla mı, tayinle mi olacağı hususu en önemli ihtilaf konularıydı. Aynı şekilde yönetim için birbirleriyle kıyasıya mücadele eden Kureyş?in önemli aileleri arasında bir iktidar mücadelesi vardı. Şimdi bu ailelerin hepsi tarih oldu. Günümüzde bu tarihi ihtilafın arta kalan kalıntıları devam ettiriliyor.
Bugün artık gerçek kavga, Sünni ve Şii halkalar ile onların başına musallat olmuş tağut ve müstebitler arasındadır. Bu tağutların şu veya bu mezhebe mensup olmalarının gerçekte hiçbir önemi yoktur. Zira sadece tek bir mezhebin yaygın olduğu ülkelerde de halk ile tuğyan güçleri arasındaki mücadele aynen devam etmektedir.
* Malik b. Nebi uygarlık meselesinden bahsederken ölü ve öldürücü fikirler konusuna değinmektedir. Sünni- Şii yakınlaşmasının önünde engel teşkil eden böylesi fikirler mevcut mudur?
?Sünni ve Şii siyasal düşünceleri ölmüş gitmiş fikirlerdir. Bunların ölü fikirler olması hasebiyle bunlarla ilişki kurmak kişiyi zehirler. Başkalarıyla ilişkisinde sorunlara neden olur. Onun için bunlardan kaçınarak meselelerimize canlı demokrasi düşünce açısından yaklaşmalıyız. Toplum, birey, kendimiz ve başkalarına çağımızın olguları ışığında bakmalıyız. O zaman geçmiş mirasımızın olumsuzluklarından kendimizi korumayı başarabiliriz. Gerçekte bizim Sünni - Şii yakınlaşmasına değil, tarihin ölü teorilerinden kurtulmaya ihtiyacımız var. Yoksa bizi birleştirecek olan çağa ve çağın canlı siyasi teorilerine ulaşamayız.
* Fakat Sünni- Şii yakınlaşması meselesi konusunda nerede duruyorsunuz? Özellikle de kitaplarınızdaki ümmetin her iki ana unsuru konusundaki ciddi ve cesur yeni görüşlerinizden sonra birtakım şiddetli eleştirilere maruz kaldığınızı biliyoruz.
?Gerçekte çok şiddetli eleştirilere uğradığımı söyleyemem. Fakat bazı sıcak tartışmaların yaşanması normaldir. Bazı düşünce ve ?inançları? sarsarsanız tepki almanız tabiidir. Allah?a hamd olsun ki bana karşı gösterilen tepkiler sözlü ve kültürel tepkilerin sınırları içinde kaldı. Zaten bu tür tepkilerin olması da normal olduğunu söyledim.
Fakat ne yazık ki bazıları benim Şii siyasal düşünceyi Sünnilik veya Vahhabilik adına veya Sünni ya da Vahhabi siyasal düşünceyi Şiilik adına eleştirdiğini sanıyor. Gerçekte ben Şii siyasal düşünceyi Şiiliğin yararı, Sünni siyasal düşünceyi Sünniliğin yararı ve Vahhabi siyasal düşünceyi de Vahhabiliğin yararı için eleştiriyorum!
Bunlardan birinin yararı için diğerini eleştiriyor veya taraf tutuyor değilim. Amacım müstebit yöneticiler ve din adamlarının amacına hizmet eden tarihi düğümleri, efsaneleri ve hurafeleri, Müslüman halkların yararına izale ederek adaletin, eşitliğin ve şuranın kurulmasına katlı sağlamaktır.
Kadim düşünceleri ve tarihi taassupları muhafaza ederek Sünni- Şii yakınlaşmasını sağlayamayız. Ümmetin gerçek birliğini, herkesin siyasal katılımına imkân veren, hakları ve özgürlükleri koruyan adil bir siyasi düzen kurarak sağlayabiliriz.
* Bazılar takrip çalışmalarının ve bunu yürütenlerin gayri ciddi ve gayri samimi olmakla suçluyor. Sizin görüşünüz nedir?
?Bu kesinlikle doğru değil! Takrip yani yakınlaştırma çabalarını sürdüren kimselerin çoğu ümmetin birliğini sağlamada gayet ciddi ve samimiler. Fakat bunu yanlış yerlerde arıyorlar. İslam birliğinin, müstebit diktatörlerin yönetiminde gerçekleşmesi mümkün değildir. Aynı şekilde donukluk ve tarih taassubuyla beraber takribin gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Yakınlaşma ancak eleştiri, tashih, düşünme, kaynaklara yeniden dönme ve süzgeçten geçirme ve serbest tartışma ortamının oluşması ile gerçekleşebilir. Tabii ki ümmetin iki cenahı arasında bir yakınlaşmanın kendi dikta ve istibdat düzenleri için tehlikeli görüp bunu engellemeye çalışanların olduğunu da biliyoruz.
* Sünni ? Şii yakınlaşmasına alternatif olarak ortaya ?beraber yaşama? kavramı atıldı. Bu kavram ise çıkar temeline dayanmaktadır. Günümüzde çıkar ilişkisi gerçekten âlimlerin çabalarını etkileyecek kadar ön planda mıdır?
?Sünni ?Şii ihtilafı İslam ve din temeline dayanmıyor. Bilakis çıkar çatışmasının bir ürünüdür ve bugün de öyle olmaya devam ediyor. Fakat bugün her iki taraf için de bu kavganın getirebileceği hiçbir yarar yoktur. Bilakis her iki tarafın da yararına olanı, herkesin özgürlük, insan onuru, sevgi ve kardeşlik atmosferi içinde yaşayabileceği adil siyasal bir düzen kurmaktır. Tarihin ölü çekişmelerini bir yana bırakarak, insanca bir ortak yaşam için çağdaş alternatifler aramalıyız!
İlgili haber için tıklayın:
Şii ve Sünnileri birleştirecek güçlü tez