Abdulvahab el-Messiri*
Biz, evrenin salt maddi olarak algılandığı, bizi maddi şeylere dönüştüren bir dünya ve beş duyu organını aşmayan bir alanda yaşıyoruz. Herhangi bir çocuğun ya da yetişkin erkeğin giydiği T-Shirt?ü ele alalım mesela. Önceden insanoğlu, çıplaklığını örtmek veya kendisini soğuk ya da sıcaktan korumak için belki de kendi kimliğini ifade etmek için giyinirdi. Ancak T-Shirt?te ise insan tüm hususiyetini yitirmekte ve beş duyu organı ile maddi tabiatı/dünyayı aşmayan bir özellik sergilemektedir.
Daha sonra bu alan örnek vermek gerekirse Coca-cola şirketinin hizmetine sunulmakta, böylece kişi, bir tüketici ya da üretici kimliğine bürünerek kendi kimliğini kaybetmektedir. Yani T-Shirt, insanı şeyleştirme operasyonunun bir parçası haline gelmiştir.
Ev hakkında da aynı şeyleri söylemek mümkündür. Bu da insanın ilk bakışta zannettiği ya da kendisine göründüğü gibi, tarafsız ya da masum bir şey değildir. Aynı zamanda ev, insanın evrene bakışını göstermekte, istesin ya da istemesin içinde yaşayan kişinin hayat biçimini yansıtmaktadır.
Arap ya da İslam mimarisine göre inşa edilen bir evde yaşayan insan, kendisine güvenen, sahip olduğu kültürel miras ve medeniyetle iftihar eden bir kişi olacaktır. Ancak İslam ülkelerine baktığımızda Arap ya da İslami mimariyi mescitler dışında başka bir yerde görmüyoruz. Bunun yerine, ev bir işlev üslenmekte, sadece içinde yatılan, kalkılan, yenilen içilen bir mekâna dönüşmektedir. Bu hususta T-Shirt?ten bir farkı olmayıp şahsiyetten ve derinlikten uzaklaşmakta, içeriği boşaltılmaktadır.
Bu evin mobilyaları da genelde işlevseldir. İşlevsellik ve basitlik ön plana çıkartılmış olup ev, hususiyetini ve özelliğini kaybetmiştir. Ancak buradaki basitlik, özelliğin (eşyanın ait olduğu kimlik ya da medeniyetin) kaybolması anlamına gelmektedir. Burada maddi bakış açısı, basitliği kompleks güzelliğe tercih etmektedir. ?Bırak doğal kalsın? sözü de buradan gelmektedir.
Aynı şey Take-away/fast-food yiyecekler (alıp götürülüp başka yerde yenen yemek) için de geçerlidir. Bu da insan vicdanını şekillendiren başka bir olgudur. İnsanlar Batı da dâhil olmak üzere dünyanın her yerinde yemeklerini kendi elleriyle hazırlar ve birlikte yerler.
Yemek maddi bakış açısının egemen olduğu dünyada önceden hazırlanır. Kişi bu yemeği yürürken ya da hareket ederken yer. Bu insanoğlu için yeni bir olaydır. Bu olayın arka planında yer alan olguya mutlaka dikkat edilmelidir. Burada maddi alanda hareket ve hız, tek kriter olarak alınmaktadır. Böylece insan, aygıta benzeyen bir varlığa dönüşmektedir.
Bu hareket ve hız mantığına dayalı yeme tarzı, insanın birçok önemli insani değerden sıyrılması demektir. İnsan, genelde yemeklerini arkadaşları ya da ailesiyle birlikte yer, halka şeklinde oturur ve yemek yerken farklı konularda birbirleriyle sohbet ederler. İnsanoğlu hemcinsleriyle ünsiyet kuran bir varlıktır.
Mısır ammicesinde bulunan ?Yiyip içip birlikte güzelce yaşayıp gittiler? ifadesi, bu değerler manzumesine işaret etmektedir. Ben, bu yiyeceklerin yasaklanmasını isteyecek kadar aptallık yapacak değilim. İnsanın günlük hayatında tamamen maddi doğaya sahip uygulamalara gidilmesinin zarurî olduğunun farkındayım. Bazen fast food türü yiyecekler zaruri ve hatta kaçınılmaz olmaktadır.
Ancak bu tür davranışlar hayatın merkezine oturduğunda, o zaman kapsamlı laikliğin tuzağına düşmüş oluruz. Son yapılan araştırmalarda Batı?da Mcdonalds?ın logosu olan sarı kavisin, Hıristiyanların kutsal addettiği haç işaretini sayıca geçtiği belirtiliyor.
Bütün bunlarda bizi ilgilendiren şey, birçoğu bize masum görünen (ki çoğu fıkhî açıdan helaldir) hususların vicdanımızı etkilemesi, kendimize ve evrene bakışımızı şekillendirmesidir.
Kendi çocukluğundan ve yaşam felsefesini anlatan sinemanın parlak yıldızlarından birinin yaptığı mülakatta kaç erkek eskittiğini, onlarla yaşadığı deneyimleri anlatmasına ne demeli? Sonra da gazetelerin bu açıklamalardan pasajlar alıntılayıp bu sözleri sanki baştan aşağı hikmetmiş gibi insanlara aktarmalarına?
Son olarak bunlardan biri bir gazeteye verdiği demeçte fikrî derinliğini ortaya koyan ?Romantik Baştan Çıkarma? ifadesini kullanıyor. Bu, maddi örnekliğin vicdana ve hayallere hâkim olması değil midir? Bir sinema yıldızı, değer kaynağı haline gelebilmekte, hayat tarzı oluşturmakta, ardından gidilen bir timsal olabilmekte, sözleri nihai referans olarak görülebilmektedir.
Bununla birlikte bazı gazeteler, filanca modelin manken, şarkıcı ya da dansöz, hikmetinde ve aklında en büyük filozof ve bilginlerden daha farklı olmadığını iddia edebilmektedirler. Zavallının referans olma gibi bir derdi yoktur aslında, çünkü onun vizyonu sadece bakımlı ancak sınırlı ve göreli bedeniyle mahduttur.
Aynı şekilde onun kocalarıyla olan deneyimleri çok heyecanlı olabilir ancak, hiçbir şekilde ahlaki değerlere temel teşkil edemez. (ancak maddi ve nihilist bir bakış açısıyla her şey göreli olarak değerlendirilirse o başka..)
Biz hikmeti şayet sinema yıldızlarından, dansözlerden, seksi güzellik kraliçelerinden alacaksak, vay bizim halimize! Bunlardan alınacak olan hikmet, geleneksel olarak kültürümüzde var olan derin köklere sahip ahlaki değerler ya da maneviyatla uzaktan yakından ilgisi bulunmayacaktır.
Bu starın söyledikleri ya da düşüncelerinin, genel ahlaka ya da genel geçer zevklere uymadığını söylemek doğru olabilir ancak yeterli değildir. Buna ek olarak bu ifadeler, starın insanların kendilerine ve evrene bakışını şekillendirme noktasında oynadığı rolü ifade edememektedir.
T-Shirt giyen, işlevsel bir evde oturan, hamburger, pizza gibi hazır yemekleri yiyen, Coca-cola içen, kendisini sürekli olarak ihtiyacı olmayan şeyleri tüketmeye zorlayan ticari reklamlarla içli dışlı, ithal arabasıyla saatte 100 mil yapbildiği aşırı şekilde geniş caddelere sahip bir şehirde yaşayan ve geriye kalan zamanını Amerikan filimlerini seyrederek geçiren bir insanı düşünelim. Bu adam sürekli olarak magazin haberleri seyretmekte, sinema yıldızlarının söylediklerini kendisine yaşam biçimi olarak seçmekte, onların skandallarını dinlemektedir. Bunları yapagelen bir insan, yaşamında hiçbir farklı şeyin ya da esrarın olmayacağı, kendisine söylenen her şeyi aynen onaylayan ve hiçbir şeye itiraz etmeyen, hayata bakışına dair hiçbir felsefi derinliği olmayan bir insana dönüşmeyecek midir?
Bu insan, namazlarını tam vaktinde de kılıyor olabilir, ancak etrafındaki her şey, beş duyu organını aşan değerler manzumesine düşman bir atmosfer yaratmaktadır.
Biz maddi medeniyetten bahsettiğimizde aslında Batı medeniyetinden bahsediyoruz. Bu aslında ihlal üstüne ihlaldir. Batı?da maddenin sınırlılığını aşan birçok insani gösterge vardır. Batı?da kendi orjinalliğini ve özelliğini koruyan Beethoven ve Mozart gibi müzik değerleri, ayrıca Fransız mutfağı gibi olgular vardır.
Modern maddi ürünler, Batı?da dâhil bütün insanlığın özelliklerini kaybettiren bir karaktere sahiptir. Disko müziğiyle klasik Batı ya da Arap müziğini, T-Shirt?ü diğer giyeceklerle, karşılaştırdığımızda, medeniyet karşıtı olarak isimlendirdiğimiz bu medeniyetin ürünlerinin herhangi bir toplumsal ya da medeni yapının oluşumuna engel olduğunu göreceğiz.
Bu bahsettiğimiz medeniyet karşıtı ürünler ilk defa Amerika?da boy göstermiş olmakla birlikte aslında Amerikan da değildir. Çünkü Amerika?nın da kendine has bir medeniyeti ve medenî özellikleri bulunan gelenek, örf ve adetleri vardır.
Ancak bu gelenek örf ve adetler, maddi medeniyetin sürükleyici etkisiyle aşınmakta, eriyip gitmektedir. Bu maddi medeniyet sadece doğuyu değil aynı zamanda dünyanın kuzeyini, güneyini, doğusunu ve batısını eşit şekilde tehdidi altına almaktadır. Kimse kendisinin ondan, onun insanlığa düşmanlığından ve insanı yok ediciliğinden emin olduğunu zannetmesin.
Bütün bunlara, spor dünyasında olan bitenleri eklemek gerekir. Spor önceden bedeni, ruhu terbiye etmek, insanlar arasında yardımlaşmayı teşvik eden ve aynı zamanda da hoş vakit geçirmelerini sağlayan bir olguydu. Böylece insanlar boş vakitlerini medeni bir şekilde geçiriyorlardı.
Aynı şekilde insanlar arasındaki husumeti ve bedende biriken enerjiyi doğru yönlere kanalize etme ve onların bu birikimini medeni yönlendirme değerlendirme şekliydi. Lisedeyken basketbol takımımız, Mısır?daki en iyi takımdı. Şayet hafızam bana ihanet etmiyorsa bazı şampiyonalarda birinci bile geliyorduk.
Ancak iyi hatırladığım şey şu ki takımımızla ilgilenen hocamız Habruk idi. O, çevreden bizimle mücadele etmek için gelen ve genelde bizden daha zayıf olan takımları yenerken onları ezici bir şekilde mağlup etmememizi, karşı takımın kendisini kötü hissetmemesi için gerektiğinde onların da zaman zaman bize basket atmasına müsaade etmemizi isterdi. Hepimiz iyi bir oyun için can atardık. Bizi etkisi altına alan şey ne maddeci görüş ne de Darwinci yaklaşımdı.
Bu oyunlarda yenmek ya da yenilmek de temel kıstas değildi. Allah?ı ya da insanı tanımayan sadece arz-talebi temel alan kapitalist bakış açısı da bizi hâkimiyeti altına almamıştı. Bizim içinde bulunduğumuz atmosfer, çekişme ve anlaşmazlıkların olabileceğini ancak bunların temel referans noktası olarak almamayı bize öğütlüyordu. Merhamet, affetme ve ortak insaniliğimize inanan karşılık hoşgörü hissi egemendi.
Ancak spor, bu değerlerden aşama aşama ayrılarak kendisi başlı başına bir referans noktası haline geldi. En yüksek sayıyı kaydetmek ya da rakibini mağlup etmek tek kriter oldu. Artık bu sporcular, sporla birlikte başka işlerle meşgul olmayı bırakıp sadece sporla uğraşmaya başladılar. Spor meslekleşti, profesyonelleşti. Profesyonellik ise boş vakitlerin medeni ve insani bir şekilde geçirilmesi mantığına terstir. Bu mantık sporu hayatın merkezi haline getirmektedir.
ABD?de bir futbolcuyla karşılaşmıştım. Bilindiği gibi ABD?de futbol başka ülkelerdeki futboldan tamamen farklıdır. Oyuncular mutlaka üstün bedensel özelliklere sahip olmalıdır. Vücutları iri yapılı, adaleleri sağlam ve güçlü olmalı ki gelen darbeleri karşılayabilsinler. Neticede bu futbolcu bana duygu dünyasında var olanları dökerek içindeki sıkıntılardan bahsetti. Antrönerleri hayatının her anını kontrol etmekte, kendisinden şöyle proteinli besinler ve şöyle sebzeler yemesini istemekteydi. Mahrem ve özel hayat denen bir şeyi de kalmamıştı. Aşk hayatını ve hatta cinsel hayatını bile kontrol etmekteydi.
Maçlardan önceki bir hafta boyunca sevgilisiyle çıkamıyor, sevgilisiyle ya da eşiyle cinsel ilişkiye giremiyordu. O bir futbolcu olarak ?şeyleşme? kelimesini ya da insanın bir şeye dönüşme ifadesini kullanmıyordu ancak anlattıkları aslında bu şeyleşmenin bütün ayrıntılarıyla en güzel bir şekilde ifade edilmesinden başka bir şey değildi.
ABD?de liselerde futbol takımları maç yapacakları takımın videosunu önceden seyretmekte ve ona göre taktik uygulamaktadır. Bu vakit geçirme, eğlenme ve oyun mudur yoksa maddi ve çatışmacı bir mantığa dayanan, yenmeyi ya da yenilmeyi hayatın merkezine koyan bir dünya görüşü müdür? Buradan hareketle, kazanan takıma ödüller verilmektedir. Son dönemlerde insanların yaralandığı bir takım spor müsabakalarına şahit oluyoruz. Daha geçtiğimiz günlerde son derece çekişmeli geçen bir maçın ardından İtalya?da bir polis memuru öldürülmüştü. Bütün bunlar, çatışmaya dayanan anlayışın hâkimiyetini artırdığını karşılıklı merhamet ve insaniliği temel alan bir düşüncenin ise gerilediğini göstermektedir.
Spor dünyasının kapitalist zihniyeti spor ahlakını da kontrolü altına almakta, sanki bir pamuk borsasındaymışız gibi Faslı bir oyuncu İtalya?ya, İtalyan bir oyuncu Libya?ya satılmaktadır.
Bu nedenle, birçok futbolcunun aslında zafer kazanmanın önündeki en büyük engellerden biri olan uyuşturucu kullanımına başvurduklarını görüyor ya da işitiyoruz. Kazanan takımlar ise bir üniversite profesörünün birkaç yılda alamayacağı parayı prim olarak almakta, devasa transfer paralarıyla başka takımlara transfer olmaktadırlar.
Hatta bir turnuva sonrasında dereceye giren takımın oyuncularının her birine birer BMW ödül olarak verilmişti. Nerede burada yardımlaşma, infak ve fakirlere yardım duygusu? İşte tam da burada kapitalizm insanları esir almakta, arz ve talebin kanunları insanları şeyleştirerek kutsallık denen bir şey bırakmamakta, her şey kullanılabilecek birer maddeye dönüşmektedir. İnsaniyet namına isimden başka bir şey kalmamış, yani maddeci görüş ve Darwinci bakış açısı insanoğlunu tamamen egemenliği altına almıştır.
Bu, söz konusu maddi anlayışın tuzağına düşen ve onunla uyumlu bir hayat yaşayan medeni insanın trajedisidir. Bu insanın huzuru bozulmuştur, hayatı kendisine zindan etmiş ve bütünüyle çatışmacı bir anlam yaratmıştır. Peki her şey arz-talebe dayalıysa ve hiçbir şeyin insani değeri yoksa öyleyse neden bu heyecan ve çatışma?
Herhalükarda heyecan ve çatışmadan sonra her şey özelleştirme çerçevesinde sukûna ermiş, en değerli şeyi olan insaniyetin kayboluşunu mali telafiyle geçiştirecek bir anlayışa ulaşmıştır. Allah-u A?lem.
*Mısırlı yazar ve düşünür. (Yazarın vefatından önce gelen son yazısı)
Bu makale İslam Özkan tarafından TİMETURK için tercüme edilmiştir.
Yazarın sitemizdeki makaleleri için tıklayın:
Darwinist Modernizm ve Tepkiler
İşgal altındaki Filistin ve Amerikan Aklı
Yahudiler ve Bakteriler
Neo-Conlar ve Silah Sanayi
Yahudilere ve Yahudiliğe saldıran bir Yahudi düşüncesi
İlgili haber için tıklayın:
İslam dünyası bir düşünürünü daha kaybetti